02.01.2015
Zamanı geriye çeviremeyeceğimize göre
Ne büyük başım varmış… Ne densizliğim kalmış, ne büyük
düşünürlüğüm – okumuşluğum… Ne Dersimliler anama ne yapmış
sorusu… Nede Türkiye Cumhuriyeti Başbakan ve Cumhurbaşkanına
hakaret “suçlaması”… Hatta tartışmak için başkası Frankfurt’a
bile davet ediyor!
Oğlum ilkokul mevzunuyum, ilkokul…
Ama okumasını çok seviyorum… Kendime göre mütevazı bir
kütüphanem var… Bilişimciyim… Birçoğunuzun hayal bile
edemeyeceği hızda >>> istediğim <<< bilgiye ulaşabiliyorum…
Ne oldu şimdi, ilkokul mevzunuyum dedim diye yazdıklarım,
düşündüklerim yanlış mı oldu? Ben hala eski Önder değil
miyim?
Öncelikle bir - iki cevap vermek istiyorum…
Dersimliler anama ne yapmış sorusuna vereceğim cevap… Annem…
Hatta babam o zamanlar dünyada bile olmadıkları için…
Kendimi bu sorunun muhatabı bile saymıyorum!
Türkiye
Cumhuriyeti Başbakan ve Cumhurbaşkanına hakaret etmişim(iz)
iddiası… Ne zaman yapmışım bunları? Yazdıklarımla,
düşüncelerimle… Yani açıkça düşünce suçu işlemişsin demeye
getiriyorlar!
Madem düşünmek suç… Madem birçoğunuzun
ya cesaret edemediğiniz için… Veya “gerekli kelimeleri” bir
araya getiremeyerek kendinizi ifade edemediğiniz için…
Yazdıklarım suç… Bende bu suçu işlemeye devam ederim arkadaş…
… aşağı Kasımpaşa!
Ne yapacaktım yani? Bir tarafta
siyasete soyunup ağzına geleni söyleyerek bunu hitabet sanatı
sayanlar… Diğer tarafta siyasete soyunarak ağzını açması
gerektiği yerde dilini yutanlar… Başkaları göz göre göre
vatanı, milleti bölerken… Aman düşünce suçu işlemeyeyim diye
Allah’ın verdiği beyni kullanmayacak mıyım? Kullanmayanların
koskoca ülkeyi getirdikleri hal ortadayken… Ben nasıl
susayım? Hadi ben sustum, başkası susacak mı?
Hepiniz
gibi insanım… Doğrularımda var, yanlışlarımda… Tehditle ne
yapabileceğinizi sanıyorsunuz? 25 sene önce zaten canımdan
can gitmiş… 25 senedir aybaşı tutmuş zombi gibi dolaşıyorum
ortalıkta… Bir sıkımlık canım kalmış… Siz beni
korkutabilir misiniz?
***
03.01.2015
Madem ben
iddia ettiğiniz gibiyim(!) İnsanlar buna neden inanmıyor?
Bir insan olarak... Bir Atatürk milliyetçisi olarak...
Yanlışım da olur, doğrumda... Yanlışımın farkına vardığımda
gerekirse özürde diler... Kendime çeki düzende veririm!
Kendi sitemde... Geçenlerde de yayınladığım gibi dünyanın
dört bir tarafından... Aylık okuyucu sayım ortalama
10.000... Sunduğum bilgi ve belgelerin download oranı
ortalama 30.000... Arşiv taraması yapanlar 10974... Tüm bu
rakamlar sosyal medya haricinde oluşuyor... Aylık okuyucu
sayım ikiye (18817) katlanmak üzere! Siteme giriş yapan
illere baktığımda her geçen gün artan sayıda... Güneydoğu
Anadolu'dan okuyucu/kullanıcıları görmem mümkün oluyor!
Beni... Öyle veya böyle zan altında bırakmak isteyenlere
cevabım çok açık... İnsanlar artık şiddetten, kavga -
gürültüden, bağırıp - çağırmaktan... Yalandan - dolandan,
düzenbazlıklardan, çalıp - çırpandan... Kendisi
zenginleştikçe zenginleşirken, halka köpeğin önüne kemik atar
gibi... Kırıntı atanlardan, bölüp - bölüştürmeye
çalışanlardan... Bıktı!!!
İnsanlar artık huzur
istiyor!
Çevremde birçok Kürt kökenli dostum var...
Sevilen ve sayılan bir aileyiz... Kimseye yalan borcum yok...
Ben neysem oyum... Kimsenin... Anladınız mı, kimsenin
laflarımı cımbızlayarak... Bana veya aileme hakaret etmeye
hakkı yok!
*
Din ve adalet cahilleri
AKP...
(A)tatürkçülüğü (K)atletme
(P)artisi...
(A)merika'nın (K)urduğu (P)arti......
(A)kçe (K)azanma (P)artisi!
AK...
(A)nkara (K)andil hattı...
(A)kraba (K)ayırma Partisi...
(A)ile (K)olama Partisi...
İzle ve ibret al!
Not: Videoda sözü gecen Ayet ile
ilgili linke baktığınızda öyle bir ifadeye rastlamanız
mümkün değil. Ancak... Mealini okursanız aynı ayetle ilgili
33 farklı yorum görmenizde mümkün. Ondan sonra iddia
ediyorlar Kuran-ı Kerim değişmeden bugünlere geldi diye(!)
http://www.gurbuz.net/…/AKP'Lİ%20METİNER'DEN%20TORPİLE%20AY…
http://kuran.diyanet.gov.tr/Kuran.aspx#16:90
http://www.kuranmeali.org/…/90.a…/kurani_kerim_mealleri.aspx
***
04.01.2015
Eyvah eyvah
Bugün pazar olduğunu neden bana kimse söylemiyor? Sabah
kalktım... Geceden kar yağmaya başlamıştı... Sokağa çıktım
yerler buz tutmuş... Kendime kahve yaptım... Bir dosta
özelden cevap verdim, saate bakınca... Eyvah eyvah saat 6.30
olmuş... Doğru mutfağa, hanıma bir fincan kahve yaptım...
Kalk hatun saat yediye geliyor... "Önder gece saat üçte yatım
bırak beni biraz daha uyuyayım" dedi... "Kadın kalk dükkana
geç kaldık" dedim... Yok kafa kalkmıyor, "iyi o zaman ben
dükkana gidiyorum sen yürüyerek gelirsin" dedim... Arabaya
atladım doğru dükkana... Yerler kısmen fena kayıyor...
Dükkânın önünü bir güzel küredim... Kendime yine kahve
yaptım... Aklıma kardeşim ve kocası geldi... Saat 8
suları... Telefon ettim dada çıktı telefona... "Annen evde
mi" diye sordum dadaya... Annesini verdi, "Ali çıktı mi?"
"Nereye?" "Dükkana!" "Abi bugün pazar"
Bugün pazar
olduğunu neden bana kimse söylemiyor? :)
*
Kibar ve görgülü olmak
küçük yaşta öğrenilir
Bu sene "fena" başladı... Küfür
ettiler, hakaret ettiler, aşağılamaya çalıştılar!
Ne
yaptım? Düşüncelerimi kaleme aldım... Suç mu? Kimisine
göre suç! Düşüncelerim yanlış olabilir... Bu düşüncelerin
yanlış olduğunu veya beğenilmediğini ifade etmenin başkaca
yolları vardır. Şimdilik çocuklara öğretilmesi gereken bazı
kuralları hatırlatmakla işe başlamak istiyorum. Ama önce
Babaannemin yetiştirdiği Nilüfer ablamın (kuzenim), amcamın,
rahmetli babamın - halamın ve benim nasıl ve hangi şartlar
altında yetiştiğimizi kısaca anlatacağım.
Rahmetli
babaannem öleli yıllar oldu. Annem hep anlatır, ömrümün ilk üç
yıllını babaannemin yanında geçirdim. Almanya'ya geldiğimde
lütfensiz, teşekkür etmeden, izin istemeden hiç bir şey
yapmıyor, komşumuzun mööölerinden başka bir şey anlatmıyormuşum.
Rahmetli "cahil" bir kadındı, yani tahsili yoktu. Hatta okuma
yazma bile bilmiyordu. Buna rağmen hayat ona birtakım şeyleri
öğretmişti. Küçük yaşta anne - babası bakamadıkları için
kendisini zengin bir ailenin yanına vermişlerdi. Orada hizmetkar
olarak büyümüş ve adabı muaşeret kurallarını yani saray adabını
öğrenmişti. İleride çocuklarını öğrendikleri doğrultusunda
yetiştirmiş. Aldıkları terbiye çerçevesinde de ister babam,
ister halam olsun kendi çocuklarını bu görgü kuralları ile
yetiştirmişler. Bu yüzden içimden geçse de bazı şeyleri
yapamıyorum! Gelelim çocuklara...
1. Sihirli sözcük
“lütfen” Çocuğunuza bir şey yapmak istediğinde, soru
cümlesinin sonunda “lütfen” demesi gerektiğini mutlaka öğretin.
2. Teşekkür etmek Bir şey aldığında teşekkür etmesinin
gerektiğini öğretin. 3. Büyükler konuşurken sözü kesilmez
Çok acil bir durum olmadığı sürece siz arkadaşlarınızla ya da
diğer kişilerle konuşurken sözünüzün kesilmeyeceğini öğretin.
4. Affedersiniz demesini öğretin Birine bir şey demesi
gerektiğinde karşısındaki kişinin dikkatini çekmesi için söze
başlamasında “affedersiniz” demesi gerektiğini öğretin. 5.
İzin istemek Bir yere gitmek, herhangi bir şey yapmak için
izin alması gerektiğini belirtin. 6. Olumsuz, negatif
düşüncelerini söylememesi gerektiğini öğretin Sevmediği,
hoşlanmadığı ne varsa ulu orta söylememesi gerektiğini öğretin.
Arkadaşları ile bu duyguların paylaşıldığını, herkesin yanında
konuşulmadığını öğretin. 7. Dedikodu ve yorum Başkaları
hakkında dedikodu yapmaması gerektiğini, özellikle fiziksel
engelli insanlar hakkında yorum yapılmaması gerektiğini ancak
başkalarına iltifat edilerek ruhlarının okşanabileceğini
anlatın. 8. “Nasılsın” dendiğinde onunda sorması gerektiğini
öğretin Yaşı kaç olursa olsun “nasılsın” diye sorulduğunda
aynı şekilde “iyiyim, siz nasılsınız?” diye sorması gerektiğini
öğretin. 9. Bir eve gittiğinde ev sahibine teşekkür etmek
Bir arkadaşının evine gittiğinde oradan ayrılırken ev sahibine
yaptıkları için teşekkür etmesi gerektiğini, başkasının
evindeyken "yaramazlık" yapılmaması gerektiğini öğretin. 10.
Kapıyı çalarak içeri girmek Kapalı bir kapıdan girmek isterse
çalması gerektiğini, kapı aralık olduğunda da kapıyı tıklatması
gerektiğini, kapı açık bile olsa içeri girmek için izin istemesi
gerektiğini ve olumlu cevap gelene kadar beklemesi gerektiğini
öğretin. 11. Telefonla konuşurken Telefonla birini
aradığında önce kendisini tanıtması gerektiğini sonra konuşmak
istediği kişiyi istediğini söylemesi gerektiğini öğretin. 12.
Kart ya da e-posta Bir hediye aldığında memnuniyetini belli
edip, teşekkür etmesi gerektiğini, eğer yazı yazmayı öğrenmişse
bir kart ya da e-posta ile teşekkür etmenin çok etkili olduğunu
öğretin. 13. Ayıp kelimeler Büyüklerin önünde ayıp ve kötü
kelimeler kullanılmayacağını öğretin. Bunları zaten büyüklerin
bildiğini ama kullanmadığını söyleyin. Hatta arkadaşları
arasında da bu kelimeleri kullanmayarak arkadaşlarına örnek
olması gerektiğini belirtin. 14. Takma isim İnsanlara
onları incitecek takma isimler takmaması gerektiğini öğretin.
15. Dalga geçmek Başkaları ile dalga geçilmemesi gerektiğini,
karşısındaki insanın fiziksel ya da davranışsal zayıflıklarıyla
dalga geçilmemesi gerektiğini öğretin. 16. Sıkıcı ortam
Bir tiyatro oyununda ya da bir toplantıda veya bir oyun oynarken
sıkıldığını söylememesi gerektiğini öğretin. İnsanların bunun
için emek verdiğini ve sabırla bitmesini beklemesi gerektiğini
öğretin. 17. Özür dilemek Birine çarptığında, yanlış bir
davranışta bulunduğunda mutlaka özür dilemesi gerektiğini
söyleyin. 18. Hapşırık, öksürük Hapşırdığında ya
öksürdüğünde eliyle ağzını kapatması gerektiğini öğretin.
Burnuyla oynamaması gerektiğini, bunun kötü göründüğünü
söyleyin. 19. Yardım sormak Siz, komşunuz, öğretmeni ya da
arkadaşı bir şey yaparken “yardım edebilir miyim ”diye
sormasının onun yeni bir şey öğrenmesine de katkıda bulunacağını
söyleyin. 20. Yardım istendiğinde Siz ya da bir büyüğü
ondan yardım istediğinde söylenmeden ve gülümseyerek yapması
gerektiğini öğretin. 21. Ona yardım edildiğinde Siz ya da
bir büyüğü ona yaptığı şeyde yardım ederse “teşekkür” etmesi
gerektiğini söyleyin. 22. Yemeği çatal bıçakla yemek Yemek
yerken çatal bıçak kullanması gerektiğini, eğer yapamıyorsa
büyüklerinden yardım istemesi gerektiğini öğretin. 23. Peçete
kullanmak Sofrada ağzı ve elleri kirlendiğinde peçete
kullanması gerektiğini öğretin. 24. Sofrada uzanmak
Sofrada istediği bir şeye uzanmaması gerektiğini, istediğini
büyüklere sorup uzatmalarını istemesi gerektiğini öğretin.
25. Toplum içeresinde Oturup kalkmasına dikkat etmesi, yüksek
sesle konuşmamaya dikkat etmesini gerektiğini öğretin.
***
05.01.2015
İade-i itibar
Hırsızların başına... Komisyon çalışmasıyla Anayasa
Mahkemesinin çalışmalarını bir tutanlar... AKladın,
pAKlandın, tapelerin imhasına karar verdin... Artık
zamanıdır... "Küçük" hırsızların itibarini iade ettin...
Görevlerini de iade et!
*
Anayasa
Mahkemesine ne gerek var?
Madem komisyon
vasıtasıyla... Milli irade vasıtasıyla... Hukuki bir süreç
sonuçlandırılabiliyor... İnsanlar AKlanıp,
yargılanabiliyor... Mahkemelere ne gerek var?
Dünyada... Hukuk devletlerinde neden hala mahkemeler var?
Mahkemeye gerek duymayan... Anayasa Mahkemesine de gerek
duymaz... Çünkü böyle düşünenler hukuku guguk eden
Kasımpaşalılar! Kasımpaşalı ileri demokratların...
Mahkemelere ihtiyacı yoktur!!!
***
06.01.2015
Kasımpaşalı hırsız konuşuyor
yine
Öf, öf, öf...
Neler neler söylüyor...
Hele basın özgürlüğünden öyle bir
demler vuruyor ki...
Tutabilene aşk olsun!
Neymiş
efendim...
Almanya'da kimse cumhurbaşkanına
saldıramazmış...
Yok yaaa?
Bak sen...
İnanırım Almanların cumhurbaşkanı...
Çulsuzun tekiyken...
Kısa sürede milyar dolar servet sahibi
olmadı ki...
Almanların cumhurbaşkanı...
Cumhurbaşkanı gibi tarafsızlığını
koruyarak siyaset üstü konumundan taviz vererek, yürütmenin
güncel işlerine burnunu sokmuyor ki...
Almanlar saldırsın!
Neymiş
efendim...
Rusya'da kimse cumhurbaşkanına
saldıramazmış...
Senin hayalperestliğini sevsinler...
Bulmuşsun dümbelekleri...
İşkembeden atıyorsun...
Michail Chodorkowski, Alexej Nawalny,
Putin'in en yaman muhaliflerinden...
Öyle bir saldırıyorlar ki değme
muhalif halt etsin...
Bu cesaretinin bedelini de defalarca
hapse girip çıkarak ödedi(ler)...
Dikkat, dikkat, dikkat sayın
okuyucular...
Bedelini de defalarca hapse girip
çıkarak ödedi(ler) diye yazdım...
Putin...
"Bizimki" gibi insanları içeriye
tıkarak yıllarca bekletmiyor ki...
Ruslar saldırsın!
Neymiş
efendim...
Amerika'da kimse cumhurbaşkanına
saldıramazmış...
Yapma...
Tuvalette sıçar gibi zart, zurt sesler
çıkarma...
Amerika'nın en âlâ...
En saygın basın kuruluşları yeri
geldiğinde Obama'yı öyle bir eleştiriyorlar ki...
Ağzın açık kalır, götün tavana
yapışır!
Önemli not: Bazı kelimeleri kullanmak
zorunda kaldığım için hepinizden defalarca özür dilerim.
***
07.01.2015
Cold response
Evet... Tanrının her evi benim evimdir... Değilmi ki
insanlar kısa bir süre için bile olsa tanrının güzelliklerine,
şefkatine sığınıyor, değilmi ki kısa bir süre için bile olsa iyi
bir insan olma azmindeler... Tanrının her evi benim evimdir!
*
Sitem
Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk
ve arkadaşlarının kurmuş olduğu Laik, Demokratik, Sosyal bir
hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin tüm kamu kurum ve
kuruluşlarında çalışan devlet görevlilerine ama özelde
öğretmenlere, siyasi partilere, bu siyasi partilerde görev alan
tüm yönetici ve parti liderlerine, tüm sendikalar, sivil toplum
ve meslek kuruluşları ve yöneticilerine, Cumhuriyet Savcılarına
ama özelde barolara, Türkiye Cumhuriyetini, Atatürk ilke ve
inkılaplarının savunucusu olduklarını iddia eden Türk Silahlı
Kuvvetlerine ama özelde İlker Başbuğ Paşaya buradan sitem
ediyorum.
Özellikle siz Paşam... Artık hapisten
çıktığınıza göre bu satırları yazmamda bir mahsur görmüyorum.
Biraz gecikmeli oldu farkındayım ama benim kadar sizde
biliyorsunuz ki bu zihniyet sizin bir zamanlar başında
bulunduğunuz kurumdan çekinmekle kalmıyor, resmen korkuyorlardı!
Sizin şahsınızdan da çok çekindiklerini Türk siyasetini yakından
takip eden herkes gibi bende biliyorum. Paşam elinize geçen
fırsatı değerlendirmediniz! Bu vahim tehlike ve tehdit
karşısında gereğini yapmayarak tarihi bir fırsatı kaçırdığınızı
sizin de kabul edeceğinizi farz ediyorum. O zamanlardaki
çekincelerinizin mahiyeti her ne olursa olsun, Türkiye
Cumhuriyetinin bugün düştüğü durumdan daha vahim bir hal
alacağını hayal bile edemiyorum. Paşam, sizden sonra bu
görevi üstlenenler sizden daha kritik hatalar işleyerek sizin
şahsınızı mumla aratır oldular. Evet, size çok kırgınım!
Değneksiz kalan köy misali… Ortalık it sürülerinden geçilmiyor.
Memleketi soyup soğana mı çevirenleri istersiniz, bölüp –
parçalamak isteyenleri mi? Yoksa vatanı – milleti uluslararası
tezgâha çıkararak pazarlayanları mı? Seçim sizin, her türlüsü –
aklınıza gelebilecek her şey var artık bu memlekette ve tüm bu
olanların biraz da suçu sizde! Biliyorum… Farkındayım…
Siz bir askersiniz, siyasetçi değil… Ve biliyorum ki…
Türkiye’de siyaset vatan – millet için yapılmıyor! Türk
siyasetinin itici gücü, tüm dinamiği… Para! Kukla bir
başbakan… Sözde bir Genelkurmay Başkanı… Ve devletin en
tepesinde hırsızların İmparatoru!
Sizi duyar gibi
oluyorum… Sen kimsin de bana sitem ediyorsun… Doğrudur
Efendim (!) Ben kimim ki size sitem ediyorum… Sadece…
Ulusal birlik ve bütünlüğümüze inanan… Atatürk milliyetçisi
bir vatanseverim Efendim… O kadar! Ne fazlası, ne eksiği.
*
Sefiller
Lütfen... Tüm
vatandaşlarımdan bir ricada bulunmak istiyorum... Bizler
millet olarak hayırsever insanlarızdır... Ama... Aynı
zamanda bırak başkası yapsın da diyebiliyoruz... Hatta
görmemezlikten gelenlerimiz de var!
Bu sabah haberleri
izlerken... Ülkemizin değişik kentlerinde... Dilenen
Suriyeli küçük çocukları konu yaptılar... Ocak ayındayız...
Ayaklarında çorap ve terlik, sırtlarında birer hırka...
Lütfen çok rica ediyorum... Maddi durumunuz el veriyorsa...
Özellikle çocuklara yardım edelim... Çocuğun milliyeti
yoktur... Hiç fark etmez hangi kökenden geldiği...
Sokaktaki çocuklara yardım elimizi uzatalım! Lütfen!!!
*
Lanet olsun sizin gibi Müslümanlara
Ya
siz kendinizi ne sanıyorsunuz? Kafanıza göre... Götünüzden
uydurduğunuz Müslümanlığı... Kime kabul ettirebileceğinizi
sanıyorsun?
Tüm Fransa'ya bu elim olaydan dolayı
taziyelerimi belirtmek isterim
***
08.01.2015
Sürçülisan
ettiysem af ola
Değerli bir okuyucumun haklı
tepkisine… Yazdıklarına katılmamak mümkün mü? 2007’den
beri değişik vesilelerde buna benzer kelimeleri bende kullandım…
Çünkü gerçeğin, madalyonun bir yüzü… Ve asla inkâr edilemez…
Ayrıca bu değerli okuyucuma verilmiş bir sözüm var… Onu da
unutmadım sırası geldiğinde yayınlayacağım… Bu değerli
okuyucum… Her ne kadar yazdıklarında haklı olsa da olaya
farklı bakıyorum… Neden mi? Çünkü yurtdışında yaşayan ve
altını çizerek yazıyorum… Bir Türk ve Müslüman olarak…
Belki yurtiçinde yaşayanlardan farklı gözlemlerim var da ondan…
Öyle inanıyorum ki… Yurtdışında yaşayıp da ayni veya benzer
gözlemler, tecrübeler yapan birçok insan daha olması gerek!
Gelelim dünkü “meseleye”… Birkaç gün önce sizlerden daha
az değerli olmayan ama yazdıklarıma müzmin muhalif olan başka
bir okuyucuma sabahın köründe vermiş olduğum cevaba. Cold
Response başlığı altında yayınlamıştım. Ve gün içeresinde
gerçekleşen Paris katliamı… Gerçi değerli okuyucum farklı
kelimelerle ifade etmişti ama anlam itibarıyla aynı kapıya
çıkıyor: Batı… Ektiklerini biçiyor!
Hayır efendim…
Batı ektiklerini biçmiyor! Batı… Kullanılmaya, kendini
kullandırmaya hâlihazırda bekleyenlerden faydalanarak bugüne
kadar kendi menfaatleri doğrultusunda istifade ettiklerinin
“ihanetine” uğruyor! Söz konusu insan… Hele din gibi
soyut bir kavram olduğunda… “Olaylara, gelişmelere” tek
boyutlu yaklaşmanız sizi yanıltabilir… Ve korku bireyi,
toplumu yönlendirmenin en etkili yoludur… Birçok insanın
bildiği üç boyutun (3D) dışında, yüksek matematikte kullanılan
dördüncü bir boyut daha vardır, gerçi tartışmalı ama var
işte(4D). Ve yaşam dediğimiz asla tek boyutlu değildir! Bu
yüzden dünkü olaylar gibi gelişmelere farklı boyutlarda, farklı
açılardan bakmakta fayda vardır. Esasa değinmeden önce birkaç
örnek vermek istiyorum.
Örnek bir: Gezi olayları!
Gezi olaylarının en belirleyici, en özgün yanı neydi?
Gençlerin kendilerinden beklenmeyecek derecede zeki ve ince
mizahi yaklaşımı! Birçok insanı şaşırttı. Hatta çileden
çıkardı çünkü mizahi yaklaşıma verecekleri cevap yoktu!
Örnek iki: Sünnet! Benim bildiğim kadarıyla (yanılıyor
olabilirim) tüm hak dinlerinin içeresinde bir tek Müslümanlar, o
da nadiren kadınları sünnet ediyorlar(!) Bunu neden yaptıklarını
sanırım anlamışsınızdır, soruyorum: Allah yaratığının zevk
almasını istemeseydi kadını olduğu gibi yaratır mıydı?
Örnek üç: Karnaval! Rio karnavalını duymuşluğunuz vardır,
insanlık yaklaşık beş bin seneden beri bu geleneği değişik
şekillerde sürdürmektedir. Hristiyanlıkta oruç öncesi kutlanır.
12. Yüzyıldan itibaren karnaval Avrupa’da halkın, yöneticilerini
– kendilerini rahatsız eden >>> her türlü <<< konuyu mizahi
şekilde eleştirmeleri için kullanılmaya başlanmıştır.
Umarım bu örneklerle sizlere ne anlatmaya çalıştığımı
anlamışsınızdır… Kimseye yalan borcum yok… İster inanın,
ister inanmayın… Buralarda öyle… Götü boklu, yüreği boklu,
beyninin içi boklu… Sözde Müslümanlar yaşıyor ki… Şaşar
kalırsınız!
Ve bizim, bizlerin ne yazık ki seçme şansımız
yok… İnsan, mensubu olduğu kendi milletinden utanır mı?
Yeri geldiğinde ne yazık ki utanır! İnsan dininden,
inançlarından ötürü utanır mı? Yeri geldiğinde ne yazık ki
utanır! Ve bizleri utandıranlar… Asla ve kata samimi
dindar insanlar, gerçek Müslümanlar değildir! Çünkü onların ruh
güzellikleri dışlarına vurur. Temiz pak giyinir, toplum
içeresinde başlarını örtseler bile asla göze batmamak için azami
dikkat gösterirler.
Önemli not: Peygamber efendimize
hakaret edildiğini gerekçe göstererek Allah’ın verdiği cana
kıyanlar, bizim kültürümüzde asla yeri olmayan değil düşene
vurmak, fiske atmak… Özellikle yanına koşarak gidip kafasına
kurşun sıkan zebani… Sen… Asla beni… Benim mensubu
olduğum Müslüman âlemini temsil edemezsin… O iğrenç, kirli
ellerini çek üzerimizden!!!
Dünden beri haber
ajanslarından geçiyor saldırıya uğrayan söz konusu dergi,
Katolik kilisesi ve Katolikler tarafından 17 kez mahkemeye
verilmiştir. Hz. Isa hakkında öyle filimler yapıldı ki
seyretseniz şaşar kalırsınız. Bir Müslüman olarak ben bile kendi
içimde bu filmlere tepki gösterdim. Batı bu dincileri yaratmadı,
bunlar hep vardı. Batı var olandan istifade etti. Soruyorum yeri
geldiğinde sizde zaten var olandan istifade etmeye çalışmaz
mısınız?
*
Mesele Peygamber Efendimiz değil ki
Kur'an-i Kerimde... Tevrat'ta, İncil'de... Allah...
Yaratıklarına nerde diyor... Git yaratığımın başını kes,
kanını iç, yüreğini ye diye... Mesele dün Paris'te yaşanan
katliam değil ki... Suriye'ye... Uzak doğuda yaşananlara
da baktığımızda... Esas meselenin Kur'an-i Kerim, Peygamber
efendimizin öğretilerinden farklı... "Yeni" bir Müslümanlığın
yaratılmaya çalışılmasıdır... Bakınız Türkiye'de AKP
"Müslümanlarına"!
Bu farklı Müslümanlığı da batı
yaratıyor deme kolaycılığına da kaçmamak lazım... Gerçek...
Bilgili ve bilinçli bir mümin sen ne diyorsun... Neler
saçmalıyorsun demez mi?
Gerçek... Bilgili ve bilinçli
bir mümini... Kim yolundan alı koyabilir, kim onu başka bir
yola sevk edebilir? Kim? Tekrar soruyorum: Kim?
*
Kadir kıymet bilmek
Şükür etmeyi unuttuk
dostlar… Kadir, kıymet bilmeği unuttuk dostlar… Rahat bir
tarafımıza battı dostlar… Canımız sıkıldığından yeni
maceralara, yeni heyecanlara doğru yelken açtık dostlar…
Şükür etmeyi unuttuk dostlar… Kadir kıymet bilmeği unuttuk
dostlar… Vefayı unuttuk dostlar!
*
Bizim milletin bir özelliği var
Çok
fazla sıkmaya gelmez... Ama sopayı da göstermezsen olmaz!
*
Komplo teorilerini çürütebilecek bir açıklama
Bilişimin en temel kurallarından biridir... Hatayı önce
kendinde ara sonra başka tarafa bak... Bu yüzden komplo
teorilerine pek prim vermem... Bazen akla yakın olsalar bile
en son ihtimal diye bakarım!
Dün akşam izlemişsinizdir...
Haber sunucuları defalarca tekrarladı... Son derece
profesyonel hareket ediyorlar diye... Ancak... Allah
bu(!), Allah bile razı gelmemiş... Teröristlerden biri nüfus
cüzdanını kaybetmiş... Bu yüzden maskeli olmalarına rağmen
kimlikleri çok çabuk açıklanmıştı... Bende dünden beri teslim
olanın konuştuğu ihtimali üzerinde duruyordum!
Elinde
makinelilerle... El bombalarıyla... Ve tank savalarla
ortalıkta gezen kimseler... Öyle kolay kolay saf dışı
bırakılamaz... Texas değil ki buraları... Ölen, öldüğünle
kalsın... Ondan sonra sorumluları ne yaparlar biliyor
musunuz? Türkiye gibi değil ki burası... Sorumlular
cezasız kalsın!!!
***
09.01.2015
Değerler
manzumesi
Yeter, yeter artık... Sizlerin
Müslümanlık anlayışınızı bilmem ne etsinler... Yeter,
yeter... Nijerya'da BoklU Haram... Yüzlerce insan
öldürdüğü söyleniyor... Durdurun bu bilmemenin çocuklarını...
Yargıladıktan sonra... Acımadan it gibi asın!!!
Müslümanlığı... Demokrasiyi... En temel hak olan yaşam
hakkını gasp edenleri yok edin!
Ey ümmet-i Müslimin...
Ayağa kalk... Dinine, devletine sahip çık!!!
*
Devlet dediğin böyle olur
Devlet dediğin
böyle olur... Götü boklu iki çapulcuya... Ayakları
takunyalı, eli silahlı... Bir avuç zibidiye teslim olmaz...
Devlet dediğin böyle olur... Aradan iki gün geçmeden...
Eli kanlı katilleri bulur ve hesabını keser... Devlet dediğin
böyle olur... Teröristle müzakere masasına oturmaz...
Analar ağlamasın diye... Milletin... Aziz vatanın anasını
ağlatmaz!
*
Millet dediğin böyle olur
Millet dediğin
böyle olur... Ortak... Tüm ülkeyi tehdit eden
meselelerde... Hatta... Ulusun yalnız bir kısmını
ilgilendirdiği halde... Haksızlık, adaletsizlik karşısında...
Komşuluk... Bir zamanlar birlikte içtikleri bir fincan
kahve... Ortadan kırdıkları bir somun ekmek hatırına...
Kendi menfaatlerini birliğin, toplumun menfaatine feda ederek...
Bir araya gelerek tehdide, tehlikeye, haksızlığa,
adaletsizliğe karşı omuz omuza durur... Kimsenin... Hiç
kimsenin götünün kılı olmaz!
*
Paris
Dünkü katliamın dışında...
Öğleden sonra bir polis... Bugün biri kadın iki kişi,,,
Bakalım bu işin sonu nereye varacak?
*
G.tün yiyorsa bunu yap
Suçu günahı
olmayan insanları öldürmek... Hele savunmasız kadına, çocuğa
ve ihtiyara kıymak... Mertlik, hele erkeklik hiç değildir...
Ve hiç bir dini gerekçenin kılıfı olamaz!
Ben... Ekmek
yediğim yere, doğduğum toprağa ihanet edecek insan değilim...
Batıya mı karşın? Yıllarca seni sömürdüğünü mü
söylüyorsun... Dinine, imanına hakaret ettiğini mi iddia
ediyorsun... Irzına mı geçti, topraklarını mı sömürdü?
Kafanı çalıştırsaydın... Başındaki işbirlikçilerine izin
vermeseydin... Kısacası adam olsaydın da yaptırmasaydın!
Ha şimdi adam oldun... Kadın, çoluk - çocuk öldürmekle...
Adam oldun öyle mi? Oğlum... Batının dini, imanı,
namusu... Kısacası her şeyi para... G.tün yiyorsa, kafan
yeterince çalışıyorsa... Finans merkezlerine, paranın olduğu
yere saldırsana... Hem elini kana bulamana bile gerek yok...
Internet... Yeterince saftirik internet kullanıcısı zaten
mevcut... Eh gerisi bilgine ve fantezine kalmış...
Pardon... Olmaz değil mi? Sonra çok sevdiğin yeşil
dolarlardan mahrum kalırsın!
*
Önce insan öldür, sonra şehit olmaya hazırım de, bu
nasıl mantık?
Hareketlilik başladı...
İnşallah öldürülmeden ele geçersiniz... Ölüm cezası
olmadığına göre... Fransız hapishanelerinde günde... Üç
öğün yemekten sonra... On beş kişi ArkanızA geçer... Ve
sizi paçavra gibi kullanır!
Sizin haddinize mi, bu yüce
dini bu şekilde lekelemek?
*
Allah kahretmesin... Öldürülmüşler!!!
Onlara çok
farklı bir muamele müstahaktı ama
*
Atatürk bu günleri görseydi ne yapardı acaba?
İki gündür bu soru aklımda... Şüphesiz... Siyasal
İslam ile mücadele eden ve bu mücadeleden zafer ile çıkan yegâne
lider!
Ancak... Atatürk zamanındaki siyasal İslam ile
bugünlerin siyasal İslamı kıyas kabul etmez. O zamanlar insanlar
genelde, Müslümanlığı kendi şahsi ikballeri için kullansalar
bile, hayâ sahibiydi. Utanmayı bildikleri için kadir – kıymet,
vefa bilirlerdi. Onlar için vatan sadece toprak parçası değildi.
Komşuyu… Irk, din, dile bakmaksızın komşu, komşusunun
mallını, canını, namusunu kendin bilir, gerektiğinde canı
pahasına savunurdu. Ve dinimizin hoşgörüsüne vakıftılar.
Bilginin, bilgenin değerini bilir, bilgi sahibi olmadan fikir
sahibi olmamaya özen gösterirlerdi. O zamanlarda istisnalar
kaideyi bozmazdı. Bunları nereden mi biliyorum? Dönemi
anlatan değişik kitaplardan, büyüklerimin anlattıklarından ve
araştırmalarımdan. Bugün… Bugünü anlatmama gerek yok
sanırım. Evet, Atatürk bu günleri görseydi ne yapardı acaba?
Ren nehiri kenarına balık tutarken, Kaplancıyla…
Wiesbaden’de Süleymancılarla, Nurcularla… Konuşmalarımı
hatırlıyorum da tüylerim diken diken oluyor. Sabit
fikirliler desem isabetli olur… Aptal desem, onu da diyemem…
Mutaassıp desem, eski değerlerden eser yok… Yobaz, evet
olabilir… Sofu kesinlikle… Gerici, tutucu mutlaka…
Kendi doğrularından, bildiklerinden asla ve kata başka
argümanlar yani kanıtlar, deliler kabul etmezler. Dolayısıyla bu
insanlara laf anlatmak deveye hendek atlatmaktan daha zor.
Evet, Atatürk bu günleri görseydi ne yapardı acaba?
Yanılıyor olabilirim ama… Sanırım büyük İskender’in Gordion
Düğümünü çözmek için kullandığı yöntemden başka bir çözüm yolu
bulamazdı! Çünkü bu gibi insanların anladığı tek dildir (!)
*
Bıçak
Bir doktorun eline bıçak şifa getirir... Bir kasabın
elindeki bıçak can alır ama karın doyurur... Bir katilin
elinde bıçak ne yapar? Küçük insanların eline verilen büyük
güç... Din... Bıçak gibidir... Bu büyük gücün kimin
elinde olduğuna... Kimin kullandığına bakar... Huzurda
verir, canda alır!
***
10.01.2015
Uçuyoruz Sebastian, düğmeye bas
Şeyh
uçmaz, mürit uçurur derler ya geç abi, geç bunları... Ulan bu
batı dedikleri neymiş de haberimiz yokmuş... Vay anasına!
Köşe yazarlarını okuyorum da... Yok, Gladyo… Yok,
emperyalist güçler… Falan, filan… … Ne sağcıyım, ne
solcu... Benim yolum Gazi Mustafa Kemal’in yolu!
Ata…
Akla ve mantığa önem veren bir kişilikti… Eğer batı
dendiği kadar muktedir olsaydı… Ona karşı savaşı kaybetmezdi,
bu bir… Usame Bin Ladin’i… Saddam Hüseyin’i… Muammer
Kaddafi’yi… Beşşar Esad’ı… Ve daha nicelerini… Bir
çırpıda yok etmez miydi, edemez miydi? Atıfta bulunulan güce
gerçekten sahip olsaydı, şüphesiz ederdi… Ama bu güce sahip
değil… Şu anda bana diğer “süper güçler” engelliyor falan
filan gibi mazeretlerle gelmeyin… Tabii ki onlarda
menfaatleri doğrultusunda hareket ediyorlar ama… Batı…
Dini, imanı, namusu, kısacası her şeyi para olan… Kükremesi
ile yeri göğü inleten ama aslında dişsiz ve yüreksiz olan bir
kaplan(!) Buna rağmen elindeki ekonomik gücü iyi kullanan,
geleceği görmeye çalışarak teraziye koyan, hep menfaatleri
doğrultusunda hareket eden, unutmayan ama gerektiğinde tekrar
gündeme getirmek üzere ertelemesini bilen, adımlarını iyi
hesaplayan bir >>> değerler <<< topluluğudur. Bu da iki!
Doktor dediğin… Belirtilere bakıp da… Hastalığın teşhisini
doğru koyarak tedaviyi yanlış uygularsa olmaz… Hastalığın
teşhisini yanlış koyarak tedaviyi doğru uygulaması mümkün olmaz,
olursa da şans olur… Ancak… Hastalığın teşhisini doğru
koyarak tedaviyi de doğru uyguladığında başarılı olur!
Okuyorum… Ve okuduklarıma zaman zaman şaşıyorum… Bir şeyi
yoktan var etmenin zorluklarını sanırım hepimiz kendi
hayatlarımızdan biliyoruzdur. Var olanı geliştirerek,
değiştirerek daha verimli, bereketli bir hale getirmek – yoktan
var etmekten – çok daha kolaydır!
Doğrudur… Bizler,
yani doğulu insanlar bugün yer bugün yaşarız, çok azımız
yarınlarını düşünür. Daha önce de defalarca dile getirmeye
çalıştığım gibi, batı menfaatleri doğrultusunda uzun vadeli
planlar yaparak hayata geçirir. Kaz gelecek yerden tavuğu
esirgemez! Bu bağlamda bir takım hamleleri olmuşta olabilir
ancak siyaset dediğin satranç misali bir zekâ, öngörü ve hamleye
hamleyi engelleyerek rakibini zora sokacak adımı atma - karşılık
verme, kısacası strateji “oyunudur”. Şu bir gerçek ki batı
kendi ideolojisini yani Kapitalizmi korumak için Sovyetler
Birliğinin etrafında hali hazırda mevcut olan ve uyuyan bir
yılanı kullandı. Düşman bildiğinin etrafı zaten bu yılan
yuvalarıyla bezeliydi. Özellikle Afganistan bu yılanların
beslenip büyüdüğü ortama zemin hazırladı. Ama batı bu yılanı
yaratmadı, bu yılan zaten hep vardı, uyuyordu – hareketsizdi,
güçsüzdü!
Arkadaşlar kendimizi aldatmayalım, kendimizi
kandırmayalım… Atatürk milli mücadele yılarında emperyalist
güçlere karşı mücadele etti… Doğru… Peki, Atatürk aynı
zamanda Vahdettin’in hangi ordularına karşı da savaşmak zorunda
kaldı? O ordulara ne deniyordu? Kubilay’ı kim ne uğruna
şehit etti? Tekrar ediyorum… Arkadaşlar kendimizi
aldatmayalım, kendimizi kandırmayalım… Bu yılan hep vardı…
Hep olacak… Bu yılan ile yaşamasını öğrenmeli… Dişlerini
kırmasını, zehrini akıtmasını önlemenin yollarını aramalıyız…
Demek ki neymiş? Düğmeye Sebastian değil biz başmalıymışız!
***
12.01.2015
Paçalarınızdan akıyor cici hanımlar, efendiler
İnsanlık yürüdü (Hürriyet)…
Pour la libertè (milliyet)…
Teröre karşı omuz omuza (Sabah)…
Hep böyle olsa (Post)…
Birlikteyiz (Vatan)…
AB uyarı hazırlığında (Zaman)…
Özgürlük için (Cumhuriyet)…
Korkmuyoruz (Taraf)…
Paris’te omuz omuza (Haber Türk)…
Paris dayanışması (Yeni Şafak)…
Teröre karşı tek yürek | Cizre’yi karıştıran “hendek”
ziyareti (Star)…
Paralel polis BDP’ye çalışmış | Teröre karşı 6 milyar
(Aksam)…
Tek yürek (Türkiye)…
Güneydoğuda artık devlet yok | Teröre karşı tarihi
yürüyüş, dünya kınadı (Bugün)…
İyi bak Murdoch (Takvim)…
Nükleer rapora sahte imza atılmış | 50 Kent birden ayağa
kalktı | 1 milyon Charlie Hebdo (Bir Gün)…
Borca battık | Paris’te teröre kari kol kola yürüdüler
(Milliyet)…
Milyonluk dayanışma (evrensel)…
Avrupa ayağa kalktı (Aydınlık)…
Milyonlar yürüdü, tek çıkış yolu demokratik ulus (Özgür
Gündem)…
Aynaya bakmadan yürüdüler… Hem de
terör bahanesiyle İslam’a karşı bu yürüyüş nereye?
(Milli Gazete)…
Ya AKP bitecek ya da Türkiye batacak
| Yüreğin yetiyorsa Cizre’ye git (Orta doğu)…
Amerika’ya iade resti | Fırtınada av faciası | Teröre
lanet (Güneş)…
Terörist başı Ankara’da MIT’le görüşmüş | Halkın yüzde
56’si iktidara güvenmiyor | Davutoğlu cumhuriyet yürüyüşünde
(Sözcü)…
Asrın dayanışması (Yurt)…
Nükleer Türkiye’yi uçuracak | Paralel ihanetin belgesi |
Paris’te teröre lanet yürüyüşü ( yeni Akit)…
Devremülk tezgâhı | Vekillerimiz oyuna gelmez | Paris’te
yürüdüler | Affetmeyeceğiz (Vahdet)…
Saldırının arkasında hangi devlet var? (Yeni Asya)…
Yüzde 10’luk baraj büyük risk | dört eski bakanla ilgili
son oylama (Yeni Mesaj)…
Yemeyenin malini yerler (şok)…
Dünyayı taşıdı | Terör insanlık suçudur (Milat)…
Paris katliamından sonra,
pazar günü Paris’te yapılan
yürüyüşün ardından…
Türkiye Cumhuriyetinde yayınlanan gazetelerin manşet ve
sürmanşetleri.
Utan!
Tabi utanmasını unutmadıysan?
Duyarsız, duygusuz, bilgisiz, bilinçsiz, tepkisiz…
Bencil insan…
Birlik nedir, ortak değerlere nasıl sahip çıkılır…
Öğren!
Polisin, askerin…
Senin insanın öldürülürken…
Senin işçin evine ekmek götürmek için canından olurken…
Utan!
Tabi utanmasını unutmadıysan?
Duyarsız, duygusuz, bilgisiz, bilinçsiz, tepkisiz…
Bencil insan…
Birlik nedir, ortak değerlere nasıl sahip çıkılır…
Öğren!
Hırsızları…
Baş tacı eden sen…
Haksızlık, adaletsizlik karşısında sesini çıkarmaya yine
sen…
Paçalarınızdan akıyor cici hanımlar, efendiler...
Utan!
Utan ve öğren!
*
Gün gelip uyanacaksın
Kıçında kalan son
donu elinden aldıklarına... Gözünün önünde karını, kızını
becerdiklerinde... Uyanacaksın ama o zaman çok geç olacak!
*
:)
İnsanı güldürüyorsunuz... Web sitelerini
hackleyenler genelde script kiddie denir... 13 yaşında
çocuklardır... Facebook veya Twitter hesaplarını hacklemek
çocuk oyuncağı... Amerikalı askeriyenin Twitter hesabını
hacklediniz diye kendinizi adam mi sandınız? Birde artık tüm
askeri üslerdeyiz diye hava atıyorsunuz... Bankaların...
Sigortaların... Pentagonun güvenlik duvarlarını,
mekanizmalarını aşında boyunuzun ölçüsünü görelim!!!
***
13.01.2015
Aydınlık gazetesi yazarlarından Mehmet Ali Güller
Sayın Güller,
Gezi olayları esnasında gazetenizin sürekli okuyucularındandım.
Tıpkı o günlerden kalma başta Halk TV olmak üzere Ulusal Kanalı da
sürekli izlediğim gibi. Gazetenizin siyasi görüşünü paylaşmasam da
gazetenizin ve Ulusal Kanal’ın sergilediği ulusal duruşu açısından
benim için önem ifade etmektedir. Bu sözlerim Sayın Doğu Perinçek
içinde aynı oranda geçerlidir.
Günlerden beri sözü dönüp dolaştırıp emperyalizme getirerek
kahredici olayların semptomlarıyla
(belirtileriyle) uğraşmaktasınız. Kimse, hiç kimse benim batı
savunuculuğu yaptığım izlenimine kapılmasın. Bu doğru değil!
Bugün Aydınlık gazetesinin Avrupa baskısındaki makalenizi okudum ve
yine belirtilerle uğraştığınızı üzülerek okumak zorunda kaldım. Size
soruyorum, bir deyişi biraz değiştirerek:
Ev sahibinin hiç mi suçu yok?
Kendi düşen ağlamamalı!
Not: Görsel medyaya da buradan bir gönderme yapmadan geçmek
istemiyorum. Daha bir iki gün önce on binlerce insan Almanya’da,
Müslümanlarla, yabancılarla barışçıl, birlikte yaşamak istedikleri
için sokaklara döküldü. Aşağıda yayınladığım karikatürde saldırıya
uğrayan derginin kapağı, bir milyon baskıyla yayın hayatına devam
edecek VE başlığını da >>> Her şey affedilebilir <<<
gibi anlamlı bir cümle atarak!
*
Doğruya doğru diyemeyenler
Bir Atatürk milliyetçisi olarak…
Doğruya doğru, yanlışa yanlış demeyi bir görev bilirim!
Çünkü ancak bu doğrultuda hareket
edildiğinde toplum olarak bir yere varabilirsiniz. Birey olarak
herkesin kendine göre doğruları, yanlışları olabilir ama toplumsal
düşünüldüğünde, uygulamada zorluklar yaşarsınız. İstikamet,
toplumsal kabul ile belirlenmelidir.
Herkesi yüzde yüz aynı çizgiye çekmeniz
mümkün olamaz. Bu yüzden insanız, her birimiz bireyiz!
Eğer kediye kedi…
Katile katil…
Hırsıza hırsız diyemeyeceksek…
Nerede kaldı insanlığımız, özgürlüğümüz, dürüstlüğümüz?
Ekte 4 eski bakan hakkında fezlekeler ve AK(lanma)
raporunu bulabilirsiniz.
Son bir not:
Biliyorum…
Padişah…
Peygamber…
Tövbe, tövbe Allah…
Dünya lideri benzetmeleriyle…
Kendini bir bok zannetmeye başladın(!)
Dünkü “gösteriyi” bu bağlamda değerlendiriyorum. Ancak…
İnan bana…
Değil yeni bir dönemin Neo – Osmanlının…
Sen Osman Gazinin sıçtığı bok bile olamazsın!!!
17 ARALIK OPERASYONU BAKANLAR
FEZLEKESİ
25 ARALIK OPERASYONU FEZLEKESİ
TBMM Yolsuzluk Soruşturma
Komisyonu Raporu.pdf
***
Hak, adalet dediğin iki tarafı keskin kılıç
Devlet ve bu devlette…
Birlikte yaşayan insanların bir bölümüne böyle,
diğerlerine şöyle adalet “dağıtamasın”…
Biri için geçerli olan neyse diğeri için de geçerlidir…
Nokta!
Buna rağmen…
Adalettin terazisini şaşırtırsan…
O iki tarafı keskin kılıç kan akıtır…
Can yakar!
Okumanızı tavsiye ederim;
Türkiye’nin insan hakları alanındaki gerilemesi ve reform önerileri
***
14.01.2015
Ben tavuk kesemezken herifler çocuklara insan infaz
ettiriyorlar
Türkiye’de işler karışık…
AKP
ile büsbütün altından çıkılmaz bir hal aldı…
Müslümanın lobisi yok, sahi neden yok?
Neden
Müslüman coğrafyası geri kaldı?
Neden?
Neden? Neden?
Misal…
Herif
dün çıktı:
"12 milyon insan katledildiğinde ses çıkarmayan
insanlığın, sadece 12 kişiye düzenlenen bir cinayet sebebiyle ayağa
kalkmasını ibretle izledik" dedi…
Bunu söyleyen kim?
Dönemin Türkiye Cumhuriyeti Diyanet Başkanı…
Ve…
Dönemin Başbakanı…
Dönemin Cumhurbaşkanı…
Hepsi aynı zihniyetin
ürünü(!)
Sizin gibiler değil mi kutsal dinimizi bu hale getirenler?
Sizin gibiler değil mi dini kendi sapkın hayalleri uğruna
özünden saptıranlar?
Sizin gibiler değil mi dini kendi şahsi ikballeri,
menfaatleri uğruna kullananlar?
Suçu…
Ve bu sözlerim hepimize…
Kendinden başka herkeste ve her şeyde arayanlar?
Sizin gibiler değil mi?
Evet, elbirliği ile nasıl Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve
arkadaşlarının kurduğu…
Laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye
Cumhuriyetinin yıkılışını izlemek ile yetiniyorsak…
Şimdi de yüce dinimizin yıkılarak yerine başka bir şeyin,
“değerlerin” kurulmaya çalışılmasını izlemekle yetiniyoruz!
Beni üzen…
Çileden çıkaran bu riyakârlığınızdır!
Sen bu devletin…
Sen bu diyanetin başında değil misin?
Sen bu ülkenin, bu toplumun, bu inancın bir parçası değil
misin?
Hile-i
şerriye
ile…
Dine
değil kendinize, düşüncelerinize, zihniyetinize uygun çareler
üretiyorsunuz…
Üretilmesine izin veriyorsunuz?
Beni üzen…
Çileden çıkaran bu riyakârlığınızdır!
Sizin
için parmağını oynatan…
Size
doğru bildiğini, doğru olduğunu değişik kaynaklardan teyit ettikten
sonra yazanın…
Ben
kafasına sıçayım!
Ne
haliniz varsa göründe diyemiyorum…
Ama…
Sizler
artık Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün güvendiği, bildiği insanlar
değilsiniz…
Ben bu
yeni Türkiye’nin, yeni CHP’nin, yeni İslami anlayışın…
Bu
milletin, bu dinin bir mensubu değilim…
Olamam!
***
15.01.2015
Sultan I. Mahvettin ve 3
ısrarı
3Y…
Yani Yolsuzluk,
Yoksulluk ve Yasaklar…
3Ç…
Çocuk,
Çocuk ve Çocuk!
3, 3
ve yine 3…
Allah’ın hakkı 3!
Padişahım haşmetlim…
Yoksullukla mücadele dedin, vallahi pes dedim. Yoksullukla o kadar
güzel mücadele ettin ki
seni
izleyenlerin nefesini kestin. Eşi benzeri görülmemiş öngörün ve
aldırdığın tedbirler sayesinde ölmelerinde mahsur görülmeyen amele
sayısında önemli bir gerileme kayıt edildi.
Yetmedi,
Avrupa’nın
yine yetmedi dünyanın en büyük adalet saraylarını diktin ki
kullarına adalet dağıtıla. Gerçi adalet saraylarının damı akıyor ama
olsun…
Burası
Türkiyelilerin ülkesi, olur böyle şeyler Padişahım haşmetlim sen
sıkma o kıymetli canını…
Çünkü
sen, yeni yeni iş sahaları açtın ki kulların işsiz kalmaya…
Doğusundan batısına…
Gardiyanlar, hâkimler, savcılar, polisler ve daha niceleri senin
sayende baltaya sap oldular…
Her
yerde iş imkân olduğu halde, işverenler küçüğü ile büyüğü ile el
pençe divan…
Gelsin
de dolgun maşla yanmada çalışsınlar diye beklerken…
Nankör, terbiyesiz, reziller…
Sokaklarda gezen, orda burada pinekleyen…
Bir
kaç üniversite bitirmesine rağmen canı çalışmak istemediği için…
Sana
başkaldırma cüreti gösteren çapulcuları yaka paça yaptırdığın
saraylara davet ettin…
Ha bu
arada bir kaçının gözü kör oldu, öldü, yaralandı ne önemi var?
Sen
onları, onlar için özel olarak yaptırdığın adalet saraylarına davet
ettin ya, önemli olan o! Utanmaz, arsızlar daha ne istiyorlar?
Heriflere özel olarak misafirhane niteliğinde hapishaneler
yaptırmana, onları orada ağırlamana rağmen yine mutsuzlar, yine
mutsuzlar. Sen onlara aldırma Padişahım haşmetlim…
Onlar
mutsuz eşek…
Eşek
işte eşek!
Kulların yaptırdığın misafirhanelerden, orada ağırlanmaktan o kadar
mutlular ki bak hepsi dolup taşıyor. Ekmek elden, su gölden ooh yan
gel yat! Anlamaz bunlar iyilikten Padişahım haşmetlim sen onlara
aldırma. Bak sokaklarda yoksul kalmadı hepsi misafirhanende veya sen
onların ayağına ihtiyaçlarını gönderiyorsun. Ama bunu görmezler veya
görmezden gelirler namussuz pezevenkler!
Ancak
anlamadığım bir şey var Padişahım haşmetlim…
Yolsuzlukla mücadele dedin, yolsuzluğun âlâsı senin hükümetin
döneminde yaşandı. Bugüne kadar daha kimse bu kadar çok çalmaya
cüret etmemişti. Biliyorum korkusuzsun, yiğitsin ama el insaf be
padişahım haşmetlim, gözünü toprak bile doyuramayacak, bu kadar
serveti
cariyenizin
neresine sokacaksın? Sığmaz ki değil mi
ama?
Gel
sen bu hırstan vaz geç, ayıp oluyor vallahi!
Ve
yaksalar…
Ah be
Padişahım haşmetlim…
Neydi
o senden önceki rezillikler?
Ah
Padişahım haşmetlim, ah…
Vallahi imanımızı gevretiyorlardı bu laik Allahsızlar…
Ümüğümüze ümüğümüze basıyorlardı…
Sen
geldin de…
Rahat
bir nefes aldık…
Artık
her yerde istediğimiz gibi dolaşıyoruz…
Yasak
masak kalmadı…
Her
şey sütten çıkmış AK kaşık gibi…
Ar
namus hak getire…
Ha o
bir kaç ufak tefek yasaktan da ne olur canım?
Nerede
görülmüş sınırsız özgürlük?
Şaka
bir yana…
Padişahımız I. Mahvettin ve yandaş – yoldaşın marifetleri…
Aşağıda yayınladığım istatistiği doğru okumak gerek…
Kullanıcı veri talepleri ve söz konusu hesaplar sizi yanıltmasın…
Önemli
olan…
Bazı
verilerin üretildiği isteklerin yüzdesidir!
Internet…
Kullanmasını bilene zengin bir kaynak teşkil eder…
Yalan,
yanlış, doğru her şey var internette…
Ve
demokrasi ile yönetilen hukuk devlerinde…
Kamu
düzenini korumak, suçu veya suça iştiraki önlemek amacıyla talepler
gelebilir…
Örneğin…
ABD
veya Almanya’da resmi kurumlar tarafından gelen taleplerin çoğu
ırkçılığı önlemek amaçlıdır…
Ve en
önemlisi batı demokrasilerinde talep somut deliler ile desteklenir…
İşte
somut ile soyut…
Algı
ile gerçekler arasındaki bariz fark…
Tabi
anlayabilene!
Not: Birçok arama motoru ve sosyal medya böyle
istatistikler yayınlar.
http://www.google.com/transparencyreport/userdatarequests/countries/?hl=tr
***
Ağır yük helikopteri
AK Saraya
ağır yük helikopteri tahsis edilecekmiş…
AK Saray ağır yük helikopteri ne yapacak diye sormayın…
Ne yapsın garibim…
Çaldığı tonlarca para…
Ağır yük helikopteri lazım!
*
Taşlar yerine oturuyor
Bundan birkaç gün önce bir haber vardı…
AK saraya yüksek güvenirlikli oda yapıldı diye…
Hata resimleri bile yayınlandı…
Eh bugünde askeriye için alınmak istenen ağır yük
helikopterlerine…
Özel olarak AK saraya tahsis edilmek üzere bir ağır yük
helikopteri daha eklenince…
İnsanın aklına zorunlu olarak iki kere ikinin dört ettiği
gibi söyle bir senaryo geliyor…
Yok, yani resimler gerçek ise…
Görüntülere baktığınızda devlete ait dosya, kâğıt falan
konmaz oraya…
Bu gibi şeyler için özel dolaplar, kasalar var…
Raflara ancak ayakkabı kutularında para koyarsın(!)…
Gerçi herifler bavul ile para taşımaya veya bali bali
paraları yerler koymaya alışık ama…
Yok, oraya sığmaz!
Eh adamlar tedbirli tabii…
Kolayımı o kadar parayı bir araya getirmek?
Günü geldiğinde…
Akılları sıra…
Yükle fakir – fukaranın, garip – gurebanın parasını ağır
yük helikopterine…
Tüy gitsin de…
Akıl fukaraları…
Her halde böyle durumlar için geçerli olan uluslararası
yasalardan…
Ve bu yükümlülüklere bağlı olan devlet geleneklerinden
haberleri yok…
Yakın ilişkide olduğu Araplar bile mevzu para olduğunda
yüz seksen derece dönüş yapabilirler…
Neyse…
Padişahımız I. Mahvedin…
Yaptıkları ve yapması gerektiği halde yapmadıklarının
yanına kâr kalacağını sanıyorsa aldanıyor…
Zübüklerin sonu ya hapistir…
Ya da darağacı!
***
16.01.2015
Endişeliyim
Cihanşümul…
Padişahım, hünkârım, haşmetlim…
Yılardan beri lisan-ı münasip ile meramımı anlatma gayretindeyim…
Ama bir türlü anlatamıyorum!
İnsanlarımız senin gibi değiller ki…
Sen lep demeden leblebiyi anlayan…
Sen engin bilginle ulemaları, âlimleri bile şaşırtan…
Hiddetinle yeri göğü inleten…
Hitabet sanatının doruğuna erişen…
Sen…
Ah…
Cihanşümul…
Padişahım, hünkârım, haşmetlim…
Adam gibi adamım…
Uzun boyunla diğerlerini cüce gibi gören…
Senin için Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, Allah’ın vasıflarını
toplamış lider diyorlar…
Ama bence az bile diyorlar…
İnsanlarımız senin değerini anlayamıyorlar…
Ah…
Cihanşümul…
Padişahım, hünkârım, haşmetlim…
Sen ki bir zamanlar Selamsız’da at ve eşek eti pazarlayan…
Sen ki cebi delik, donu yırtık dolaşan…
Ama hep vakur, hep bilgili, hep ne istediğini bilen…
Sen…
Rabbimize şükürler olsun…
Pensilvanyaya bile sormadan…
Senin yüksek maneviyatın keşif edildi…
Ve sen ne hacı – ne hoca diyerek…
Hatta bir zamanlar beraber yürüdüğünüz o mübarek yolda…
Profesöre bile çelme atarak devletin zirvesine
geldin(!)
Ah…
Cihanşümul…
Padişahım…
Haşmetlim…
Hünkârım…
Çok endişeliyim…
O mübarek yoluna kurban olayım…
Yapma!!!
Lütfen yapma…
Biliyorum…
Sen cömertsin, sen lütuf etmeyi bilirsin…
Güneydoğu sınırlarımızı ite kopuğa hibe etmekten geri durmayacaksın…
Ama bana inan sen o kadar büyüksün ki…
Türkiye’nin sınırları sana dar gelir…
Türkiye, Türkler nedir ki?
Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla…
Sen başkanlığa değil…
Halifeliğini ilan edip…
Müslüman âleminin başına geçmelisin…
Sen buna laiksin…
Gâvura…
O laik it sürüsüne haddini bildirmelisin!
Göt kılı, dalkavuk olmak böyle bir şey olsa
gerek(!?)
***
17.01.2015
Kullanılıyorsun ey halkım uyanık ol
Tüm araştırma ve derleme hengâmesinde…
Türk toplumunu oluşturan köken ve inançları da incelemeye çalıştım…
İlginçtir ki etnisite bakımından toplumunun ikici en kalabalık
kesimi olan Kürt kökenli vatandaşlarımız hakkında güvenilir
kaynaklara dayalı, bilimsel çalışmalara pek nadir rastlamış
olmamdır. Bu tabi bir şey ifade etmeyebilir ama inanın derinlemesine
araştırdım. Bulduğum nadir kaynaklardan çıkardığım ortak sonuca göre
Kürtler tarihleri boyunca beş devlet kurmuşlardır. Bu devletlerin
ömrü ise diğerler devlet kuran toplumlarla kıyaslandığında pek uzun
olmamıştır. Ama asıl ilginç olanına henüz gelmedim. Bilindiği üzere
internet bir “bilgi” deryasıdır!
Ancak bu “bilgilerin” doğruluk oranı akıl almaz
derecede düşüktür. Bazı internet siteleri Kürt tarihini 3000 sene
öncesine kadar götürmekle kalmayıp birde beylik (prenslik) ile
devlet kavramlarını birbirine karıştırmaktadır. Müsaadenizle bu iki
kavramı biraz açmak istiyorum. Çağdaş tanımlamaya göre beylik
coğrafi açıdan belirli bir bölge ve “dar” bir alan içeresinde bir
arada yaşayan insan topluluğu ve bu topluluğun bir kitle, aile veya
kişi tarafından yönetildiği olarak tanımlanmaktadır*. Mesela bu
Avrupa’da büyüklü – küçüklü bir şehir olabiliyordu1. Bu
açıdan tarihe bakıldığında ve yine ortak kanıya göre Kürtler 16
beylik kurmuştu. Ancak bugünkü tanımlamayla veya bildik şekliyle
buna devlet denilebilir mi bunu sizlerin takdirinize bırakmak
istiyorum*.
Bugün bildiğimiz şekliyle devlet kavramı ise
Fransız devrimi ile şekillenmeye başladı. Buna göre devlet demek,
toprak bütünlüğüne bağlı siyasal bakımdan örgütlenmiş (mesela kurum
ve kuruluşları olan) millet veya milletler topluluğudur ve tüzel
kişiliğe sahiptir. İmparatorluk ise bambaşka bir şeydir. Tanımı ise
şöyledir: “Kendi” topraklarında oturan çeşitli milletleri egemenliği
altında toplayan devlet biçimi2.
Bu tanımlama ve açıklamaları yaptıktan sonra şu ayrıntıya
dikkatinizi çekmek istiyorum…
Kendi mevcudiyetlerine, ideolojilerine meşruiyet zemini hazırlamak
isteyenler tarihi gerçekleri çarpıtmaktan çekinmezler. Bunun en
bariz örneği dinciler ve PKK’dir!
Dincileri bilmem ama PKK yönetimindekiler akılı çocuklar…
Dikkat çeken ateş hattına atılan…
Kim vurduya gidenlerin hep senin, benim,
okumamış, toplumun alt tabakalarından gelen çocukların olduğudur!
Ey halkım…
Sen canını sokakta mı buldun?
Kullanılıyorsun ey halkım uyanık ol!
*
Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre:
tarih
Merkeze tam bağlı olmayarak bir beyin yönetimi altındaki ülke,
emîrlik, emaret, mirlik. "Sonunda bütün bu beylikler Osmanlı İmparatorluğu'nun bayrağı altında
toplandı." -
C. Uçuk
1. Lihtenştayn, Monako, Vatikan gibi
2. Bkz. Türk Dil Kurumu
***
18.01.2015
Güzel gözler ile volkan bölgesinden deprem bölgesine bir bakış
Ne dememiştik…
Coğrafya, o bölgede yaşanan
toplumların kaderini belirlemekle kalmaz bilakis toplumların
karakteristik yapısını da etkiler. Durum böyle olunca özellikle son
dönemlerde Türkiye’de her gün siyasi veya toplumsal bir depremin
yaşanmasına şaşmamak lazım.
Türkiye’nin bir deprem bölgesinde yer aldığını artık sağır
sultan bile duydu ama mesela Almanya’nın bir volkan bölgesi olduğunu
biliyor muydunuz? Ben mesela 1800 metre altımda bir volkan üzerinde
yaşıyorum. Tabii bu volkanlar söneli milyonlarca yıl olmuş. Bana 10
kilometre uzaklıkta olan Wiesbaden, kaplıca tesislerinin bulunduğu
bir yerleşim yeridir ve bu bakımdan tarihi özelliklere sahiptir.
“Şifalı ve sıcak su” yerin 1800 metre altından fışkırıyor. Dedik ya
coğrafya, o bölgede yaşanan toplumların kaderini belirlemekle kalmaz
bilakis toplumların karakteristik yapısını da etkiler diye, işte
Almanlarda volkan misali bir patladı mı pir patlıyor. Etrafında ne
var ne yoksa yok ediyor. Bakınız I. Ve II. Dünya savaşlarına(!).
Ancak Almanların, Türklere nazaran daha birçok farklı
özellikleri var…
Mesela son günlerde…
Bir Alman milletvekili kız arkadaşını “hırpaladı” diye
dokunulmazlığı kaldırılarak yargılama sürecinin kapısı açılıyor.
Dikkatinizi çekerim kadın şikâyetini geri çekmiş ve ikisi yine
beraber yaşamaktadır!
Veya ki salt bu ismi duymak bile tepemin tasını attırmaya
yetiyor…
Alman milletvekili Cem Özdemir, balkonunda çekilen bir
videoda kenevir bitkisi (uyuşturucu yapımında kullanılıyor) ile
görüntülendi diye dokunulmazlığının kaldırılma aşmasında…
Türkiye’de…
Çal, çırp, sat, öldür, ölüme sebebiyet ver, görevi kötüye
kullan, görevi ihmal et, kadın döv – öldür…
Fark etmez ne yaparsan yap…
Yine AKlanıyor veya hiç takibata uğramıyorsunuz…
Ne âlâ memleket değil mi?
Neyse gelişmelere güzel gözler ile bakmak lazım…
Etraf güllük gülistanlık…
Pardon, etraf tabii ki lalelik de…
Anlamadığım bir şey var…
Sen kendi askerini…
Milletinin evlatlarından oluşan ordunu…
Milli iradeye, milli olana bu kadar saygılıyken…
Nasıl oluyor da önce askerini … … sokuyor…
Sonra hiç utanmadan, sıkılmadan, göstermelik…
Tarihini canlandırmaya çalışıyorsun…
Her tarafınız takiye, her tarafınız sırıtıyor…
Yeter be!!!
Sizin bu yüce milleti dünya kamuoyu önünde bu kadar rezil
etmeye hakkınızda, yetkinizde yok!
***
19.01.2014
Melekler ve şeytanlar
Şeytanın bir özelliği de kılık değiştirerek…
İnsanları daha kolay kandırabilmesidir…
Türkiye’nin büyük şeytanı da böyle yapmıştır…
Daha çok özgürlük, daha çok demokrasi diyerek…
İleri derecede gücü kendi üzerinde toplamayı başarmıştır!
Bugün ayın 19’u…
Melekler izleye dursun…
Büyük şeytan, küçük şeytanlarla…
KaçAK sarayda…
Divan-ı Hümayun’u toplama aşamasındadır…
Tüm şeytana tapanlara hayırlı olsun!
***
20.01.2015
Halk biziz
Almanya’da böyle çınlıyor bazı sokaklar…
Kentin başka bir semtinde insanlar onlara karşı sesiz,
vakur yürüyüşlerini sürdürürken!
Kendi memleketlerini karıştırdıkları yetmiyor…
Âlemin sokaklarında o eşi benzeri görülmemiş…
Kendi yaratıkları İslami anlayışı zorla Almana kabul
ettirmeye çalışarak…
Çıktıkları mağaralardan…
Alman toplumunu da bölmeyi başardılar!
Evet, siyasal İslam ve temsilcileri…
Almanya’da Nazilerin, yabancı düşmanlarının ve İslam
karşıtlarının ekmeklerine yağ sürerken…
Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu
Türkiye Cumhuriyeti sokaklarında…
Sözde milli irade gösterileriyle…
O iğrenç, itici ve çirkin…
Menfaatperest ve maneviyattan çok maddiyata dayalı
varlıklarıyla arzı endam ediyorlar!
Bana dokunmayan yılan bin yaşasın özdeyişini adeta
perçinlercesine…
Sesiz çoğunluk orada da, burada da izlemekle yetiniyor!
Halk…
Bir tarafta…
Sokaklara çıkıp gösteri yapan…
Kafatasçılar mı?
Yoksa…
Başında siyasal İslam’ın simgesi
türban takan, peçeye bürünen kadın müsveddeleri…
Sırtlarında cüppe, başlarında sarık…
O koca koca sakallarıyla bedava Kur’an-ı Kerim dağıtan
herifler mi?
Belki de evlerinde oturup…
Olan biteni sesiz sedasız izleyen…
İsteseler bu zibidileri
tükürükleriyle boğabilecek çoğunlukta olan insanlar mı halk?
Halk kim?
Milli irade kimin?
Kimin tarafından temsil ediliyor?
Ediliyor mu acaba?
*
Ah şu analar
Ah şu analar, fedakar
analar... Ah şu analar ne yiğitler doğurduğu gibi... Eşi
benzeri görülmemiş .r.spu ç.cukları da doğurabiliyor!
*
Akla ziyan
Herif açıklama yapıyor...
Başbakan... Başbakan yardımcısı... Genelkurmay Başkanı...
Cumhurbaşkanı... Dinlenmişmiş, hem de kriptolu telefonları
ile... Bir - iki kez de değil(!) Hepsine eyvallah
diyeceğim geliyor ama... Ulan MIT, yani Milli İstihbarat
Teşkilatı... Genelkurmay Başkanı nasıl dinlenebiliyor?
Siz bu devletin yönetiminden sorumlu kişiler değil misiniz?
Yoksa para çalmaktan, yandaş ve - yoldaşa koltuk çıkmaktan...
Bitap mi düğüyorsunuz da görevinizi yerine getiremiyorsunuz?
***
21.01.2015
Bana bak
Kılıçdaroğlu
Sen gerçekten salak mısın yoksa
salağa mi yatıyorsun? Dünkü yolsuzluk oylamasında, AKP
fireleri AKP'li milletvekillerinin içeresinde vicdan sahibi
dürüst insanlar olduğunu göstermiyor... Abdullah Gül
ekolünden geldiklerini... Bir nevi "paralelci" olduklarını
göstermektedir(!)
Sen bu kafayla gerçekten Y-CHP'de olsa
bu partiyi yönetebileceğinden emin misin?
*
İki Meryem bir Isa
Ve toprak…
Tanrının elinden şekillenerek Adem yaratıldı… Ve Allah kadını
yarattı… Erkeğin başına bela olsun diye değil (!) Ona eş
ve yoldaş olsun diye… Ve Allah kadını yarattı… Erkek eşini
köle gibi kullansın, onu ezsin diye değil (!) Tam aksine
birbirlerini tamamlayarak birlikte yaşasınlar, üresinler diye!
Ve Allah kadını yaratmak için… Adem’i uyutarak
kaburgasından Havayı yarattı… Ve Hava… O cennet
bahçelerinde… Tek yasaklı meyve ağcının önünde şeytana
aldanarak, elmayı aldı… Aldı ve Adem’e sundu… Ve Adem
şeytanın elmasını ısırmakla Hava’nın günahına ortak oldu…
Yaradan, buna kızarak ikisini de cennet bahçesinden kovdu!
Söz ağızdan bir kere çıkar… Ve verilen söz tutulmalıdır!
Bundan bir zaman önce değerli bir kadın okuyucum bana bir
soru yöneltmişti… Allah’ın… Yaratıkları arasında fark
gözeteceğini, gözetebileceğini kesinlikle düşünemiyorum bile…
Hacı, hoca veya ulema değilim… Ahkâm falan kesmekte
istemiyorum ama… Din konusunda… Hangi Hak dini olursa
olsun hiç fark etmez, bilimsel bulguları ilgiyle takip ederim…
Bilimin ve mantığın ışığında… “Allah’ın yaratıkları arasında
fark gözetip – gözetemeyeceğini” değerlendirmeye çalışarak…
Son kararı size bırakmak istiyorum… Çünkü bu bir inanç
meselesidir ve inançlara saygı göstermek durumunda ve
zorundayız!
Ama önce bazı ön kabulleri sıralamak istiyor…
Bu ön kabulleri şimdilik de olsa benimsemenizi rica ediyorum,
istendiği veya gerek görüldüğü hallerde bu ön kabulleri
tartışmaya hazırım.
1. Komşu komşunun külüne muhtaçtır
2. İnsanlık gelişiminde, insanoğlu birbirinin etkisinde kalmış
veya esinlenmiş olup daha geniş kitlelere hitap edebilmek için
bazı “yanlış” inançlara taviz vermek suretiyle bu kitlelere
ulaşmaya çalışmıştır. 3. Hayvanlar koklaşa koklaşa insanlar
konuşa konuş anlaşır der atalarımız. Dil, dolayısıyla o dili
oluşturan kelimeler süreç içeresinde anlam itibarıyla değişime
uğrayabilir, kaybolabilir veya o kelimenin yerini başka bir
kelime alabilir. 4. Hak dinlerinde kaleme alınanlar,
özellikle ama Allah’ın kelamı olarak bilinen kitaplarda
yazılanların çoğunlukla sembolik yani simgesel bir anlamı
olduğunu ve tasvirlerinin bu “işin” doğru dürüst eğitimini
yapmış kişiler tarafından yorumlanması gerektiği bilmek gerek.
Aynı zamanda bundan binlerce yıl öncesinin ataerkil bir dönem
olduğunun da bilincinde olmak faydalı olabilir. Çünkü “o
zamanlar evren erkeklerin etrafında dönüyordu(!)”
Artık
konumuzu açmaya başlayabiliriz… Yukarıda özetlemeye
çalıştığım yaratılış rivayetinden bile bir takım sonuçlar
çıkarmak mümkündür. Buna göre: - Mevla’m önce erkeği
yaratmıştır. Yani erkek birinci sıradadır… - Kadını
yaratmıştır ki erkek yalnız kalmasın diye. Yani kadın ikinci
sıradadır… - Kadını, erkeğin kaburgasından yaratmıştır. Kadın
erkeğin bir parçasıdır, parça olarak bütünü kapsaması mümkün
değildir… - İlk olarak kadın Allah’ın yasağına karşı gelmiş
ve Adem’i de yanıltarak suç ortağı yapmıştır. Yani kadın
günahkârdır!
Bu yaradılış rivayetinin, çıkarılması
gereken dersler açısından, üç Hak dininde, üç farklı yorumu var.
Bir rivayet üç yorum(!) Hristiyan inancı nicelik açısından en
yaygın olanı, dolayısıyla bilimsel olarak da en çok
irdelenenlerden biridir. Bu yüzden başlığı Bir Isa iki Meryem
seçtim, Hristiyan inancından, bilimsel bulgulardan yola çıkarak
bir önceki ve bir sonraki dini “uygulamaları” yorumlamaya
çalışarak! Daha kolay okunabilmesi için ben Hz. İsa’yı
anlatırken, siz ister Hz. Musa ister Hz. Muhammed’i yerine
koyarak okumaya çalışın ve lütfen okuduklarınız üzerinde
düşünün.
Düz hesap… İki bin yıl önce Hz. Isa,
insanları Allah yolunda onu takip etmeleri için davet etmeye
başladığında bu davete icabet edenler yalnız erkekler değildi.
Zaten mantıken de olamazı… Şöyle ki, birileri… İnsanların
ilgisini çeken bir şeyler söyleyecek ve buna yalnız erkekler
kulak verecek öyle mi? Ve Hz. İsa’yı takip eden, ona kulak
veren… Yolunda diğerlerine önderlik eden kadınlar yüzyıllar
içeresinde cinsiyet değiştirmeye başlayarak kayıplara
karışacaklar(!?) Bu nasıl olur? Olur, olur bal gibi olur!!!
Çünkü erkekler kabul etmek istemeseler bile, kadının öyle bir
gücü vardır ki… Kadının kalbini kazanan kim olursa olsun…
İster siyasetçi, ister din adamı veya mesela bir fabrikatör…
O kalp her hanede gizli – saklı veya açıktan açığa faaliyet
gösteren ajan misali… Onun için çalışacaktır! Bu olguyu
nedenlerden biri olarak kabul ettiğimiz taktirde diğer nedenler
ise erkeklerin kadın karşısında zayıf duruma düşmek, kadından
emir almak, onu üstleri olarak kabul etmek istemedikleri
içindir! Güçlü, özgüvene sahip ve hepsinden önemlisi bilgili bir
kadın… Erkek için dünde bugünde bir tehdittir! Geleneksel dil
ile kaleme alınan kutsal kitaplarda, erkeklerin ön plana
çıkmasının nedenini bu yazıtların yine erkekler tarafından
kaleme alınmasında görmenin yanlış olmayacağı kanısındayım. Hz.
Isa, insanlara hitap ederken gelede oğullardan, adamlardan söz
etmesinin nedenini o zamanların sosyal yapısında aramakta fayda
vardır. Hâlbuki Hz. Isa oğullardan, adamlardan söz ederken
dinleyicisi ayni anda kızlardan, kadınlardan da bahis ettiğinin
farkındaydı. Bu farkındalık süreç içeresinde, yani binlerce yıl
içeresinde gittikçe silinerek, kalanın “ataerkil” bir ifade
şekli olduğunu görmekteyiz. Yani bizler bugünün şartlarında
kutsal bir kitabı okuduğumuzda ve cinsiyet ifadelerinde salt
erkek sıfatı ile karşılaştığımızda bunun aynı zamanda bir kadın
olabileceğini de göz önünde bulundurmamız gerekecektir. Bu
açıdan olaya yaklaşıldığında görüldüğü gibi Allah’ın elçileri
olan peygamberlerin cinsiyet ayrımında bulunmadığını anlamak
mümkün olacaktır. Bunun en somut deliline İncil’de, Hz. İsa’nın
çarmıha gerilişinin anlatılmaya başladığında görmemiz mümkündür.
Önceleri kısa cümlelerle geçilen ve üzerinde durulmayan kadın
birden bire olayların merkezine çekilmektedir. Var olan ama
unutturulan kadınların dışında iki Meryem dikkat çekmektedir.
Biri Hz. Meryem diğeri ise Magdalalı Meryem. Peki, ne olmuştu da
birden bire kadın gelişmelerin merkezine çekilmişti? Olan, Hz.
İsa’nın havarileri olan erkekler ya onu terk, ya inkâr, ya da
ona ihanet etmesiydi. Yani kadın hep vardı ama anlatanlar veya
olayları kaleme alanlar tarafından gelişmelerin gerisinde
bırakılmışlardı. Bunun en güzel örneklerini Hristiyan din
adamlarınca kabul edilen dört İncil (Kanonik İncil) ve bu din
adamları tarafından ret edilen İncillerde (Apokrif İncil)
görebiliriz. Burada bir parantez açmak istiyorum, bilimin
tarafsızlığı ışığında bu açıdan Kur’an-ı Kerim’inde
incelenmesinin faydalı olacağı görüşündeyim. İslamiyet’te olduğu
gibi mesela Hristiyanlıktan da mezhepler ve ayrı ayrı itikatlar
vardır bu yüzden hepsi yetkili bilim insanları tarafından
incelenmeli ve ortak bir kanıya varılmalıdır. Eminim, mesela
Peygamber Efendimizin eşlerinin dışında, Müslüman dünyasında,
İslamiyet’in yaygınlaşmasında, korunup kollanmasında kadının
parmağı vardır. Olmaması mümkün değil, zaten bu işin doğasına
aykırı bir durum teşkil ederdi. Bu konunun ayrıntılı
araştırılması ve edinilen bilgilerin Müslüman dünyasında
ivedilikle duyurulması gerek. Böylelikle Müslümanlığı kendi
sapkın dünya görüşlerine göre şekillendirmek isteyenlerin
tutunabilecekleri bir dal kalmayacaktır ki, insanlar
İslamiyet’in özüne inerek gerçek Müslümanlığı yaşayabilsinler.
Daha öncelerinde de vurgulamaya çalışmıştım,
insanoğlunun kendini daha güvende his edebilmesi için inanç,
inanışlar önemlidir. Böylelikle kendine mantık veya bilim ile
açıklayamadığı olgulara yine kendine göre bir “anlama” yolu
bulmamaktadır. Bu ise Allah’ın yaratıklarına ama özellikle
insanoğluna paha biçilmez bir hediyesi ve yaşamını
sürdürebilmesi için vazgeçilmez bir araçtır. Anlamanın yolu
düşünmekten geçer ve düşünemeyen veya düşünmek istemeyen
insanlar daima düşünenlerin elinde bir araç, bir oyuncak olarak
kalmak durumundadır. Salt bir şeyi göremiyoruz diye varlığını
inkâr etmenin yanlışlığı, yine bizzat insanoğlu tarafından
ispatlanmıştır ve biz buna bilim diyoruz! Bilimsel
gerekçelerin anlaşılması kimi zaman çok zor olabilir ve
insanoğlu basitte indirgenmiş anlatım modellerini bu yüzden
tercih etmektedir. İnsana burası beyaz, şurası siyah dediğinizde
insanoğlu tercihini yapmak için derinlemesine düşünmesi
gerekmez. İşte bu yüzden dini kullanan popülistler yalın bir
dili kullanmayı tercih ederler. Bu gerçek karşısında anlatımda
neden mucizelerin bu kadar cezp edici olduğunu daha iyiyi
anladığınızı umuyorum. Ve dinler mucizeleri bol bol
kullanmaktadır! Mesela Hz. İsa’nın mezarında “kalması” gibi…
Ancak her zaman olduğu gibi madalyonun iki yüzü vardır ve
insanların düşünme özülüğünden yararlanılmaktadır. Allah’ın
varlığını kanıtlamak için ve çoğu insan tarafından izah
edilemeyen mucizelerin öbür yüzü karanlıktır, şeytanidir,
büyüdür hatta kara büyüdür.
Ve Magdalalı Meryem Hz.
İsa’nın öldükten sonra yatırıldığı mağaraya giderek, mağaranın
boş olduğunu fark etmesiyle ürperir, korkar ve ardına
bakmaksızın Hz. İsa’nın havarilerinin yanına koşmaya başlar.
İşte tam bu anı, bilim, Hristiyanlığın gerçekten doğuş anı
olarak kabul eder çünkü ölmüş birinin dirilişi1 doğaya
aykırıdır, mucizedir ve insanlar bunu ancak farklı ve çok güçlü
bir kudretin varlığına bağlar. Bizim için ama bu anın bambaşka
bir önemi vardır. Kadın’ın neden din adamları tarafından
ayrımcılığa tabi tutulduğunu burada daha iyi görebilmekteyiz,
söyle ki… Tüm hak dinlerinde şahit önemlidir ve bu şahidin
güvenilir olması şarttır. Bundan sonra okuyacağınız satırlarda
örneğin Müslümanlıkta neden kadının şahitliğinin “kabul
edilmediğini” umarım daha iyi anlarsınız. Öyle sanıyorum ki
İncil’den esinlenerek Müslümanlıkta böyle bir uygulamaya
geçilmiştir. Sonradan uydurulan (kabul edilen) bir masal mıdır,
gerçek midir bilemem ama İncil ve türevlerinde anlatıldığına,
rivayete göre Magdalalı Meryem kocasını aldatmış ve bunu öğrenen
insanlar tarafından tam taşlanacakken Hz. İsa tarafından o
meşhur cümle ile kurtarılmıştır “Aranızda kim ki günahsızdır ilk
taşı o atsın”2 Yani Magdalalı Meryem, affedersiniz, bir
orospudur ve bir orospunun şahitliğine ne denli güvenilebilir?
Kadın zaten var oluş rivayetine göre günahkârdır ve bu
anlatılanlarla birlikte orospuluğunu kanıtlamıştır. Yani
kesinlikle güvenilebilir bir “yaratık” değildir! Bu bağlamda
Femme fatale kavramını incelemenizi tavsiye ederim. Gücünü
kaybetmek istemeyen hangi “varlık” böyle bir fırsatı kaçırmak
ister? Yeri gelmişken şunu vurgulamadan devam etmek istemiyorum,
kadın doğurganlığı ve anaçlığı ile zaten bu evrende yerini
ispatlamıştır. O da insandır ve karşı cinsi gibi aynı haklara
sahiptir. Feminizm karşıtı değilim ama tabiat esasen doğal
sınırları çekmiştir ve kadın istese de istemese de bu sınırları,
zorlasa bile “geçemez”, geçse bile buna uzun süre dayanması zor
olacaktır(!)
Ve Hz. Isa, Magdalalı Meryem’e görünerek
havarilerine gitmesini ve paskalya inancını3 onlara anlatmasını
ister. Böylelikle İncil’de (Kanonik İncil) kadın görevini
tamamlayarak yerini erkeğe bırakır! İlginç olan Tarsuslu
Pavlus tarafından Avrupa’da vaftiz edilen ilk insanın bir kadın
olmasıdır. Ne ilginç değil mi kadın, “dinen sakıncalı” ve ilk
vaftiz olan yine bir kadın. Tezat, tezat, tezat… Ve bu tezat
Tarsuslu Pavlus tarafından Roma mektuplarında da (M.Ö. 56)
görülecektir. O bu mektuplarda Hristiyan cemaatini selamlarken
bilakis kadınlara da selam gönderiyordu. Yani kadın dünde
bugünde birileri tarafından sığdırılmak istendiği kalıplara
sığmıyordu, sığmayacak. Basit ruhlar, basit mantıkla bunu böyle
görmek isteseler bile, gerçekler onların siyah – beyaz dünyasına
sığamayacak kadar renklidir.
1896 Mısır’da bulunan…
M.S. İki yüzüncü yüzyıla ait olduğu bilimce ispatlanan bir Kipti
yazı ile Koptikler, Magdalalı Meryem ile Hz. İsa
ilişkilerinin çok daha farklı boyutlarda olduğunu anlatmaktadır.
Hz. İsa’nın 12 erkek havarisine anlatmadıklarını, onlara
güvenerek evrenin sırlarını anlatmaması, onların yerine bir
kadına anlatmasının yorumunu ise sizlere bırakmak istiyorum.
Kesin olan bu yazıt ile süreç içeresinde kadın İncil’den
silinmeye çalışılsa bile kadınların Hristiyanlığın yayılmasında
önemli bir yere sahip olduklarıdır.
Görüldüğü gibi
istendiğinde ve dini kullanarak kadın toplumsal bilinçten
silinebilmektedir. En azından buna gayret gösterilmektedir,
tıpkı AKP’nin Atatürk’ü toplumsal bilincimizden silmek istediği
gibi. Sizce bunu başarmaları mümkün mü?
1 Hz. İsa’nın
mezarının bulunma rivayeti veya Hindistan’da tekrar görüldüğüne
dair rivayetler bilimsel olarak tam anlamıyla ispatlanamamıştır.
2 Tarafımdan özgün tercüme 3 İnsanların öldükten sonra
tekrar dirileceğini
PDF olarak indir
***
22.01.2015
Cennete giden
yol cehennemden geçer
Eskiden müşteri… Artık
çok iyi bir dost… İşi bıraktığında 117 milyon € borç ile
bırakmıştı… Aradan yıllar geçti ve belediyenin borcu 187
milyon €’ya çıktı! Bir kaç gün önce iki dakikanın içeresinde,
yalnızca iki dakika ile… İsviçre Frangının azizliğine
uğrayarak 30 milyon € kayıp(!)… Belediyede maliyeden sorumlu
kişiydi… Çıldırıyor… “…artık her şey göstermelik… Tüm
çalışmalar gösterişe, aldatmaya yönelik. Aç telefonu 200 metre
yere gitmek için çağır belediyenin taksisini ver bir – iki €.
Taksicinin maşı, arabanın bakım masrafı, benzini, sigortalar
hepsi belediyenin cebinden çıksın(!)”
Ve Türkiye…
Pezevenk, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasına direktif
yağdırmaya çalışıyor… “Faizi indir!!!” “Onlar bağımsızsa,
bende bağımsızım “ diye bağırarak… Gerçekten iddia ettiği
kadar bağımsız mı?
Faiz indirimi yatırımcı için ucuz
yollu para demek… Yatırımcılar kim? Bu vatanın evlatları
mı? Yooo… Dışarıdan uluslararası çalışan şirketler… Sen
vatanın, milletin… Milli servetlerini… Yabancılar daha
iyi sömürsün diye ucuz para, kanuni düzenlemeler ile peşkeş çek…
Yetmedi, insan gücünü yabancılara komik rakamlarla “gel limon
gibi sık posası kalsın” de… Ondan sonra ben pezevenk dediğim
için bana kız!?
Karı, kız satana pezevenk derler… Para
gelsin de nereden gelirse gelsin diyerek… Milli iş gücünü,
milli kaynakları satana… Para gelsin de nereden gelirse
gelsin diyerek… Bu parayı kabul edene ne demeli bilmem ki?
Evet, cennete giden yol cehennemden geçer… Cehennemi
göreceksin ki… Cennetin kıymetini bilesin!
*
Dost kurşunu
Erkeklerin çoğu silaha
meraklı olur, bende öyleyim... Bunda deli çağlarımda
Türkiye'de aldığım eğitiminde etkisi olduğunu düşünüyorum...
Dost kurşununa... Böyle kurşuna can kurban!
Aradan 27
sene geçti... Masamda dostumun bana bir zamanlar hediye
ettiği kurşunlar durur... Hatta bu kurşunlar yüzünden,
PKK'nin Almanya'da azgın olduğu zamanlardı... Şikâyet üzerine
Alman polisi dükkânımı basmıştı... Kurşunlara bakıp bakıp
eski günleri yâd ederim!
Yıllardan beri eşi dükkânımıza
gelirmiş... Bugün eşine refakat etmiş, ismi okuyunca...
Çekinerek eşime sorular sormuş!
Bundan yarım saat önce
eşim beni ön tarafa çağırdı, bak burada kim var diye... 27
sene sonra önümde dostum duruyor... O beni, ben onu
unutmamıştım... Aradan 27 sene geçti... Bana hediye ettiği
kurşunları unutmuş ama beni unutmamıştı... Böyle kurşuna can
kurban!
***
23.01.2015
Bizim başımız kel mi?
Bugün kız
kardeşimin doğum günü… Dünyaya geldiğinde hiç
kabullenememiştim… Aradan bugün itibarıyla 38 yıl geçti…
Mamafih… İstesem de istemesem de başıma musallat oldu…
Yapılacak bir şey yok… Atsan atamazsın, satsan satamazsın!
Kardeşim, kocası ve sevgili yeğenlerim için bu yılın başı
çok önemli… Allah dileklerini kabul edip, nihayete erdirsin…
Büyük çapta paraya ihtiyaçları var… Proje önemli, hatta
hayati… Düşündüm taşındım… Taşındım düşündüm nasıl
yardımcı olabilirim diye… Netice itibarıyla malulen de olsa
emekli adamım… Herifler zaten beni üç yıl, on ay üzerinden
emekli etti… Anlayacağınız para kıt!
Buna rağmen…
Bizim başımız kel mi? AKbabaların canı canda, bizimki
patlıcan mı diye düşündüm…
Nice yıllara Füsun…
Ailenle… Bet – bereket, bolluk içinde, mutlu, sağlıklı nice
yıllara!
Not: Bir öneride bulunmak istiyorum. Bundan
sonra önemli günlerinizde tüm AKbabaların anısına birbirinize
hediyelerinizi ayakkabı kutuları içeresinde verin.
***
24.01.2015
Yarına kader günü
Dolar ve Euro (Avro olarak yazmayı
ret ediyorum) savaşı tüm hızıyla sürerken...
Yarına Yunanistan'da genel seçimler
var...
Avrupa iki uç noktası arasında bocalarken......
Kazançlı çıkan her zamanki gibi üçünü
oluyor...
Bu üçüncüde ABD...
İki uç noktanın biri sağ diğeri sol...
Yunanistan'da sol önde gibi
görünüyor...
Kazandıkları taktirde AB
kapitalistlerinin canını sıkacak gibi...
Bilimsel araştırmaların Kapitalizme
biçtikleri ömür...
Daha 50 yıl kadar...
Yani günümüzde ortalama bir insan ömrü
kadar...
Yeni dünya düzeni, yeni Türkiye, yeni
CHP ve...
Yeni, yeni, yeni...
Olmaz olsun böyle yeni!
Türkiye aklını başına
toplamalı...
"Eski" değerlerin güvenli
limanında kendine bir yer bulmalıdır...
Hem ekonomik, hem siyasal hem de
sosyal acıdan!
***
Vefa garipsenir mi?
Dün yazdığım
bir yorumun üzerinden bir iki saat geçmeden...
Haber kanallarına bir haber düştü...
Londra'da bayrakların yarıya
indirilmesi garipsenmiş...
İngilizlere Arap yarımadasının
kapılarını açan kimdi?
AB(D)'nin Putin mücadelesinde piyasayı
ucuz petrolle sulayan kim?
AKP zibidilerini sıcak parayla
yıllardan beri destekleyen kim?
...
...
...
Gösterilen vefa garipsene bilir mi?
***
26.01.2015
Recep Tayyip
Erdoğan ve Müslümanlık
Yok, bildik şeylere
değinmeyeceğim... Kendilerine Müslüman oldukları,
Müslümanlığı siyasal amaçları için kullandıkları... Siyasal
İslam'ın, Müslüman kardeşliğinin yılmaz birer neferi
olduklarını... Müslümanlığı her türlü pisliği yapmak, çalıp
çırpmak için... Perde olarak kullandıklarını
anlatmayacağım... Gören gözler, duyan kulaklar, okuyan ve
düşünen insanlar için bildik şeyler bunlar!
Ailemin
kadınlarından biliyorum… Ve adımın Önder olduğu kadar eminim
onlar gibi düşünen, his eden… Çok ama çok kadın var… Ve
elbet bu duygu ve düşünceleri paylaşan erkeklerde çok olacaktır!
Evet, anlatmak istediğim farklı bir şey ve yine kadın ile
ilgili... Hani o, ah o kadar Müslüman Recep Tayyip Erdoğan…
Hani o, dünya lideri, garip guruba babası Recep Tayyip Erdoğan
ve AKP’si… O süprüntü… Başlarına taktıkları paçavralarla
“modern” ve ılımlı İslam’ın temsilcileri karıları, kızlarıyla…
O mahalle karısı - kabadayı özentisi, zibidi, zübük sürüsü
var ya… Bir Faslı Kral VI. Muhammed kadar olamıyorlar!
Bir kadın olarak… Mahallenizin imamına gidererek
sorabileceğiniz sorular olur, soramayacaklarınız da… Keza
müftüye veya daha yetkili birisine… Böyle hallerde
kadınlarımız ne yapıyor?
Ne yaptıklarını hepimiz
biliyoruz… Genelde yarım yamalak bilgisiyle birilerine
danışıyor… Onlarda yarım yamalak bildiklerini kendi
görüşlerini katarak konuya maydanoz oluyorlar!
Atatürk’ün
kurduğu demokratik, laik Türkiye Cumhuriyetinde… İsteyen
kadın ilahiyat fakültesine giderek bu konun eğitimini
alabiliyor… En güzel örneği rahmetli Sayın Prof. Dr. Bahriye
Üçok’tur… Peki, neden… Köylerde devlet eğitimi almış din
bilgini kadınlarımız… Kentlerde kadın imamlarımız,
müftülerimiz yok?
Tamam, yine Gazi Mustafa Kemal Atatürk
tarafından hayata geçirilen diyanet başkanlığında kadınsal
konularla ilgili kurularda kadınlar ve kadın başkanlar var ama
görüldüğü gibi bu yetmiyor! Biliyorum… Yine mezhepsel
konular, farklı görüşler, ıvır – zıvır… Iman hatiplere
küçücük kızları sokmasını biliyorsunuz… Hatta dün
televizyonda yayınladığı üzere özel olarak bazı semtlerde İslami
nezaket kuralları öğretmeye başlıyorsunuz da… Dini konularda
kadının karşısına… Yine bir kadın vasıtasıyla “doğru dürüst”
eğitimini almış insan çıkarmıyorsunuz?
Fas kralı bunun
emrini çoktan verdi… Siz neyi bekliyorsunuz?
*
Saçmalama Profesör
Seni kimin başbakan
yaptığını biliyorum da... Sana kimin Profesörlüğü laik
gördüğünü, sarf ettiğin o cümleyle neye zemin hazırlamaya
çalıştığını bilmiyorum.
''Biraz vakit bulsam güzel
Kürtçemizi de güzel Türkçemiz kadar öğrenmek istiyorum''
Öğren! Seni tutan mı var? Doğrudur… Kürtçenin
yasaklanmasına bende karşıydım… Artık yasak masak kalmadı…
İsteyen çocuğunu gönderir öğrenmesini sağlar, evinde konuşur…
Kime ne? Evinde herkes isteriğini konuşmakta özgür!
Ama burası Türkiye… Ve biz homojen bir ulus değiliz… Ortak
bir dilimiz olmalı ki birbirimizi anlayalım!
Saçmalama
Profesör… Ağzından çıkanı kulağın duysun… İnsan tuvalete
bile kıçından çıkan sese dikkat etmeye çalışıyor… Sen
ağzından çıkanın farkında mısın?
*
Büyük Ortadoğu Projesinin piçleri BOP'un mu peşinde,
yoksa...
Velev ki sen kendini bu büyük milletin
bir parçası olarak görmüyorsun da... İle ben Kürt'üm diye
tutturuyorsun... Ve yine... Velev ki Türk sana bir
İngiliz kadar yabancı... Velev ki İngilizce yerine önce
Türkçe öğreniyorsun... O da sana yabancı dil, buda sana
"yabancı" dil... Velev ki yabancı dil öğreniyor,
konuşuyorsun!
Doğrudur dünyanın birçok ülkesine
gittiğinde... İngilizce ile yoluna devam edebilirsin de...
Sen kendi ülkende, doğup büyüdüğün yerde... Dilini, kanunları
bilmediğin, öğrenmek istemediğin için nasıl yaşayabilirsin?
Ha, özerklik, açılım - saçılım ayaklarıyla misak-i milli
sınırlar içeresinde... Kendime parça koparırım diye
düşünüyorsan... Avcunu yalarsın!
Ya diğerleri... O
zübük maşalar... Akılları sıra BOP ayaklarına...
Hayallerini gerçekleştirebileceklerini sanıyorlar... A benim
akılsız oğlum... Siz giderken onlar çoktan geri
dönüyorlardı... Kahpeliğin, ince siyasetin kitabını yazmış
adamlar bunlar... Sizin gibi iri kıyım değiller ki... Sen
AB(D)'yi kandırıp... Osmanlıyı hortlatacaksın öyle mi?
Baydemir'in değimi ile... Ha
siiiiiiiiiiiiiiiiiiii....................!!!
*
27.01.2015
Kelimeler çok şey ifade eder ama kelimeler her şey demek
değildir
Bazen bir kelime sarf etmeden bir
insanın gözlerinin içine bakmak... Bazen tek kelime söylemden
sessizce yanına oturmak, salt elini tutmak... Bin kelime
söylemekten çok daha fazlasını anlatabilir!
İnternette...
Tesadüfen çok değerli bir kaynağa rastladım... Eski, hatta
çok eski kitapları dijital ortama taşımışlar... Ama her
zamanki gibi sap yerken saman ...!
Yine de bu eserleri
dijital ortama taşımada katkısı olan herkese şükran borçluyuz...
Kitapları restore etmem gerekecek... Kitabı okumak başka bir
şey, bir zaman sonra okuduğun kitaplarda bir bilgi aramak başka
bir şey. Dijital ortama taşınan dokümanların kelime taramasından
geçirilmesi kaçınılmazdır! Ayrıca >>> nal gibi <<< adamın gözüne
sokarcasına logolar yerleştirmek özellikle bu tür eserlere bir
saygısızlıktır. Lütfen buna dikkat edelim...
Bir
süreliğine dil orucuna gireceğim... Klavyenin tuşlarına
başka, bence vatan - millet kadar ulvi... Farklı bir amaç
için basılacak... Bilgi ve bu bilgilerin gelecek nesillere
aktarılması!
Bana bir süreliğine müsaade dostlar...
Esenlikle kalın, vatan - millet sizlere emanet... Vatan -
millet yolunda, tam bağımsız bir Türkiye yolunda... Pes etmek
yok!
*
Gerçekten bu kadar mi değer bilmez, bu kadar mi
duyarsızız?
Ansiklopedinin birinci cildini
öğleye doğru restore ettim... İkincisi yolda... Yani günde
iki ciltten fazla restore edemeyeceğim gibi görünüyor!
Önümde daha birkaç günlük çalışma var... Böyle bir yapıtı
dijital ortama taşıyanlara müteşekkirim ama... Yaptığınız
böyle eserlere gerçekten saygısızlık!!!
Kendiniz karar
verin... Böyle bir yapıt için uğraştığına değmez mi?
1. Cilt
Önemli not: Tarama kalitesine bağlı, doğru
orantıda kelime taraması yapılabiliyor. Buna rağmen en azından
arama yapabiliyorsunuz, her şeyi bulamasanız da! Gerçi bununda
yolu var ama tek başımayım, Benden ancak bu kadar.
***
28.01.2015
Sormak lazım
Sen hangi üst aklın ürünüsün? Fikir ve zihin baban belli
mi?
***
29.01.2015
AKP'yi öpüp öpüp başımıza mı koysak
acaba
Bir ülke düşünün, milli gelirin yüzde
sekseni bir avuç insanın elinde... Diğer milyonlar yüzde
yirmi ile yetinmek zorunda... Yok burası Türkiye değil,
Yunanistan(!)
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın 10
bin 578 hanede 2011 yılında yüz yüze yaptırdığı “Türkiye’de Aile
Yapısı Araştırması”nın bir bölümü 2012 yılında yayınlanmıştı.
Araştırmanın gelir dağılımıyla ilgili bölümdeki sonuçları şöyle:
Türkiye’de yaklaşık 19 milyon aile var.
Ailelerin
yüzde 1.2’sinin aylık geliri 5.600 TL ve üzeri. Ailelerin
yüzde 3.8’inin aylık geliri 3.200-5.500 TL arası. Ailelerin
yüzde 16.5’inin aylık geliri 1.900-3.000 TL arası. Ailelerin
yüzde 16.9’unun aylık geliri 1.250- 1.870 TL arası. Ailelerin
yüzde 23.1’inin aylık geliri 815-1.200 TL arası. Ailelerin
yüzde 32.1’inin aylık geliri 450-810 TL arası. Ailelerin
yüzde 6.4’ünün aylık geliri 430 TL civarında.
Simdi 2015
yıllının başındayız sizce 2014'de değişen ne oldu?
***
30.01.2015
Bir kıyas
Herif gene
konuşuyor... Nasılsa karşısında enayi var... Yani bir nevi
enayi s...!
Sanki ABD ulusun ile Türk ulusu
birmişçesine... Herifler bayraklarına "tapıyor", kökeni ne
olursa olsun BEN Amerika Birleşik Devletleri vatandaşıyım diyor
başka bir şey demiyor! Bizde, daha önceleri yazmıştım, piçin
bir uçağın içinde ben Türk değil lazım diyecek kadar bilgisiz ve
bilinçsiz. Milletimiz ona keza!
Sanki ABD senatosunda
"milletvekilleri" bizimkiler gibi bağımlı, herifler parti
liderlerinin "kölesi" konumunda, ne deniyorsa onu yapıyorlar ve
istisnalar kaideyi bozmuyor!
Ve sanki ABD'de
Cumhuriyetçiler ve Demokratlar her konuda işbirliği
yapıyorlar(!) Hangisi başkanı çıkarıyorsa diğeri öyle bir
muhalefet yapıyor ki memleket ve ulus yararına ne gerekiyorsa
uzlaşı ile yapılıyor. Bizde muhalefet iktidara teslim! Ve
herif enayi s... devam ediyor!
***
31.01.2015
Recep Tayyip Erdoğan ve zihniyetinin yüzüne
vurulabilecek en güzel tokat
Gece yarısı
duyduğumda yüreğim sızladı... Rusya'da kütüphane cayır cayır
yanıyor... 16. ve 20. Yüzyıl'a ait 14 milyon el yazması kitap
alevlere teslim!
Din simsarlarının, dini kendi kirli
emellerine alet edenlerin... Yüzüne vurulabilecek en güzel
tokat... Yalanlarını kendi uydurdukları alternatif tarih
dahil olmak üzere... Somut ve gerçek bilgiler ile yüzlerine
vurmaktır!
Yukardaki haberi duyduğum anda aklımdan bu
düşünce geçti... Madem kaçAK - Saray, milletin mali, madem
gerçek sahibi biziz (duyda inanma)... Ve elbet bu zihniyetin
iktidardan indiği günleri de göreceğiz... Çankaya köşkünü
EBEDI kullanımına iade ederken... Bu uçsuz bucaksız AK -
Sarayı, kütüphane yapalım... Gerçek kitapların korunup,
kollandığı... Halkın hizmetine kayıtsız - şartsız
sunulduğu... Ve geçmişin hatalarından ders çıkararak...
Hepsinin dijital ortama taşındığı bir yer yapalım!
*
Vış babu, bu millet analarının karnında dokuz ay nasıl
dayanıyor bilmiyorum
Arkadaşlar… Söz ağızdan
bir kere çıkar ama sizde biraz sabır etmeyi bileceksiniz!
Deneme yayını için Türk tarihi ansiklopedisini (21 cilt)…
Osmanlı tarihi ansiklopedisini (12 cilt)… TDV İslam
ansiklopedisini (44 cilt)… Ve daha neler neler siteme
aktarmış ama ilan etmemiştim… Bu ne acele? Bazılarınız
indirmeye başlamış bile!
Okuma ve düşünme özürlü bir
millet olduğumuzu sanırım kimse inkâr edemez… Nasıl
kullanılacağına dair, saniyeler içinde öğrenmek istediğiniz
bilgiye nasıl ulaşırsınız mesela… Yazmam gerek, bu ne acele?
Eğer bana gereken destek ve yardımı gösterdiğiniz takdirde
(daha sonra açıklayacağım)… Ücretsiz, karşılıksız…
Yaklaşık 400 GB bilgi, belge, görüntülü – görüntüsüz ses ve
video kayıtları sizi bekliyor… Türkü, Kürdü, Ermeni’sini,
Hristiyan’ını, Müslümanını, Yahudi’sini… Kadını ile erkeği
ile… Herkesin ilgilenebileceği bilgiler var… Ama her
şeyin bir zamanı var!
Saat 11:36 itibarıyla bir GB’lik
bir klasörü internete aktarıyorum… İstanbul Ansiklopedisiyle
(11 cilt)… İnsanlarımızın “cehaletinden” faydalanan din ve
diğer simsarlarına karşı… Bilgi seferberliği ilan ettim…
Bu açıkça bir savaştır ve bu savaşın kaybedeni bizler
olmayacağız!
*
Bir tarih daha kapandı
Tanıyabildiğim
kadarıyla... Hani gentleman, efendi diye tabir edilen...
Siyasi ahlaka sahip bir insan vefat etti!
Richard von
Weizsäcker
Alman cumhurbaşkanlarındandı! Wir sprechen
dem Deutschen volk unser zutiefst empfundenes beileid aus
***
01.02.2015
Yorumsuz
Bir iki satır bir şeyler yazacaktım sonra vaz geçtim...
Sözde yasaklı video... Herkes kendi kararını, kendi versin...
Ekte ayrıca Atatürk'ün el yazması medeni bilgilerini
yayınlıyorum!
"Yasaklı video"
http://www.gurbuz.net/Turk/Gizlenen Ataturk.mp4
MEDENİ
BİLGİLER ve Mustafa Kemal Atatürk
http://www.gurbuz.net/Turk/MEDENİ%20BİLGİLER%20ve%20Mustafa%20Kemal%20Ataturk.pdf
*
Nazım'a kulak vermek gerek
1 saatin
üzerinde...
http://www.gurbuz.net/Turk/Kuvayi%20Milliye%20Destani.mp3
*
Tanrılar kurban istiyor ama bu kurban ne Türkiye ne
Atatürk olacak
Recep Tayyip Erdoğan, Prof. Dr.
Necmettin Erbakan'ın... “Milli görüşene, milli iradesine”
karşı… Atatürk'ün Milli şuuru!
***
02.02.2015
Büyük
fahişenin göğüsleri
Başlığa bakıp da sapıttı mı
bu diye kendinize sormayın… Tam aksine “büyük fahişe”
Musevilerin, Hristiyanların dolayısıyla biz Müslümanlarında
alması gereken bir ibret örneğidir!
Dil yani lisan ile
ilgilidir, Babil’i… İnsanların liyakat ve riyakârsızlığını…
Ve Allah’ın gazabını anlatır… Ve şüphesiz bir ibret
örneğidir!
Ve ben Önder Gürbüz… Ne ana ne avrat, bana
edilen küfrün bini bir para… Ve ben 24 yaşında, yani çocuk
sayılacak yaşta eşini, evladını kaybeden… Bu acıyı, bu
acıların tecrübelerinden ders çıkarmaya çalışıp başkaları da
ders alsın diye yazan… Ama okuma ve anlama özürlü insanların
>>> adice <<< saldırısına uğrayan… Ben… Bundan “kısa” bir
zaman öncesine kadar… Mesela Google’da adım arandığında…
Eşini paylaşanlar diye, ilk sayfada - ilk sıralarda geliyordum…
Bir erkek için bundan daha ağır bir hakaret, bir küfür
düşünebiliyor musunuz? Yalnız Türkiye’de değil, dünyanın
başka yerlerinde de böyle şeyler için cinayetler işleniyor…
Ve bunu yapanlar belli… Adımı bu şekilde kirletmeye
çalışanlar belli… Kendi ifadelerine göre “Müslüman” ancak
dindar değil dinci sapıklar!
Evet, ya ben Türkçeyi yani
dilimizi… Kelimeleri ve anlamlarını tekrar öğrenmem
gerekiyor… Ya da insanların ağzından lafları, gerçekleri
isteklerine ve ihtiyaçlarına göre… Kendi anlamak istedikleri
şekilde anlayarak… Kelimelerin anlamlarını bilmeden “konuşup
- yazanlar”!
Tüm bunlara rağmen yılmadım, pes etmedim…
Aksine… Dincilerin, din simsarlarının, menfaatperestlerin
dalına bastığım için… Böylesine adice tepki verdikleri için
“işlerini” bozduğumun farkına vararak… Farklı bir şevk ile
dilimin döndüğü, doğru bildiğimi (güvenilir kaynaklarda teyit
etikten sonra) anlatmaya devam ettim!
Çünkü cehalet
canavarının can düşmanı bilimdir!
Ve kendimizi
kandırmayalım dostlar… Büyük fahişenin dolgun göğsünden akan
süt ile beslenenler… Asla ve kata iktidarlarını, rant
kapılarını seçimleri kaybetseler dahi… Terk etmeyecektir,
direnecek, iktidarda kalmak için her türlü yola, yalana – dolana
başvuracaktır… Bu bakımdan Erbakan’ın “Kanlı mı olacak,
kansız mı” sorusuna verebileceğim yanıt… Maalesef kanlı
olacaktır!
Nitekim de bu kan akmaya başlamıştır!
Dün yazdığım; Recep Tayyip Erdoğan, Prof. Dr. Necmettin
Erbakan'ın... “Milli görüşene, milli iradesine” karşı…
Atatürk'ün Milli şuuru! Mesela… Tepkilere neden oldu…
Gelin birlikte biraz dil bilimini irdeleyelim… Türk dil
kurumu sözlüğüne göre:
Şuur İsim, ruh bilimi Bilinç
"İdeolojiler, bir tasavvurlar bütünüdür ama bu tasavvurların çok
defa şuurla bir alakası yoktur." C. Meriç Demek ki şuur
neymiş? Bilinç! Sayın Meriç’in cümlesini okuyarak anlamaya
çalışın, çok önemli!
Irada 1. isim Bir şeyi yapıp
yapmamaya karar verme gücü, istenç "Korkunç bir irade kuvveti
sarfıyla baş ucundaki lambayı yaktı." - S. F. Abasıyanık 2.
felsefe, ruh bilimi İstenç 3. Buyruk "Görülünce vurulması
için irade bile var." - S. M. Alus 4. İstek, dilek "Ölüme,
yaşama irademizin bir çeşit tükenişi diye bakıyoruz." - A. M.
Dranas Demek ki irade neymiş? İstençmiş!
Soruyorum:
Milli bir görüş… Milli bir irade… Şuursuz olur mu?
Aslında olmaz! Olmamalı… Olursa da, mesela Atatürkçülüğü
Katletme Partisinde… Mesela Recep Tayyip Erdoğan, yandaş ve
yoldaşında olduğu gibi… Şuursuz olur, bununda kos koca bir
memleketi nereye götürdüğünü hep birlikte görmekteyiz!
Ben kim miyim, nemiyim… :) O anki durum neyi
gerektiriyorsa oyum… Bazen bir amele… Bazen bir “sanatçı”…
Bazen bir "doktor"... Bazen bir tamirci… Bazen bir çocuk…
Bazen bir “filozof”… Bazen bana iş arkadaşlarımın taktiği
sıfata göre bir “profesör”… Bazen bir beceriksiz… Bazen
bir soytarı… Bazen, yok, çoğu zaman bir aptal… Bazen ise
yalnızca bir insan!
***
03.02.2015
Recep Tayyip Erdoğan dendiğinde
İnsan vardır, dünyaya gelmesi bile başlı başına bir hatadır ve bu
hatalar zinciri ömrü boyu süregelir.
Ve böyle insanlar genelde anadan doğam bir kabiliyet ile dünyaya
gelirler, karizmatik kişilikleri sayesinde yandaşları bu kişilere
yakıştırdıkları “ olağanüstü güç ve yetenek” ile nitelenirler. Ancak
hayatın gerçekleri eninde sonunda bu gibi kişiliklerin gerçek
yüzünü, yandaşın yansıra, herkese göstermektedir çünkü maske elbet
bir gün düşer ve perde kapanır!
***
04.02.2015
Tiyatro
Gel vatandaş gel…
Sende gel…
Gel vatandaş gel…
Otur yanı başımıza…
İzlemek bedava…
Burada haykıra haykıra gülmekte var…
Hıçkıra hıçkıra ağlamakta…
Gel vatandaş gel…
Trajedide, komedide burada!
Gel vatandaş gel…
İzlemek bedava…
İhaneti de burada, sadakati de…
Gözyaşı da…
Oluk oluk akan kanda…
Çılgın servette, acı yoksullukta burada!
Gel vatandaş gel…
Sende gel…
Gel vatandaş gel…
İzlemek bedava…
Türk siyaset sahnesinde…
Olanları…
Istar tribünden ister locadan izle…
İzlemek bedava…
Sahne bedava, oyuncular bedava…
Türkiye’de yaşama…
Haysiyete biçilen bedel…
Bedava…
Gel vatandaş gel…
Otur yanı başımıza…
İzlerken çıtlatacağın çekirdekte…
İzlemekte bedava!
*
Eyvah eyvah bizim oğlan duble yol yapmaya başlamış
Bir zamanlar bende rahmetli babama demiştim... "Baba ben
geceleri üşüyorum" diye... Anlamamazlıktan gelerek...
"Üşüyorsan sana battaniye alayım oğlum" demişti!
Dün
akşam bizim oğlan annesine üşüdüğü belirterek... Battaniyenin
de yetmediğini söylemiş(!)
şimdi ben bundan ne
anlamalıyım? Acaba bende ona... Oğlum gel ben sana bir
elektrikli battaniye alayım desem mi? :)
***
09.02.2015
Benden artık ne köy olur ne kasaba
Vefasız, hayırsız değilim... Ancak kendime faydam yok ki
başkasına olsun... Birinci derece alile fertlerine ancak
yetişiyorum ki... Çoğu zaman onlarla uğraşmak bile bana ağır
geliyor... Bu yüzden dost, akraba hayır getire... Ama...
Birileri var ki tüm kamuoyu önünde kendilerine şükranlarımı
bildirmek... Onlara içten teşekkür etmekte boynumun
borcudur... Tüm Şehiraltı ailesi ama özellikle Şehiraltı
ailesinin Robin Hood'una... Yani Turan abiye ve sana
Tuba'cağım... Allah sizden razı olsun!
Not: senide
unutmadım ailenin haylaz kızı Tuğçe :)
*
Kahpe felek
Türk sanat musikisinin büyük
sesi... Allah rahmet eylesin... Belki beni en iyi anlatan
üç şarkisi(!)
https://www.youtube.com/watch?v=87JzCA6ntT4
https://www.youtube.com/watch?v=I1WwFNahKRg
https://www.youtube.com/watch?v=_A3T8lRrXgg
*
Cahil ile sidik yarıştırmak
Biliyorum…
Cahil ile sidik yarıştırsın yarıştırmasına ama asla
kazanamazsın… Cahil ne eder, eder o yarışı kazanır!
Etme cahil ile sohbet verir sana zahmet… Ancak bu zahmete
katlanmamız lazım… Katlanmayınca insanın başına neler gelir
son yıllarda hep birlikte yaşayarak görüyoruz!
Ey
Tayyipgiler… Siz ne kadar uğraşırsanız uğraşın… Ben ve
benim gibiler yaşadığı sürece Atatürk’ü unutturamayacaksınız!
Ar damarınız çatlamış... Her türlü yalan dolan sizde…
Servet ve güçte sizde… Buna rağmen bizi dize getiremezsiniz…
Bizler Allahtan ve büyüklerimizden başkasına boyun eğmeyiz…
Hele sizin gibilere hiç… Yalanlarınıza karşın doğrular ile
karşınıza çıkarız!
Atatürk’ün Harbiye’de askere okuttuğu
din kitabı
http://www.gurbuz.net/Turk/Ataturkun%20Harbiyede%20Askere%20Okuttugu%20Din%20Kitabi.pdf
Atatürk'ün söylev ve demeçleri I-III
http://www.gurbuz.net/Turk/Ataturkun%20söylev%20ve%20demecleri%20I-III.pdf
Gazi M. Kemal Atatürk’ün eğitim politikası üzerine konuşmalar
http://www.gurbuz.net/Turk/GAZI%20M%20KEMAL%20ATATURK%20EGlTlM%20POLlTlKASI%20uzerine%20konusmalar.pdf
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün din politikası üzerine konuşmalar
http://www.gurbuz.net/Turk/GAZI%20MUSTAFA%20KEMAL%20ATATURK%20DiNPOLITiKASI%20uzerine%20konusmalar.pdf
*
Senin profesörün benim profesörüm
Tıpkı
senin hırsızın kötü, benim hırsızım iyi gibi bir şey(!)
Allah birdir! Ama ona giden birçok yol olabilir... Bilim
içinde bu geçerlidir... Matematikte de doğru sonuca varmanın
genelde birden fazla yolu vardır... Bazen yol kestirme, bazen
ise uzun olur!
Aklın yolluda birdir... Bazı şartlarda
"doğrular" uzlaşmayla bulunmalıdır... Sonuçta tartışmanın,
tartışmaların ucu bucağı yoktur... Senin bilim insanın -
benim bilim insanım olmaz, olmamalıdır!
*
Karı dediğin
Yatağa gelince iyi...
Mutfağa gelince iyi... Çocuk doğurmaya, götünü toplamaya, işe
- güce gelince iyi... Başını bağladı mı, hele türban taktımı
namuslu ve iyi... Size kayıtsız şartsız boyun eğdi mi
iyide... Dırdır etti mi (gücenmeyin hanımlar, bazen
dırdırınız gerçekten çekilmiyor) kötü... Başını açtı mı
namussuz ve kötü mü oluyor?
***
10.02.2015
Devlet’ül İslamiye
Devlet’ül İslamiye,
bilinden adıyla Irak Şam İslam Devleti (IŞID) ve AKP Türkiye’si
üzerine kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum. Geçenlerde “değerli
bir kaynak” elime geçti ve bu kaynaktan yararlanarak siyasal
İslam’ın arkasında yatan ekonomik gerçekleri, bir nebzede olsa,
gözler önüne sermeye çalışacağım. Bu değerlendirmeyi isim
değiştirerek, birçok yönden PKK üzerinde de tatbik etmemiz mümkün.
Bizzat şahit olduğum veya çok güvendiğim insanlar vasıtasıyla
duyduğum gerçekleri ne yazık ki bire bir aktaramıyorum. Çünkü…
Asıl cümleyi günümüz
şartlarına uyarlayarak…
Bir başıma kalsam padişahtan, teröristten,
dinciden çekinmem…
Ama viran olası hanede evlat-ü iyal var!
Yani ailemi düşünmek
zorundayım. Buna rağmen “üstü kapalıda olsa” yazmadan, bu nefretlik
durumu “açığa” vurmadan da edemiyorum. Tanrı adını kullanarak
savaşan bu “kutsal mücahitleri” veya yine Tanrı adını kullanarak
kendi sapkın, hastalıklı fantezilerini hayata geçirmek isteyenlerin
iğrenç yüzünü göstermek, kendine Atatürk milliyetçisi diyen birisi
için zaruridir! Atatürk’ün iddia edildiği gibi “din düşmanı”
olmadığını sanırım değişik vesilelerle yeterince kanıtlamış
bulunuyorum. Beni bırakın, neticede herhangi bir insanım, bilim
otoriteleri bunu kanıtlamış bulunuyor. Buna rağmen bu rivayet bir
şekilde bazı kafalarda dolaşmaya devam ediyor. Bu değerlendirmeyi
bir taraftan dindar bir insan olarak öte yandan batılı bir gözle
bakarak yapmaya çalışacağım. Gördüğünüz gibi bu durumda bile şark
ile garp arasına sıkışmış bir görüntü vermekten kendimi alamıyorum.
Ben böyleysem varın diğer insanları, toplumumuzu siz düşünün(!)
Işın özü
Müslümanların kimlik
bunalımında yatıyor!
Ve bu kafa karışıklığı…
İnsanların dinini laikiyle
bilmemesinden fazlasıyla yararlanan simsarların, Allah ile kul
arasında arabuluculuğa soyunanların devreye girmesiyle içinden
çıkılmaz bir hal alarak Arapsaçına dönüyor. Tek çare, Gazi Mustafa
Kemal Atatürk’ünde vurgulamaya çalıştığı gibi öze dönmekte yatıyor!
Her şeyin özünden yola çıkarak ve özü esas alarak ulaşmak
istediğimiz noktaya gelebileceğimize dair inancımı muhafaza
ediyorum.
Yıl 2001…
11. Eylül, batı dünyası yeni bir düşman ile tanışıyor. Dolaylı
yollardan da olsa kendi şeytanını yine kendisi uyandırmış bulunuyor
ve bu şeytan 13 yıl sonra yüz ve şekil değiştirerek (El Kaide’nin
yerine) IŞID olacaktır. Konuya devam etmeden önce burada bir
parantez açmak zorundayım ki aslında bariz olan herkes tarafından
anlaşılsın. Terörün tabiatında yatan korku yaratarak hedefe ulaşmak
olgusu
korkunun katlanmasıyla orantılıdır. Yani ne kadar çok >>> dehşet <<<
saçarsan o derece korku yaratarak karşındakini sindirdiğini
sanırsın. Ancak bilim ve hayatın gerçekleri bunun bir yere kadar
geçerli olduğunu kanıtlamaktadır. Çünkü insan psikolojisi böyle
durumlar karşısında bile, “bir kıvılcım” veya bir liderin
önderliğinde bu duruma karşı koyacak yapıdadır. Yani bıçak –
gerçekten – kemiğe dayandı mı, insan korkusunu yenebilir çünkü
içgüdüleri ona hayatta kalmayı – hayatını sürdürmeyi emreder(!) Ve
insan böyle durumlar karşısında kendi hayatını başkaları için feda
etmeye hazır hale gelir. Buna rağmen terör örgütleri “başarılı
olabilmek” için, korku kelimesini kullanmayarak dehşet saçmayı
yeğlerler. Nereye kadar? İnsanları, yukarıda ifade etmeye çalıştığım
noktaya getirene kadar! Korku1 ne yazık ki en etkili
otokontrol ve sindirme mekanizmalarından biridir. El Kaide’nin
öncellikli hedefleri arasında yer alan emperyalizm ile mücadele ve
direnişin, başkaldırının - isyanın aksine IŞID’in hedefi öncelikle
bir devlet kurmak olduğu görülmektedir2. Bu ve ideolojik
temelde Taliban ile eşgüdüm içeresinde hareket ettiğini
gözlemleyebildiğimiz gibi uygulamada, yani hedeflerine ulaşma
yolunda daha gaddar, daha acımasız olduğunu söylersek bunun yanlış
olmayacağı kanısındayım. Bu çağda, bu gelişmişlik çağında, insan
kafası kesmenin, insan yüreğini dişlemenin ne insanlıkla nede
herhangi bir dini inanç ile ilişkilendirmenin mümkün olmayacağı
aşikârdır. Bugün IŞID 10 milyon insanın yaşadığı bir bölgeyi
kontrolü altında tutmakta olup yayıldığı alan3 ve
barındırdığı insan bakımından “devlet kurma” hedefine ulaştığı
düşünülebilir. Artık “kutsal mücahitler” mağaralarda yaşamayı
bırakmış, binlerce Avrupa’da yetişmiş, kimlik bunalımında bulunan,
kendilerini yaşadıkları toplumlardan dışlanmış sayan, sözde şehit
olmaya gönüllü gencin desteğine sahip bir terör “devleti”
görümündedir4. Aralık 2011’den sonra ABD askerlerinin
Irak’ı terk etmesiyle Bağdat ikiye bölünmüştür. Bir tarafta Sünniler
diğer tarafta Şiiler. Şiiler Irak yönetiminden arda kalan kurum ve
kuruluşların “himayesinde” yaşamlarını sürdürürken Sünniler, bu
korumadan ve kollamadan yoksun öç alma hayalleri kurmaya başlarlar.
İşte böyle bir ortamda IŞID devreye girmektedir. Sünnilere öç alma
vaatlerinde bulunurken, Şiileri “ateş ile imtihan” etmekle tehdit
etmektedir. Bağdat’ın IŞID için ayrıca bir önemi daha vardır, Saddam
Hüseyin’in ABD tarafından askeri güç ile devrilmesinden sonra dünya
kamuoyunun dikkati Bağdat üzerine çevrilmiştir. Bu şehirde gelişen
en ufak bir hadise, bir şekilde, dünya basınında yer almaktadır.
Evet, IŞID çağımızın imkânlarını en iyi değerlendiren Terör
örgütlerinin başında yer almaktadır5. Tüm terör örgütleri
gibi Işık’ında bölgede “uyuyan” hücreleri bulunuyor ve gerek
duyulduğunda bu hücreler uyandırılarak “faaliyete” geçiriliyor.
Burada dikkati çeken bir olgu olarak genelde terör örgütlerinin ama
özelde IŞID’ın istihbarat faaliyetlerine dikkati çekmek lazım.
Tabiri caiz ise istihbarat toplamada, bölgede bulunan birçok devlet
kurumlarını ardında bırakacak bir örgütlenmeye ve daha da önemlisi
toplanan istihbaratı “doğru” değerlendirebilecek bir alt yapıya
sahip olmasıdır. Bu örgütlenmenin başında Abu Bakr al-Baghdadi (Ebu
Bekir Bağdadi) diye bence ruh hastası birisi bulunmaktadır. Eğitim
hayatında ve düşünce yapısında birçok “evrim” geçirdikten sonra, son
kararı olarak Selefi İslam’ında karar kılmıştır6. Ki, bu
anlayış “bedevi kültürünün” en katı, en acımasız, bence en
hastalıklı yorum şeklidir. Burada yine bir parantez açmakta fayda
var; herkes tarafından bilinen ama nadiren dile getirilen bir
gerçeği tekrar göz önüne getirmemiz lazım, nasıl PKK başta
Diyarbakır hapishanesi olmak üzere diğer hapishanelerden ve orada
“görev” yapan bazı ruh hastalarının işkencelerinden “faydalanarak”
taraftar topladıysa, IŞID ve diğer dinci teröristlerde ABD’nin başta
Guantanamo Kampı olmak üzere diğer “gizli” kamplarında örgütlenmeye
başlamış olmasıdır. Yani yukarıda belirmeye çalıştığım gibi baskı
“tepki” yaratmıştır. Kapa parantez.
Sünnilerin 2003 yılında ABD’ye savaş ilan etmesiyle Ebu Bekir
Bağdadi ve örgütü tarih sahnesine çıkar. Kısa sürede yakalanarak
Irakta bulunan Camp Bucca’ya 6 aylığına götürülür. Burada El Kaide
virüsüne yakalanır. Aynı zamanda, tezatta bak, hapishanede Saddam
taraftarı subaylarla tanışarak ortak düşman ABD’ye ve işbirlikçi Şii
hükümetine karşı işbirliğinin ilk temaslarını sağlar7. Bu
temaslar bugünkü yönetimin çekirdek kadrosunu oluşturacaktır8.
Çünkü bu insan müsveddeleri hapishanelerde tüm işkencelere,
baskılara dayanmış “erkek” olduklarını kanıtlayarak bu kadrolara
girmeyi “hak” etmiştir. Amerikalılar Irak’ı terk ettiklerinde El
Kaide filen Irakta etkisizleştirilmiş, ülke güvenliği ABD tarafından
eğitilen Irak askerlerine emanet edilmiş, milyarlarca dolarlık
askeri donanım böylelikle el değiştirmiş durumdaydı. Ve birileri bu
anı, sinsice arka planda beklemekteydi. 2011 yıllının yaz aylarında
Suriye’de iç savaş patlak verince Ebu Bekir Bağdadi etki alanını
Suriye’ye doğru genişletmeyi kararı alır. Çünkü IŞID, Irakta
beklentileri doğrultusunda etkili olamamış, birçok yöneticisi ve
destekcisi9 yeraltında çekilmek zorunda kalmıştı. Böylece
IŞID, Suriye’de isim değiştirerek birkaç yüz kişilik bir kadroyla El
Nusra Cephesini kurar. Bu “cephenin” öncelikli amacı Suriye’de o
dönem etkin olan muhalif güçler arasında etkili bir konum elde
etmek, sonrasında veya aynı anda Esad’a karşı savaşmaktı. Veeeeeee…
2012 yılının Temmuz ayına gelindiğinde AKP zihniyeti, Suriye sınır
kapılarımızı bir takım karanlık kişilerin geçişine açar. Bu
kişilerin El Nusra Cephesine katıldığı düşünülmektedir. Bugün
Devlet’ül İslamiye ile Türkiye Cumhuriyeti sınır boyu birkaç yüz
kilometre kadardır. Bu yetmiyormuş gibi, rezilliğe bakar mısınız,
Gaziantep, son iki yıldır IŞID’ın gönüllü toplama “kampına” dönüşmüş
durumdadır. Mağripten, Avrupa’dan binlerce genç burada
toplanmaktadır. Mesela 3000 Tunuslu, 2000 Faslı, 1000 Fransız bu
zaman zarfında Gaziantep’ten bu katliama katılmıştır. Ve bu gençler,
savaşı, terörü meslek edinmiş ve El Kaide saflarında çatışmış
insanlar tarafından karşılanarak, eğitilmektedirler.
Suriyeli ama Türkiye’de ikamet eden bir silah kaçakçısına
göre Çeçenistan’dan IŞID saflarında cihatta katılmak için gelen 25 –
35 yaşlarında insanların, elinde o kadar çok para varmış ki pazarlık
etmeksizin istedikleri silahların ücretini10
ödüyorlarmış. Böylesine bir destek karşısında bu “başarıyı” çok
görmemek lazım. Nitekim 2014 başlarında IŞID, Suriye’de işgal
altında tutuğu bölgelerde rakip gurupları alt ettiğini ilan ederek
hâkimiyetini tüm dünyaya duyurur. Bu arada Arap baharından
aradıklarını bulamayan Sünni Araplar, akıl almaz gaddarlıkla11
sürdürülen “reklam kampanyalarıyla” IŞID saflarına katılımlarını
sürdürecektir. Bu “zaferden” sonra dünya çapında “tüm” cihatçıların
ortak savaş çiğliği:
Dawlat al islamiya
baqiya
olacaktır. Ve Rakka, IŞID tarafından işgal
edildiğinde, gecikmeksizin IŞID gerçek yüzünü tüm dünyaya
gösterecektir. İslam’ın altın çağını12 canlandırmak
vaatleri, yerini Kalaşnikov mermilerine bırakacak, el ve kafa
kesmeler, çarmıha germeler ile sürecektir. Şüphesiz bu psikolojik
baskı sayesinde IŞID birçok muharebeyi kazanmış, halkıda şimdilik
sindirmiş görünmektedir. Öyle ki mesela Musul’un Sahel al-Ayman
bölgesinde öncellikle camileri fetih ederek hoparlörlerden “zafer”
diye bağırmaları iki kilometre çapında duyulmaktaymış. Onlarca
camiden, eşzamanlı bu çiğlikler yankılanınca mevcut askerler
silahlarını bırakarak kaçmaya başlamışlar. Aynı zamanda başka bir
talihsizlikte IŞID’a yaramıştır. Musul’un birkaç saat içeresinde
IŞID’ın eline geçmesine bir “yanlış anlamanın” sebep olduğu Musul
valisi tarafından iddia edilmektedir. Musul halkı saldırganların
değişik guruplara ait muhaliflerinden oluştuğunu sanarak, IŞID’ı
kısmen sevgi tezahüratlarıyla karşıladığını söylemektedir. Gerçekler
ise halk tarafından ancak iş işten geçtikten sonra anlaşılmıştır.
Görüldüğü gibi düzen bir kez bozulmaya görsün, kimin eli kimin
cebinde, kim kimdir artık kimse bilmez. Ne Irak nede Suriye güçleri
böyle bir karmaşada etkili olabilmişlerdir. Ve böyle bir
karışıklıktan yararlanan IŞID tarihte az görülen bir zafere imza
atabilmiştir. Bir düşünün, birkaç bin kişilik düzensiz ama eli
silahlı insan müsveddesi, düzenli ve 50.000 kişilik bir orduyu
“çatışmadan” dağıtabilmiştir. Böylelikle IŞID’ın eline 3 milyar
dolarlık, Amerikalıların Irak ordusuna bıraktıkları gıcır gıcır
askeri donanım ve Musul havalimanında terk edilen iki askeri savaş
uçağı düşecektir. İşte size etrafına dehşet saçmanın psikolojik
faydalarından “güzel” bir örnek(!) Artık
IŞID eli silahlı terörist olmaktan çıkarak bir ordu donanımına
sahiptir13
Yetmedi Musul merkez bankasında olan para ile 200 kilo altın ve
diğer bankalarda bulunan yaklaşık 450 milyon dolar böylelikle
IŞID’ın ellerine geçer. Paranın miktarı konusunda kesin bir bilgi
olmamasına karşın bu rakam tahmin edilmektedir.
Bu “zaferden” sonra ve buraya lütfen dikkat ediniz, Bağdadi Irak ve
Suriye arasında çizilen sınırı
“iptal” ederek halifeliği14 ilan etmekle emperyalizme
açıkça kafa tutmuştur15.
Batılı devletlerin bu tahrik karşısında sesiz kalmaları
haliyle beklenmezdi. Ve batı gerekenleri yapmaya başladı. Bu
bağlamda konuyla dolaylı yollardan ilgisi olduğu için yazıyorum, bu
tarafımdan bir tez, kanıtlayamam ama midem bulandı bir kere. Başta
Almanların Kürtlere silah yardımında bulunması ve bu yardımı
yaparken IŞID’ı bahane etmesi hayli düşündürücüdür. Bir gün gelirde
Türk Silahlı Kuvvetlerinin karşısına düzenli bir Kürt ordusu
çıkarılırsa hiç şaşmayacağım. Neyse biz yine konumuza dönelim.
Bağdadi ve eli kanlı örgütü nasıl batıya karşı kafa tutmasın ki?
Netice itibarıyla savaş uçağından tutun, tank, top, yüklü para,
40000 eli silahlı insan müsveddesinin yanı sıra, Irak ve Suriye
harabelerinden arda kalan bölge üzerinde kayıtsız şartsız egemenliğe
sahip!
Bu konuların uzmanı ve özellikle Müslüman dünyasında yaşananlarla
ilgili sosyolog toplum bilimciler, bilhassa akademisyenlerin
çaresizliğini ve bunalımını, ABD’nin dikte ettiği16
“küreselleşen yenidünya düzenine” bağlıyor. Bu yüzdende bu yoğun
algı karşısında çareyi radikalleşen bir İslam’da aramaktaymışlar. Bu
tavır almayı, bu köktenci anlayışı, bu insanlık dışılığını, bu
“bahane” gerçekten kabul edilebilir kılar mı sizlerin takdirine
bırakıyorum. Ancak hakkaniyet namına şu cümleyi kurmadan da
edemiyorum: Değişik zamanlarda, değişik kültürlere ve inançlara
sahip insanlarda, insanlığı bir tarafa bırakarak
hayvanlaşıyorlardı(!)
Özrü, kabahatinden büyük!
Bu tespit bir özür anlamında
algılanmamalıdır, sadece bir tespittir, o kadar. Maktab Khalid, IŞID
ve Kürt bölgesi arasında kalan sınır kenti. Ve köprünün yanlış
tarafına denk gelenler IŞID baskısı altında yaşamak zorunda
kalıyorlar. Kaçamak bakışlar, kilitlenen çeneler, asık suratlar,
yanlış zaman ve mekânda yanlış bir kelime sarf etmekten, yanlış bir
harekette bulunmaktan korkanlar. Bu kentte bulunan tek açık sınır
kapısından, Kerkük’e doğru sınır ticaretine soyunan binler. Ve böyle
bir dünyaya kadın olarak gelme şansızlığı yaşayanlar, Kürt
bölgesinde, Peşmergeler arasında bile yüzlerini açmaktan
çekiniyorlar çünkü IŞID’ın kolları uzun, gözleri keskin, kulaklar
has has ve dipsiz bir kuyu kadar derin! Belirsiz, karanlık, istikbal
ve ümit vaat etmeyen bir gelecek17…
Buna
rağmen ve işin ilginç yanı da bu, IŞID insanları elinden kaçırmamak
için hegemonyasında bulunanlara bir devletin vatandaşlarına sunduğu
hizmetleri sunma azminde olduğudur. Bu hizmetlerin finansmanının
(maddi külfetinin) %82’sini egemenliği altındaki toprakların doğal
kaynaklarından karışlamaktadır. Başka bir ifade şekliyle IŞID maddi
açıdan >>> tam bağımsız <<< bir terör “devletidir”. Tahminlere göre
IŞID kontrolünde 20 kadar petrol alanı bulunmaktadır. Bu 20 alan,
Irak’ın %10 ve Suriye’nin %60 petrol alanına denk gelmektedir. Bu
ise 500.000 ile 1.000.00018 dolar arası günlük kazanca
eşdeğerdir. Grafik I
Veeeeeee…
Yine AKP zihniyetinin “yönetimi” altında inleyen Türkiye devrede.
Saddam ve ambargo döneminden kalma Kürt ve Iraklı, çok iyi derecede
organize olmuş ve güçlü, kaçakçılık şebekeleri Türkiye üzerinden bu
petrolleri uluslararası piyasaya sürmektedir19. Bu tablo
karşısında, iki ihtimal karşımıza
çıkmaktadır.
a.
IŞID’ın uzun vadeli bölgede yerleşerek kendi ticari menfaatleri
doğrultusunda Akdeniz’e ve limana önem vermesi
b. Kurulmaya çalışılan “büyük Kürdistan” için
IŞID’in kullanılarak Akdeniz’e
açılması ve sonralarında bu toprakların
“büyük Kürdistan’a”
dahil edilmesi. Attığımı mı sanıyorsunuz? Söyler misiniz hangi resmi
gerekçe ile, yani hukuki gerekçe ile, Suriye’den veya Türkiye’den
parça kopararak
“büyük Kürdistan’a”
Akdeniz sahillerinde liman açacaksınız. Olmaz değil mi? Ama
mesela önce Suriye’den iç savaş ve IŞID gerekçesiyle, Kürtlere
toprak kazandırırsanız pekâlâ olur.
Abu
Leith isimli Suriyeli bir silah kaçakçısına göre bu tür ticari
faaliyetler ile yalnız >>> bir <<< müşteriden günde 10 milyon dolar
kazanmak mümkünmüş(!) İyi para değil mi? Irak gayri milli hasılanın
en azından %15’i IŞID’in elinde. Bu ise 35 milyar € demektir. Hele
su ve suya bağlı tarımdan elde ettiklerinden hiç söz etmeyelim20. IŞID’in elinde
ayrıca fosfor ve doğalgaz gibi yüzlerce milyar dolarlık doğal
kaynaklar bulunmaktadır. IŞID borsada21 işlem gören bir
şirket olsa, değeri 2000 milyar dolar olurmuş(!)
Genelde siyasal İslamcılar ama özelde
IŞID’in amacı coğrafyamızda diğer hükümet ve siyasi
modellere22 karşın inandırıcı bir seçenek olarak
görülmektir. Bu seçeneği oluşturmanın en “kolay ve inandırıcı” yolu
ise “halka hizmet” adında “göstermelik” ama asıl amacı ve hedefi
gizleyen faaliyetlerde23 bulunmaktır. Buda ancak >>> çok
para <<< ile gerçekleştirebilirler. Bu yüzden birçok “ürünü”
değerinin altında satarak alıcı bulmaktadırlar24. Ancak
şark kurnazları, tıpkı Türkiye’deki emsalleri gibi, para “üretmekte”
çok mahir olmaları, parayı yoktan var etmekle – alın teriyle”
üretmeyerek, icat ettikleri ve değişik vesilelerle halkın omuzlarına
yükledikleri vergiler ile oluşturmaları da gözden kaçmamaktadır.
Gerekirse, önceden bahaneler uydurarak ilhak ettiklerini yine asıl
sahiplerine satarak25. Bu bağlamda IŞID’in bölgesinde
halen faaliyetlerini yürüten ve hiç bir yaptırıma uğramayan 24
bankayı da gösterebiliriz. Öyle ki bu bankalar tüm hızlarıyla
uluslararası sermaye piyasasında faaliyette bulunmaktadır. Bilindiği
üzere uluslararası bankacılık piyasası faiz sistemi üzerine
kuruludur. Akla gelen, hani Müslümanlıkta faiz haramdı?
Milleti enayi yerine koyuyorlar!
Veeeeeee…
IŞID’in bundan sonra atacağı adım ile yine Türkiye, daha doğrusu AKP
işin içinde. Dikkatli okuyun lütfen belki Reza Zarrab meselesini
çözersiniz. IŞID’in para birimini altın değerine bağlayarak altın
para bastırmasıGrafik II bölge ticaretini etkiledi. “Mal”
alışverişinin altın ile yapılması, altının tekrar paraya çevrilmesi
ise genelde Türkiye üzerinden gerçekleştiriliyor. Bu “kısa”
değerlendirmeden de görüleceği gibi AK üzerindeki kara(lar) çoktur!
Son
söz
Mesele dincileri26 askeri olarak yenmek değil…
Mesele bölgemizde mevcut sistemler içeresinde uzlaşmayı sağlamada!
Mesele AKP zihniyeti gibi AK gösterip kara çalanlarda!
Gazi
Mustafa Kemal Paşanın altı ilkesi Cumhuriyetçilik, Halkçılık,
Milliyetçilik, Laiklik, Devletçilik ve İnkılapçılık bu yolda çözüme
götürecektir, yeter ki bu ilkeler sözde kalmasın!
1. Aslında dini inançlara yakıştıramadığım ama ne yazık ki zaruri ve
etkili olan bir sekil. Hak dinleri tarafından çokça
kullanılmaktadır. Cennet – Cehennem ikilisi, kabir azabı vs.
2. Bkz. PKK
3. Fransa’nım yarısı kadar
4. Daha önceki makalelerimde devlet olmanın gerekleri üzerinde
yazdığım için ayrıntıya girmek istemiyorum. Ancak milletler cemiyeti
tarafından kabul edilmeyen ve tanınmayan bir “yönetim” ve topluluğa
hukuki açıdan devlet demenin anlamsız olduğunu takdir edersiniz.
Acıda olsa buna Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini örnek olarak
gösterebiliriz.
5. kitle iletişim araçları
6. Sanki gerçekten birçok İslam, birçok Müslüman anlayışı varmış
gibi(!). İşte tam bu yüzen Atatürk’ün
“öze dönüş” anlayışı önemlidir. Birileri çıkarak kafasına göre
kutsal dinimizi yorumlayacak, taraftar toplayacak, bundan bir
“mezhep” doğacak ve insanlar buna göre yaşayacak. Bence bu
“hastalıklı” bir anlayıştır. Allah’ın kitabında, Kur’an-ı Kerim’de
ne yazıyorsa, ne tavsiye veya emir ediliyorsa o yapılmalıdır. Tüm
Hak dinlerinin özünde ahlaklı, sorumluluk sahibi, bilinçli ve
bilgili insan yatmaktadır.
7. Anlatıyorum, anlatıyorum ama kimse anlamak istemiyor. Siyasette
bazı durumlar karşısında aslında imkânsız olan işbirlikleri
kaçınılmaz olur. Ortada ortak bir düşman, ortak bir sorun varsa,
milli menfaatler karşısında geçicide olsa İşbirliği yapılabilir,
yapılmalıdır. Bkz. Bugünkü Yunanistan hükümetine.
8. Yirmi beş kişiden oluşan kadronun 17’si burada tanışmıştır
9. 5000 civarında
10. 105000 Dolar
11. İnsan yakmalar, kafa kesmeler, insan kalbi dişlemeler gibi
12. Yada İslam Rönesans’ı olarak adlandırılan 8. Yüzyıldan 13.
Yüzyılla kadar süren dönem
13. Unutulmamalıdır ki IŞID saflarında
birçok gönüllü subay yer almaktadır.
14. Tüm dinci terörist guruplar arasında bir tek IŞID halifeliği
ilan edebilmiştir
15. 16 Mayıs 1916’da Sykes-Picot gizli antlaşma
16. Bir şeyi zorla kabul ettirmek
17. Erkekler bile sigara içemiyorlar, içkiden hiç bahis etmeyelim,
çünkü kati bir IŞID yasağı var, yakalananın vay haline. Bu durum
bana, ister istemez,
Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan’ı hatırlatıyor.
18. PKK uyuşturucu ve kaçakçılık çetesi Europol 2013 raporuna göre
Avrupa’da yılda 20 milyon € gelir elde ediyormuş, 2011 yılında
Zeynel kod adlı Turan Türköz
ifadesinde PKK’nin 100 milyon dolar
kazandığını iddia etmiş(!). “Vergi” adı altında aldığı haraçlar ve
diğer gelir kaynakları çabası. Din ve etnitise iyi bir gelir
kaynağıdır. Türkiye Cumhuriyetinin seçilmiş AKP çetesine bakmak
sanırım yeterince doyurucu cevaplar verecektir.
19. Belki AKP ve Recep Tayyip Erdoğan’ın neden bu kadar Peşmerge
lideri Barzani ve IŞID ile içli dışlı olduğunu şimdi daha iyi
anlamışsınızdır. İhtimal dâhilindedir ki RTE servetinin bir bölümü
bu tür ilişkilerden kaynaklandığı, ayrıca AKP’nin ihtiyaç duyduğu
sıcak paranın bir bölümünün böyle karşılanıyor olmasıdır. Yoksa
neden bu denli geniş çaplı bir kaçakçılığa göz yumulsun ki?
20. Yıllardan beri yazıyorum, Fırat ve Dicle ve PKK ama kim kime dum
duma
21. Dünyada ilk borsanın Hollanda’da kurulduğunu biliyor muydunuz?
22. Bunların başında Atatürk’ün kurduğu, AKP’nin yıkmaya çalıştığı
Laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti
geliyor
23. Mesela AKP’nin sağlık alanındaki ama artık çökme noktasına gelen
veya Cemaatin “dil ve eğitim” alanlarındaki faaliyetleri
24. Mesela IŞID petrolü, doğalgazı. AKP ise “özelleştirme” adı
altında kamu mallarını peşkeş çekmesi gibi
25. Güzel bir örnek olarak 2b arazi satış rezilliğini veya
İstanbul’da halen yıkımları süren ve sonradan yine halka satılacak
olan, aynı anda ama değiştirilen imarlar ile “fazladan” yaratılan
rant kapıları gibi
26. Veya PKK ve benzerleri
PDF olarak indir
***
12.02.2015
Bu nasıl bir İslam anlayışı?
Devlet’ül
İslamiye’yi yazmaya devam ediyorum… İnanın dehşet kelimesi
bile kifayetsiz kalıyor… Yerine hangi kelimeyi
kullanabileceğimi bilmiyorum!
Bu nasıl bir İslam
anlayışıdır ki… İslamiyet’te girişte… Hadi erkeklerde
anladım da… Aşağını… İslamiyet’ten çıkmak istediğinde
yukarını kesiyorlar?
Hani Müslümanlıkta zorlama yoktu…
Bu mu Peygamber Efendimizin öğretisi? Bu mu Allah’ın,
Kur’an-ı Kerim’de yazdırdığı? Bu hangi hastalıklı ruhun
dışkısı? Bu herifler keski, bıçkı makinası mı?
***
13.02.2015
Sizin aklınızı, gelmişinizi, geçmişinizi ...!
Lafa bak... Söz konusu olan silahların yurtdışına
çıkarılmasıymış, silahları bırakmak değilmiş, silahların
Türkiye'ye karşı kullanılmamasıymış, mışmış - mışmış da
mışmış... Enayi uyutuyorlar.... Ulan namusuz
pezevenkler... Siz kimi kandırıyorsunuz?
O silahlar
ömür boyu bir tehdit olarak ortada kalmayacak mı? Ben sizin
aklınızı, gelmişinizi, geçmişinizi ...!
*
Nerdeyse güme gidiyordu, tarihe not düşelim
Devlet’ül İslamiye’yi yazmaya öyle dalmışım ki... Bu
sabah haberlerde konu oldu... Neredeyse unutuyordum, ABD'de
bilindiği üzere üç Müslüman genç öldürüldü... Her gün
dünyanın dört tarafında insan ölüyor... Hele açlıktan ölen
bebeklerden hiç söz etmeyelim... "Bizim" padişah I. Mahvedin
yine konuştu ama bu sefer öyle konuştu ki... Asla ISID ile
olan bağlantısını inkar edemez... Amerika bu katliamı neden
açık kınamıyormuş muş, kınamadığı içinde ISID'a söz söyleme
hakkına sahip değilmiş miş!
Yapma "paşam"... Millet
artık ağzını bıraktı, kıçıyla gülüyor sana!
*
Söz yalnızca bir söz olarak kalır söylenen sözün ardından bu
sözü pekiştiren eylem gelmeyince!
***
14.02.2015
Yine dinciler, yine Hz. Muhammed, yine ölüm
Bu kez Danimarka... 1 ölü!
***
15.02.2015
Hz. Muhammed
başta olmak üzere tüm Peygamberler
Iman ve
dualar mucizelere vesile olabilir... Ama mucizeler asla
zorlanamaz!
Peygamber efendimiz zorbalığın, yobazlığın,
kaba kuvvetin simgesi olamaz... Onun adını kullanarak, yine
onun adında insan öldürülmez.... Can alarak saygı
kazanılamaz!
*
Orta
İşçi Partisi... Vatan Partisi
oldu, bu isim değişikliği ile aslında CHP'nin savunması gereken
değerlere sahip çıktığını, çıkacağını gösterdi. Eski ve
zamanında "hızlı" bir solcu olmama rağmen, Doğu Bey ve
partisinden uzak durma nedenlerimin başında savunduğu,
simgelediği değerleri benimseyemeyişimdi. Bazı konularda
görüşlerimiz arasında dünyalar vardı.
Y-CHP, tiksinti ve
iticiliği ile emsalini aramaktadır. Bu durumda AKP dahi
Y-CHP'den mert ve dürüst bir görünüm veriyor.
Ancak
buradan Vatan Partisine bir uyarıda bulunmayı bir görev
bilirim... Asla değişmeyen siyasi görüşüm Gazi Mustafa
Kemal'in savunduğu ilkeler olmakla birlikte 6 ilke çerçevesinde
yeri ve zamanı geldiğinde kimi zaman ortanın solu, kimi zaman
ortanın sağında bu değerleri savunmam olmuştur.
Doğu Bey,
gerçekten bir kitle partisi olma ve bu ülkeyi düştüğü
bataklıktan çıkarmak istiyorsanız, yönetiminde olduğunuz partiyi
ortaya doğru çekmeniz faydalı olacaktır. Y-CHP Sosyal Demokrat
olmayı bile beceremeyecek kadar basiretsiz!!!
***
16.02.2015
Gözler
Fotoğrafa bakıyorum... Hayat dolu pırıl pırıl gözler...
Ve hayvanın gözleri... İhtiras ve kan dolu.... Kendisine
Allahtan rahmet, ailesine sabır diliyorum!
Eğer bu
hayvanlara kadın dur demeyecekse, kim diyecek? Kim?
***
17.02.2015
İki kuruşunuza sahip çıkın
Bugün
özellikle dünya çapında borsalara ve altın fiyatlarına dikkat
edin... Önümüzdeki zaman biriminde kapitalizmin çöküşüne
şahit olabiliriz... Küçük bir ülkede olsada Yunanistan
devletinin iflas ile karşı karşıya gelmesi... Olasılıklar
içeresindedir!
Borsaların önümüzdeki günlerde verecekleri
"tepkiler"... Deflasyon / enflasyon beklentilerini tetikler
mi hep birlikte göreceğiz... Doların daha fazla değer
kazanması hepimizin cebinde büyük delikler açabilir!
Örneğin Yunanistan'ın Almanlara olan borcu 80 milyar €...
Buda her Almanın 1050 € üzerine bir bardak su içmesi... Ayni
zamanda Türkiye'nin borçlarının da katlanması demektir!
Dünyada 805 milyon insan aç... Birileri ceplerini doldururken
milyonların aç kalmasının değerlendirmesini sizlere birikiyorum.
*
Varsa iki elin çal başına
Ne eş de...
Ne çoluk, çocuk, ne hısım - akraba... Hele dost dediklerine
hiç güvenme!
Yaşayarak görüyoruz... Düşmeye gör...
Yukarıda saydıklarımın hepsi*... Arazi!
Varsa iki elin
çal başına... Elinde varsa bir - iki... Kötü günleri düşün
ve sakla... Çünkü kötü gününde güvenebileceğin tek şey...
O bir - iki!
*İstisnalar kaideyi bozmaz
*
Öffffffff çok şükür
Dolar Avrupa para
birimine karşı alçalışa geçti... Doların çıkması piyasaları
çok etkiler... Gerçi dananın kuyruğu Cumaya kadar hala
kopabilir... Cuma Yunanistan anlaşması için son gün.
***
18.02.2015
Medeni cesaret üzerine
Medeni cesaret
üzerine kaçıncı yazıdır bilmiyorum... Bildiğim bir saat kadar
önce bir akrabamla yaptığım kısa sohbet üzerine gerçekten
üzülmem oldu. Aslında öyle demek istemediğini bildiğim halde...
Hariçten gazel okumak kolay olur demeye benzer bir durum çıktı
ortaya... Haliyle hariçten gazel okumuyorum... Her koyun
kendi bacağından asıldığı misali... Herkes yaşadığını
görüyor, biliyor!
İster sanal, ister gerçek hayatta
mevcut duruma tepki gösteren herkes... Bir şekilde medeni
cesaretini ortaya koyuyor... Koymasına koyuyor ama...
Evet, ama aynı zamda mevcut sistemi de kendi elleriyle -
destekliyor... Kafanız mı karıştı?
Bak dostum,
arkadaşım, kardeşim... Sen elektrikte "kayıp - kacak" ödüyor
musun? Ödüyorsun! Sen arabana benzin alırken "uysal koyun"
misali, fahiş fiyatları ödüyor musun? Ödüyorsun! Sen
emlak, gelir, alım - satım, KDV, bilmem ne vergisi ödüyor musun?
Ödüyorsun! Sen, bu zihniyeti maddi - manevi desteklediğini
bildiğin halde bilmem ne şirketinin, bilmem ne ürününü alıyor,
tüketiyor musun? Hem de öyle bir yapıyorsun ki sanki sana
bedava veriyorlar! Ve bu listeyi uzattıkça uzatabilirim(!)
O halde dolaylı yollardan da olsa sen bu sistemi
destekliyorsun! Nasıl mı? Ödediğin vergilerle!
Peki, çare ne olmalı? Esas sorun burada başlıyor zaten...
1. Fedakârlığı hep başkasından beklemeden elini taşın altına SEN
sokacaksın... 2. Her bir birey durduğu yerde, durduğu yerin
hakkını verecek ki oradan geçmeye kalkan, buradan geçisin
olmadığını anlasın. Çanakkale'yi düşünün 3. Birisi başlar,
gerisi gelir! Medeni cesaretin "tek" olumsuz yanı, kendi özgür
iradenle verdiğin kararın, gerekirse bedelini ödemen gerektiği
olacaktır. Bu bedeli ödemeye hazır olanların sayısı artığı
oranda karşı tarafın gücü azalacaktır!
Bedel ödemeye
hazır mısın? Ödemeye hazır değilsen şikâyet etmeye de hakkın
yok!
***
19.02.2015
Soysal sitem ve AKP
Adı üzerinde Adalet
ve Kalkınma Partisi… Varoşlardan gelip, yüksek duvarlı
sarayların ardına varan bir öykünün hikayesi… Bu hikayenin
mutlu sonla biteceğini… Bu rüyanın ilelebet süreceğini
sanıyorlar… Binlerce korumanın ardında saklanarak!
Ne
vaatlerle gelmişlerdi hâlbuki… Önceleri… Göstermelikte
olsa bir şeyler yapıyor, yapmaya çalışıyorlardı… Ama gün
geçtikçe gücün, paranın, havuzlu villaların, hizmetçilerin,
yalakların… İki kuruş menfaat için AKP’lilerin bir tarafını
yalamaktan çekinmeyenlerinde gazına gelerek… Zevk-ü sefaya
daldılar!
İktidarlarının devamını gerçekten çok önemli
olan ve devlet olmanın kaideleri arasında sayılan sağlık
sistemine dayadılar. Neler yapıldı, neler, ne göstermelik
hizmetler. Ve sonunda taşıma suyla değirmeni
döndüremeyeceklerini anladılar. Önce eczacıların, sonra
doktorların yakasına yapıştılar. Düzenleme adı altında önce
eczacıları sonra doktorları, dolaylı yollardan da milleti
düzdüler(!)
Eczacılar, doktorlar isyan ediyorlar…
Parası olan özele, senin benim gibiler ise devlet hastanesine…
Özellikle doktorlar, hasta yakınlarının kendilerine şiddet
uygulamasından yakınıyorlar. Ve haklılarda(!) bir yere kadar.
Çünkü bu çorbada tuzu olanların bir tarafılar. Diğer taraf
hastalar ve yakınları ve tabi bunu yönetmek, denetlemekle
sorumlu iktidar.
Anneannem 87 yaşında… Kolon kanseri…
Kanamayı durduramıyorlar… Kadın, deyim yerindeyse kurbanlık
koyun misali kan revan içinde… Annem, dayılarım, teyzem
başında… Doktordan anneannemin durumu hakkında bilgi almak
istiyorlar… Ki bu onların en doğal hakkı… “Normal”
olduğunu dışında bir cevap alamıyorlar!
Ya arkadaş…
Tamam, doktor olmuşsun… Yıllarını bu mesleğe vermişsin, can
kurtarıyorsun, açıları dindiriyorsun… İyi ki varsınız, Allah
hepinizden razı olsun, tüm sağlık çalışanlarından… Biliyorum,
mesleğinle kendi arana mesafe koymazsan bunca acıya
dayanamazsın… Buda aslında senin de bir insan olduğunu
gösteriyor… Ama karşındaki de bir insan, hem de korkuyor –
telaş içeresinde… Bu insanları sakinleştirecek iki kelime,
umut verecek bir sözün yok mu? Her şey mi para bu dünyada?
Muhtemelen sana baskı uyguluyorlar, az zamanda daha çok hasta
bakmanı istiyorlar… Ama sende bir insansın, yapabildiğinin
fazlasını yapamazsın… İki kelime için her zaman vakit bulman
hem seni vicdanen rahatlatır hem karşındakini!
*
Komşuda pişer, bize düşmez
Bak komşuna,
iyi bak ve öğren... Yunanistan'da sol bir parti insanları
vergi ödememeye çağırıyor... Mevcut sistemi ve AB'yi protesto
etmek için... Dün yazmıştım, Medeni cesaret üzerine diye...
Kızdınız, çünkü muhtemelen üstünüze alındınız... Zaten
alınmanız için yazmıştım!
Ama sizde haklısınız...
Bizde muhalif bir parti yok ki... İnsanlar ardından gitsin...
Parti insanlara cesaret versin!
*
Erdoğan ve armut
Dün akşam yazacaktım
üşendim... Ajanstan geçti... Asya'da bir ziraat çalışanı
bir icadıyla piyasayı silip süpürüyor... Aynı şey bizde
yapılsa... Hem Vallahi hem Billahi yapan köşe olur!
Fikir aslında basit... Tabii birisinin aklına gelip de yapana
kadar... Yaptır Buda kalıpları... Armut meyve vermeden
kalıbı dalına yerleştir... Armut kalıbın içine büyüsün ve
Buda şeklini alsın... Topla Buda armudunu sür piyasaya!
şimdi bu kalıbı Erdoğan şeklinde düşünün... Türkiye'nin
"yarısı" bu Armudun peşinde :) (Gerçekten de öyle değil mi?)
Bir düşünsenize kocasının kollarında değil ama Erdoğan'ın
fotoğrafı karşısında eriyen TÜRBANLI sürtükleri... Bu fikir
Türkiye'de tutar!
***
24.02.2015
Farz oldu
Bir gün böyle bir şey
yazacağımı rüyamda görmüş olsaydım, hayra yorardım... Türkiye
Büyük Millet Meclisi artık o kadar kirlendi... Türkiye Büyük
Millet Meclisi o kadar yoldan çıktı ki... Artık onu ne
herhangi bir deterjan temizleyebilir... Nede herhangi bir
kimyasal madde dezenfekte edebilir... Yok artık gerçekten
farz oldu!
Tüm milletvekilleriyle birlikte... Hangi
partiden olursa olsun... AK Sarayla birlikte... Türkiye
Büyük Millet Meclisini bu heriflerin başına yıkmak farz oldu!
*
### Dikkat ### Dikkat ###
Genelde Avrupa ama özelde
Almanya'da ikamet edenlerin dikkatine... 078766427 numaralı
bir telefondan arandığınızda dikkatli olmalısınız...
Kesinlikle şahsi verilerinizi mesela doğum tarihi, adressiniz,
hele hesap numaraları gibi bilgileri arayanlara vermemelisiniz!
Arayan gerçekten düzgün ve kibar bir Türkçeyle konuşan erkek
veya kadın olabiliyor. Arandığınız tarih ve saati mutlaka not
edin. Arayanlar sahtekar ve dolandırıcıdır. Aman dikkat!!!
Almanya'da yaşayanlar için... Telefon şirketine veya polise
şikâyet pek netice vermiyor...
En iyisi bu adresten
şikâyetinizi bildirmeniz olacaktır.
Bundesnetzagentur
Ufak bir not: Kısa bir araştırmadan
sonra edindiğim bilgiler; yukardaki numara bir sosyal medya
numarasıymış. Genelde İsviçre'den aranıyorsunuz. Telekom
müşterileri için 08003301000 numarasını çevirin "Beratung"
diyerek yukardaki numarayı >>> Blacklist" e alınmasını rica edin
***
25.02.2015
Eşek ve semer
üzerine
İnsan eşek olunca semer vuran çok olur
derler ya... Gerçekten doğru ve sanırım hepimiz hayatımızda
bir şekilde bu tecrübeyi yaptık... İş yerinde, aile veya dost
ortamında hatta bazen hiç tanımadığımız kişiler tarafından bile
"eşek" yerine konmaya çalışıldık!
Aslında sorulması
gereken soru... Suç eşekte mi, semer vurmaya çalışanda mı
yoksa eşeğin sahibinde mi? Şüphesiz eşek bir yük hayvanı..
Eh, insan dediğin canlıda, sırtına vurulan yük oranında ya
kendisinden hiç beklenmedik şekilde bu görevleri başarıyla
yerine getirerek kendini aşıyor yada bu yükün altında ezilerek
"eşek cennetini" boyluyor!
Evet, meydan boş kaldı ve
boşalan meydanda it - uğursuz çifte telli atar oldu... Çünkü
değnek vesayet altında... Çünkü eşek olmak istemeyenler,
eşekliği kabul etmeyenler, mevcut güçlerini koordine edemeyecek
kadar bencil! Kimse ortak menfaatler uğruna durdukları noktadan
bir adım ileri veya geri atmak istemiyor. Yani tam bir Gordion
düğümü! Bir babayiğit lazım kılıcı çekerek bu düğümü çözecek!
***
26.02.2015
Perestroyka ve
Glasnost
Yüzlerce yıllık bir imparatorluğun
sonunu getirmişti... Rusya böyle çöktü... Gorbaçov sağ
olsun... Türkiye ve üç Y... Türkiye ve kör topal
demokrasisi... Daha çok demokrasi diye diye... Sonumuz
Rusya'ya dönecek... Henüz dümeni çevirebiliriz... Henüz(!)
***
27.02.2015
Bakmayın siz onların anlaştık dediklerine
Dün... Rusya'yı örnek göstermiştim... Bugün
Yunanistan'ı!
Ayrıntılarına girmek istemiyorum çünkü yine
uzunca bir makale olur... Yunanistan'ın Avrupa Birliğine
girmesi bir ihmaller zinciri... Ve Goldman Sachs isimli
uluslar arası yatırım ve danışmanlık şirketinin mali hesapları
türlü ama yasal "dalavereler" ile "düzenlmesinin" bir sonucudur!
Ancak hepimiz biliyoruzki yalancının mumu yatsıya kadar
yanar
Ne teknolojik, ne sanayi, ne ziraat, nede bilimsel
yönde herhangi bir atılımı olmayan ve kısır, sıcak paraya dayalı
bir ekonomiye sahip Türkiye... Eninde sonunda... Bunun
lami, cimi yok... Yolu Yunanistan'ın yolu olacaktır...
Çünkü sen istediğin kadar istatistikleri, hesabı - kitabı
ihtiyaca göre düzenlesen bile gerçekler eninde sonunda meydana
çıkar!
***
01.03.2015
Felsefi görüşler
İnsan ne zaman
gerçekten ölür? Seveni ve hatırlayanı, yarattığı veya
yaratmaya çalıştıklarından bir eser kalmayınca!
Peki, bir
toplum ve o toplumun oluşturduğu devlet ne zaman çöker veya
ölür? Eğitimin ilkelerindendir... Öğretmek veya aktarmak
istediğin bir şeyi anlaşılamıyorsa... Ya aktarmaya
çalıştığında yada eğitmende bir sorun vardır... Nefret
ölümsüzdür ve nesilden nesille aktarılır... Adalet ve
özgürlük temeli üzerine büyüyen bir toplumu, öyle kolay kolay
hiç bir şey sarsamaz. Ancak toplum adalet ve özgülüğe olan
inancını yitirmeye başladığı oranda önceleri çökmeye başlayarak
sonunda ölür!
Türkiye Büyük Millet Meclisi... Türkiye
Cumhuriyetinin milletvekilleri... Türkiye Cumhuriyetini
temsil eden sizlersiniz... Bizlerin, yani halkın sesi
sizlersiniz... Sesiniz çıksın... Dünyaya haykırın, Türkiye
Cumhuriyeti ölümsüzdür... Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu
Gazi Mustafa Kemal Atatürk... Ve arkadaşları, dünden bugüne
şehitlerimizin kanı ile sulandığı bu topraklar...
Ölümsüzdür... Sesiniz çıksın... Dünyaya haykırın, Türkiye
Cumhuriyeti ölümsüzdür diye!
*
Ne günlere kaldık
Barışın hüküm sürdüğü
günlerde oğullar, babalarını... Savaş zamanlarında analar
ağlarken, babalar oğullarını gömer.. Sabah kalkıyoruz...
Erdoğan ve Öcalan'la... Öyle ki... Gece yatağımıza onlarla
giriyoruz... Ve birileri analar ağlamasın diyerek bize bunu
yutturmaya çalışıyor... Ne günlere kaldık... Hırsızlarla,
katillerle yatıp - kalkar olduk(!)
***
05.03.2015
Anam mısın,
babam mısın?
Ulan pezevenk... Senin işin
gücün yok mu? Dolar rekor düzeylere erişmiş… Gençler
tırım tırım iş ararken… Ülke teröriste, bölücüye, dinciye
teslim edilmişken… Çarşı – Pazar el yakıyorken… Sana ne
benim sigaramdan? Reşit bir insan olarak… Seni… Benim
şahsi işlerime burnunu sokmaktan men ederim!!!
*
Müsait
Beraber yürürüz bu yollardan…
Toplum müsait… Kanunlar müsait… Başımızdaki “hükümet”
müsait… O halde… Durmak yok… Bu yolda kadın öldürmeye
devam!
*
Kahve
Kahveyi sever misiniz?
Biliyorum, Türkiye denince çay akla gelir ama... Mesleğimin
bir getirisidir kahve... On - on beş fincan kahve, iki paket
sigara(!)
Hele Türk kahvesine hiç dayanamam...
Yakında... Bu zihniyet Tük kahvesinden, Türk kelimesini
çıkarmaya çalışırsa hiç şaşırmam!
*
Av mevsimi bittiğinde
Av ve avcı…
Kadın ve erkek… Biri kaçarken diğeri kovalar… Yakalama,
sahip olma, şevk ve azimdir itici güç… Kadın olsun erkek
olsun, av mevsiminde bakımlı, çekici ve dikkatlidir!
Hayat bu… Papazın her gün pilav yemediği gibi… Avcıda çoğu
zaman muradına eremez… Ama pes etmeyi de aklından geçirmez…
O kaçtıysa… Yerini alacak başkası gelir… Ve av mevsimi…
Avlanma, o heyecan devam eder!
Uzatmayalım… Şans
avcının yüzüne güldüğünde… Rahatlar, gevşer, dikkati dağılır
ve bir süreliğinde olsa kendini koyuverir… İşte bu anlardır
birilerinin çıkıp da reklam arası dediği!
Kemalist değimi
bir İngiliz icadıdır… Ve izlemekte olduğumuz bu “muhteşem”
sahne… Bu akıl almaz senaryo… Oyuncular bu toprakların
çürük – çarık, kokuşmuş meyvesi bile olsa… Muhtemelen bir
İngiliz – Amerikan ortak yapımı!
Kemalist derler…
Atatürkçü derler… Ulusalcılar derler bizlere… Sanki… Bu
üç kavram arasında bir fark varmışçasına… Üççüde neticede
sonuna kadar mücadele demek!
Avcının pür dikkat olduğu…
Pes etmediği, kendini koyuvermeden… Şartlar ve imkânlar
dâhilinde yenileyerek, kendini halkına – vatanına adamak demek…
Çünkü bu küresel oyunun sonu… Back to the roots yani öze
dönüştür!
***
07.03.2015
Her şey olmuş
günah
Eskiler hatırlarlar... Ayıp diye bir
kavram vardı... Genel kabul gören ahlak kurallarına aykırı
davranışlara dikkat çekmek için kullanılırdı bu kelime. Günah
kelimesi ise dinen sakıncalı davranışları tanımlamak için
kullanılmakta(ydı)... Ey millet... Önce bir dilini
öğren... Kelimelerin anlamlarını öğren... Sonra günah mı,
ayıp mı karar ver!
Karar ver ki... Çoluk çocuk
doğruları öğrenerek büyüsün!
***
08.03.2015
Nokta
Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır «Savunma
hattı yoktur, savunma sathı vardır. O satıh bütün vatandır.
Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk
olunamaz. Onun için küçük büyük her birlik bulunduğu mevziden
atılabilir. Fakat küçük büyük her birlik, ilk durabildiği
noktada yeniden düşmana cephe kurup savaşa devam eder. Yanındaki
birliğin çekilmeye mecbur olduğunu gören birlikler ona tâbi
olamaz. Bulunduğu mevzide sonuna kadar dayanmaya ve karşı
koymaya mecburdur.»
Dün gece yine ağrılardan
uyuyamadım... İlaçların dozajını yükseltmem gerekiyor ama
daha 49 yaşındayım. Dozajı daha da yükseltirsem sonu
uyuşturucu(!) Onunda sonu, miktarı "her geçen gün" daha da
yükseltmek olacaktır. Anlayacağınız benim ki hayat değil. İşte,
yakın çevreme - ona buna ne kadar faydalı olabilirsem, ayakta
kalmaya çalışıyorum o kadar. Gece yarısı Steve Jobs (Apple)
biyografisini tekrar izledim ve bir anda kafamda dank etti!
Atatürk'ün ve Steve Jobs'un sözlerini bir araya getirdin mi,
ortaya bir tablo çıkıyor. Belki yetkili insanlara bir rehber
olabilir diye yazıyorum.
Steve Jobs'un sevdiğim, taktir
ettiğim sözleri... Bir gün bir sohbet esnasında şu cümleyi
kurduğu söylenir: "... Bir biriyle alakalı görünmeyen
noktaları birleştirmek... Ve bu birleştirilen noktaların meydana
getirdiği gücü, "yeniliği" pazarlamak. İnsanların ihtiyacı
olmadığı halde bu yeniliğe ilgisini*... "
Bir tarafta
biat kültürü ile yoğrulmuş, sorgulamaktan - düşünmekten uzak >>>
bir <<< kitle öte tarafta darmadağın, bu "güce" nasıl karşı
koyabileceğini, ne yapacağını, nasıl yapacağını bilmeyen
insanlar. Herkes durduğu noktadan taviz vermek istemiyor.
Güzel (!) O halde Atatürk'ün ne dediğini bir daha okumakta
fayda var... Ve sonra Steve Jobs'un sözlerini düşünmek gerek.
* Steve Jobs başarısını bu taktiğe bağlamaktadır
***
09.03.2015
Atatürkçüler,
Kemalistler, ulusalcılar öldü diyenlere
Ulusal
egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir,
taç ve tahtlar yanar, mahvolur.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
***
10.03.2015
Sanat ve Frau
Kühn
96 yaşında... Yaşayan tarih desek
yeridir... Ailesinden, eşinden, dostundan hayata kalan hiç
kimse kalmadı... 20 - 25 senelik dostluğumuz var... Bundan
bir kaç ay öncesinde laf döndü dolaştı... Ortadoğu’nun tarihi
eserlerine, özellikle ama Fransız ve İngiliz "tarih
hırsızlığına" geldi!
Kadıncağız: “Londra’ya, Paris’e
getirmeyip de ne yapacaklardı? “Siz” bu tarihi eserlerin
değerini bilmezsiniz ki!” dedi.
Önceleri içimden çok
kızmıştım ona ama… Aklıma IŞID, Taliban ve tabii Recep
Tayyip gelince… Kadına yerden göğe kadar hak verdim,
neyimize sahip çıkabildik ki tarihimize sahip çıkabilelim…
Yukarıda bir delik… Aşağıda bir delik… Ye, iç, sıç…
Dönem, dönem bu durum değişse de… İstisnalar kaideyi bozmaz!
*
Herkesin elinde bir cep
Gelecek
satırlara öncelikle bana yakın olanlar kızacak ama... Durup
bir an için bile düşünecek olurlarsa eğer... Bana hak
vereceklerini düşünüyorum... Adam sende ne düşünüp
duruyorsun... Kim kızarsa kızsın, kim darılacaksa darılsın!
Evet, günümüzde herkesin elinde bir cep... Bir kesmiyor
artık... Kapının önünde iki araba, bilmem kaç çift ayakkabı,
bir o kadar manto... Adı üzerinde evlenen evleniyor...
Hele birkaç tane çocuğun varsa yandın... Her haneye elektrik,
ısıtma, gıda, beyaz eşya, ıvır zıvır... Nede olsa anandan
saraylı çıkmışın... Mobilyanın en pahalısı, en ağırı
olmalı... Sonra konu komşu ne der? Masraflara yetişmek
için hababam çalış... Yine de yetmiyor, yetmiyor işte(!)
Çok değil... Aradan yarım yüzyıl bile geçmedi...
Ataların, gelin - kaynana kurardı siniyi ortaya... İki tabak
bir düzine kaşık, top top somun yani başında... Herkes
salardı kaşığını tarhanaya! İnsanlar bir yerde oturur, bir
yerde - bir arada yer, bir yerde ısınırdı... Dolayısıyla
masraflar birer kez yapılırdı... Ama artık "adam" oldun...
Birey oldun değil mi?
Ne batılı olmayı becerebiliyoruz...
Nede doğulu... Bir karar ver artık sen nesin, kimsin? Ya
batılı gibi birey ol, ona göre yaşa, kendi hayatının
sorumluluğunu üstlen... Aile dediğini unut... Yada doğulu
ol(!) aile kavramını yaşat... Hastalıkta, sıkıntıda, dert ve
kederde, hüzün ve ölümde... Doğum ve sevinçte ailem
dediklerinle birlikte ol!
Sakın ama sakın... Şimdi
yaptığın gibi iki arada - bir derede kalma!
***
11.03.2015
Aynı evde iki
yabancı gibi
Bundan 40 belki 50 yıl önce
birbirini görmüş, beğenmiş ve evlenmiş... Çoluğa çocuğa
karışmış... Bunca yıl hayatın zorluklarını birlikte
göğüslemiş... Birlikte ihtiyarlamış insanlar... Ne oldu da
şimdi iki yabancı gibi aynı evin içeresinde yaşıyorsunuz?
Düşman kardeşler gibi birbirinizin kuyusunu kazmaya
çalışıyorsunuz(!) Aşkınızın, sevginizin meyvelerini
birbirinize karşı adeta silah gibi kullanmaya çalışıyorsunuz.
Karşındakine saygını yitirmeye başladığında...
Sevgide yavaş yavaş yok olmaya başlıyor... Saygını yitirme...
Eski dost düşman olmaz der atalarımız!
***
12.03.2015
Churchill
Batı dünyasının gelmiş geçmiş en büyük siyasi “dehalarından”
biri… Emperyalizm denen kavramın adeta vücut bulmuş hali…
Atatürk… Kendisine sınırlarını göstermişti… Buraya kadar,
bir adım daha fazlasını atamazsın dedi… Atamadı da!
Rahmetli nineni… O gün bu gün namus dediklerini…
İngiliz’in, Fransız’ın, İtalya’nın ve Yunan’ın altından alan…
Atatürk ve silah arkadaşları… Ve binlerce isimsiz kahraman…
Sen bu insanlara dil uzatmaya utanmıyor musun?
Sen…
Nasıl bir namussuz, şerefsiz, ahlaksız insansın ki… Bu
kahraman, vatanseverlerin itibarını “ayaklar altına” almaya…
Onların kan, akıl ve alın teriyle… Yoktan var ettiğini
yıkmaya kalkıyorsun?
Başaramayacaksın… Ben ve benim
gibi düşünenler, bizlerin yetiştirdiği evlatlar yaşadığı sürece
başaramayacaksın… Bu toprakların birlik ve bütünlüğünü
yıkamayacaksın!
*
Odisseas
Süleyman Demirel'in unutulmaz
bir sözü vardır: "Demokrasilerde çareler tükenmez. Dün
dündür, bugün bugündür"
Odisseas... Kurnaz Yunanlı
diye tarihe geçmiştir... Bizans oyunları ise efsanevidir…
Yunan, borç batağından çıkamayınca çareyi Alman devletinin yunan
toprakları üzerindeki mallarına el koymakta bulmuştur. Daha
doğrusu bunu yapmakla tehdit etmektedir, amaç İkinci Dünya
Savaşı esnasında Almanların verdiği zararı tahsil etmektir. Bu
malların arasında Goethe Enstitüsü de vardır. Görünüşte kültür
enstitüsü olan ama bazen “kuşkulu” faaliyetlerde de bulunabilen
bir kurum.
*
Her gün, bir gün
Bugün İnternette devlet
yasaklarına karşı dayanışma günüymüş... Özellikle Çin'de bazı
blokçuların sayfalarına girişler yasaklı... Dünya çapında
bazı gazeteciler bu yasakları delme girişiminde... Düşünce
özgürlüğü... Tüm despotların korkulu rüyasıdır... Yaşasın
insanlık onuru... Yaşasın insanların hürriyeti... Kimse...
Ama hiç kimse beynime zincir vuramaz... Düşüncelerimi,
hayallerimi, arzularımı gasp edemez!!!
***
Bilmem nesini bilmem ne ettiğimin dünyası
Yıllardan beri dilimin döndüğü kadar tam da bu durumu
anlatmaya çalışıyorum.
Ameliyat öncesi dükkânı kapatmak
zorunda kaldığımda maddi bakımdan gerçekten büyük sıkıntılar
yaşadık. Onlarca senedir müşterimiz olan bazı Almanlar bize
gelerek borç para teklif ettiler. Dikkatinizi çekerim, müşteri.
Müşteri olma dışında herhangi bir samimiyet yok! Keza ben
bilmiyorum tabii, annem anlatıyor... Kaza sonrası, akın akın
Alman, Türk ve diğer milletlerden insanlar gelerek üç - beş
herkes imkânına göre yardım ve para teklif etmişler.
İnsan olmak... İnsani duygulara sahip olabilmek ne dine, ne
ırka, ne renge bakar... İnsan olmak için insan olmak yeter.
Eskiden müşterimdi... Borsacı, hali vakti yerinde. Aile,
ne bileyim dışarıdan görebildiğim kadar tam bir uyumlu tablo.
Her şey yolunda... Demin geldi, gözleri yaşlı... Elimi
uzattım tokalaşmak için sert bir şekilde kendine doğru çekerek
kapıdan dışarı çıkardı. "Biliyor musun mide kanseri olmuşum"
Yok arkadaş... Bu dünyada rahat, huzur diye bir şey yok, yok,
yok!
***
13.03.2015
Başı bırak,
gerekirse kıçını da açar!
Başlık için peşinen
özür dilerim… Ama gerçek bu!
Bugün Almanya’da eğitim
kurumlarındaki başörtüsü genelgesi… Anayasa mahkemesi
tarafından geçersiz sayıldı… İnanın… Almanya, başını
açmayanlar sındırışı edilecektir diye diretse… Bu başını
göstermelik örtenlerin >>> hepsi <<<… Başı bırak, gerekirse
kıçını da açar!
Not: Samimi dini duygular ile hareket
edenler bu kitlenin dışındadır çünkü onların giyim ve kuşamı
bile bu zibidilerden çok farklı
*
Hırsız, diktatör özentisi, ahlaksız, yalancı ve ütüne birde
namusuz... Unuttuğum bir şey kaldı mı? Genci hemen serbest
bırakın!!!
***
14.03.2015
Demokrasi
dediğin işte böyle bir şey
"Bizim" zibidiler...
Ama özellikle Cumhurun hırsızı... İleri demokrasi diye ne
olduğu belirsiz bir şey tutturmuşlar, bu yollarda beraber
gidiyorlar. Nasılsa seçmenin bir kısmı dünyadan bir haber!
Dün Almanya'nın Wuppertal kentinde "miting" günüydü...
Faşisti, birlikte - barış ve huzur içeresinde yaşamak - açık
toplum isteyenler ve... Selefiler... Üç miting aynı günde,
aynı kentte - merkezinde... 1000 kadar polis gösteri ve
toplantı özgürlüğünün koruyucusu olarak sokaklarda... Kent
kilitlendi, esnaf için dün kara gündü... Polis sözcüsüne
soruldu: "şart mıydı, üç birbirine tamamen zıt göstericilerin
ayni gün şehri kilitlemesi" diye... Polis sözcüsü:
"Anayasamız gereği herkes toplanma ve görüşlerini ifade etmekte
özgürdür. Şiddete başvurulmadıktan sonra müdahale etme hakkımız
yok"
Vallahi... Ne yalan söyleyeyim... Demokrasinin
ilerisi değil, demokrasinin kendisi... Anayasanın temel
ilkeleri bana yeter!
*
Ihr macht einen großen Fehler
Ich bin
Moslem... Ich lebe seit mehr als 47 Jahren unter euch...
Und ich rate und empfehle euch aus Tiefstem herzen...
Vorsicht bei gewissen Entscheidungen... Der Prophet Muhammad
riet seinen Anhängern... Trotz ihres Glaubensbekenntnisses
sich ihrer Umgebung anzupassen... Ihr habt es hier in der
Regel nicht mit aus tiefster Seele empfundenen gottgläubigen
Menschen zu tun, sondern mit Menschen, die die Religion für ihre
politischen Vorstellungen ausnutzen wollen. Das beste Beispiel
ist und bleibt die derzeitige Regierung in der Türkei.
Türkçe tercümesi:
Büyük bir hata yapıyorsunuz
Müslümanım... 47 senedir aranızda yaşıyorum... Tüm
samimiyetimle ifade ediyorum ki, aldığınız bazı kararlarda
dikkatli olun. Peygamber efendimiz bile, Müslüman olmalarına
rağmen ümmetine yaşadıkları yere uymayı tavsiye etmiştir.
Karşınızdakiler genelde samimi dini duygular ile hareket eden
insanlar değildir. Daha çok dini siyasi görüşlerini hayata
geçirmeye çalışanlardır. Bunun en güzel örneği ise şu an
Türkiye'deki iktidardır.
***
15.03.2015
Orospu karı
yemekleri II
Dünyaya kadın olarak gelseymişim
eminim çok cilveli bir sürtük olurdum... :) Bugün orospu
karı yemeklerinden iki tarif vermek istiyorum... Birincisi...
Bildiğiniz sigara böreği gibi görünse de... Türk, Yunan ve
Çin "ortak" yapımı bir Dayday böreğidir. Evdekiler, bayıldı.
Hani yemede yanında yat cinsi vardır ya... İşte öyle bir şey!
Perşembeyi Cumaya bağlayan gece saat üç suları... Her
zamanki gibi fırladım yataktan... Televizyonda Yunanistan'ı
ve ekonomisini gösteriyorlar, ilgimi çekti izlemeye başladım.
Bir ara laf döndü dolaştı hayvancılığa ve yoğurda geldi. Yunan
yoğurdunun koyun sütünden ve süzme koyun sütünden bir kilo
yoğurt elde etmek için dört kilo koyun sütüne ihtiyaç
duyulduğunu biliyor muydunuz?
Koyun yoğurdu ve kıymadan
bir börek tarifi verdiler... Görüntü muhteşem... Malzemesi
bize uyuyor, aklıma hemen çok sevdiğim Çinlilerin benzer bir
böreği geldi. Almanya'da Frühlingsrolle diye geçiyor...
Türkçeye tercüme edecek olursak "ilkbahar sarması" diyebiliriz,
tamamı sebzeden... Tabii sağlıklı her türlü yiyeceği "ret"
etiğimden aklıma bir kompozisyon geldi!
Sabah doğru
çarşıya... Süzme Yunan koyun yoğurdunu nerden bulacaksın?
Süzme inek yoğurdu aldım (dikkat en az %10 yağlı süzme olması
şart).. Bildiğiniz harç hazırladım, ben tarifi 320 gram ile
bir kilo arası kıyma için veriyorum. Denemelik olacağı için
kasaptan 250 gram kıyma istedim, 320 oldu. Boş ver dedim...
Malzemeler:
Kıyma... Birer tane biber kırmızı ve
yeşil... Bir kahve kaşığı tuz... İki soğan tercihen bir
kırmızı bir beyaz... İki avuç soya fasulyesi... iki yemek
kaşığı süzme yoğurt (dikkat 1 kiloya kadar iki kaşık. Fazlası
kıymayı sulandırıyor) Bir paket hazır üçgen yufka!
Orospu karı böreği olduğu için ben her şeyi iri kıyım
doğradım... Ve bir tava kullandım (bulaşık çıkmasın diye)
Harcı kavurun, kıyma kavrulmasına yakın soya fasulyesini ekleyin
ve bir iki dakika daha kavurun. En sonunda iki kaşık yoğurdu
ekleyin. Sigara böreği gibi sarıp kızartın.
Püf noktası:
Süzme yoğurta bulunan yağ lezzet veriyor. Onun için süzme yoğurt
şart!
Devam edecek...
***
16.03.2015
Neo Osmanlının lale devri
Zevk ve sefa
devri diye anılır Lale devri... 12 yıl sürmüştür, 1718'den
1730'a... Şüphesiz... Bu dünyada baki olan Allahtan
başkası değildir... Ve insandan olan, insani olan her şeyin
bir sonu vardır!
Yıprandılar... Hırsızlıklar, yalan -
dolanlar, sahtekârlıklar, rüşvet, adam kayırma ve paraleller
ile... Seçim yaklaştı... Ve başörtüsü denen 1 metre
karelik bez parçasına yine dört elle sarıldılar... Nasıldı?
hah, buldum... Ey kurban olduğumunum bez parçası sen nelere
kadirsin!
*
Kadının fendi 15+6=16 damat masada kaldı
Alman haberlerine konu oldu... Türkiye'de yayınlandım
bilmiyorum... Hindistan'da görücü üslü evlenecek bir çift...
Gelin adayına damadın fotoğrafını gösteriyorlar... Tamam
diyor, tahsilli bir kız... Tahsilli bir koca istiyor
haliyle... Nikah günü gelinin yanına başkası oturuyor...
Gelin imzayı atmadan damada soruyor... "15+6" ne eder diye...
Damat 16 deyince kız masadan kalkıyor(!)
Ey bu milletin
fedakar kadınları... Kökeniniz neye dayanırsa dayansın...
Sizler bu kültürün evlatlarısınız... Bu milletin kadınları
yalnız fedakar değildir... İffetine de sahip çıkar...
Aklına da! Bu zihniyete karşı baş kaldırmak, bu gidişata dur
demek... Hem kendiniz hem de sizden doğacak kız çocuklarınıza
karşı boynunuzun borcudur!
***
17.03.2015
Bir fırının öyküsü ve çıkarılacak dersler
33 senelik dükkân sahibiyiz… Oturduğumuz yerde… Annem
dükkânı açtığında bu işi yapan bizden başkası yoktu… Yıllar
içeresinde aynı işi yapmak için... Bize rakip olmak,
elimizden müşterileri almak için ne dükkânlar açıldı… Açıldı
ve kapandı!
Köyün yerlisi… Belki 40, 50 senelik bir
fırın… Son beş – on senedir sinek avlar olmuştu… Çünkü bir
rakip gelmiş… Dükkân ardına dükkân açıyor ve çok ama çok iyi
işliyordu… Ürünleri gerçekten çok lezzetliydi… Ama süreç
içeresinde kalitesini düşürdü!
Eski dükkân sahibi 6 ay
kadar öncesi fırını başka bir zincire sattı… Arkadaş ister
inan ister inanma… Sabahları fırının önünde kuyruk dükkândan
sokaklara taşıyor!
Bizim dükkânımız… Allaha çok şükür
akmasa da bizi namerde muhtaç etmedi!
Kısadan hisse…
Su uyur, düşman uyumaz… Kaliteyi düşürmeyeceksin…
Karşındakinin insan olduğunu, ona insan gibi davranman
gerektiğini asla unutmayacaksın… Zaman ve mekân şartlarına
göre, kendini kaliteyi düşürmeden, yenileyeceksin… Sen… Bu
devletin kurucu partisi olabilirsin… Ama sen bu partinin
ilkelerine sahip çıkmazsan… Birileri gelir ve yerini
doldurur!
***
18.03.2015
Çanakkale
Gazeteler, köşe yazarları... Söylenecek her türlü söz
söylenmiş, yürekte O duyguyu hissetmeyene zaten bugünün, Atatürk
ve arkadaşlarının, akan kanın, gösterilen fedakârlığın önem ve
ehemmiyetini anlatamazsın. Anzak torunları bile dedelerini
düzenli olarak rahmet ile anarken bizim soysuzlar yalan üzerine
yalan üreterek bu kahramanları aşağılama çabasında. Bu yüzden
ben bir şey yazmayacağım, bir tek sorum var: Bir toplum 100
yıl içeresinde gerçekten bu kadar değişebilir mi? Yoksa
hepimizin yüreğinin bir yerinde... Acaba bu ruh hala yaşıyor mu?
*
İyi yapıyorlar, vallahi iyi yapıyorlar
Bugün Frankfurt'ta... AB Merkez Bankası açılışı
yapılacaktı... Şiddet hiç bir şekilde ve hiç bir gerekçeyle
onaylanamaz ama... Vahşi kapitalizm... Adı ütünde vahşi
başka dil anlamaz(!)
*
Camiden çıkıyorlar adam öldürmeye
Tunus
da... Cami çıkışı fanatik şeriatçılar insanlara saldırdı...
21 ölü... Ve bunlara sorsanız Müslümanız derler... Merak
ediyorum... Bu heriflere Camilerde ne öğretiliyor?
***
19.03.2015
Sen dincisin
ben dindar
İnsanın gerçekten zoruna gidiyor...
Daha düne kadar Kasımpaşa sırtlarında tecavüz edecek eşek
arayanlar... Bugün çoluk - çocuk, yandaş - yoldaş, hep
birlikte... Milletin A'sına koyuyorlar!
Bu nasıl bir
iş? Anlamadım gitti arkadaş!
*
Başta oğlum olmak üzere geleceğin tüm genç
siyasetçilerine
Bugün oğlum eğitim hayatında
önemli bir adım daha attı... Üniversite bünyesinde 6 hafta
staj şart koşuluyor... Hessen eyaleti bazında çok önemli bir
toplantıda... "Önemli" bir siyasetçinin ilgisini çekmiş...
Yanında "çalışma" teklifi almış(!) Heyecandan konuşamayacak
kadar etkilenmiş koca herifim... :)
Bir babadan...
Yıllardır siyasetin çeşitlerine bizzat şahit olmuş birisinden
bir kaç naçizane öğüt... Biraz olsun kafanız çalışıyorsa...
Gençliğin verdiği esneklik ve girişkenlikle... Gençliğin özü
yeni fikirlerle... Kısa zamanda kariyer merdivenlerini üçer
beşer çıkma ihtimaliniz yüksektir... Ancak... Eriştiğiniz
mertebede gözü olanlar, sizi çekemeyenler başta olmak üzere...
Geldiğiniz noktadan ayağınızı kaydırmak isteyenler olacaktır...
Unutmayınız ki yüksek - yüksek mevkilerde rüzgar sert eser...
Temeliniz sağlam olmasa... Sırtınızı dayadığınız kaya
yeterince korunak sağlamıyorsa... Yani arkanız sağlam değilse
o mevkide tutunamazsınız... Çünkü yüksek - yüksek mevkilerde
güneş inanılmaz sıcak ve parlak olur... Ikarus misali yere
çakılırsınız.
***
20.03.2015
Samimiyetin
sınırları
Genelde insanlarda ama özellikle biz
Türklerde bir hastalık var ki... İnsana illallah
dedirtiyor... Her zaman olmasa da, beşeri ilişkilerin olağan
bir sonucudur samimiyet... Ancak insanlar arasında samimiyet
olsa bile... Her şeyin bir haddi, huduttu, sınırı vardır...
İnsan dediğin, her halükarda kendini bilmeli... Ve sınırları
zorlamamalıdır!
*
Ben gamlı baykuş
Biliyorum... İnsan
her zaman ciddi olmamalıdır... Ama insanın içindeki güneş
sönmeye yüz tutmuşa... Yüzü de, sözü de o güneşten,
aydınlıktan uzak oluyor!
Ben gamlı baykuş olarak...
Tüm oturan öküzlere sesleniyorum... Kalk... Kalk ayağa ve
diren... Gelmişine, geçmişine, geleceğine sahip çık!
***
21.03.2015
Yeter artık,
Allah - Peygamber aşkı için yeter artık deyin
Bilmiyorum yabancı basını takip ediyor musunuz? Ediyorsanız
eğer... Dikkatinizi çekmiştir... Daha beş dakika önce
Alman televizyonunda... Iman hatipler, alevi vatandaşlarımıza
zorunlu din dersi, 700 okulun ZORUNLU imam hatibe çevrilmesi
konu oldu!
Buna benzer İngilizce veya Almanca haberlerde
neler neler konu ediliyor... Özellikle AK-Saray ve
merdivenlere dizilen ve sözde geçmişin askerini canlandıran
soytarı gösterisi... Adamlar artık ağzını bıraktı kıçıyla
gülüyorlar!
Hiç kimsenin... Ama hiç kimsenin bu
milleti bu denli aşağılamaya, aşağılatmaya - alay konusu yapmaya
hakkı yok!
*
Atatürk’ün evlatları
Evladı Osmaniye
uluslararası konjonktüründe yardımı ile bastırdı… Atatürk’ün
oğulları da, kızları da apışıp kaldı… Hele askerlerini hiç
sormayın… Meğer topu ama en azından Kurmay subaylarında
tavşan kadar yürek yokmuş… Heriflerin birde üstüne üstlük bir
demokratlığı tutu ki… Saraylı pezevengin ileri demokrasisi
solda sıfır kaldı!
Neticede… Türkiye… Kahpelerin,
orospu çocuklarının, yüreksiz tavşanların eline kaldı… Artık
para... Din, iman ve namus oldu… Hem de öyle bir oldu ki…
Binlerce insanın katili mahpushaneden ahkâm keser oldu… Ancak
buna bile şaşırmamak lazım… Burası Türkiye, yüce mahkemenin
tespiti ile irticanın odağı olan bir parti… Hırsız bir
başbakan… Hırsızların imparatoru olan bir Cumhurbaşkanı
tarafından yönetilen bir ülkede… İrili – ufaklı hırsızlar da
söz sahibi olur… Katillerde!
*
Aldatılana aldanma Mehmet
Bu cennet
vatan için ölüme giden sen değil misin Mehmet? Şehitlik
mertebesine erdiğinde… Senin ardından gözyaşı döken annen,
baban, kardeşin, yavuklun değil mi Mehmet? Şehit olup da
ardında bıraktıklarına dilenciye sadaka verir gibi maaş
bağlayanlara, senin ölümüne sebep olan tetikçilerin çete başı
ile müzakere edenlere aldanma!
Bu vatan için kolun,
bacağın koptuğunda… Seninle birlikte, seninle her gün ölen
senin sevdiklerin değil mi Mehmet? Kanınla, canınla,
kahramanlığınla… Ananın ak sütü gibi sana helal gazi
unvanını ve bu milletin sana minnetinin ifadesi olan gazi
maaşını bile bir şekilde gasp edenlere aldanma! Aldatılana…
Aldanana ahmak derler Mehmet!
*
Siyasal Islama dur demek lazım, hemen!
Yemen elden gidiyor... Ortalık fena karışacak!
*
Bizi kalbimizden vurdunuz
Ama...
Öldürmeyen Allah öldürmüyor işte... Hala yaşıyoruz...
Kendimizi toparlayınca kökünüze kibrit suyu dökeceğiz...
Sözümüz, söz!
***
22.03.2015
J. W. Von
Goethe’nin Faust eserinden
Goethe’nin çok
sevdiğim bir sözü vardır: “Hier bin ich Mensch, hier darf ich
sein”
Türkçeye tercüme edecek olursak: Burada insanım,
burada insanca varlığımı sürdürebilirim
Tabii kesin bir
şey diyemem ama öyle inanıyorum ki rahmetli Atatürk’ün de
hayalinde insanların, insanca yaşayabileceği, varlıklarını
sürdürebilecekleri bir toplum ve ülke vardı. Gel gör ki yoktan
var edilen bu ülke ne hallere getirildi!
Saygıdeğer
Hanımlar ve Beyler, Çok kan aktı… Çok gözyaşı döküldü…
Çok insani dram yaşandı ve yaşanıyor… Bir savaşı bitirmek
başlatmaktan çok daha zordur!
Ve… Böylesine büyük ve
hayati bir meselenin altından hırsız, arsız, yalancı ve
dolandırıcıların kalkması mümkün değildir!!!
*
Kur’an’da aldatışlar ve aldanışlar arasında dikkat çekilenler,
küçükten büyüğe doğru şöyle sıralanabilir… Yaldızlı-süslü
laflarla aldatma, aldanma. (En’am, 112) Beldelerde egemenlik
kurmak, gezip dolaşmakla aldatma, aldanma. (Ali İmran, 196;
Gafir, 4) Dine sokulan uydurma ve iftiralarla aldatma,
aldanma. (Ali İmran, 24; Enfal, 49) Hurafeler, uydurmalar,
anlamını bilmeden okuyuşlarla aldatma, aldanma. (Hadid, 14)
Sefil-rezil yaşayışla aldatma, aldanma. (Ali İmran, 185; En’am,
70, 130; A’raf, 51; Lukman, 33; Fatır, 5; Hadid, 20) Allah
ile aldatma, aldanma. (Lukman, 33; Fatır, 5; Hadid, 14) *
Aldatış ve aldanışın en yıkıcısı, Allah ile aldatma’dır.
Kur’an’da şöyle buyuruyor: Sakın, aldatıcı sizi Allah ile
aldatmasın! * İnsanoğlunun en kahırlı bunalımları,
Allah’ın araç yapıldığı aldatıştan kaynaklanan bunalımlardır. En
zehirli zulümler de, bu aldatıştan doğar. En kalıcı, en yıkıcı
bozgunlar, bu aldatışın vücut verdiği bozgunlardır. Tarih buna
tanıktır. * Kur’an’daki “Allah ile aldatılmayın” ihtarına
rağmen, Türk halkı dinine olan derin saygısı yüzünden Allah ile
aldatılıyor. * Allah ile aldatmak; dinimizi, çıkar,
koltuk, baskı, egemenlik aracı yapan bir sanayi koludur. İşin
esası bakımından, ne dini vardır, ne de imanı… Onun dini imanı,
Tanrısı, ibadeti, hep çıkarıdır, hesabıdır. Allah ile aldatanlar
dokunulmaz, eleştirilmez bir “tahakküm teolojisi”
oluşturmuşlardır. Türkiye’de bu teolojiyi egemen kılmak
istiyorlar. * Bu bir Haçlı-İngiliz siyasetidir. Atatürk bu
şeytani siyaseti, taa 1920’de dünyaya tanıtıyor. İngilizlerin
siyasetinin “İslam’ı İslam’la yok etme siyaseti” olduğunu ilan
ediyor. * Türkiye’de bugün dayatılan tez, Allah ile
aldatma veya “siyasal İslam” tezidir. Atatürk’ün mirası, bütün
ihtişamına rağmen, bir tez olmaktan çıkarılmış bulunuyor. İç ve
dış hıyanetler, Türkiye’ye oynanan bu oyunda, ne yazık ki,
başarılı olmuştur. Türk siyasetinin, imansızlıkları, gafletleri,
dalaletleri, nefsaniyetleri, ciddiyetsizlikleri,
tutarsızlıkları, kirlilikleri, işi bu noktaya getirdi.
Atatürk’ün mirasını yeniden tez yapabilmenin ilk şartı, işi
buraya getiren “Allah ile aldatma” siyasetine son vermektir.
* Allah ile aldatma zulmünün en ağırları, kadın ve kadın
hakları konusunda işlenmektedir. Türkiye’de bugün kadın,
özellikle örtünme meselesinin istismarı aracılığıyla, Allah ile
aldatan zümrelerin temel sömürü aracı olarak öne
çıkarılmaktadır. * Türkiye’de sosyal devleti çöküşün
eşiğine getiren sebeplerin başında, Allah ile aldatanların
yarattığı “sadaka kültürü” ve bu kültürün yarattığı “sömürü
merhametçiliği” gelmektedir. AKP iktidarı, bu yıkıcı sebebin
saltanat dönemini temsil etmektedir. Allah ile aldatanlar, iane
çadırlarıyla yetinecek bir toplum özlemektedir. * BOP’un
temel hedefi, Ortadoğu’da İsrail’den daha büyük devlet
bırakmamaktır. Yaşadığımız günlerin ABD ve AB’sinde, Türkiye’yle
ilgili ilk hedef, Türk Ordusu’nu etkisizleştirmek olarak dikkat
çekiyor. Laikliğe saldırıyı emperyalizmin Haçlı kurmayları
kotarıyor. Müslümanlar, burada sadece taşeronluk yapıyor.
Türkiye’yi Allah ile aldatma zehrinin panzehiri, ancak, İslam’ın
gerçeği içinden çıkarılabilir. * Nedir bu derseniz…
Profesör Yaşar Nuri Öztürk’ün “Allah ile Aldatmak” isimli
kitabından alıntılardır. * Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet
Sezer, bu kitabı okuduktan sonra Profesör Yaşar Nuri Öztürk’e
telefon etmiş ve “bu kitap Cumhuriyet’in manevi manifestosudur”
demişti. Aynen katılıyorum… Cumhuriyet’e dair, Nutuk’tan sonra
yazılmış en değerli kitaptır. * Ve, hani şimdilerde Tayyip
Erdoğan hepimize “şapşal” muamelesi yaparak “aldatıldım” filan
diyor ya… Bu kitabı okumasını tavsiye ediyorum! * Okusun
ki… Yaldızlı-süslü laflarla yalan söylemenin, iftira atmanın,
milletin parasıyla gezip tozmanın, gösteriş yapmanın, şatafatın,
hırsızlığın, yolsuzluğun, koltuk şehvetinin, şahsi çıkar
hesaplarının, fakir fukara istismarının, baskı düzeni kurmanın,
dini-imanı siyasete alet etmenin, Allah ile aldatma’nın Kuran’a
aykırı olduğunu görsün. Okusun ki, aldatılmasın!
Yilmaz Özdil Sözü 22.03.2015
*
Bir yerden patlak veriyor be arkadaş
Hiç
hoşlanmam... Aslını ve yaşını inkar edenden... Hadi
hanımlarda bir yere kadar su götürüyor da... Erkeğin yaşını
gizleme çabalarını asla hoş görmem mümkün olmuyor!
Saçını, bıyıklarını, kaşını boyatırsın... Ellerindeki,
yüzündeki kırışıklar seni ele verir... Hadi diyelim
kırışıklıklara ve beyaza "çare" buldun... Bu sefer yürüyüşün,
hareketlerin seni ele verir... Uzatmayalım... Yani sen ne
kadar çabalasan da... Bir yerden patlak veriyor be arkadaş!
Aslında... Bu hayatin her alanı için geçerli bir kural...
Siyaset içinde... Eninde sonunda bir yerden patlak veriyor be
arkadaş!
***
23.03.2015
Beraber
yürüdük biz bu yollarda
Yolun sonu...
Yassıada, yağlı urgan!
*
Bebek
Sizi bilmem ama ben uyuyan bir
bebeğe baktığımda... Huzuru, mutluluğu, masumiyeti
buluyorum... O kadar bıktım ki kavgadan, gürültüden, kahpe
feleğin cilvelerinden... Bebeklerde aradığımı buluyorum!
Pezevengin evlenmeye de niyeti yok ki... "Baba evlenmek
istiyorum" dese... Dünden tezi yok hemen evlendireceğim!
Hayatımız orospu karı hayatına döndü... Kavga, gürültü,
bağrış - çağırış, sürekli bir tedirginlik... Her şey çabuk -
çabuk, her şey para, her şey menfaat... Orospu karı
yemekleri... Orospu karı siyaseti... Orospu karı
haberciliği... Orospu karı tezgâhları... Ve orospu karı
yaşamı(!)
Huzur istiyorum... Mutluluk istiyorum...
İstikrar istiyorum... Çok mu istiyorum, bilmem ki?
***
24.03.2015
Çok özür
dileyerek yazıyorum
Yıllardan beri dilimde tüy
bitti... şu görüntüye bir bakar mısınız... Yiyorlar
birbirlerini... Mahalle karılarını geçtiler... Yakında
orospu karıları da geçerlerse hiç şaşırmayacağım!
Bu ne
ya? Tiksindim, midem bulanıyor... Kusmamak için kendimi
zor tutuyorum!
***
Windows 10 ve Kriptoloji üzerine
2015
yaz aylarında Windows 10'un satışa başlanması olasıdır...
Profesyonel açıdan Windows 2000'den sonra en "güvenilir" ve
"sorunsuz" çalışan işletim sistemi olması beklentisi çok
yüksek*. Windows 7, 8 ve 8.1 kullanıcılarına update üzerinden
ücretsiz sunulacağı yazılmakta. Buraya kadar olağan bir durum
gibi görünen manzara, Microsoft'un >>> korsan <<< 7 ve üzeri
sistemlere de bu update olanağını sunması olacakmış(!?) Ancak bu
sunuş yasal anlamda bir "korsanı kabullenme" olarak
algılanmamalıymış**. Bu olanaktan faydalanmanızı öneririm.
Gelelim Türkiye'ye... Herifler kedi - köpek oyunu
oynasalar da... Böyle bir seçmen kitlesi ile... Ve böyle
bir "muhalefet" ile seçime girdikten sonra tekrar iktidara
gelmeleri olasıdır. İhtimaller arasında saray filozofunun
muradına ermesi de vardır... İşte bu yüzden bizlerin iletişim
kanalarımızı açık tutmamız daha da büyük bir önem kazanmaktadır.
Kassel ve Siegen üniversitelerinin ortak bir çalışmasını sizlere
önermek istiyorum:
CrypTool
Temel tüm şifreleme
sistemlerinin bir yandan öğretildiği öte yandan uygulamalı
olarak deney yapabileceğiniz bir yazılım***.
https://www.cryptool.org/en/
* Windows yanında piyasada
bulunan istisnasız her işletim sisteminin o veya bu şekilde
sorunları vardır. ** Büyük bir ihtimalle bu hamle ile
rakiplerine darbe indireceğini sanıyorum *** Şifrelenen
şifreleniyor
***
25.03.2015
Hayata kalmak
için ölü taklidi yapmak
Ezelden beri canlılar
hayata kalabilmek için ölü taklidi yapmaktadır… Bu, kendinden
güçlü düşman karşısında… Gerçekten ölmemek, yok olmamak için
etkili bir strateji olarak nesilden nesile sürdürülür… Ve
yaşam… Öyle veya böyle… Hiç akıl almayacak yerlerde bile
kendine bir alan açabilmektedir… Yani hayat bir şekilde devam
eder!
Buraya kadar doğal… Buraya kadar bir nevi tabiat
kanunu olarak tabir edebileceğimiz durum siyasete gelince
geçerliliğini kaybediyor. Çünkü siyaseten ölü taklidi yapmak
süreç içeresinde gerçekten yok olmaya giden yoldur.
Açıkçası, Kılıçdaroğlu Türkiye Cumhuriyetinin kurucu partisini
mezara götüren kişi olarak tarihe geçme aşamasındadır.
Eski Yunanda bile… Demokrasi… Büyük düşünürler tarafından
eleştirilmiştir çünkü demokrasi dediğin bir fahişe* misalidir…
Ağzı güzel laf yapan… Parayı bastıran… Düdüğü çalar!
*Sayın Çakır, yukarı ki satırları okuduysanız eğer lütfen
yine tenkit etmeyiniz bu bir benzetmedir. Karşıt cinsten bunlara
oğlan denir. Ama daha iyi anlaşılabilmesi için bu kelimeyi
kullanmayı tercih ettim. Her hangi bir cinsiyet ayrımı
yapmadığımı ayrıca belirtirim.
*
Ey Tayyip gel gör devlete saygınlık, şahıssa saygı,
insana saygı nasıl olur
Baştan söylüyorum...
Kimse sözlerimi yanlış anlayarak o veya bu tarafa çekmesin...
Ne yazıyorsam o!
Sanki dünyada ilk defa uçak kazası
oluyor... Sanki dünyada ilk defa insan ölüyor... Sanki
kazalarda ilk defa çocuk veya genç ölüyor(!)
Ölenlere
Allahtan rahmet, ailelerine sabır dilerim... Ama... Gir
haber ajanslarına, Google, Yahoo'ya, diğer arama motorlarına...
Avrupa başta olmak üzere taa Asya'ya uçak şirketlerinin
sitelerine... Hepsi bir şekilde taziyelerini, üzüntülerini
ifade ediyor... Bırak dünyada Türk'ün saygınlığını... Ulan
Osmanlının bile vardıysa eğer saygınlığını yerle bir ettin!
Bir devletin saygınlığı... Saraylarla, Camilerle değil...
İnsana, insanlığa sağladığı katkılarla ölçülür!
*
PR
Public Relation... Üzerindeki
parlak yaldızlar dökülmeye başladıkça... Gerçekler meydana
çıkar!
*
Çok yaptın be Recep
Dinden imandan söz
edip durursun... Osmanlıya hayransın ama Osmanlının
hatalarından ders çıkarmayı bilmemişin... Atatürk'ü düşman
belemişin ama onu hiç anlamaya çalışmamış, onun eserlerinin
değerini hiç bilmemişsin... İnsanlar sana teveccüh
gösterdikçe sen ne oldum budalası olmaya başlamışın... Eline
güç vermişler... Gücü iyiye, güzele, doğru olana
kullanamamışsın... Okulda sana boşuna paytak dememişler be
Recep!
Çok yaptın be Recep... Atatürk ve arkadaşları
kurmuş... Ondan sonra gelenler... İnsan olmanın, onurun,
izzetinefsin bedelini ödemeye hazır, az olanı çoğaltmaya
çalışırken... Sen kendi onurunla yetinmeyip bu yüce milletin
onurunu da ayaklar altına almışsın... Bugün Soner Yalçın ne
güzel tarif etmiş yazısında... Atatürk hep yapmış,
yüceltmiş... Sen hep yıkmış ama yapamamışsın!
İtiraf
et Recep... Beceriksizsin! Becerebildiğin tek şey...
Bunu da yüksek bir başarıyla yaptığını yazmalıyım... Bu
gariban milletin, fakir - fukaranın sahip olduğu milli
serveti... Çok ustaca çaldın... Milleti öyle bir kandırdın
ki... İnsanlar sana haram olanı neredeyse helal edecek...
Bravo doğrusu bravo!
Ah be Recep... Bilmez misin
düşmez kalkmaz bir Allah... Bir gün gelir o güvendiğin
yüksek, yüksek dağlara kar yağır... Güvendiğin o dağlar,
sığındığın o liman... Seni yolda bırakır!
Genç
demedin... İhtiyar demedin... Önüne geleni silindir gibi
ezdin... O silindir... Bir gün senin üzerinden de geçecek!
Çok yaptın be Recep... Senin sonun darağacı olacak!
*
Breh, breh, breh
İnsanlar tatilden veya
bir iş seyahatinden geliyor... Takdiri ilahi mi demek lazım
bilmiyorum... Bir uçak kazasında yaşamlarını yitiriyorlar...
Alman ve Fransız başbakanları... Olay yerinde geriye
kalanlara taziyelerini bildiriyorlar ki... Ardından basın
açıklaması yapsınlar!
Bizde... İnsanlar çoluğuna -
çocuğuna ekmek götürebilmek için... Yerin yedi kat dibinde
pisi pisine ölüyorlar... 150 değil... 301 insan ekmek için
ölüyor... Ve geriye kalanlar... Aileler, sevenleri üstüne
üstlük birde dayak yiyorlar!
***
26.03.2015
Hangi Osmanlı?
Yine sözlerime sizlerden özür
dileyerek başlamak istiyorum...
Ama...
İnsanı zorla pis pis
konuşturuyorlar......
Ne küçüğünü nede büyüğünü
bilebiliyorsun...
Tekrar, tekrar özür dileyerek içimi
dökmek istiyorum.
Evet, hangi Osmanlı?
Evlat-ı Osmaniye diye sokaklara
dökülüyor...
Bileme kimin askerleriyiz diye
g.tlerini yırtıyorlar!
İyi güzelde...
Hangi Osmanlının askeri...
Hangi Osmanlının evladısınız?
Ben size benim kiminle guru
duyduğumu...
Kiminle övündüğümü, kimin
neslinden geldiğimle gurur duyduğumu ilan etmek istiyorum!
Geçmişten bugüne
geldiğimizde...
Selçuk Beyin, Osman Gazinin, Şeyh
Edebali'nin, Fatih Sultan Mehmet'in ve daha nicelerine…
Ki, Fatih Sultan Mehmet'in
hayranıyım, bilgisine - kültürüne, adam gibi adam olmasına!
Yani Kanuni Sultan Süleyman'a gelene kadar tüme
büyüklerimizin torunu olmakla övünüyorum. Ancak Kanuni
Sultan Süleyman'ın bazı konularda takındığı tavır ile
gittikçe Osmanlıdan soğumaya başlıyorum. Ve geçmişime
baktığımda karanlık gökyüzünde yıldız gibi parlayan Atatürk
ve arkadaşlarını görüyorum onlarla da iftar ediyor, böyle
insanların “torunu”, aynı toprakların, kültürün insanı
olmaktan gurur duyuyorum. Evet, insanız ve insan olarak
istisnasız hepimiz hata yapabiliriz…
Ama insan olarak yozlaşmamak,
yobazlaşmamak gerek!
Açın tarih kitaplarını…
Hep aynı yazar okumadan, değişik
kaynakları da ele alarak inceleyin…
Ve düşünün!
Göreceğiniz gittikçe yozlaşan, sevk-ü sefaya dalan
"insanlar" olacaktır. Avrupa’da matbua makineleri toplumun
bilgilenerek ilerlemesini sağlarken, Osmanlı bu ve benzeri
gelişmeleri özellikle ama askeri alandaki gelişmelere
sırtını çevirmiştir. Akılları başlarına geldiğinde ise iş
işten çoktan geçmişti. Ben böyle insan müsveddelerinin
torunu değilim ve asla onlarla övünemem. Gelelim yakın
tarihimize…
Bu insan müsveddelerinin son
temsilcisi Vahdettin…
Ve Vahdetinden sonra gelen, eski
iştihamın özlemini geçken tiplere…
Adnan Menderes ile başlayan ve son
örneği Recep Tayyip Erdoğan’a…
Bunlar tarif ettiğim Osmanlının
torunları değil, Vahdettin’in sol taşağından düşmüş…
Vatan haini, menfaatperest
insanlardır. Hayalperest zavallı tipler ve artlarından koşan
acınası insan yığınları.
***
29.03.2015
Koy torbaya nasılsa hepsi koyun, korkma(!) ve son kale Türkiye
Nasılsa hak - hukuk bilende, tanıyanda yok…
Din, iman, Allah, Peygamber birer sözden ibaret…
Koy torbaya…
Kafana göre yönet, ihtiyaçlarına göre düzenle…
Nasılsa hepsi koyun, korkma(!)
Uzun zamandan beri kafamı meşgul eden bir soru var…
Acaba diyorum…
ABD’nin, Sovyetler Birliğine karşı oluşturduğu yeşil kuşak
projesi…
Putin’in azizliğine mi uğradı?
Siyaset böyle bir şey işte…
Dün düşman olan bir an sonra dost veya tam tersi
olabiliyor…
Bundan uzun yıllar önce ne demiştik…
Iran, Irak, Suriye sonunda Türkiye…
İran’da duvara tosladılar, uğraşıyorlar ama henüz bir yol
bulamadıkları için eski bir özdeyişe yöneldiler: “Bükemediğin eli
öpeceksin”…
Irak, kahpeliğin kitabını yazarak Saddam mı devirdi ve
anasının bilmem nesini gördü…
Suriye öyle bir direniyor ki, şimdilik amaçlarına
ulaşamayacaklar gibi gözüküyor…
Ve son kale Türkiye…
Diğer kaleler düşmeden Türkiye’nin
kolay yutulur lokma olmadığını biliyorlar!
Temel anlamda üç olasılık var…
Ya İslam coğrafyasında emperyalizme
ve sömürü düzenine karşı gerçekten bir tür uyanma var, ya da Rusya
kendisine karşı oluşturulan “savunma duvarını” AB(D) aleyhine,
dincileri kullanarak, çevirmeyi başarmış ve AB(D)’ye karşı bir tür
zırh gibi kullanmaya başladı. Veya son ihtimal olarak “yeni dünya
düzeni” çerçevesinde kendi toplumlarını daha tepkisiz yönetebilmek
için Sovyetler Birliğinin çöküşünden sonra, tüm bu gelişmeler yeni
bir düşman yaratma çalışmaları.
Suriye ve Iran örneğinden de anlaşılacağı gibi halk
desteğini almış bir düzen veya siyasi lider öyle kolay kolay
değiştirilemiyor. Ayrıca bölgesel ittifaklarda öyle yabana atılacak
türden değil!
***
30.03.2015
Kaçınılmaz sonun anlamsız geciktirilmesi
Arkadaş…
Ha
bugün, ha yarın…
Hapisse mapise girerim diye korkma…
Girsen
bile orada çok kalmayacaksın…
Çünkü
seni, bazı yandaş ve yoldaşını mutlaka asacağız…
Ha
yarın, ha bugün…
Ama
birgün mutlaka!
***
31.03.2015
Müebbet
İnsanoğlu arada da olsa atasözü dinlemeli…
Genelde…
İnsan denen varlığın kafasındaki saçlar boşuna ağrımaz…
Tabiri caiz ise…
Her bir beyaz saç teli, olumlu - olumsuz bir tecrübenin eseri!
Ve yine insan denen varlığın…
En amansız cellattı insan…
Ama…
İnsan denen cellattan daha da merhametsiz olan…
Vicdan!
Ey insan…
Ömür boyu vicdan azabı duyacağın şeyi yapma…
Bu müebbet muhasebesinin sonu yok…
Ebedi cehennem azabı misali…
Son pişmanlık fayda etmez!
***
01.04.2015
Molla deyip
geçme
Dün akşam ilgimi çeken bir belgeseli
izledim... Konu Irandı... İran'da molla yönetimi altında
öncelikle insan... Ama özellikle kadın!
Nasıl söze
başlasam bilmem ki... Bugün ki Iranlalar büyük bir
medeniyetin tortuları... Molla dahi olsalar... Bu
medeniyetten bir şeyler kapmışlar... Yemin ediyorum...
Bizim zibidilerden, görgüsüz, sonradan görmelerden... Hem
vallahi, hem billahi... Daha medeni, daha çağdaş bir görünüm
sergiliyorlar!
Allah kimseyi sonradan görme yapmasın!!!
***
02.04.2015
Afgan
İlk defa sizden bir şey rica edeceğim, gelecek satırları
lütfen okuyun!
Bir tanıdıkla öğle yemeği için bir Türk
restorana gittik... Oradan geleli on – on beş dakika oluyor…
Gittiğimiz yer öyle doluydu ki iğne atsan yere düşmeyecek
şekilde... Garson önden biz arkasından restoranda
ilerliyoruz... Neyse cam kenarında uzun bir masada bir çift
oturuyordu... Yanlarında karşılıklı iki yer boş, orayı
gösterdi... Garsonun yer göstermesine rağmen beyefendiden
müsaade isteyerek oturduk... Erkek, kot pantolon – gömlek,
kafasında bir kep. Yani gayet spor giyinmiş… Eşi olduğunu
tahmin ettiğim hanımefendi ise üstünde koyu mavi bir hırka…
Altında açık renk bir bluz, ayağında kot pantolon ve başı
örtülü… Gayet uyumlu hanım, hanımcık bir görüntü veriyordu…
Başımızla selam verdikten sonra masaya oturduk… Bir, iki
dakika geçmeden… Önce erkek ardından kadın Almanca hoş
geldiniz dedi… Böyle bir davranışa yıllardır tanık olmadığım
için önce şaşırdım, sonranda çift ilgimi çekti… Çatalı,
bıçağı tutmaları, ses tonları, hal ve hareketleriyle… Nezaket
kurallarına mükemmel bir şekilde hâkimdiler… Bu nazik
davranışa gereken yanıtı verdikten sonra herkes kendi içine
döndü… Biz sohbete onlar sohbete daldılar… Beli belirsiz
ama hayatımda hiç duymadığım bir dil ile konuşuyorlardı…
Ancak elimde olmayan nedenlerden dolayı göz ucuyla ara ara çifti
izlemeye başladım… Nefret ettiğim ve kesinlikle hoş
görmediğim bir davranışı kendim yapıyordum… Ancak, orta yaşlı
insanlar olmalarına rağmen öyle şefkat ve sevgi dolu bir
sohbetleri, birbirlerine öyle nazik jestleri vardı ki, inanın,
kendimi alamadım!
Bizden önce sipariş verdikleri için
garson bir süre sonra elinde bir tabak masaya geldi… Kısa bir
tereddütten sonra, tabağı erkeğin önüne koydu… Garson masadan
uzaklaştıktan sonra erkek tabağa hiç dokunmadan kadına sundu…
Kadın yine nazik bir el hareketiyle tabağı almak istemedi…
Zaten bir – iki dakikaya kalmadı ikinci yemekte geldi… Bir
süre sonra bizim yemeklerde gelince herkes yemeğe başladı…
Yemek arası verildiğinde dayanamadım ve erkeğe yönelerek sorum:
“Nereden geliyorsunuz?” “Afganistan’dan!” Tanıdığım da
dayanamadı: “Çok güzel Almanca konuşuyorsunuz” dedi… Akabinde
kadın: “İnsan yaşadığı yere uyarak, diline >>> hakim <<< olmalı”
diyerek tanıdığıma cevap vermiş oldu!
Kısadan hisse:
Yıllardır benim yazdıklarımı okuyanlar öyle sanıyorum ki zaten
biliyorlar… Ne olduğunun, kim olduğunun benim için hiç bir
önemi yok! Ne insan ne cinsiyet ayrımı yaparım… İlk ve tek
dikkat ettiğim şey karşımdaki insan mı değil mi(!) Bir masada
üç Müslüman bir Hristiyan, hem de ne Hristiyan, gerçekten Allah
yolunda iyi bir insan! Bunlarda Müslüman… Bizdekilerde
Müslüman… Ama acaba hangisi İnsan?
*
Dijital veraset
Ölüm... Birçok insan
için kabus anlamı taşımaktadır. Üzerine konuşulmasından,
düşünülmesinden hoşlanmaz. Onunki sesiz bir kabulleniştir ve
ölüm ona "uzaktır" (!) Halbuki ölüm hayatın, var olmanın,
itikatlı bir insan için yok olmadan belki başka bir boyutta,
başka bir dünyada devam etmenin yoludur. Ve O ölümden korkmaz!
Benim öyle bir derdim yok... Ölüm, hayatımın bir
parçası ve sürekli yoldaşım... Belki bu yüzden bu konuda >>>
zamanında <<< yapılması gerekenleri yapmak, üzerine düşünüp -
yazmak bana zor gelmiyor. Sorumlu bir insan olarak ölümü de
düşünerek gereken tüm tedbirleri zamanında almış bulunuyorum.
Ancak bir bilişimci olarak... Sizler hatırlatmak
istediğim bir mesele var. Çağımızda insanlığın büyük bir bölümü
artık ardından yalnız maddi miras bırakmıyor. Maddiyatın yani
sıra dijital "değerlerde" bırakmaktadır ve ölümünden sonra bu
"değerlerin" ne olacağını, kime bırakılacağını düşünmesi
gerekiyor.
Daha iyi anlayabilmeniz için konuyu biraz
açacağım... Çektiğiniz veya yayınladığınız bir fotoğraf, bir
makale veya herhangi başka bir dijital veri üzerinde, şayet
"eser" sahibi sizseniz telif hakkınız bulunmaktadır. Ölümünüzden
sonra bu hak kim(ler)e intikal edecek? Veya mesela Facebook,
Twitter, e-Mail hesaplarınız ne olacak? Dijital şifrelerinizi,
sertifikalarınızı ölümünüzden sonra kime emanet edeceksiniz? Bu
konular üzerinde hiç kafa yordunuz mu?
Almanya'da bile bu
konuda yasama muğlak ve gevşek davranarak toplumu bağlayıcı
kanunlar çıkarmamış durumdadır. Bu yüzden yaşadığınız yerin
kanunlarını incelemeniz ve ona göre tedbir almanızı tavsiye
ederim. Mesleğimde olduğu için benim bu konuda ardımda
bırakabileceğim birçok şey var.
Bu yazıyı fırsat bilerek
dijital verasetimi de açıklamak istiyorum:
Eğer maddi
veya manevi herhangi bir değeri varsa... 1. Yazdığım ve
yazacağım siyasi veya toplumsal makalelerimin tümü Türk
milletinin malıdır. Herhangi bir One Click Hoster veya
benzerleri tarafından maddi veya ticari menfaat sağlamak için
kullanılamaz. 2. Fotoğraflar, çizimler ve dijital grafikler,
derlemelerimin özellikle ama Cumhuriyet Kronolojisi ve 1919'dan
başlamak üzere günümüze kadar süre gelen, seri, gazete arşivim
başta olmak üzere bugüne kadar yazdığım ve gelecekte yazacağım
yazılımların tüm hak sahipleri yasal mirasçılarım olan eşim ve
oğlum; onlar bu haktan faydalanmak istemedikleri taktirde kız
kardeşimin ve onun çocuklarınındır.
Önder Gürbüz
02.04.2015 Almanya
*
Boşuna bekleme bu hasta ölmez
Osmanlı
için "hasta adam" tabirini kullandınız... Ölmedi... Üstüne
üstlük Anka kuşu misali küllerinden yeniden doğdu... Doğdu,
gelişti, serpildi... Bu sefer bu yeni Türkiye'nin...
Türkiye Cumhuriyeti devletin kurucusuna ve arkadaşlarına...
Onun, onların fikirlerine, maddi ve manevi mirasına sardınız...
Yetmedi çünkü tedbirliydiniz... Türlü belalar, senaryolar
üreterek kaleyi içten fetih etmeye kalktınız... Ama...
Unutmayınız ki... Anadolu kardeşliği, Anadolu kültürü o kadar
köklü bir "tutkal" ki... Bu milleti bölmeye, bu aziz vatanı
parçalamaya kudretiniz asla yetmeyecek... Bu "hasta" ölmez...
Boşuna beklemeyin!
***
06.04.2015
Türkiye'nin
hali
Herkes gelecek seçimlerde ne olacak diye
kendine sorduruyor... Türlü türlü analizler piyasaya hakim...
Bence bu seçimin sonuçları şimdiden belli... Aslında zahmet
edipte seçime gitmeye bile değmez... Bu seçimin sonuçlarını
diğer seçimlerde olduğu gibi... Küstahlık ve "cesaret"
belirleyecek(!)
***
07.04.2015
Zübük'lerden
kim korkar?
Okuyan, düşünen, vatan ve millet
sevgisi dolu bir yürek... Baskıdan, tehditten hiç korkar -
yıllar mı? Bu millet özgürlüğü için can vermiş, kan
akıtmıştır... Sizin gibi zibidilerden... Zübük'lerden hiç
korkup, tırsar mı?
Bozuk musluk, tıkanan lavabo misali...
Musluktan damlayan her damla... Eninde sonunda lavabonun
taşmasına neden olacaktır... Süre dolmak üzere...
Yaptıklarınızın hesabı önünüze konulacak... Bakalım altından
nasıl kalkacaksınız?
***
08.04.2015
Müneccim boku
yemedim ama
Kibarcası müneccim sakızı çiğnemedim
ama... Bu "öngörüde" bulunmak için kahin olmak veya çok zeki
olmak gerekmiyor... Tarih bilgisi yeterli!
Zübük
toplamış muhtarları konuşuyor... Konuşsun bakalım... Dünya
çapında... Tarihte halk... Tüm zorbaların, diktatörlerin
başına saraylarını yıkmıştır... Bununda akıbeti aynı
olacak... Ne AK Saray kalacak ne Erdoğan(giler)!
*
Kiss
Yok... Sizin aklınıza gelen
değil... Kaldı ki internetten kimi öpecektim? Tamam...
İhtiyarladık ama sanal alemde, sanal öpücükler atacak kadar da
bunamadım!
Bilim henüz internet üzerinden tat ve duyu
alma sorununu çözemedi... Çalışmalar yoğun ama öyle sanıyorum
ki, bir süre daha bu tür "hazlardan" mahrum kalacağız(!)
Madem söz bilişimden açıldı... Bilişimin şaşmaz iki kuralını
birlikte hatırlayalım:
1. Never change a running system
2. Kiss
Birinci kurallı Erdoğan'a atfen ikincisini
ise beceriksiz, pısırığa göre siyaseten yorumlayacağım.
Evet... Never change a running system Çalışan bir sistemi
kurcaladın mı... Başına akla, hayale gelmez dertler
açarsın... En iyisi mi sen, kak götünü otur bir kenarda...
Sen paytak Recep bu kurulalı çiğnedin ve bunun bedelini
ödeyeceksin. Bedel ödemeye hazır olduğunu da biliyorum
"Kefenimizi giydik" lafları boşuna söylenmedi. Ve bu kefeni
büyük bir zevk ile bizler sana giydireceğiz. Bu böyle biline!
Hem sonra senin yaptığın hiç bir şey düzeltilemez değildir.
Büyük Atatürk bu sistemin temellerini iyi atmıştır.
Gelelim yenilikçi soytarıya, almış eline -yeni- baltayı koca
çınarı devirmeye çalışıyor. Allah akıl dağıtırken sen hangi
kuburda debeleniyordun? Bu Cumhuriyetin kurucu partisinin
içini o kadar boş mu sandın ki, bir - iki hamleyle yıkılsın?
Bak... Sana KISS kısaltmasının bilişimde ne anlamlar
taşıyabildiğini buradan yazacağım: Keep it simple, stupid.
Keep it simple [and] stupid Keep it short and simple
Keep it simple and smart Keep it simple and straightforward
Keep it safe and sound Keep it sweet and simple Keep
it small and simple Keep it simple and safe Keep it
strictly simple Keep it sober and significant
*
Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu
Bir
iki gündür dikkatimi çekiyor... Bir Allah'ın yazarı - çizeri
de konuya değinmedi ya... Milletvekili adayı olabilmek için
bürokratlar tek tek istifa ederken... Bir zamanlar...
Istıfa etmeden hem başbakanlığı hem de Cumhurbaşkanlığını
birlikte yürüten Padişah I Mahvedin neden hak, hukuk, kanun
tanımıyor? Benim bildiğim kanunlar istisnasız herkes için
geçerli (değil mi yoksa?)
*
Sahi kayıp trilyon, deniz feneri, kol saati, ayakkabı kutuları,
vesaire, vesaire , vesaire ne oldu?
*
Kardan adam oluyor da, kardan kadın neden olmuyor
Öğrenciler kardan kadın yapmış... Bir kadın öğretmen
öğrencileriyle poz vermiş... Kaymakamlık idari soruşturma
açmış... İyide... Bu kadın düşmanlığının sebeplerini
anlamakta zorlanıyorum... Ulan... Her türlü hayvani
içgüdülerini bir kadın ile yaşıyorsun... Bayram - seyran
kadın eli öpüyor, yaşlı kadınlara saygıda kusur etmiyorsun...
Bu kadın düşmanlığı neden?
***
09.04.2015
Kendinize hep
sorduğunuz soru
Neden hep bu herifi seçiyorlar?
İşte yanıtı: Öküzü adam sandıkları için!
*
Eyüp Gökhan Özekin
"Olmasaydı da
olurduk" fikrinin "babası"... Doğrudur... O, olmasaydı da
olurdu... Ancak ninesini bir Fransız'ın mı, Yunanın mı yoksa
bir İtalya'nın mı becerdiğini kolay kolay bilemeyecekti(!)
***
10.04.2015
Siz daha
uyumaya devam edin
Dün çok önemli bir gelişme
yaşandı... Alman medyası bu haberin önemine istinaden gereken
önemi verirken... Bence Türk medyasında yansımaları
geçiştirme şeklindeydi!
Genelde AB(D) ama özelde Merkel
siyaseti gereği AB(D) toplumunu birtakım gelişmelere hazırlama
operasyonunun bir adımı daha atıldı. Küçük bir şey gibi
görünse de C. Bayık vasıtasıyla PKK'nın Alman halkından,
geçmişte gerçekleştirdikleri şiddet eylemleri için özür dilemesi
önemlidir(!) Bu PKK'nin siyasallaşma eğiliminde atılmış bir
adım daha olarak görülmelidir. Ve sözüm ona "çözüm sürecin"
denen olayda bağımsız Kürdistan'a giden bir adım daha olarak
değerlendirilmelidir. Adım adım gerçekleşen bu uzun vadeli
planın ne yazık ki baş aktörlerinden biri olan Almanya, kadim
Türk - Alman dostluğuna büyük bir darbe daha vurmuştur.
Sizlere sesleniyorum... Din, dil, ırk ayrımı gözetmeksizin
sizlere... Recep Tayyip Erdoğan denen baş hırsıza... AKP
denen talan partisine ve tüm vatan hainlerine dur deyiniz...
Önümüzdeki seçim son fırsat... Ondan sonra çok geç olacak!
*
Namussuz pezevenk
Savcı öldürüldü...
Görüntüler teröristi, terörü "özendiriyor" gerekçesiyle
yasaklandı... Hatta Google, YouTube vesaire bir günlüğüne de
olsa erişim engeline takıldı... İyide... Bu devleti
"yönetmekle" sorumlu olanlar >>>bizzat<<< teröristle müzakere
masasına oturunca neden bir şey olmuyor?
*
Ben terörist değil anarşistim
Ya arkadaş
ne büyük başım varmış... Millettin ayağı takılsa benden
biliyor... Kaldı ki... Terörist ile anarşist arasındaki
farkı bilmeyen asla muhatabım olamaz!
Millet gider
Mersine... Ben mutlaka giderim terine(!)... Aykırı adamım,
hep böyleydim, hep böyle kalacağım... Atası çoban olanla işim
olmaz... Ama bu aynı zamanda çobanı aşağıladığım anlamına da
gelmez!
İnsandır davam ve insanların oluşturduğu toplum!
Böyle gelmiş böyle gider… Az okumuşlukla, çok okumuşlukla
ilgili değildir… Hatta görgü ve geleneklerin bile çoğu zaman
önemi yoktur… İnsan… Toplum içeresinde sürü psikolojisinin
etkisine girer… Ve bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyerek
toplumun içeresine “erimeye” gayret gösterir… Bu… Tabiat
ananın tüm canlılara ortak kıldığı hayatta kalma refleksidir!
Toplumlar istisnasız koyun misalidir… Ve bu koyun
sürüsüne çoban(lar) gerek… Ancak… Toplumun dışında ama
sürekli yakın temas sağlama çabasında olanlarda vardır…
Bunlar kurtlardır… Toplumdan koparabildiğini kar sayar!
Birde çobanın, koyunların kadim dostu vardır… Çoban
köpekleri… İnsanın hayvanlar âleminde en eski dostu köpek…
Toplumlarda köpek kelimesi genelde aşağılamak, küfür etmek için
kullanılsa da… Bu, bu dört ayaklı dosta büyük bir
haksızlıktır… İşte bu çoban köpekleri sürünün etrafında
sürekli gezinerek… Koyun sürüsünü tehlikelerden ama özellikle
kurtlardan korumaya çalışır!
Ben mesela… Ailemin çoban
köpeğiyim… Sürekli etraflarında, sürekli gözüm üstlerinde…
Kuzucukları, koyunları tehlikelerden koruma çabasında… Keza…
Mensubu olduğum toplumları da gerektiğinde uyarmaya çalışırım…
Bu kimi zaman Alman, kimi zaman Türk toplumu olabiliyor… Ben
buyum… Ne fazlası, ne eksiği!
*
Erdoğan'dan Kılıçdaroğlu'na
Düttürü düt,
düt düt, düt, dü, d, ... Geberseler de kurtulsak!
***
11.04.2015
Oyumun rengini
açıklıyorum
Yazdığım ve yazacaklarım haliyle
beni bağlar... Ama öyle inanıyorum ki... Gelecek
cümleleri gerçekten sülalem adına kaleme alabilirim!
Sülale boyu... "Doğma - büyüme" Cumhuriyet Halk
Partiliyiz... Atatürk ilke ve inkılapları yaşam tarzımızın
birer parçası... Toplumun koyduğu kurallara, kanunlara...
Atatürk ilke ve inkılapları ile çatışmadığı sürece saygılı olur,
uymaya çalışırız... Kur'an-ı Kerimde yazılana inanır, mümkün
mertebe ona göre yaşamaya çalışırız... Çünkü Atatürk ilke ve
inkılapları kesinlikle Kur'an-ı Kerimde yazılı olan ile
çatışmaz!
Bilime, Fen'e... Gerçekten bilgili, kültürlü
insana saygıda kusur etmez, söylediklerini dikkate alırız...
Adam gibi adam ile yetinmez... İnsan gibi insan olduğuna da
dikkat ederiz!
İçim kan ağlasa da... Oyumu KESINLIKLE
Yeni Cumhuriyet Halk Partisine vermem, veremem... Çünkü bu
partinin başına geçenlerin Atatürk ilke ve inkılapları ile
uzaktan yakından bir ilgisinin kalmadığını yeterince gözlemleme
fırsatımız oldu. Yeni Cumhuriyet Halk Partisinin izlediği
istikamet benim hedeflerime ters!
Bu yüzden... Türk
siyaset sahnesine baktığımda arda kalan tek parti var...
Atatürk... Çağdaşlaşma... Çağdaşlaşma derken geçmişinde
sahip çıkan... Vatan - millet diyen... Ve bunda samimi
olduklarına inandığım... Oyum Vatan Partisine!!!
***
Seçimler öncesi hırsızın marifetlerini hatırlamakta
fayda var
https://cablegatesearch.wikileaks.org/search.php
***
13.04.2015
Sonunda arda
kalan
Hepimiz biliyoruz ki... Para geldiği
gibi gider... Yine gelir, yine gider... Güzellik kalıcı
değildir... Her şey sağlık ile başlar... Kuşkunun fazlası
bazen ölümcül olabilir... Bazen ise şüpheler insanın hareket
alanını kısıtlar... Her şeyin azı karar, fazlası zarar...
Sonunda arda kalan ailen ve gerçek dostlar!
***
14.04.2014
Başlığı
dünya çapında üç yüzün üzerinde “şubesi” ve yılda düz hesap 30
milyar € cirosuyla bir şirketten “ödünç” aldım. Ürünlerini kendi
değimleriyle “democratic design” ile üretiyorlarmış!?
Konu bu
şirket değil…
Konumuz
sanayileşme, demokrasi, liberal ekonomi ve sözüm ona demokratikleşen
toplumların sömürü düzenine nasıl “alet” edildikleri ve tabi
cingözler!
Bunu için öncellikle bazı kavramlara bakmamız gerekecek. İnsanlığın
sanayi devrimi ve bu devrimin hala süregelen evrimleriyle “uzlaşma”
çabalarını anlamamız zaruridir. Bu zaruret bazı gelişmelere bakış
açımızı değiştireceği gibi, bir takım gelişmelerin “doğal”
sonuçlarını da anlamamızı kolaylaştıracaktır. Bugün “çağdaş
insanlık” sanayi devrimi 4.0 evresine girme aşamasındadır. Ve
insanlığı öyle görünüyor ki güzel günler beklemiyor! Her türlü
devrimin kaçınılmaz sonucu olan sosyal değişimler ve buna bağlı
bireyin yaşam tarzının değişmesi her zaman bireyin lehine
gelişmiyor.
Bugünlerde pazarlamacılar, akılı tezgâh(tarlar,) sanayide söz sahibi
olanları Industry 4.0’a ikna etme çabasındalar. Birçok insan sanayi
devrimini okuldan kalma bilgileriyle 18. Yüzyılın bir evresi olarak
görürken, gerçekte yaşanan aşamalarının farkında bile değiller çünkü
içine doğduğumuz ve ömrümüzün sonuna kadar parçası olduğumuz düzen
bunu gerektiriyor.
-
Genel hatlarıyla 1712 – 1850 arası yaşanan sosyo – ekonomik
gelişmeler ve birtakım icatlar ile sanayi devrimi başlamıştı1.
Bugün bu evreye Sanayi 1.0 denmekte.
-
18. Yüzyılından 19. Yüzyılın başlarına kadar yaşanan gelişmeler
Sanayi 2.0 olarak değerlendirilmektedir.
-
Ve bela her zaman geliyorum demez! Dünyanın başına bir taraftan
inanılmaz imkânlar sunarken bireyin, birey yolu ile toplumu3
değişmesine vesile olacak gelişmeler 19. Yüzyılın ortalarına doğru
başlayacak ve bu gelişmeye Sanayi 3.0 denecektir. Bir düşünün, Karl
Mars’ın 1867 yılında yayınlamaya başladığı Kapital isimli yapıtta
yazdıkları günümüzde dahi geçerliliğini korumaktadır. Bu açıdan
bakıldığında insanın ve insan işgücünün sömürüsü tüm hızıyla
sürmektedir. Richard Morley (1969) ve Odo J. Struger bugün
tanıdığımız sanayinin gelişmesine Programlanabilir Mantiksal
Denetleyici (PCL)
Modicon
084 adı altında “Solid – State Sequential Logic Solver” endüstriye
sokarak durdurulamaz gelişmelere yol açmışlardır. Dünya artık
değişmiştir ve asla eskisi gibi olması mümkün değildir.
20. Yüzyıl bu ve benzeri çok önemli gelişmelere4 ev
sahipliği yaparak 21. Yüzyıl ve Sanayi devrimi 4.0’a kapıları
aralamıştır.
İnsanoğlunun sanayileşme tarihinde kısa bir gezinti yaptıktan sonra
günümüze gelebiliriz. 19. Yüzyıl sanayi devriminin ve buna bağlı
toplumsal sancıların etkileri günümüze kadar sürmektedir. Belki
farkında olmayabilirsiniz ama sanayi patronlarının maliyeti
düşürerek, kârı arttırdıkça artırma faaliyetleri başta çevreye,
eninde sonunda ama insana ve topluma – insanlığın zararınadır. Çünkü
aklınıza gelebilecek her açıdan dengeler bozulmuş veya bozulmaya
başlamıştır.
İnsan
işgücünün gittikçe teknolojik gelişmelere kurban edilmesi, eninde
sonunda toplumsal bir infiale yol açması kaçınılmaz olacaktır.
Yediğimiz içtiğimizden tutun, giyimimizden, izlediğimiz –
okuduğumuza, hatta düşüncelerimize kadar her şey bu faaliyetin bir
kurbanıdır. Bilinçaltı çalışmaları ile yönlendirilen insan kendi
açgözlülüğünün kurbanı olacaktır.
Örnekler
mi istiyorsunuz? Buyurun…
7 milyar
insan…
Tek yumurta ikizlerinin haricinde birbirimize benziyor muyuz?
Halliyle ortak özelliklerimiz var ama
her birimiz karakteriyle, yüzüyle, parmak iziyle farklı farklı birer
canlıyız. Peki, her gün düşünmeden çiğneyip geçtiğiniz toprağın bile
bir kaç metre ara ile mikro – biyolojik özellikleri açısından
farklılıklar arz ettiğini, aynı tür ağaç olmasına rağmen, mesela
elma ağaçları, her bir ağacın kendine özel DNA karakteristiği
taşıdığını biliyor muydunuz?
Ve
gözünü para hırsı bürümüş kimi insan…
Maliyeti düşürmek için genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO)
üzerinde çalışmalarını yoğunlaştırarak piyasaya sürmektedir. Bahane;
bu kadar insanı bu kadar kısa sürece ve en önemlisi bu kadar ucuza
başka türlü besleyemeyiz(!) Sizce bu doğru olabilir mi? Evet, bir
beslenme ve içecek sorunu şüphesiz baş gösterecektir. Ama bu sorunu
çözmenin başka yolları gerçekten yok mu?
Yoksa
sorun salt maliyet ve kâr oranına indirgenebilecek kadar “basit”
midir?
Ve bu
“düşünce(sizliğin)nin” itici gücü, “tüm” dinamiği Amerika Birleşik
Devletidir. Kâr ve kazanma güdüsü öylesine ikna edici, o kadar cazip
bir nedendir ki, geçenlerde Avrupa Birliği bile, tüm tepkilere
rağmen, bu güdüye ve ABD baskısına yenik düşerek GDO’su
değiştirilmiş ürünlerin Avrupa Birliğine ithal edilmesine izin
vermiştir. Yani almayacağınız ABD öncülüğünde küreselleşen bir
dünyada para kazanmanın, yani ticaretin önünde sınır kalmamıştır(!)
Peki, durum gerçekten böyle midir?
Bunu daha iyi anlamak için gelin ben size Yunanlıların demokrasiye
nasıl ve hangi sebeplerden dolayı eriştiklerini kısaca anlatayım ki
konumuza dönebilelim. Eski yunanda, Yunanlılar küçük küçük beylikler
demeyelim de şehirlerde organize oluyorlarmış. Bu şehirlerin en
güçlülerinden biri de Atina. Ve özellikle Atinalıların gözü Anadolu
topraklarındaymış. Sorun o toprakların o zamanlar Pers hanedanının
egemenliği altında olmasıymış. Atinalıların Persler ile çatışması
güç dengesi açısından oldukça zormuş. Atinalılar düşünmüş taşınmış
ne yapabiliriz diye, ara ara çatışmaya giren Yunanlılar halkın her
kademesinden insanlarmış ancak bugün bile geçerliliğini koruyan bir
sınıflandırma o zamanlar bile hâkimmiş. Alt, orta ve üst sınıf, yani
fakir, orta halli ve zengin insanlar. Toplumun en büyük kısmını,
bugün olduğu gibi fakirler oluşturuyormuş. İyide savaşa gidecek
insanların çoğunluğu fakir ise onları nasıl savaşa motive (dürtü)
edersin?
Para vererek, kaynağı nereden
bulacaksın? Zenginden isteme? Zengin parasını o günde bugünde fakire
vermekten hoşlanmaz!
Çareyi fakiri alınacak kararlarda söz sahibi yapmakta bulmuşlar.
Anında paraya gerek yok, gerekirse demagoglar (lafebesi, lafazan)
sayesinde halk yine istenildiği şekilde yönlendirebilir.
Biz yine
kaldığımız yerden devam edelim…
Evet,
durum gerçekten böyle değildir çünkü insan dediğin, bazen bile olsa,
haksızlığa karşı durma, haksızlığa – adaletsizliğe başkaldırma
özelliğine sahiptir. Bu yüzden birçok şeye kılıf hazırlamak
kaçınılmazdır. Bu kılıfların etkililerini gösterebilmesi için ise
bazı koşulları yaratmak gerek. Bunların başında insanı kimliğinden,
tüm tanıdığı bildiği değerler manzumesinden soyutlamaktır gelir ki,
insan istenilen kalıba sığsın, istenilen sonuçlara en verimli
şekilde ulaşılsın. Bu çalışmanın iki ayağı vardır. Kendi toplumsal
iç dinamiklerine ve hedef alınan topluma karşı. Kendi iç
dinamiklerini, toplumu hazırlamanın en kolay yolu gerçek veya farazi
bir düşman yaratmaktan geçer. Yani bir tehdit unsuru oluşturulur. Bu
“tehdit” toplumu bir arada tutarken gelebilecek iç ve dış tepkilere
karşı hazırlar. Hedef alınan toplumdaki çalışmalar daha
meşakkatlidir ve zaman ister. Hedef alınan toplumu hazırlamanın yolu
ise çelişki yaratarak kendini, gelmişini ve geleceğini
sorgulamasından geçer. Kendini sorgulayan ister insan, ister toplum
olsun geçicide olsa bir “kimlik” bunalımına girer. Toplum
mühendislerinin beklediği andır bu an!
Gerekli müdahalelerle, bu suni bunalım artırılır. Ve öncelikli hedef
toplumu bir arada tutmaya yarayan değerlerdir. Dil, din, kültür veya
salt milli bilinç gibi! Bu değerler manzumesi toplum tarafından
ciddi şekilde sorgulanmaya başlamasıyla “sınırsız, deli para
kazanmanın” önü açılmaya başlar. Artık ne insan nede toplum perde
arkasında dönen dolapları, gerçekleri sorgulayacak, nede görecek
durumdadır. Çünkü insan ve toplum kendisiyle ilgilidir ve başka
şeylere vakit ayıracak veya ilgilenecek durumda değildir. Konuyu
toparlayacak olursak, idrak edebileceğiniz gibi aslında demokrasi,
ta başından beri büyük kitleleri, köpeğin önüne atılan kemik misali
bir oyalama ile yönetme sistemidir. Çünkü karar alıcılar dünde,
bugünde toplumsal inancın aksine azınlıkta kalan zümrelerdir. Büyük
kitleler daha öncede ifade ettiğim gibi demagoglar sayesinde
istenildiği, gerektiği şekilde yönlendirilebilir5.
Gelelim demokrasilerde ekonomik sisteme. Adı ne olursa olsun ister
parlamenter, ister başkanlık, ister parlamenter monarşi, ister
sosyal demokrasi, ister doğrudan demokrasi veya temsili demokrasi.
Bir şekilde kenarından köşesinden veya ortasında, arz – talep ile
“kapitalist” sistemin “selam” veriyor. Mesele tüm bu saydığım
sistemlerde devletin, piyasayı denetim ve yönlendirme görevini ne
denli hayata geçirerek ciddiye aldığı ile ilgilidir. Misal liberal
ekonomilerde ilke, devletin mümkün olduğu kadar piyasalara müdahale
etmemesi ve bireysel girişimciye özgür girişimcilik hakkı
tanımasıyla ilgilidir. İşte tam bu arz – talep, özgür girişimcilik
ve devletin denetim görevini ciddiye almaması durumunda6
vahşi kapitalizm değdiğimiz insan işgücü sömürüsüne kapılar ardına
kadar açılıyor. Konuyu buraya kadar getirdiğimiz için müsaadenizle
bir parantez açıp vahşi kapitalizm çarkının işleyiş ve çarkın
dişlilerine bakalım. Bu çarkın işleyebilmesi için odağında rüşvet
verenin ve alanın olması lazım. Rüşvet veren konumunda olan
girişimci7 (cingöz) ve ilgili girişimin denetiminden
sorumlu olan devlet görevlisi. Bu ikilinin yansıra bu ilişkiden
nemalananlarda olabiliyor. İşte bu rüşvet yumağı Soma Madden Faciası
gibi olaylara sebebiyet verebiliyor. Cingözlerin kolu devlet
bürokrasisinde ne kadar yukarıya uzanabiliyorsa, cingözler o denli
pervasız ve insan hayatına, emeğine saygısız olabiliyor. Buna birde
Türkiye Cumhuriyetindeki gibi siyasete “doğrudan veya dolaylı”
yolardan bağlı hukukta eklenince gerisini izah etmeme gerek bile
kalmıyor8. Bazı özel durumlarda ki, bunun dünya çapında
az örneği vardır, mesela Şilili Augusto Pinochet veya en son
örneklerinden >>> Türkiyeli <<< Recep Tayyip Erdoğan. Burada
“paranın muslukları” yukarıdan aşağıya doğru açılır. Yapılan
yolsuzluklar, hırsızlıklar, her türlü ahlak dişi davranışlarla
kazanılan büyük paralar genelde, aşağıdan yukarıya doğru verilen
veya alınan >>> “komisyonlar” <<< ile kazanılır. Vurgunun hacmi ne
kadar büyük olursa alınan komisyon o oranda artar. Unutulmamalıdır
ki, iyi bir pazarlamacının en büyük özelliği, şahısları bir araya
getirerek komisyonunu aldıktan sonra kenara çekilmesidir. Böylelikle
ellerini kirletmez; çünkü o, sadece insanlar arası arabuluculuk
yapmıştır. Tabii böyle bir durumun siyasi ahlak açısından kabulü
farklı bir alanda tartışma konusu olabilir. Kapa parantez! Kaybeden…
Her zamanki gibi; üretici ve tüketici olurken arabulucular köşeyi
dönüyor!
Görülebileceği gibi ekonomik sistem mükemmel bir şekilde birbirine
uyumlu, birbirine bağımlı bir şekilde çalışıyor. Bilinçaltında
yaratılan sözde ihtiyaçlar ve sanayi tarafından ürünlere
yerleştirilen kasıtlı “son tüketim” tarihleri sürekli bir gelir
kaynağı teşkil ederken insanın bitmek tükenmek bilmeyen arzuları bu
kaynağın enerjisini oluşturuyor. İyi’de ne zaman kadar?
Dünyanın kapasitesi sınırsız değil ki, ne petrol, ne ham maddeler,
ne su, ne gıda her şeyin bir sınırı var, her şey bir gün gelecek
tükenecek! Ortadoğu’da eskiden petrol en değerli maddeydiyse, artık
ve gelecekte artan önemde su olacaktır. Ortadoğu’yu besleyen su
kaynaklarının önemli bir bölümü Türk topraklarında. Çağdaş
teknolojinin olmazsa olmazı nadir toprak elementlerinin çok büyük
bölümü Çin toprakları üzerinde. Gelecekteki savaşların artan sayıda
“ham madde” savaşları olacağını söylemek için kâhin olmak
gerekmiyor.
Ve
çağımızın aynı zamanda nimeti ve laneti olan…
Mesafe
ve zamanın sayesinde kısaldığı, her şeyin birbirine bağlandığı,
birbirinden bağımlı olduğu ağlar! Önümüzdeki zaman biriminde iş
hayatının vazgeçilmelerinden olacak…
Smart
Factory ve Cyber-Physical Systems’ler!
Sanayi
devrimi 4.0 çağına hoş geldiniz
1. Bu
icatların başında James Watt tarafından –verimliliği– arttırılan
buhar makinesi gelir.
2.
Üretim hatlarının devreye girmesi, elektriğin üretimde enerji
kaynağı olarak kullanılması (doğru hatırlıyorsam ilk defa 1860’da
İspanya’da kullanılmaya başlanmıştır) , telefonun icadı gibi
gelişmeler bu evrenin belirleyici ögelerindendir
3.
Dikkatinizi çekerim bu yöntemi “toplumsal bir devrim” amaçlayan tüm
taraflar kullanmaktadır.
4.
Bu Yüzyılın bence en dikkat çekici icatları arasında transistor
gelir. Transistorlar sayesinde teknoloji gittikçe küçülmeye ve
verimliliği artmaya başlamıştır.
5.
Bakınız günümüz Türkiye’sine
6.
Bakınız günümüz Türkiye’sine
7. Her
girişimci ticari ve siyasi ahlak yoksunu değildir. Girişimcilik
başka bir şey cingöz girişimciler başka bir şeydir
8.
Siyaset, ticaret ve hukuk üçgeni Türkiye gibi ülkelerde iktidar,
yani yasama çoğunluğunu elinde bulunduranların Ahlaksızlıkları ile
birleşince “yandı gülüm, keten helva”
PDF
***
15.04.2015
Soru
Annesini telefon ile uykudan kaldıran... Ve...
"Anne, ağabeyim bana hep aptal diyor, ben aptal mıyım?" diye
sorana... Ne demeli bilmem ki?
Ben bu soruyu...
Dünya alem okusun diye bu köşeden yanıtlamak istiyorum...
Hatta, yanıtlamak zorundayım!
Sevgili kardeşim...
Dünyaya geç gelmene rağmen hep başıma dert oldun... Sen evden
bir çıktın... Eve iki diye geri döndün... Çocukların 365
günün ortalama 300 günü bizde... Başımın üstünde yerleri
var... Ancak "dert" birken iki oldu!
Ve sen...
Oldum olası inekçiydin... Ama inekçi olmak ille akıllı olmak
anlamına gelmez... Daha çok senin dayanma gücünü ve gayretini
gösterir... Saftın, hala safsın... Saf olmak, arı olmak,
insanlık vasıfları arasında en güzellerinden biridir... Ancak
saf, saflığından dolayı karşısındakini kendi gibi bilir...
Hayatın gerçekleri ise çok farklıdır... Tecrübe ise esastır!
50 senelik hayat mücadelemde... Aklına gelebilecek her
türlü pisliği gördüm... Acı sefaleti de... Şuursuz
zenginliği de!
Ben sana aptal diyorsam... Bir takım
olaylar karşısında ve burasını vurgulayarak yazıyorum...
Bazen... Edindiğim tecrübelerin bedelini ağır ödediğim
içindir... Bu yüzden Allahtan niyazım... Allah... Ne
seni, ne aileni kötüyle karşılaştırmasın... Sen hep benim
"aptal" kardeşim kal(!)
***
16.04.2015
Buna da şükür
Kaç gündür manşetlerden düşmüyor... AK Saray, hırsız ve
ailesi için yeni yapılan konut... Yok hamam, hela altın
kaplamaymış miş ... Ya heriflerin aklına som altının içine
sıçma... Som altından yapılma küvetler içeresinde banyo
yapmak gelseydi halimiz nice olurdu?
*
Cicim ayları bitince
-Ne olmuş, ne
olmuş? -Ananın bilmem nesi olmuş(!) -Ölmüş anamı
karıştırma, söyle ne olmuş - ne olmuş? -Oturan öküz, her
lafın peşinden koşacağına kalk bir işe yara (...) ...
-Manda boku, işe yaramaz herif - otur yerine!
Beşeri
ilişkilerde... Bu ve benzeri diyalogları... Bir süre
sonra... Büyük bir arzu ve aşk ile başlayan ilişkilerde bile
duymanız mümkündür!
Hatta öyle ki... Canım, cicim
aylarından sonra gelen sıçım ayları... 50 senelik bir
beraberlikten sonra bile başlayabiliyor... Ancak 50 sene
sonra gelen sıçım ayları insana daha ağır koyarmış(!)...
Bu anlattıklarım gerçek hayattan ve tecrübelerle sabittir.
Son olarak, kısadan hisse: En iyisi mümkün olan en kısa
sürede sıçım aylarına geçerek, acısıyla - tatlısıyla, gündelik
hayatı birlikte yaşamak
*
Ulan arkadaş bu kadın milletinden vallahi billahi
korkmak lazım
Sıçan, örümcek vesaire
gördüklerinde avazları çıktığı kadar bağıranlar... Konu
güzellik olunca birden bire Arslan kesiliyorlar... Uzakdoğulu
kadınlarda son moda olan bir güzellik yöntemini geçenlerde
televizyonda izleyince midem döndü... Hanımefendiler koltuğa
yatıyor, saatlerce yüzlerinde salyangoz gezdiriyorlar...
Salyangoz yada namı diğer sümüklüböcek sözde ciltlerini
güzelleştiriyormuş.
Seansı sadece 180 $
Ne desem
acaba... Allah akıl fikir versin!
*
Hayatın içinden
1960'lar... İkinci
dünya savaşının tüm dehşetini yaşamış... Yıllarca Nazi rejimi
için Fransa'da tercümanlık yapmış... Nazilerin insana, yaşama
hakkına - bakış açılarını her açıdan görmüş... Ama özellikle
Nazilerin kadına davranışlarına bizzat şahit olmuş birisi!
İtalya'nın Milano kentinde bir kilisenin önünde...
Nazi
subayları ertesi gün için hazır olmasını, sabah erken yola
çıkacaklarını söylerler. Ertesi sabah saat 6 sularında
karargâhın önünde beklemeye başlar, birkaç kilometre ötede
Fransız belediyesinde, belediye başkanı ve yerleşmenin ileri
gelenleriyle bir toplantıya gireceklerdir. Hava kapalı, yağmur
yağdı yağacak. Subaylar saat yediye doğru kapıda belirirler,
şoför arabayı kapının önünde hazır ederek subayların merdivenden
inmesini beklemeden arka kapıyı açar. Subaylar arabanın yanında
belirdiklerinde sağlam bir topuk selamı çakar. İki subay arka
koltuğa yerleşir, yanlarında iki kişinin daha sığabileceği kadar
yer vardır. Şoför yanındaki koltuk boştur. Kadın, subaylardan
biriyle göz göze geldiğinde "ben ne olacağım" gibi bir hareket
yapar. Subay: "Uzak değil, arabanın yanında yürü" der(!)
Araba kadının yetişebileceği bir hızla yola koyulur. Bu arada
yağmur yağmaya başlar.
Yılardan 1950'ler, yer Almanya...
Evli bir kadının, erkeğin izni olmadan çalışması yasaktır. Evin
reisi erkektir ve bu uygulama ancak yıllar sonra
kaldırılacaktır.
Kadın merakını yenemeyerek kilisenin
içeresine girer... Kilisenin camları, freskolar
cezbedicidir... Dona kalır, nereye bakacağını şaşırmış bir
halde etrafında gördüklerini adeta hafızasına kazımaya çalışır.
Kilise büyüktür ve o, bir şapelden diğerine gezmeye başlar.
Birden bir el çıplak omuzlarına dokunur. Orta yaşlı bir adam
kadına İtalyanca söylenmektedir. Kadının İtalyancası yetersizdir
ama adamın kendisine söylendiği her halinden belidir. Birden
30'lu yaşlarda genç ve yakışıklı bir adam sahneye çıkar.
Sırtındaki ceketi çıkararak kadının omuzlarına dikkatlice koyar.
Söylenen adamın yüzünde bir gülümseme belirir ve sesiz sedasız
yanlarından ayrılır.
Centilmence davranışı ile adeta
şövalye ruhlu bu adam kimdir?
Olaylar o kadar çabuk
gelişmiştir ki kadın ancak kendisine teşekkür etme fırsatı
bulur. Ve kaderin cilvesine bakın ki... Adam tüm ailesini
Nazi kapında yitirmiş bir Yahudi çıkar. Ailesi onu çok geç
olmadan Amerika'ya yollamış canını öyle kurtarmıştır. Ve o,
şimdi bir Alman kadınını öfkeli ve bağnaz bir İtalya'nın elinden
alarak insanlığını göstermiştir.
Bu anlattıklarım
gerçektir. Ve tüm anlayanlara atfedilmiştir.
***
20.04.2015
Kuşku
Neden 24 Nisan'da... Başka bir gün değil? Neden 5
Mayıs, 18 Haziran veya başka herhangi bir gün değil de 24 Nisan?
23 Nisan 1923'e herhangi bir şekilde atıfta mı bulunmak...
Türkiye Cumhuriyetinin ilanı ve hemen ertesine gelen "sözde
büyük felaket" arasında bir bağ kurmayı mı amaçlıyorsunuz?
Sizler... Saygıdeğer Beyefendiler, cici hanımlar...
Sizler ne kadar baskı kurmaya çalışırsanız çalışın... Böyle
önemli bir iddia >>> hiç bir neden veya gerekçeden dolayı
kuşkuya yer bırakmayacak bir şekilde ispatlanmadıktan sonra <<<
bir iddia olmaktan öteye geçemez. Ve ispatlanamayan bir iddianın
hukuki hiç bir değeri yoktur! İşte bu yüzden yukarıda sözde
büyük felaket kelimelerini tırnak içeresine almış bulunuyorum.
Şu anda iktidarda olan sözde hükümet yıllar öncesi,
seçim "kazanmış olsa" bile değişik nedenlerden doyalı günümüzde
meşruiyetini yitirmiş durumdadır. Bu yüzden oluşturduğunuz baskı
neticesinde bu "hükümetten" bu konuda taviz almış olsanız bile,
resmi ve tüm Türk milletini temsil eden bir hükümet kurularak bu
konuda - çok taraflı ve uluslararası usul ve hukuka uygun-
bilimsel araştırmalar yapılmadıktan sonra tarafımızdan hiç bir
hukuki mesuliyet kabul edilmemektedir ve kesinlikle
edilmeyecektir. Bu bilimsel çalışmanın neticesi lehte veya
aleyhte olsun Yüce Türk Milleti tarihi sorumluluklarından,
mesuliyetlerinden kaçınacak bir millet asla olmamıştır, bundan
sonra da olmayacaktır:
Not: Değişik millet hükümetleri
tarafından bugünün "soykırım" olarak tanınması hukuki bir zemin
yaratma çabalarından başkası değildir. Ancak yine de "ufak" bir
ayrıntı var ve bilindiği üzere şeytan ayrıntıda yatmaktadır.
İspat!!! İspatlayamadıktan sonra iddia ötesine geçemez!
***
21.04.2015
Üç kuruş
Yıllarca üç kuruşluk adamlara devlet teslim edersen olacağı
bu... Sorun.. Üç kuruşluk adamların yerine talip olanların
beş kuruşluk adam olmaları... Yok mu memlekete altın lira
değerinde adam?
*
Operasyonla gelen, operasyonla gider
Sizi bilmem ama ben Kemal Kılçdaroğlu'nun nasıl "meşhur"
edilerek CHP başkanlık koltuğuna oturtulduğunu hala unutmadım.
Birlikte hatırlayalım, İki bölümlü operasyonun ilk ayağı Dengir
Mir Mehmet Fırat'ın "belge ve bilgilere" dayanan "temizleme"
olayıydı. Sonradan patlak veren Deniz Baykal'ın uygunsuz
görüntüleri ve istifası bu cibilliyetsize CHP'nin kapı ve
pencerelerini ardına kadar açtı. Netice Y-CHP diye ne olduğu
belirsiz bir parti(!)
***
22.04.2015
Mesele
soykırım değil, mesele 21. Yüzyıl eşiğinde (…)
Bazı “güvendiğim” kaynakları okuyunca… Biraz düşünülerek,
bazı birbirleriyle alakasız gibi görünen konuları ama özellikle
kimi ülkelerin “milli mesele” haline getirdikleri, “Ermeni
soykırım” iddiası çerçevesinde uzun ve kısa süreli olmak üzere
menfaatlerini belirli ve birbirleriyle bir ilintiye sokunca…
Bende öyle bir izlenim oluşuyor ki… Sanki mesele sözde “büyük
felaket” diye adlandırılan sözde “Ermeni Soykırımı” değil de 21.
Yüzyıl eşiğinde bu topraklara düzenlenecek bilmem kaçıncı haçlı
seferiymiş gibi geliyor(!)
Bilindiği üzere haçlı
seferinin itici gücü Vatikan’dı… Papa, meselenin özünde
genelde para yatmasına karşın, toplumu harekete geçirmek için
dini duyguları suiistimal ederek insanları galeyana getiriyordu.
Dün işe yarayan bu yöntem bugün içinde etkisinden hiç bir şey
kaybetmiş değildir. Yazılı ve görsel basında yer alan haberlerde
Ermeni kökenli vatandaşlarımızın Hristiyan kimlikleri öne
çıkarılarak, genelde dünya ama özelde Avrupa toplumu muhtemel
gelişmelere hazırlanmaya çalışılmaktadır. Atatürk
milliyetçisiyim diyen insanların görevi ise bu çirkin ve
menfaatperest oyunu bozmaktır. Tarihi gerçekleri saptırarak
farazi iddialarla konuyu gündemde tutmanın amacı, meselenin
zaman aşımına uğramamasıdır(!)
Türkiye Cumhuriyetinin
konuyu uluslararası bilim heyetine taşıma gayretleri ve karşı
tarafın bunu ısrarla ret etmesi bu aşamada çok önemlidir.
Özellikle Almanya’da “bir – iki gündür” yaşanan bu konuyu tanıma
eğilimi de çok önemlidir çünkü unutulmamalıdır ki Osmanlı
İmparatorluğu ve Almanya o dönemde müttefikti. Talat Paşanın
günahını, Osmanlı İmparatorluğunun gafletini bugünlerde
sırtımıza yüklenmeye çalışılması en hafif tabiriyle hakkaniyetli
değildir!!!
Ama gerçekten acı olan... Kürt kökenli
vatandaşlarımızı temsil ettiğini iddia eden bazı "ileri"
gelenlerin kalkıp Ermeni katliamından dolayı, ataları namına,
mağdur torunlarından özür dilemeleridir. Haliyle bir devletin
öncelikli görevleri arasında din, dil, ırk gözetmeksizin TÜM
vatandaşlarının mal ve can güvenliğini sağlamaktır. Ancak bu,
günümüz teknolojisine rağmen bugün bile tam anlamıyla
gerçekleştirilememektedir. Kaldı ki böyle bir ütopyanın birinci
dünya harbi esnasında gerçekleştirilebilmesi mümkün olamazdı.
Zamanında Ermeni vatandaşlarımızın bir kısmının Rus ve
muhtemelen Fransız telkinlerine kanarak kendi komşusunu
katletmesi, Türk ordularını çete savaşlarıyla Rus ordusu önünde
zayıf düşürülmesini sağlamak vatana - kendi milletine ihanet
değildir de nedir? Unutulmamalıdır ki günümüzde bile böyle
ihanetlerin cezası ölümdür. İddialarda yer alan ölüm vakası
sayıları ise hangi "bilimsel" verilere dayandırıldığı kaynak
gösterilmediği için fazlasıyla kuşkuludur.
Yukarıda
yazdıklarımdan böylesine üzücü olayları inkar ettiğim izlenimi
çıkarılamaz. Kuşkusuz iki tarafı da üzen ve hala unutulmayan,
unutturulmayan olayların vuku bulmuş olması olasıdır. Ve yaşanan
her ölüm, gereksiz ve bir ölüm fazlasıdır.
*
Cephe
Cephede kazanıp masada kaybeden
biz... Son on üç senedir cephe mücadelesi vermeden...
Teslimiyet bayrağını çekenler kimler?
*
Türkiye'de öyle insanlar var ki
Türkiye'de öyle insanlar var ki... Oy için... Kendi
anasını, karısını veya kızını... Alemin herifinin altına
yatırmaktan çekinmez... Onlar için... Oy için her türlü
yol ve yöntem mubahtır... Maalesef acı gerçek bu... Cok
yazık sana Türkiye'm, çok yazık!
*
Ermeni kızı Karin
Gençlik tabii...
Kan fokur fokur... Cepte para, altında araba... Umurunda
mı dünya? Gelsin kızlar, gitsin karılar!
Hayır...
Ben ırkçı değilim... Tam aksine Anadolu medeniyetine, Anadolu
insanlığına, Anadolu kardeşliğine inanlardanım. Benim için
karşımdakinin dilinin, dininin, ırkının hiç bir önemi yoktur.
Beni ilgilendiren; insan mı ona bakarım. Öyle ki en samimi
dostlarımdan biri Yılmaz adında bir Ermeni'ydi. gırtlak gırtlağa
soykırım meselesini tartışmışlıgımız vardır. Buna rağmen
dosttuk, uzun yıllar oluyor birbirimizi gözden kaçıralı,
dostluğumuz ise en azından benim açımdan baki!
Tıpkı...
Karin'e karşı his ettiklerim gibi... Neredeyse otuz yıl
oluyor... Masumane flörtün dışında bir şey geçmedi
aramızda... Ama Karin... Hem hafızama, hem kalbime
kazıldı!
***
23.04.2014
Soykırım
iddialarına... Kutlu doğum haftası soytarılıklarına...
Kısacası... Tüm engelleme ve saptırma çabalarına karşın...
23 Nisan... Türkiye Cumhuriyeti... Ve Gazi Mustafa Kemal
Atatürk'ü unutturamayacaksınız!
Sizlerin yetiştirdiği...
Sizlerin etkisi ve telkini altında kalan... Kindar ve de çok
"dindar" gençlere rağmen... Bu milletin... Anadolu'nun
evlatları... Ne Peygamber efendimizi... Ne Gazi Paşayı
unutacak... Ve Türkiye Cumhuriyetini... Al bayrağımızı...
Tüm kültürel değerlerimizi... Gelecek nesillere olması
gerektiği gibi aktaracaktır!
Atatürk ve arkadaşlarının
torunları... Kin ve nefretten uzak... Atatürk ilke ve
inkılaplarına bağlı... İnsanca ve kardeşçe birlikte
yaşamanın... Hak ve hukukun yolunu mutlaka bulacaktır!
O günler gelene kadar ise... Ne iç nede diş baskılara
boyun eğmeden... Doğru bildiği... Gazi Mustafa Kemal
Atatürk'ün göstermiş olduğu yoldan... Bir milim dahi
sapmayacaktır... Bu böyle biline... Bu böyle tarihe
yazıla!
*
Ananızın bilmem nesi
İnsanı pis pis
konuşturuyorlar... Her sene aynı tiyatro... ABD başkanı,
o - bu soykırım diyecek mi, demeyecek mi... Ne lan bu?
Tarihi gerçekler... Birilerinin iki dudakları arasından
çıkacak sözlere mi bağlı? Türk milleti... Türkiye
Cumhuriyeti Devleti bu kadar mi aciz?
Desen ne olur,
demesen ne olur? Gerçekler neyse o... Yürüüü inek arabası,
ense tıraşını görelim!!!
*
İşte Anadolu
İster Türk, ister Kürt, ister
Ermeni, ister Laz, ister Çerkez, ister ne olursan ol...
Ama önce dinle...
Gözlerini kapa ve bu ezgilere kulak
ver......
Eğer yüreğinde bin bir türlü
dalgalanma, hüzün, yas ve de mutluluk...
Gözlerinde yaş his etmezsen...
Ya sen bu toprakların evladı
değilsin...
Yada bu toprakların evladı olmana
rağmen duygu yoksunu bir zavallısın(!)
*
O, en kolay yöntemi seçti
Kalp kırmak
kolaydır... Kırıp dökmek her zaman kolaydır... Yoktan var
etmek... Kırılanı tekrar onarmak... Hele kırılan gönüllü
tamir etmek... Zordur be dostum... Tamir ettiğini sanırsın
ama... İzi mutlaka bir şekilde kalır!
Sevgi...
Bağların en güçlüsüdür... O, en kolay yöntemi seçti...
Ayırdı, böldü - bölüştürdü... Kırıp döktü... Kan aktı
kan... Buna rağmen ata yadigârı söz der ki... Zaman her
şeyin ilacıdır... Af etmek büyüklüktür... Anadolu
terbiyesi bunu gerektir... Sevgi... Bağların en
güçlüsüdür!
***
24.04.2015
Vay Allahsız,
Peygamberiz tepsi vay. Sen bana direnirsin ha?!
Malum uykuyla aram yok... Tavuklarla yatar, horozlardan >>>
önce <<< kalkarım... Öğrencilik yıllarımdan kalma alışkanlık
işte... Yıllar sonra fabrika ayarlarıma döndüm!
Aradaki fark, ihtiyarlık... Tabi kazadan kalma sağlık
sorunları da ihtiyarlıkla birlikte arttı... Eskiden gecenin
sessizliğinde ders çalışırdım... Ancak artık gözler görmüyor,
hafıza ise can çekişiyor... Işın yoksa okuduğunu tekrar
tekrar oku... Jeton geç düşüyor ne yaparsın?
Anlayacağınız can sıkıntısı... Hanım bugünlerde kadınlıktan
istifa ettiği için yemek işi bana kaldı... Dün akşam orospu
karı lahmacunu* yaptım.. Afiyetle yedik... Hanıma,
bulaşıkları bırak ben hal ederim dedim... Gece yarısı
kalktım... Kendime güzel bir kahve, bulaşıkları bulaşık
makinesine... Tepsi kaldı ortada(!)
Uleen ben senin
tepsi gibi... Ama ne yaparsın söz verdik... Arkadaş...
Annem sağ olsun kız kardeşim gelene kadar... 12 sene beni
kız gibi yetiştirdi... Evde her türlü işi yapabiliyorum...
Dikiş dahil, nefret ettiğim ütü!
Tepsideki lekeler
inanılmaz bir dirayet ile bana ve tele, süngere direniyor...
Tepem attı mı önümde kimse durmasın... Ya ben öleceğim ya
o... O kadar yani... Bu artık benim ve tepsi arasında bir
mesele oldu... Ya ben öleceğim ya tepsi...
Anlayacağınız... İzzet-i nefs meselesi!
Baktım olacak
gibi değil... Ölecek olan benim... Eğildim... Açtım
lavoba altındaki dolabı... İlk elime geçen fırın temizlemede
kullanılan sprey... Hah dedim yanıkları temizleme...
Muhtemelen yüzümde geniş bir gülümseme... Koyarsın tepsiyi
lavobanın ortasına... Sıkarsın spreyi Allah ne verdiyse...
İçimden bitti bu iş dedim... Sen kaybettin oğlum, Önder
kazandı... :)
Tepsiyi kenara koydum... İlaç önce
bir kire işlesin dedim... Lavabo ilaçtan bembeyaz... Sorun
yok... Su ve bez hal eder... Birde ne göreyim...
Gözlerime inanamadım... Hanımlar dikkat(!) Tip dahil,
teknolojide birçok "icat" tesadüf eseridir... Lavabo...
Sanki çarşıdan yeni alınmış... Pırıl, pırıl, ışıl - ışıl!
Bilmeyenlere duyurulur... Ben mesela bilmiyordum. :)
*Tarifini bir ara veririm.
*
Cehaletimden ötürü özür diler,
ithamımdan dolayı utanç duyduğumu özellikle belirtmek isterim
Hrant Dink...
Hiç şüphesiz bu toprakların öz
evlatlarından biri...
Kendisine saygım sonsuz.
...
Kontrol etmedim...
Ama rahmetlinin sözlerinden şüphe
duyacak durumda da değilim!
http://www.cnnturk.com/…/t…/hrant-dinkin-kaleminden-24-nisan
*
Türkiye'nin eli çok fazla zayıfladı
Dün
akşam Alman Cumhurbaşkanı... Bugün Alman parlamentosu...
Genel hatlarıyla 1915 olaylarını "soykırım" olarak niteledi!
Dikkat çeken... Tüm partilerin bu konuda "tam" bir uzlaşı
içeresinde hareket etmesidir... Hükümet "soykırım" ifadesini
yumuşatmaya çalışsa da... Böylelikle Türkiye'nin eli
fazlasıyla zayıflamış durumdadır... Ama Türkiye için...
Bu ithamdan, bu zan altında bırakılmaktan... Kurtulmanın
yolları tamamen kapanmamıştır... Yeter ki akıllı politikalar
üretebilsin!
Gerçekten üzücü olan... Cem Özdemir gibi
soysuzların... Böyle has has konularda havlayabilmesidir!
***
25.04.2015
Çakır Emine
Rahmetli babaannemin lakabı... Üzülerek ifade
etmeliyim ki... Hala bazı meseleler söz konusu olunca...
Millet olarak kafamızı, deve kuşu misali, kuma gömebiliyoruz...
Tehlikenin var olduğu bilincinde ama biz tehlikeyi görmediğimiz
taktirde, tehlikenin de bizi görmeyeceğini sanarak(!)
Bu... Hayatın gerçeklerine... Meselenin tabiatına ters bir
durumdur... Gerçekçi olarak... Sorunlara gerçekçi çözümler
üretmediğimiz sürece kaybetmeye mahkumuz!
Kendinize neden
babaannemin lakabını başlık olarak seçtiğimi sorabilirsiniz...
Çünkü Çakır Emine'nin hayatı... Bizim hayatımız... Belki
bir gün, aynı başlık altında kaleme alırım... Ancak lakabı
başlık olarak seçmemin nedeni başka... Dedem...
Gümülcineli... Öz be öz Türk... Konuyu ayrıntılarıyla
yazmayacağım... Birinci dünya savaşının kargaşalı günleri...
Dedem ve babaannem evlenirler... Babaannem, babama hamile
kalır... Dedem Yunan tebalı olduğu gerekçesiyle Yunanistan'a
geri sürülür... Yıllarca Türkiye'ye geri dönemez... Ne
resmen, ne kaçak... Çakır Emine rahmetli halam ve babamla
ortada kalır(!)
Demem o ki... Geçmişte de, günümüzde
de o kadar çok siyasi hata yapılıyor... Bir konu etraflıca ve
>>> sonuna <<< kadar düşünülmeden o kadar çok kararlar alınıyor
ki... Ceremesinde, çilesinde suçsuz, günahsız insanlar
çekiyor!
***
26.04.2015
Bu ne kin, bu
ne nefret?
Türkiye'de akrabalarım teyze oğlu
için kindar derler... Aman Allah'ım, söyle kindarmış - böyle
inatçıymış... Eh insan beterin beterini görmeyince, göz
önündekini bir şey sanır!
Beni izinden izine tanıyor,
biliyorlar... Sert mizacımdan dolayı zaten adım çıktı da,
birde benim bu taraflarımı tanımaya başlasalar sanırım teyze
oğlu solda sıfır kalır. Bunları neden mi yazıyorum? Çünkü
unutamıyorum... Bana yapılan iyiliğinde, kötülüğü de asla
unutmam... Kendinde en nefret ettiğin tarafın ne diye
sorsalar... Tam da bu tarafım derim!
Yazdıklarımdan ve
daha yazacaklarımdan hiç bir zaman kendimi soyutlamadım
Siz(ler)e karşı bir eleştiride bulunuyorsam eğer... Bu aynı
zamanda benim içinde gereçlidir!
Çuvaldızı kendine,
iğneyi başkasına batır diye boşuna söylememiş atalarımız...
Önce kendi kapının önünü temizleyeceksin ki... Sokağın
kirinden dolayı komşuna kızabilesin!
Ne zamandır sizleri
izliyor, yazdıklarınızı anlamaya çalışıyorum... Kendimce,
amatörce analizler yapıyorum... Tabii salt Facebook'ta değil,
daha benzeri ve daha da önemlisi herkesin giremediği Dark Net
sayfalarında. Evet, Dark Net bir tane değildir, değişik Dark
Net'ler vardır, bilişim, radikal görüşlerin sarf edildiği
siyaset, pornografi, yasa dişi ticaret sayfaları vesaire
vesaire... Hepsinin ortak yanı... İnsanların hoşgörüden,
anlayıştan, empati duyabilmekten gittikçe uzaklaşması... Ne
oluyoruz arkadaşlar? Dostlar, ne oluyor bize? Atatürk
milliyetçisine... Anadolu kültürüne hiç yakışan tutumlar
mıdır bunlar? Bu ne kin, bu ne nefret?
Yok
Ermenilerden nefret ediyormuş... Yok Kürtler şöyleymiş,
böyleymiş... Yok dinciler, yok laikler, yok şu, yok bu!
Allah bile kulunu af ederken... Sen... Kim oluyorsun?
Ortak bir gelecek için... Gördüğünü, görmemek...
Duyduğunu, duymamak... Bazen ise geçmişi görmemezlikten
gelerek... Nokta koyabilmek lazım!
*
1915 olayları, hukuki açıdan neden Soykırım olarak
nitelenmez
Başlı başına uzunca bir makalenin
konusudur... Ancak meselenin bam teli "herkes tarafından
anlaşılabilecek kadar basittir"... Bu konuda uzun uzadıysa
ahkam kesecek değilim... En önemli noktasına değinerek...
Dost ve arkadaşların eline "önemli" bir gerekçe... Ve savunma
aracı vermek istiyorum!
Kim kimi... Neden... Hangi
şartlar altında öldürdü, katletti bu yazının esasını teşkil
etmemektedir!
Azınlıklar ve soykırım ifadesinin
tarihçesi oldukça gerilere gider... Evet, insanoğlu var
olduğundan beri... İnsan denen varlık birbirini öldürmüştür,
öldürmektedir... Savaş geçmişte de, günümüzde de, gelecekte
de olacaktır... Ve maalesef suçsuz günahsız başta kadın ve
çocuklar olmak üzere... İnsanlar ölecektir!
Hukuken...
Soykırım ifadesinin ardında yatan birilerinin*, başka
birilerini** >>> kasıtlı <<< beli bir plan ve program
çerçevesinde topluca imha etmesi anlamını taşımaktadır. Bu
soykırımın vesile ve nedenleri farklı olabilir. Maddi veya
manevi menfaat, kin, nefret gibi. İddia edildiğinin aksine, en
azından benim bugüne kadar okuduklarımda Osmanlı devletine ve
hukuki mirasçısı olan Türkiye Cumhuriyetine kasten Ermeni
kökenli vatandaşlarını öldürdüğüne dair bir kanıt
sunulamamıştır. Tabi benim okumamış olamam hiç bir şey ifade
etmez. Ancak Türkiye Cumhuriyetine karşı 1915 olaylarında
yaşanan ölümlerden dolayı bir kasıt kanıtlanamadığı sürece
soykırım ifadesi yersiz ve hukuki hiç bir zemine
dayanmamaktadır.
Daha iyi anlaşılabilmesi için Almanya'yı
örnek vermek istiyorum... Videolar, toplu mezarlar, toplama
kampları, gaz odaları, fotoğraflar, olayı bizzat yaşamış
şahitlerin ifadeleri ve burası Türkiye'yi ilgilendiriyor zamanın
dış temsilcilikler tarafından toplanan ve ülkelerine yollanan,
arşivlenen istihbarı bilgiler. Tüm bunlar yoğun bir şekilde
Almanya'nın önüne konunca Almanların inkar etme şansları
kalmamıştır. Türkiye'nin önüne konan böyle kanıtlar mevcut
mudur?
* Bu genelde devlet gücünü elinde bulunduran ve o
devlet adına hareket eden ** Bu genelde azınlıkta kalan
devlet gücüne nazaran daha zayıf konumda olan veya kendi adına
devlet gücüne sahip olmayan
***
27.04.2015
1915
olaylarında öncelikli olarak kuşkuya yer bırakmayacak şekilde
kanıtlanması gerekenler
Dünkü yazımda
da ifade ettiğim gibi ölümcül vakalarda kasıt hukuken çok
önemlidir. Toplu ölümlere geçmeden önce, daha iyi
anlaşılabilmesi için, bireysel öldürme olaylarına bakalım:
Kriminolojide öncelikle neden aranmaktadır. Filen
gerçekleşen öldürme olaylarında neden en azından fiil kadar önem
taşımaktadır. Örnek olarak tecavüze uğrayacak bir kadının
kendini savunma amacı taşırken, eylemi gerçekleştirmeye çalışanı
öldürmesi olarak gösterebiliriz. Burada gerçekleşen ölüm ve
tecavüz olmasına karşın nefsi müdafaa söz konusudur. Ve eğer bir
ceza verilecekse >>> neden <<< hafifletici sebep olarak
değerlendirilir. Öldüren her zaman öldürme fiilini kasıtla
gerçekleştirmiyor, örnek olarak kendimi gösterebilirim; 1989
yılında yaşanan olayda eşim ve evladımı kaybettim, kasıt var
mıydı, hayır, kendim aylarca komada yattım buna rağmen eşim
üzerinde otopsi yapıldı. Belki ben önceden öldürdüm ve kaza süsü
verdim diye. Ve talihsiz olay kaza olarak kabul edildi. Bunun
yani sıra öldürmeye azim ettirenlerde vardır, bunlar olayı
gerçekleştiren kadar kanun önünde suçludur. Çünkü sebep
olmuşlardır, örnek olarak namus cinayetlerini gösterebiliriz.
Umarım bu konu yeterince anlaşılmıştır. Gelelim Almanya ve
Hitler dönemine, daha Hitler iktidara gelmeden "Mein Kampf"
isimli yapıtında Yahudilere karşı kin ve nefret söylemleriyle
dikkati çekiyordu. Yani ileriki yıllarda bu kin ve nefret
söylemlerinin fiili icraata dönüşeceği belliydi (işte tamda bu
yüzden dünyanın neredeyse her ülkesine halkı kin ve nefret
söylemleri ile galeyana getirmek suçtur. Bu sebepten dolayı
Recep Tayyip Erdoğan diğer suçlarının yanı sıra bu yüzden de
yargılanacaktır).
Gelelim 1915 olaylarına:
-İddia:
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bu olayların aydınlanmasında
samimi olmadığı, olayı zaman aşımına uğratmaya ve delileri
karartmaya çalıştığı. - İspatlanması gereken: Bu konunun
aydınlanmasında Türkiye Cumhuriyeti Devletinin de menfaatine
olduğu, en azından ama toplumsal barış adına bunu gerçekten
istediğini, samimi olduğuna tarafları ikna etmek.
-İddia: 1915'de Ermeni halkına karşı soykırım gerçekleşmiştir.
Neden olarak Ermenilerin mal varlıkları ve Hristiyan dinine
mensup olmaları gösterilmektedir. -İspatlanması gereken:
Varsa böyle bir durum bunların münferit ve Osmanlı Devleti
hükümeti tarafından kasıtlı, bir program ve plan dahilinde
gerçekleştirilmediğidir.
-İddia: Türkiye Cumhuriyeti
Hükümetleri, Türk milletinin gerçekleri öğrenmesinden çekinmesi
- İspatlanması gereken: Bunun böyle olmadığı, hükümetler
tarafından düzenlenecek değişik etkinliklerle, halkı
bilgilendirmek namına bu savın çürütülmesi.
- İddia:
Hrant Dink cinayetinin günümüze kadar sürüncemede bırakılması
Türk milletinin Ermeni vatandaşlarına karşı hala açıkça
düşmanlığını göstermektedir. - İspatlanması gereken: Tüm
yönleriyle şeffaf bir yargılama ve Türk milletinin ırkçılığa
karşı olduğunu gösteren ve gerekirse yeni veya mevcut kanunların
yeniden düzenlenmesiyle altının çizilmesi.
- İddia: Türk
milletinin gerçekler dile getirildiğinde bunu inkar yoluna
giderek "anlamsız" küskünlükler yaratması. - İspatlanması
gereken: Daha önceleri de defalarca dile getirmeye çalıştığım
gibi önce insan sonra millet olarak gerçeklerle yüzleşmeyi
öğrenmeliyiz. Salt bu konuda değil, birçok yönden bir hayal
aleminde yaşadığımız yadsınamayacak bir gerçek!
-İddia:
Başta Alman, Amerikan, İsveç, Danimarkalı hemşire, diplomat,
doktor, gazeteci, askeriye ve misyonerlerin kaleme aldığı ve
Osmanlı İmparatorluğunun vasiyetini ama özellikle Ermeni
halkının durumunu gösteren raporlar. - İspatlanması gereken:
Osmanlı İmparatorluğunun soykırım kastı taşımadan vaziyete hakim
olmadığını gösteren belge ve bilgilerin açıkça paylaşılması.
Özellikle bu şahit ifadelerinin ve aynı zamanda sübjektif
değerlendirmelere dayanan "kanıtların" çürütülmesi kaçınılmaz ve
zaruridir.
-İddia: Tecrit esnasında Ermeni halkına
trenlerde, çöl geçerken vesaire "refakat" eden devlet
görevlilerinin bunu fırsat bilerek Ermeni halkını soyması,
işkence etmesi, başkaca tehditlere karşı korumaması, aç
bırakması, tifo hastalığına yakalanmalarına rağmen gereken tıbbi
müdahalenin yapılmaması ve hatta kendi elleriyle öldürmesi.
-İspatlanması gereken: Bunun böyle olmadığı, olduysa bile
münferit olaylar olarak görülmesi gerektiği. Planlı, programlı
ve kasıtlı olmadığıdır.
-İddia: Tüm bu olayların
planlanmış olduğu -İspatlanması gereken: Planlamanın
olmadığı, savaş kargaşası, sorumluların basiretsiz -
beceriksizliği ve bürokrasinin iflazı
-İddia: Tüm Anadolu
bir tek mezarlık, başka bir ifadeyle mezbaha görünümünde
ihtiyar, kadın, çocuk ve hatta bebek demeden insanların ölüme
götürülmesi -İspatlanması gereken: Açıkçası böyle bir iddia
karşısında neyi ispatlayabileceğimizi, neyi ispatlamamız
gerektiğini bilmiyorum
-İddia: 20. Yüzyıl başlarında
altı ilde toplam iki milyon Ermeni'nin Anadolu'da yaşadığı.
-İspatlanması gereken: Doğru hatırlıyorsam eğer Osmanlı
İmparatorluğunun arşivleri tarihi İskenderiye kenti
arşivlerinden sonra dünyada kapsamı açısından ikinci geliyor.
Durum böyleyken bu iddiayı çürütmek çok zor olmasa gerek. Netice
itibarıyla Osmanlı kayıtlarına göre ne kadar Ermeni'nin
Anadolu'da yaşadığı ortaya çıkması gerek.
-İddia: Ermeni
toplumunun Hristiyan olmalarından dolayı Osmanlı tarafından
ikinci sınıf vatandaş olarak muamele görmesi, dini inançlarından
dolayı bazı özel hakların tanınmasına karşın daha yüksek
vergilere tabii tutulması, kısmi bir özerklik tanınmasına karşın
Müslümanlar karşısında hukuken ayni haklara sahip olmaması.
-İspatlanması gereken: Tarihi bilgilerim beni yanıltmıyorsa eğer
aksini ispatlamamız mümkün olmayacaktır.
-İddia: 1895'de
yüksek vergilendirmeye ve Müslümanlarla aynı haklara sahip
olmamalarından dolayı yaşanan ve 200000 Ermeni'nin canına mâl
olan Ermeni "isyanı" -İspatlanması gereken: Kendinden menkul
-İddia: 1908'de yaşanan Jön Türk devrimiyle "Türkiye
Türklerindir" ideolojisi çerçevesinde Osmanlı toprakları
üzerinde "safkan" Türk toplumu yaratmak. 1912 yılında yaşanan ve
ağır toprak kayıplarıyla neticelenen olaylardan Osmanlı
Hristiyanlarını sorumlu tutmak. Bu ırkçı yaklaşımın başını
çekenler Enver, Talat ve Cemal Paşalar. -İspatlanması
gereken: Yanılıyor olabilirim tabii, inkâr etmenin kime ve neye
faydası olur?
-İddia: Türk milletinin ezeli hastalığı;
Şovenizm ve maalesef kendini dev aynasında görme, kendini
olduğundan farklı gösterme -İspatlanması gereken: Öyle
inanıyorum ki bu konuda inkar hiç bir işe yaramaz, tam aksine
artık gerçekçi olmanın zamanı geldi de geçiyor bile!
-İddia: Rus ordusunun 1914 kış aylarında Osmanlıya saldırması,
iki orduda Ermenilerin savaşmasına rağmen; Jön Türklerin bunu
fırsat bilerek iki Hristiyan tarafın birleşerek Osmanlıya karşı
durmaları ve o muharebenin bu yüzden kaybedilmesi
-İspatlanması gereken: Bana bazen öyle geliyor ki sanki onlarca
yıl sonra yaşanacak Yahudi soykırımının gerekçeleri (kin,
nefret, kendi beceriksizliğinin sorumluluğunu ak koyun - kara
koyun misali başka kitlelere yüklemek, diğerlerinin çalışkanlık
ve akıl ile elde etikleri maddi manevi başarının kıskanılması)
bu olaya da yansıtılmak isteniyor. Bilmiyorum bu nasıl ve hangi
deliller ile ispatlanabilir.
-İddia: Van meselesi, Türk
ordusunun Van'da direnen Ermeniler ile çatışması ve bu
çatışmanın Rus ordusu Van'ı ele geçirdikten sonra nihayete
ermesi -İspatlanması gereken: Ciddi deliler ile saldırının
nedenlerinin ispatlanması
-İddia: Osmanlı hükümetinin
savaş meydanlarından yüzlerce kilometre uzakta yaşasalar bile
>>> tüm <<< Ermenileri kendi sahneye koydukları senaryolarla
(Ermenilerin Türk köylerine saldırmasını örnek verebiliriz) zan
altında bırakarak topluca tecritte "bahane" üretmeleri. Salt
bunun için Ermenileri ismen anmadan kanuni düzenlemeler ile
casusluk faaliyetinde veya işbirliğinde bulunan yerleşim
yerlerinin İmparatorluğun başka bölgelerine sürülmeleri
-İspatlanması gereken: Bunun böyle olmadığı. Bu savın tamamen
hayal ürünü olduğu
-İddia: 24-25 Nisan'da İstanbul'da
tutuklanan 850 "aydın". Aralarında on Piskopos, 40 doktor,
10 avukat -İspatlanması gereken: tutuklama gerekçeleri
-İddia: Amerikalı büyükelçi Henry Morgenthau (1913-1916)
"...diplomatik nezaketin gereklerini yerine getirdikten sonra
Talat Paşa bana dedi ki; Ermeni meselesinde size bu konuda
görüşlerimizi bildirmek istiyoruz. Ermenilere karşı tavır
almamızın üç nedeni vardır: ---Birincisi, Türkiye sayesinde
zenginleştiler ---İkincisi, kesin olarak Türkler üzerinde bir
hakimiyet kurarak kendi devletlerini kurmaya kararlılar.
---Üçüncüsü, düşmanlarımızı resmen cesaretlendirerek Kafkaslarda
hezimete uğramamıza neden oldular ve yenilgimizin ana
sebeplerinden biri onların takındıkları tavırla izah edilebilir.
Bu yüzden aldığımız kesin karara göre daha bu savaş bitmeden
Ermenileri etkisizleştirmemiz gerekecek -İspatlanması
gereken: Bu cümlelerin gerçekten söylenip söylenmediği
24 Mayıs 1915'de Fransa, Rusya ve İngiltere tarihte ilk defa
Osmanlı İmparatorluğunda Ermenilere karşı yaşananları İnsanlığa
karşı işlenen suç olarak niteleyeceklerdir.
"...bende
öyle bir izlenim oluştu ki, sanki Talat Paşa Türkiye'nin
kayıtsız şartsız diktatörüdür... Zamanın birçok güçlü devlet
adamıyla röportaj yapmama karşın, Talat Paşa, Berlin ve cehennem
arasında en güçlü, en görkemli kişiliğe sahipti..."
Amerikalı gazeteci Samuel S. McClure 1915-1916
"...Tutuklanan Ermeni erkekleri tahtalar arasına sıkıştırılarak,
ayakları at misali çiviler ile sabitlendikten sonra sakalları,
kaşları, parmaklarındaki tırnakları, dişleri söküldükten sonra
baş aşağı asılıyorlardı.. Birçoğu öldüler ama bazıları tüm bu
işkencelere rağmen hayatta kaldılar ve biz böylelikle bu
yaralanmaları görebildik...." Alma Johansson Muş'ta İsveç
misyon hemşiresi 1901-1916
"...Birçok Müslüman Türk ve
Arap gözyaşlarını saklayamadan, başlarını çaresiz sallayarak,
tüm bunların devlet büyüklerinin emriyle gerçekleştiğine
inanamayarak..." Alman öğretmen Martin Niepage Halep
1913-1917
"...Bir kaç gündür şehirde bir dedikodu
ağızdan ağıza yayılıyordu ama biz, bu söylentiye
inanamıyorduk... Ta ki 28 Haziran 1915'de tüm Ermenilerin şehri
5 gün içeresinde terk etmeler gerektiği resmen duyuruluncaya
kadar...Bu emrin o zamanın şartları altında gerçekten ne demek
olduğunu tasavvur bile edemezsiniz... Düzenlenecek bir toplu
katliam bile bu sürgün emrinin yanında insancıl kalırdı, bir
katliam karşısında her zaman bazılarının bu katliamdan kurtulma
şansları vardır ama bir sürgün toplu ölüm demek..." Leslie
A. Davis Amerikan konsolosu 1914-1917
"... Salt Ermeni
olmak tutuklanmak ve sürgüne yollanmak için yetiyordu, devlete
karşı bir suç işleyip işlemediğine bakılmaksızın..." Oskar
Heizer Amerikan konsolos 1915-1917
"Tüm halkı, Ermeni
soykırımından dolayı suçlayamayacaklarını, halkın "Ermeni
katliamından" habersiz - haberdar olsalar bile bunu
onaylamadıklarını, katliama katlanmak durumunda kaldıklarını,
birçok devlet memurunun İstanbul'dan veya üstlerinden gelen
emirleri yerine getirmek istemedikleri..." Alman sıhhiyeci
subayı Armin T. Wegner 1915-1916
Devamını
okumak için...
***
28.04.2015
Cehennem ateşini
körükleyen elbet bir gün bu ateşin kurbanı olacaktır
*
Türkiye
Ortadoğu bataklığına açılan
kapı... Türkiye, son on üç senedir lanetlilerin hüküm
sürdüğü, hurafelerin, batıl inançların yaşayanlar üzerinde güç
sahibi olduğu ve gölgelerin can alırken büyük servet sahibi
olduğu ülke!
*
Ermeni soykırım iddialarıyla yakından ilgilenmek isteyenler için
güzel bir kaynak
Afyon Kocatepe Üniversitesi Açık Erişim
Sistemi http://acikerisim.aku.edu.tr:8080/xmlui/
Google'de biraz arasanız hemen bulursunuz HOŞGÖRÜDEN YOL
AYRIMINA ERMENİLER 4 cilt yaklaşık 2000 sayfa Yayına
hazirlayan Prof. Dr. M. Metin HÜLAGÜ Doç. Dr. Şakir BATMAZ
Yrd. Doç. Dr. Gülbadi ALAN
*
Eyyy Tayyip senin şu çılgın projeler ne oldu?
Millet boşuna ağzını bırakıp kıçıyla gülmüyor sana... Bak
haberlerden yeni geçi... Danimarka deniz altından Almanya'ya
karasal bağlantı kurmak için 18 Km'lik tünele onay verdi...
18 Km... "Senin" Avrasya tünelin ne kadardı? 5,4 Km...
Eloğlu yaparken sen hayal kurmaya devam et!
***
29.04.2015
Ben ne
Ermeni'yim, nede Ermenilerin avukatı
Şu dünyada
öyle insanlar var ki... Eşek sudan gelene kadar dövsen...
Tekme tokat girişip, üstüne çıkarak zıp zıp zıplasan... Hatta
oturup lıkır lıkır kanını içsen... Yüreğin... Yine
ferahlamaz, yine ferahlamaz!
Ya arkadaş... Bu nasıl
bir zihniyettir ki boş - boş lakırdılarla... Hiç bir dayanağı
olmayan iddialarla gün geçirsin... Yetmedi birde bu
lakırdılara inanacak bir araba dolusu, affedersiniz, öküz
bulsun?
Ben ne yaptım? Ne yapmaya çalışıyorum?
Ermeni soykırımı oldu - olmadı benim yanıtlayabileceğim bir soru
değil... Bazı fikirlerim var, yok değil ama kanıtlayamadığım
şeyi de ulu orta anlatacak kadarı aklımı peynir ekmekle yemedim.
Öyle karşı tarafın dediklerini bilmeden soykırım olmamıştır,
yoktur demek kolay!
İddialara deliller ile yanıt vermek,
iddiaları çürütmek her babayiğidin harcı değildir! Okumadan,
dinlemeden neyi yanıtlıyorsun sen?
***
30.04.2015
Nasıldı?
Tamam hatırladım... İşçiler kardeş, patron kalleş..
Hadi patron kalleş diyelim... İşçilerin kardeşliği... Hani
hep deriz ya, kardeşiz diye... Nerede bu kardeşlik? Yarın
1 Mayıs... Acaba diyorum... Bizim kardeşliğimiz, düşman
kardeşlik olmasın?
*
Pamir
Küçük Pamir'i hatırlarsınız
muhtemelen... Mahkeme karar almış, anneye - babaya ceza
yok... Allah zaten cezaların en fecisini kesmiş... Bu
karar gösteriyor ki hala vicdan sahibi hakimlerimiz var!
*
Hayat böyle
Yok teyzeciğim, hayat böyle
değil... Hayatın böyle olmadığını gösteren bunca ülke
varken... Sen neden böyle olduğunu kabulleniyorsun?
Misal yaşadığım Almanya... Daha yetmiş yıl önce yerle bir
edilmiş bir ülke... Bugün dünyanın ekonomik devlerinden...
Günahım kadar sevmem Merkel'i... Ama kadın ülkeyi öyle bir
yönetiyor ki... Hayali değil, gerçek ekonomik rekorlar
kırılıyor... Tamam... Orta sınıf diye tabir edilenler
burada da gittikçe eriyor ama... Toplumu derinden etkileyecek
kadar değil... Ya Türkiye?
Çarşıyı - pazarı benden iyi
bilirsin... Mutfaktaki tencereyi nasıl kaynattığını da bir
sen bir Allah bilir... Bak bayramda seyranda bırak
torunlarına, çocuklarına harçlık vermeyi... Kesecek hayvan
bulamıyorsun... Peki, neden biliyor musun?
Oy
verdiğin, ülkeyi iyi yönetsinler diye seçtiğin insanlar...
Bakma aslında bunlara insan bile denmez... Üretmeden
tüketmeyi, kendi el emeği ile yapmadan hazır almayı... Senin
cebini değil kendi ceplerini... Senin çoluk çocuğunu değil
kendi çoluk çocuklarını, ta gelin ve damatlarına kadar
düşündükleri için... Sen cebindeki üç kuruşla, her şeyi
pahalı alıyorsun... Ülkeyi soyup - soğana cevirdiler...
Sen hala bunlara oy verecek misin?
*
Vicdan
Yok... Yok ben vicdanı ile
cüzdanı arasına sıkışanlardan değilim... Varsa cüdanda bir
şeyler, vicdan... Yoksa eğer vicdan azabı kazanır!
*
Sormak lazım
Ulen Tayyip... Dünya
aleme haddini bildiriyorsun... Sen haddini biliyor musun?
*
Çılgınlık mi desem cinnet mi, Türkiye ve AKP
Ruh ve sinir hastalıkları kalıtsal olabiliyor... Merak
ettiğim acaba çılgınlık veya cinnet halinin... Bulaşıcılığı
olup olmadığıdır... Gerçi atalarımızın "üzüm üzüme baka baka
kararır" demesi böyle bir olasılığa imkan tanıyor ama...
*
Kendini sevmek ömür boyu sürecek bir romantizmin
(duygusal eğilim) başlangıcıdır*
Allah biliyor
ya... Olabildiğimce insanlardan uzak kalabilmek için yıllar
önce bilişimi seçtim... Psikoloji, sonralarında özelde toplum
psikolojisi, insanlardan uzak durmak isteyen bir kişi için ne
kadar önem taşıyabilir?
Aslında yanıtı çok basit...
Hiç bir önemi olmaz... Ancak... Bilgisayarların insanlar
tarafından kullanıldığını akıl edemedim... Bilişimin özel bir
alanında ömrümü geçirdiğim için bazı temel psikolojik eğitimler,
stajlar zorunlu olmuştu... Zorla köpek ava gider mi?
Konudan sıkıldım, boğuldum ama... Zaman içeresinde siyaset
ile yakından ilgili olduğum için toplum psikolojisine merak
sardım!
Bundan yıllar önce Recep Tayyip Erdoğan için
Ambivalenz "teşhisi" koymuştum... Tabi ki doktor değilim...
Haliyle psikoloji biliminin derinliklerinin yakınından bile
geçmedim... Ve özellikle psikolog hatun kişilerden her zaman
çekindim... Çünkü hem hatun hem de psikolog oldu mu... Ve
erkeğin beyni başka bir tarafına kaydımı... Tecrübelerle
sabit, hiç mi hiç şansın yok!
Yani anlayacağınız
benimki... Zamanını ciddi bir mevzuyla geçirirken,
ciddiyetten uzak amatörce bir uğraş!
Ama,,, Konulan
bir teşhise ciddi itirazım var... Bir doktor, Recep Tayyip
Erdoğan için Narsisizm (özseverlik) teşhisi koymuş...
Zamanında okumuştum... Tıbbi terimi aklıma gelmiyor...
Narsisizm'in bir "üst" seviyesi var... Recep Tayyip Erdoğan'a
o teşhis bence daha çok uyuyor!
Not: İçinizde bu terimi
bilen bir Tıpçı varsa ve bana terimi hatırlatırsa çok sevinirim.
*Oscar Wilde
***
02.05.2015
izm
Komünizm Kapitalizm Marksizm Faşizm Bürokratizm
Şovenizm Materyalizm Izim de izim!
Benim için asıl
olan iki izm vardır: 1. Kemalizm 2. Hümanizm
***
04.05.2015
Haddini bil yukarıda senden büyük Allah var
İnsan ne oldum budalası olmayacak... Şımarmayacak...
Yolundan sapmayarak tevazu sahibi kalacak... Allah verdiği
gibi almasını da biliyor!
Rahmetli babasına hayatımı
borçluyum... Ailece ağır, gerçekten çok ağır sağlık sorunları
yaşıyorduk hala yaşıyoruz... O olmasaydı, ben şimdi
olmazdım... Makineleri çoktan kapatmışlardı... Rahmetli
babası da kendisi de, türüne az rastlanır nadir doktorlardan!
Ben bir diyeyim siz iki, üç diye düşünün... Yaklaşık bir
dönüm... Koca koca çam ağaçlar arasında üç katlı bir >>>
malikâne <<< Muayenehanesi kendine ait... Üç katlı, tam
donanımlı en az 600 metre kare kullanım alanı olan bir bina...
Salt iki binanın maddi değeri >>> en azından <<< 1,5 - 2 milyon
€... Başka taraflarda hanlar, hamamlar, bankada gani gani
para!
Nerden mi biliyorum... Doktorumuz ama özel bir
münasebetimizde vardı!
Baba öleli yıllar oldu...
Oğlu... Wiesbaden'in beli başlı hastanelerinden birinde
operatör... Babasının muayenehanesinin başına geçti...
Yıllarca gayet normal olan... Birden bire sapıttı... Ben
dahil tüm müşterileri tek tek kaybetti*... Kumar ve içki...
Ne han kaldı ne hamam!
Bugün bana telefon etti...
Yardımına ihtiyacım var lütfen gel... Yapma - etme, yok,
ısrar edince kalktım gittim... "Gelirken bana iki bira bir
votka getirir misin" diye sordu... Daha öncelerinde bana bir
iş yüzünden borcu vardı... Babasının hatırına ses
çıkarmamıştım... Şimdi birde içki götür... Aldım
içecekleri gittim yanına... O kos koca muayenehane darma
dağin... Kendisi tekerlekli sandalyede... Üstü başı
perişan... Hayırdır doktor? Muayenehaneyi kapatarak...
İzmir'e taşınıyorum... Orada çalışacağım(!)
Bu
haliyle dilenciye benzeyen... Hangi hastalara bakacak
bilmiyorum... Gerçekten çok iyi bir doktordu... Ne hale
geldi... Servetin alası vardı... Beş kuruşsuz kaldı!!!
Yazık... Gerçekten çok yazık... Allah kimseyi bu
durumlara düşürmesin.
*onun yüzünden en az on yıl geç
emekli oldum
*
Kime inanalım?
Basına bakarsan...
Gazeteler, köşe yazarları, Halk TV, Ulusal Kanal falan...
Hele kamuoyu yoklamaları... AKP yandı, bitti, kül oldu...
İyide... Bunca rezalet, hırsızlık, rüşvet, soygun, yalan ve
talandan sonra... Heriflerin haline bakarsan gayet
sakinler... Seçimleri kaybedecek ve sonrasında hesap verecek
adamın hali böyle mi olur?
Geriye kalıyor iki olasılık...
Ya seçimler cepte keklik... Yada hesap sorulmayacağından
eminler(!)
*
Kim ne derse desin
Yurtdışı oylarını
yine garantilediler... Nasıl mı? Herifler milletin ruh
halini, duygu ve düşüncelerini... Ama özellikle ne denli
menfaatperest olduğunu o kadar iyi anlamışlar ki... Davul
tozu - minare gölgesi... Almanya vaatleri ile oyları
garantiledi(!)
***
05.05.2015
Şiir
Bu sabah haberlerde izlediniz mi bilmiyorum? Hani bir
şiir vardı, camiler miğfer, minareler süngü diye... Hani dini
siyasete alet etmekten hapis falan yatmıştı... Bilmemenin
doğurduğu... Devletin en üst kademesine geçtiği için hiç
çekinmeden... Korkmadan... Kalabalığın önünde ayni şiiri
dilendirdi!
Oku bakalım... Dini siyasete alet et
bakalım... Ne zaman kadar?
*
İnsanlık demokrasiye kavuşmasını savaşa borçludur
Bilmeyenler* için... Savaş mücadele demek,
kanının - canının son damlasına kadar... Mücadele etmeyen,
mücadeleden kaçınan... Baştan savaşı kaybetmiş sayılır!
*bana inanmayan kendi araştırıp öğrensin
*
2015 seçimleri, patronlar ne diyor ama özellikle dış
yatırımcının yaklaşımı nedir?
Son on sene
içeresinde miras yedi tavırları ve dış yatırımcıya yönelik faiz
uygulamaları, kanuni düzenlemeleriyle Recep Tayyip Erdoğan denen
ne olduğu belirsiz canlı... 400 milyar Dolar yatırım
yaptırmayı başardı(!) Tabii bu bir başarı sayılabilirse...
Çünkü kimse 400 milyar Dolar yatırımı babasının hayrına
yapmaz... Kaç 400 milyar Doların yurtdışına çıktığına da
bakmak lazım!
Neyse hedeflenen yüzde 4 büyüme
gerçekleşmeyecek gibi... Dış analistlerin verileri 2,5 - 3,5
civarında... Ama tüm tarafların ortak kanısı... Bu
gerginlik ortamının daha fazla sürdürülemeyeceği...
Kutuplaşma siyaseti hem siyasi hem ekonomik olarak
erişebileceği... Türkiye Cumhuriyetinin kaldırabileceği son
noktaya gelmiş olması!
***
06.05.2015
Ben kafamı
bilmem ne yapayım
Çünkü bizler hala helal, alın
teri falan dediğimiz için... Başlık... Biraz terbiyesiz
oldu, özür dilerim... Ama devamını okuduğunuzda, vurgun nasıl
yapıldığını öğrendiğinizde... Her halde başlığı da, beni de
mazur görürsünüz(!)
Bir ilaç... Kutusu 33 bin 875 TL
Avrupa'da kutu fiyatı 1785 €... Çarp düz hesap üçe...
5355 TL!
33875 - 5355=28520 TL kutu başına cepte(!)
Ondan sonra millete helal, haram... Namus, Kur'an, iman, imam
hikayeleri anlat... Vay benim saf Müslüman din kardeşim,
vayyyyyy!!!
Seni ayakta düzüyorlar haberin yok.
*
Türk tipi başkanlık sistemi alaturka tuvalet işine
benzer
Tamam... Hemen itiraz etmeyin....
Son tıbbi araştırmaları bende okudum... Alaturka tipi
tuvalette hacetini gidermek... İnsan vücut yapısı açısından,
alafranga tuvalete nazaran daha sağlıklıymış(!)
Ancak...
Kabul edersiniz ki... İnsan alafranga tuvalete daha rahat
oturuyor, kendini daha iyi his ediyor... Bu açıdan
bakıldığında... Türk tipi başkanlık sistemi... Rahatsızlık
verecek... Yetmedi... İnsanlar kendini eskiye nazaran daha
mutsuz ve kötü his edecek(!)
*
İtiraf etmeliyim ki
Her zaman ister
faşizm... İster şovenizm olsun bana itici gelmiştir...
Haliyle Türk kimliğimle, milletimle, kültürümle, dilimle gurur
duymuşumdur... Hele Gazi Mustafa Kemal Atatürk benim için
başlı başına bir kıvanç kaynağıdır!
Ama... İnsandan
olan... İnsani olan her şey ham meyveye benzer... Nerede
insandan olanda... Mevla'mın ahengi, uyumu...
Mükemmeli... Nerede o lezzeti?
Bu yüzden bana ister
faşizm, ister şovenizm yavan gelir!
***
07.05.2015
Mesele
Gırtlağına kadar çamura battığında... Burnun
pis kokulardan nefes alamayacak duruma geldiğinde... Gözlerin
yaşanan sefaleti görmeye dayamadığında bile... İnsani
vasıflarını koruyup, insan evladı olarak kalabilmekte!
Dostlar, arkadaşlar, kardeşler... Bu toplum gittikçe
insanlığını yitirmeye başladı... Yapılan yorumlara,
paylaşımlara baktıkça... Kinin, öfkenin, nefrettin,
şiddetin... Ekilen tohumların... Filizlendiğini görerek
içim kan ağlıyor!
Soruyorsunuz neden bu kadar yazıyorsun
diye... Atatürk bu vatanı ve milleti... Türk gençliğine
emanet etti... Ben çocuklarımın kin ve nefret ortamında
değil... Sevgi ve şefkat ile birbirlerine kenetlendiği...
Düşüncelerin özgürce telaffuz edilebildiği bir ortamda
yetişmelerini istiyorum!
Bu dünyada... Kinin, öfkenin,
nefrettin, şiddetin dışında da... Bir şeyler olabileceğini,
binlerce yılda gelişen bazı değerlerin... Hoşgörü ve
özgürlüğün farkına varmalarını istediğim için yazıyorum!
***
08.05.2015
Muhtemel bir
tuzağa düşmemek için azami dikkat
Ve sonunda
baklayı ağızlarından çıkardılar... Eğer verilen haberlere
inanabilirsek:
-Toprak talepleri yokmuş... -Toprak
taleplerini Türkiye dilendiriyormuş... -Ermeni Soykırımını
Osmanlı yapmış, Türkiye Cumhuriyeti neden bunu üstüne
alıyormuş(!)
Yıllar önce, gerçekten belki on beş, yirmi
sene oluyor çok değerli bir yazarın kaleminden okumuştum. Bu
konuda yazdığım son yazılarda da dilendirmeyi düşündüm ama
hafızama güvenemediğim için yazmamıştım. Dün söz konusu
haberleri dinleyince kadar. Tekrar "olduğu gibi" hatırladım.
Gazi ve İsmet paşalar kaybedilen savaşın ardından ilk barış
konferanslarında yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinin, çöken
Osmanlı İmparatorluğunun >>> hukuki mirasçısı olmadığını <<<
kabul ettirmişti. Böylelikle ödenmesi gereken önemli tazminat
miktarlarından Türkiye Cumhuriyetini kurtarmıştı. Artık
gerçeklerin tüm yönleriyle ele alınmasının zamanı gelmiştir. Bu
konu bir daha açılmamak üzere kapanması lazım. Ancak böyle
adımların ciddi bir devlet yönetimi gerektirdiğini de
unutmayarak.
***
7 Haziran sonrası
Hiç ihtimal vermiyorum
ya... CHP seçim kampanyası ve dillendirilenleri ile bir
iktidar değişikliği... Eskeza gerçekleşecek olsa bile...
İvedilikle toplumsal barışın, adalete olan inancın... Gelir
adaletsizliğindeki korkunç uçurumların kapatılması gerek!
Umudum yok... Ama başta Recep Tayyip Erdoğan ve ailesi...
Tüm bu gidişatta sorumluluk taşıyanların... Abdullah Öcalan
denen soysuzun... Yargılanarak... Asılması...
Cesetlerini de... Bu yüce milletin topraklarını daha fazla
kirletmemeleri için... Mariana çukurunda batırılması gerek!
***
AKP mitingleri
Nasıldı? Paralel, CHP
ve HDP... İndir bindir paralel!
Allah, Peygamber aşkı
için... Elinizi vicdanınıza koyarak söyleyin... Bu vatanı
kim yönetiyor?
AKP... Başbakan koltuğunda: Ahmet
Davutoglu... Cumhurbaşkanlığı koltuğunda: Recep Tayyip
Erdoğan... Sizi tutan mı var?
Paralel de paralel...
İndir bindir paralel... Paralel aşağı, paralel yukarı...
Tut pezevenkleri kulağından getir Türkiye'ye... Seni tutan mı
var?
Ha evinde Arslan... Sokakta sıçansan bilemem
tabi!
***
Elemtere fiş, kem gözlere şiş Kül fakiriyiz
Elhamdülillah!
Allaha çok şükür... Evde çoluk
çocuğun sağlığı yerinde... Alacaklı yok ki kapıya dayansın...
Tek borç bankaya... O da bir kaç seneye kalmaz, Allah'ın
izniyle bitecek... Anlayacağınız, kendi yağımızda kavrulup
duruyoruz... Ancak... Bir konuda kül fakiriyiz(!)
Haaa, salt biz miyiz kül fakiri olan? Yok, artan sayıda
etrafımda gözlemlediğim bir durum... Taaa Türkiyelere
kadar... En azından büyük şehirlerde sıkça gözlemlemeye
başladığım bir olgu!
İyi gün dostunu ne eyleyim...
Kötü günümde bana elini uzatmadıkça? Yerinde bana iki çift
tatlı yada acı söz söylemedikçe(!)
Evet, yuvarlanıp
gidiyoruz çok şükür... Ama yardıma ihtiyaç duyduğumda elini
uzatan bir Allah'ın kulu yok... Elemtere fiş, kem gözlere şiş
Kül fakiriyiz Elhamdülillah!
***
10.05.2015
Başta kara Mediha'mım
olmak üzere tüm annelerin bugünü kutlu olsun. Aslında değil bir
gün, 365 günü anneler günü olsa, yine de sizlerin hakkını
ödeyemeyiz. Bu yaşta bile canım acısa yine ilk söz anne oluyor,
iyi ki varsınız, Allah hepinize sağlıklı, mutlu ve bereketli
ömürler versin
*
Bekaretimi evlene kadar koruyacağıma dair (...)
Başlığa bakarak sapıttı mı bu herif demeyin... Hele
anneler gününde böyle şeyler yazılır mı diye hiç sormayın...
Tam sırası, çünkü anneler kendi tecrübelerinden faydalanarak
kızlarına (...)
Amerika Birleşik Devletleri...
Bilindiği üzere Avrupa'ya nazaran sofu sayılır... 1990'lı
yıllarından günümüze gittikçe artan bir sayıda, "değişik" bir
törene şahit oluyor. Öyle garip bir tören ki "çağdaş" Avrupalı
bu töreni anlamakta zorlanıyor. Gerçi söyle 25-30 yıl geriye
gidip kendi okul çağımdaki kız - erkek ilişkilerini
düşündüğümde, bugünlere nazaran gençlik bu konuda çok farklı
düşünüyordu. Bugünlere nazaran çok daha özgür ve "çılgın"
hareket ediyordu. Artık cinsellik konusunda Avrupa gençliğinde
de "geriye" dönük bir değişiklik gözlemlemek mümkün. Ama bunun
ayrıntılarına sonra değiniriz. Önce şu garip törene bir bakalım:
Buluğ çağına giren genç kızlar, babalarının eşliğinde,
gelinliğe benzer bir elbiseyle bu törene katılıyorlar. Şahitler
ve davetliler önünde babalarına karşı bekaretlerini evliliğe
kadar koruyacaklarına dair söz veriyorlar. Gerçi araştırmalar bu
sözü verenlerin yüzde 80'ninin bu söze sadık kalmadıklarını
gösteriyor ama olsun(!)
Şimdi tüm bunları, tam da bugün
neden yazdığımı kendinize sorabilirsiniz. Hani hep birlikte 77
milyon şikâyet ediyoruz ya, hani birbirimizi beğenmiyoruz ya...
Kim kimi neden beğenmediğini, kabul etmek istemediğini bilemem
ama bildiğim aslında kendimizi, kendimize şikâyet ettiğimizdir.
Çünkü öyle veya böyle hepimizin bu çarkın birer dişlisiyiz.
İster Ortadoğu, ister Türkiye, ister Avrupa veya Amerika, Asya
hepimiz yalnızca insanız. Duygu ve düşüncelerimize,
zaaflarımıza, ihtiraslarımıza yenik düşen insanız!
Not:
Hani hep paralel de paralel diye, paralel dansı yapanlar var
ya... Hani belki kendinize sormuşsunuzdur paralel neden
Pennsylvania'da diye... Amerikalıların sofuluğu ama özellikle
Pennsylvania'da Mormonlar'ın varlığı ile daha rahat hareket
edebildiklerine inanıyorum. Belki şaşıracaksınız ama muhafazakâr
dedirdiğimiz insanlar bazı konularda dinler ötesi birlikte
hareket edebiliyorlar. Dünya çapında, kültüre ve dini inançlara
bakmaksızın insanlık bazı öz değerleri tekrar keşfetme yolunda.
Hayırlısı olsun.
***
11.05.2015
Bırak şimdi
emekliye ikramiyeyi, sen bir tek söz ver yeter!
Oyum CHP'ye... Ama Y-CHP'ye değil... Cumhuriyet Halk
Partisi dururken... Beni başka partilere oy verme durumunda
bırakma!
Senden tek söz istiyorum... Erkek sözü...
Adam sözü... "Ben ve başkanlık koltuğunda oturduğum parti
Atatürk ilke ve inkılaplarına bağılıyız, bu inkılapların yeniden
yorumlanmasına gerek yok çünkü ilke ve inkılaplar zamansızdır"
de... Oyumda... Canımda... Kanımda... Cumhuriyet
Halk Partisinindir!
Her ihtimale karşı, ne olur ne olmaz
ben sana bu ilke ve inkılapları tekrar hatırlatmak istiyorum:
Cumhuriyetçilik Halkçılık Milliyetçilik Laiklik
Devletçilik İnkılapçılık
Ulus devlet, tam
bağımsızlık, ulusal egemenlik ve çağdaşlaşma hedeflerine
sadakatini bildir, meydanlardan bunu açıkla... Dünya alem
buna şahit olsun!!!
*
Bir yazdım, pir yazdım
Anında olumlu -
olumsuz tepki aldım.. Arkadaşlar sizlere bir şey sormak
istiyorum, hani bu soru bir durumu izah etmek içindir...
Allah aşkına... İnsan, neden seni seviyorum cümlesini
duymaktan bıkmaz? Hatta aralıklar ile de olsa tekrarlanmasını
ister?
İnsan psikolojisiyle ilgilidir... İnsan bir
durumun teyidini ister... İnsan iltifatlara ve beğenilmeye
açtır... Çünkü insan doyumsuz ve unutkandır!
Allah
aşkı için... K. Kilçdaroğlu değil mi... "Yeni" söylemini
ortaya atan... Evet, Cumhuriyet Halk Partisinin başkanıdır...
Ama... Birinin ağzından nasıl "ben Türk'üm" kelimesini
duyamazsanız... Diğerinin ağzından da, haberleri ciddi
şekilde takip etmeme rağmen; en azından Atatürk ilke ve
inkılaplarına bağlılığını duymadım. Tam aksine bağlılığını teyit
eden ve bunu kamuoyuna bildirenler CHP saflarından dışlandı.
Demek ki neymiş? İnsan beli aralıklarla da olsa nasıl
seni seviyorum cümlesini duymak istiyorsa... Bir parti
başkanından da o partinin temsil ettiği ilkeleri duymak ister(!)
Ben... Yeniye karşı değilim... Ancak yeni... Bir
yapının temellerini "dinamitlemeye" kalktığında karşı dururum!
*
Seçim sistemi ve yüzde on meselesi
13
yıldır seçim kaybediliyor... Nedenleri muhtelif... Ancak
son bir - iki seçimdir bir çağrı yapılmakta... Bu çağrıyı
önümüzdeki seçim için tekrarlamakta fayda var... AKP
"iktidarı"... Ve hırsızların bir numaralı İmparatorundan
kurtulmak isteyenler... Gerçekten Recep Tayyip Erdoğan'dan...
O bet sesinden, söyleminden, o tiksinti verici görüntüsünden
bıkanlar...
>>> Particiliği bir tarafa bırakarak <<<
Seçim bölgelerinde >>> muhalif <<< en güçlü adayı
desteklemelidir... İnsanların bunu - sorunsuz -
yapabilmesinin önünü de... Muhalif partiler bir adayda
anlaşarak seçmene bildirmesinden geçer!
***
12.05.2015
Kedi - ciğer
meselesi
Kedi ciğeri alana kadar... Mırnav,
mırnav... Bacak arandan geçer, ... Bacaklarına sürtünür...
Kısacası her türlü yolu dener ki... Senin gönlün olsun!
Ciğeri kaptı mı, ara ki bulasın... Siyasetçi ki,
istisnaları da vardır... Kediye benzer... Oyu aldı mı, ne
söz kalır nede vaat... Anlayacağınız ciğeri vermeden, yani
oyunuzu vermeden... Işı sağlama alın!
Ne hırsız, ne
arsız... Hele yüzsüzü yanınıza bile yaklaştırmayın... Ar
damarı çatlamışların ne sözüne ne sıfatına itibar etmeyin!
Siz tencereyi zor kaynatırken... Alt tarafı patates
alamayacak durumdayken... Saraylarda oturan, sanki kendi alın
teriyle almış gibi özel jetlerle dünyada fink atanlara artık dur
deyin!
*
Ne Şam'ın şekeri ne Arap'ın yüzü
Her
insan topluluğunda iyisi de vardır kötüsü de... Kimse
kimsenden üstünde değildir... Hatta öyle inanıyorum ki her
insan yüreğinin bir köşesinde... Küçük ve masum bir çocuk
misali... İyilik, koruyup - kollama ve acıma duygusunu
beraberinde taşır!
Daha önceleri defalarca dile
getirmişimdir... Eski Arap'ı severim... Kültürü ve bilimi
ile insanlığa sayısız değerler katmıştır... Ama bugün Arap
coğrafyasına baktığımda... Boş gözlerle bakıyorum... Hiç
bir katma değeri olmayan, sefil hayatlar... Ve bu sefaletin,
kim ne derse desin, başlıca nedeni... Dört elle sımsıkı
sarılmış, sarmaş dolaş cehalet!
Ve birileri çıkıp...
Millet bir tanesini nasıl doğru dürüst besleyip, okutacağım diye
düşünürken... Üç tane diyor... Üçte yetmez beş olsun
diyecek ama herkes onun gibi hırsız değil ki... Söylemeye
çekiniyor!
Lafı uzatmayalım... Göğsümü gere gere
dünyanın dört bir tarafında… Ben Atatürkçüyüm… Atatürk
milliyetçisiyim derim, diyorum zaten… İster inanın ister
inanmayın… Kendini bilen, az buçuk mürekkep yalamış eloğlu
dönüp de sormaz bile… Nasıl Atatürkçü, ne demek Atatürk diye…
Gel gör ki aynı eloğlu söz konusu Osmanoğulları olduğunda…
Anında ağız değiştirebiliyor… Neden?
Çünkü birileri
yalan söylüyor… Birileri tarihi gerçekleri saptırıyor!
Yukarıda söz konusu olan birilerine sorsanız… Osmanlı
söyle, Osmanlı böyle… Hakkı, adaleti, dini özgürlüklere
varana kadar… Öf,öf, öf… Osmanlı neymiş de biz
bilmiyormuşuz veya… Kaç yüz yıl Osmanlı boyunduruğu altında
kalmış Yunan, Bulgar, Yugoslav ve daha niceleri… Onca zamanda
bunun farkına varamamış… Bu insanlar herhalde algı sorunu
yaşayan beyin özürlüleriydi(!) Yoksa neden ikide birde irili,
ufaklı isyan çıkarmışlardı ki?
Osmanlı o kadar hoşgörü
sahibiydi ki… Kendi din kardeşleri, ayni kitaba inanan
insanları… Farklı mezhepten oldukları için bile (…)
Ve üzerinde güneşin batmadığı iddia edilen başka bir
imparatorluğa bakalım… 193 ülkenin 53 hala gönüllü olarak bu
“imparatorluğun himayesinde”… Dikkatinizi çekerim 2015
yılındayız… Internet çağında, bilgi ve birikimin “herkese”
açık olduğu bir dönemde… 53 bağımsız ülke “ortak” bir geçmiş
ve gelecek için… Bir şekilde bir arada… İlginç olan bu
ülkelerin birçoğu bir zamanlar sömürgeydi!
Osmanlı
torunlarına sormak lazım… Madem Osmanlı sizlerin insanlara
anlattığınız gibiydi… Neden Osmanlı, bir İngiliz kadar
olamadı? Neden günümüzde bile bir zamanların sömürgeleri…
İngiliz’e, İngiliz Kraliçesine bağlılıklarını bildirme
ihtiyacı his ediyor?
Nerede… Nerede senin ah o kadar
bağlı olduğun, din kardeşin Araplar? Nerede onların Osmanlıya
bağlılıklarının ifadesi… Mekke’de… Osmanlıdan kalan son
kaleyi (Ecyad), tarihi eseri yıkan Suudiler değil miydi?
***
14.05.2015
Bu sefer milli
iradeye pisi pisi yetmeyecek
Duydunuz mu bilmem?
Yurtdışında yaşayan vatandaşlar oy vermeye başladı... Seçim
sandıklarının sakladığı... Ve belirli kişilerde olması
gereken anahtarların yedekleri çıktı!
Bence hiç zahmet
edip seçime gitmeyin... Pisi pisiler olmazsa... Yedek
anahtarlarla nasılsa hal edecekler(!)
*
7 Haziranı 8 Hazirana bağlayan gece ama en geç resmi
sonuçlar açıkladığı gün
Türkiye... Mahşer
gününü andırmalı!
Üçüncü dünya savaşı çıkmışçasına...
Can pazarı yaşanıyormuşçasına... İnsanlar... Çoluk -
çocuk, ihtiyar, genç, kadın - erkek sokaklara dökülmeli!
Benden söylemesi... Zamanında hazırlığın yapılması gerek...
Çünkü... Hırsızların en ahlaksızları kol geziyor!
***
15.05.2015
Bardak
meselesi veya… Meğer memlekete insandan çok hayvan
varmış(!?)
Masanın üstüne bir bardak su...
Kimisi bardağı dolu görerek, öyle olduğunu iddia eder... Bir
başkası bardak ağzına kadar dolu değil diyerek itirazda bulunur!
Yani "meşhur" Zeki Alasya, Metin Akpınar komedisindeki
gibi... Hasip ile Nasip meselesi... Maksat muhalefet
olsun... Kim haklı, kim haksız beli değil… Çünkü ikisi de
kendi açılarında doğruyu söylüyor!
Hâlbuki cisim ortada!
Somutu bir taraf ederek… Soyut ile uğraşıyoruz…
Tecrübenin her türlüsü, ister olumlu – ister olumsuz değerlidir…
Yeter ki ders çıkarmasını bilebilelim!
*
Mağaradan çıkıp adam oldum sananlar
İnanın başka bir millete bu yoğunlukta gözlemleme imkânım
olmadı... Kendi milletimi hor gördüğümden değil... Bilakis
girişimci ruhlarını taktir etmeme rağmen... Böyle rezilliğe
dayanmak, sessiz kalmak mümkün olmuyor!
Türk ile iş
yapmam, hatta Türk müşterileri eskiden geri çevirirdim...
Artık emekli oldum da böyle dertlerim kalmadı... Eğitimlisi,
eğitimsizi... İşten anlasın, anlamasın... İnsanın başına
Ordinaryüs Profesör kesiliyor!
Hani bunları yazıyorum
ama... Kendimi bu durumdan soyutlamıyorum... Benim
avantajım bilişimci olmam ve istediğim bilgiye çok kısa zamanda
erişmem... Ve gözlerimin ise artık tarayıcıya benzer işlev
görmesinden geliyor... İlgi alanım geniş olduğu, ufkumu
kısıtlamadığım için... Birçok konuya el atıyorum... Ama
genel hatlarıyla "doğru" bilgi aktardığıma azami dikkat
ediyorum!
Adamlar nerden geliyor, evvelden ne iş
yapıyorlardı bilmiyorum... İnşaat alt yapısıyla ilgili, almış
eline kürek ve kazmayı... Bir - iki iş makinesi... Ne
plandan haberi var, ne konudan... Ama sorsan bu işlerde onun
üstüne yok... Su, elektrik, kanalizasyon, telekomünikasyon...
Ne ararsan var 1 - 1,5 metre ayağının altında, planlı -
projeli... Mesele planı - projeyi okuyabilmekte, çalışmalar
esnasında nelerin gerekebileceği, ne kadar hafriyat
çıkabileceğini kestirmekte!
Ama sorsan bu işlerde onun
üstüne yok...
*
Paçalarından akıyor
B.k mu arasın, başka
türlü pislik mi? Her türlüsü mevcut ve paçalarında akıyor...
Ama onlar el alemin kadınlarının başıyla, orasıyla - burasıyla
uğraşıyor... Yetmiyor... Kaç çocuk yapacaklarına...
Hangi şartlar altında dünyaya getireceklerinde karar veriyor!
Ve tüm bunları yaparken... Başörtülü bacılar vurgusu
yapılıyor... Benim başım kel mi?
Hodri meydan...
Bundan sonra "benim" başı açık bacılarıma söz söyleyenin alnını
karışlarım... G.tün yiyorsa, birazcık erkeksen... Çık
karşıma, başı açık bacılarımın iffetine dil uzat!!!
*
Sana mi kaldı 99
Bir kulağımızın
arkasını becermedikleri kalmıştı... Çok şükür, yakında bunu
da yaparlar... Onlarda, bizde rahata kavuşuruz(!)
İnsanı pis pis yazmaya zorluyorlar... 99 kişinin altından
kalkıp yine de namus abidesi olanlar... Sizlere ve
pezevenklerinize sesleniyorum!
Başı örtülü ya... 99
kişinin altından kalkıp gelse önemi yok!*
Başı örtülü
ya... Her seferinde iman nikâhı kıyarak, 99 kişinin altına
yatsa önemi yok!
Yakın çevremde yaşanmış iki olay...
Yurtdışında yaşayıp da böyle olaylara... Uzaktan yakından
şahit olmamış insan az olsa gerek... Rahmetli zamanlarında,
aynı dönem evlenmiştik... Ailece görüşüyorduk, bir aralar
birbirimizden koptuk... Yıllar sonra karşılaştığımızda eşi
kendi arzusuyla kapanmıştı... Bana ne dedim onlar yollarına,
biz yolumuza... Aradan beş - on sene geçiyor ve duyuyoruz
ki... Arkadaşım, eşini başkasıyla yatakta yakalamış(!) O
dönemlerde tanıştığımız başka yeni evli bir çift... Bu sefer
başı açık... Evlenmek nasıl Allah'ın emriyse, anlaşamayınca
ayrılmakta öyle... Uzatmayalım... Boyunca oğulları var
ama... Evli bir adamla birlikte(!)
Yani... Ahlak,
din, namus dediğin... Başını örtmekle olmuyor... İnsan,
yürek, vicdan ve akıl işi Ahlak, din, namus dediğin!
Sana
mı kaldı milletin ahlak polisi olmak?
*Tövbe ederek
"temiz" bir hayata dönenleri tenzih ederim
*
Bu kadarı da fazla artık
Herifi padişah
yaptılar... Gülüp geçtik... Herifi dünya lideri ilan
ettiler... Bizi bırakın, dünya ağzını bıraktı kıçıyla
güldü... Herifi peygamber ilan ettiler... Kendimize hırsız
peygamber olur mu diye sorduk... Herife Allah'ın vasıflarını
yakıştırdılar... Tövbe üzerine tövbe ettik... Herifin
götüyle bile uğraştılar... Kılı mılı oldular, iğrendik...
Ama... Bir yandaşın sayfasında ne göreyim istersiniz?
"Erdoğan ne yapmış diye soranlara, Ferhat olup daği deldiğini"
anlatıyor... Her halde bolu daği tünelini demek istiyor...
Yapmayın beee... Bu kadar yavşaklık sizlere bile yakışmıyor!
***
16.05.2015
AKP bir yanlış
yorumun neticesidir
Dilde olan… Atatürk…
Türkiye Cumhuriyetini kurdu!
Şüphesiz doğru bir ifade…
Ama daha doğrusu Atatürk liderliğinde Türkiye Cumhuriyetinin
kurucuları O ve arkadaşları… Dünde, bugünde, yarında siyaset
dediğin bir ekip işidir!
Türkiye Cumhuriyetinin
kurucuları… Öyle inanıyorum ki… Türk toplumunun yapısını
ve tarihini de dikkate alarak… Milletin… Siyasi temelini
cumhuriyetçi, demokratik parlamenter sistem üzerine
oturtmuşlardır! Neden? Aslında Gazi Mustafa Kemal
Atatürk’ün ilke ve inkılaplarını dikkate almadığınızda bu soruya
doğru yanıt vermeniz pek mümkün olmayacaktır.
İsterseniz
gelin beraber bu ilkelerden ikisini irdeleyelim… Halkçılık…
Bence önde gelen ve kesinlikle dikkate alınması gereken
ilkelerin başında geliyor… Halk, yani merkezinde insan olan
nesne… İnsan… Doğusundan - ölümüne sürekli bir değişime
uğrayan varlık… Varlık ve varlıklar için yapılan siyaset…
Halkın, halk tarafından halk için yönetimine soyunanların…
Nasıl varlık hayatı boyunca bir değişime uğruyorsa…
Siyasetlerini de zamanın şartlarına ve halkın gereksinimlerine
göre… Zaman zaman yeniden ayarlamaları gerekir!
Soruyorum*… Bu sizce şimdiye kadar siyasetçiler tarafından
ama özellikle Atatürkçü geçinenler tarafından dikkate alınmış
mıdır? Gerçekten halkın gereksinimleri gözetilerek, zamanın
şartlarına göre gerekli tedbirler alınmış mıdır? Yoksa katı ve
yanlış bir siyasetti sözde Atatürkçülük diye mi savunmuşlardır?
Geçelim…
İkinci ilke devrimciliktir… Bence,
yanlış düşünüyor olabilirim, devrimcilik ilkesi halkçılık
ilkesinin devamı niteliğindedir ve yine halkın daha geniş
kapsamlı ihtiyaçlarını gözetmektedir. Bu ihtiyaçlar ekonomik
gereksinimlerden tutun eğitime kadar, çağdaş gelişmeleri halk
menfaatine uygun yurdumuzda hayata geçirmeyi içerir.
O
halde… Atatürk ilke ve inkılaplarını olması gerektiği gibi
hayata geçirerek… Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk
devletinin devamını pekâlâ Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı
altında parlamenter bir sistem ile yürütmeye devam edebiliriz.
Yeter ki… Halkın, halk tarafından halk için
yönetimine soyunanlar… Kendi menfaatlerini için değil…
Halkın menfaatlerini doğrultusunda hareket etsin!
*
Rahmetli Bülent Ecevit tarafından dikkate alınmaya
çalışılmıştır. Bu yüzden zaten halk, kendisine Karaoğlan
lakabını takmıştır
*
Sayın hırsız mı, Sayın katil mı?
Sayın
kelimesinin de içini boşalttılar... Hırsız da, katilde Sayın
oldu... Ve bu garabet duruma itiraz eden, ettiğine -
edeceğine pişman ediliyor... Halbuki demokrasilerde...
Herkes anayasanın çizdiği çerçeve sınırlarında hukuk önünde
eşittir... Ve aynı haklara, görevlere sahiptir... Gayet
tabii ki devlet içinde sorumluluğu alan veya devlet adına görev
yapan insanlara yasalar bir takım farklı hak ve yükümlülükler
getirmiştir. Ancak ilke eşitlik ilkesidir!
***
17.05.2015
Ayağını denk
al
Geçtiğin her sınır, kart ile yaptığın her
alış – veriş, her telefon konuşman, yanından geçtiğin her baz
istasyonu, yolladığın her faks, yazdığın her mail, ziyaret
ettiğin her site, her tıklaman, arkadaşın…
Sınırsız
kapasiteye sahip ama kesinlikle güvenlikli olmaya bir gücün
elinde(!)
Ayağını denk al
*
Dünya dönüyor, dünya ile birlikte insanda dönüyor
İnternetin de yardımıyla dünya ve dünya ile birlikte…
Dünya çapında ekonomik sistemlerde değişime uğramaktadır…
Kapitalizm, Komünizm, Sosyalizm ve liberal ekonomilerden…
Sessiz, sedasız, çoğu zaman fark edilmeyecek şekilde… Dünya,
Sharing Economy yani işbirliği yapan topluluklara dönüşmektedir…
Bu ekonomik sistemin odak noktasında Common Open Access yani
ortak açık erişim bulunmaktadır*!
Bugün biliyoruz ki
tekerleğin icadı Sümerlilerden çok önce gerçekleşmişdir1. Buna
rağmen bir buluşu yeniden, geliştirerek tekrar tekrar “icat”
etmede insanın üstüne yoktur. Yukarıda kısaca, önümüzdeki zaman
biriminde bizleri bekleyen muhtemel ekonomik gidişattı gözler
önüne sermeye çalıştım. Ekonomik sistem ile birlikte siyasi
sisteminde değişmesi olasılıklar arasındadır. Çağımızda devlet
denilen soyut kavramın somut gücü, vatandaşlarına hizmetin her
türlüsünü götürebileceği gibi, aynı güç yanlış ellerde,
vatandaşları üzerinde baskı ve şiddette uygulayabilmektedir. Bu
yüzden demokrasilerde yürütmenin yanı sıra yasama ve yargı
mekanizmaları bu gücü dengeleyici unsurlar olarak vardır2. Bunun
anlamı böyle bir sistem içeresinde, kayıtsız - şartsız maddi
veya siyasi gücü elinde bulundurulanların bile
yargılanabileceğidir. 1970’lerde dünya çapında halk tarafından,
halkı yönetmek için seçilmiş 35 demokratik hükümet vardı.
Bugünlere geldiğimizde dikkatinizi çekerim 193 devlet içeresinde
bu sayı 110-115’e kadar yükselmiştir. Son yıllarda bu konuda
bir gerileme kaydetmek mümkün olmasına rağmen bu son derece
olumlu bir gelişme olarak görülmelidir. Afrika’da bile artık
gelişen bir orta sınıf görmek mümkün olmuştur.
Çağdaş
batılı demokrasilerde artık insanlar salt neyin söylediğine
değil, nasıl söylendiğine de dikkat etmektedir. İnsanlar,
siyasal sahne üzerinde yer alan “oyuncuları”, yaptıklarını,
yapmak istediklerini sorgulamaya başlamıştır. Bu köklü bir
değişimdir. Hatta batılı toplum içeresinde kimileri3 var ki bu
kadarıyla yetinmeyip, siyasal sahnenin kendisini sorgulamaya
başlamıştır.
Günümüzde birçok hükümet veya ekonomik,
siyasal sistemler bütünü4 kendi toplumlarını yaratılan suni veya
gerçek tehditler ile bir arada tutmaya çalışmaktadır. Bunların
başında 11 Eylül, İslamofobi, ekonomik mülteci akımları başı
çekmektedir. Bu durum hükümetlerin gücünü değil bir durum ile
başa çıkamayacak kadar güçsüz olduklarını göstermektedir.
Türkiye’yi bu konuda “güzel” bir örnek olarak görebiliriz. Somut
bir tehdidin olmamasına rağmen… İkide birde tekrarlanan darbe,
ekonomik istikrarsızlık, bölünme, irtica gibi kavramlar ile
toplum sindirilerek baskı altında tutulmaktadır(!)
Bir
şeyi değiştirmek istiyorsanız eğer, öncelikle bu değiştirmek
istediğiniz şeyi iyi anlamanız gerekiyor. Söz konusu güç
olduğunda… Mesela devlet gücü ve bu güç bir baskı
oluşturuyorsa, bu gücün karşısına mutlaka başka bir güç,
dengeleyici unsur olarak dikilecektir. Gösterilen direnç bu güç
tarafından alt edilmeye çalışılsa da zamanımızda bu artık pek
mümkün olmamaktadır5. Çünkü gelişen teknolojinin ve artan bilgi
birikimiyle yoğrulan gençlerindir artık yarınlar. Farklı düşünce
yapılarıyla kendilerine, yine farklı yarınlar
hazırlayacaklardır. Yaratılan bu farkındalıklar kimileri
tarafından mevcut sisteme karşı bir tehdit olarak
algılanmaktadır6.
Mevcut demokratik sistemler
vatandaşlarına belirli oranda güvence vermeye çalışırken, kendi
içlerinde bir çelişki (paradoks) yaratmaktadır. Çünkü
yaratılmaya çalışılan güvence aynı zamanda bireyin
özgürlüklerini de kısıtlayabilmektedir7. Bir sorunu
görmemezlikten gelmek, aldırmamak o sorunun çözümüne katkıda
bulunmaz. Tam aksine sorun, zamanla büyüyerek altından
kalkılamayacak haller alabilir. Dünyamızın neredeyse hiç bir
bölgesinde saf kan bir ırk bulunmamaktadır. Farklı dünya
görüşleri, farklı ırklar – kültürler, farklı yaşam tarzlarını,
en azından şimdilik, bir arada barındırmanın en iyi yolu
demokratik sistemlerdir. Tüm bu farklılıkların getirdiği
“çatışma ortamını”, hoşnutsuzlukları “dile” getirmenin
geleneksel yöntemi meydanlarda toplanarak siyasi sorumluların
dikkatini çekmektir.
Ancak günümüzde protesto etmenin
başka yolları da vardır. Ben mesela yazarak ve yayınlayarak
hoşnutsuzluğumu dile getiriyorum. Geleneksel demokrasilerde
dikkati çeken, artan sayıda eleştirilerin dillendirilmesidir. Bu
Amerika Birleşik Devletlerinde de böyledir Avrupa’da da!
Ancak demokratik değerler manzumesinin ön koşulu bilinçli,
bilgili ve sorumluk taşımaya hazır insandır. İnsan kalitesi
düştükçe toplumun, yaşanan demokrasinin de niteliği düşmektedir.
Dolayısıyla… Özetlemek gerekirse… Türkiye’de AKP
güçlü değildir… Muhalefet partileri yetersiz ve güçsüzdür!
Demokrasi tarif edilemez, demokrasi yaşanır, demokrasi
mükemmeliyetten uzaktır, demokrasi belirli bir çerçeve etrafında
sürekli bir değişim içeresindedir ve yukarıda tarif edilen insan
niteliklerini önkoşul olarak kabul eder.
* Bu konuda
Jeremy Rifkin’in yayınlamış olduğu kitapları tavsiye ederim
1. Son arkeolojik bulgulara göre 2. Kuvvetler ayrılığı ilkesi
3. Edward Snowden, Julian Assange, Chelsea Manning gibi 4.
AB(D) veya uzak doğu ekonomik birlikler gibi 5. Mesela Gezi
Park direnci gibi 6. Bakınız Türkiye Cumhuriyetinin ilanından
bugünlere kadar yaşanan gelişmelere 7. Mesela güvenlik
kameraları
*
Dün yazmaya fırsat bulamamıştım
Recep'çiğim... Mısıra bak... Sonunu gör!
*
Boşuna ümitlenmeyin
Gerçekler farklılık
arz etse de... Ne yapıp yapacaklar ve bu seçimi
"kaybetmeyecekler"... Seçim güvenliği, daha da önemlisi
seçmenin oyunun hiç bir güvenliği yok... YSK dahil kozlar
heriflerin elinde... Peki, ne yapacağız?
Mutlaka
yurtdışından "bağımsız" gözlemci davet edilmeli... Ve sandık
görevlileri işlerini çok ciddiye almalıdır!
***
18.05.2015 Suçun itirafı
http://www.gurbuz.net/Turk/Mursi%20Erdogan%20idam.mp4
*
Sahi neden?
Yıllardır bu konuda araştırma yaparım ama bugüne kadar üstün
körü cevaplar dışında tatmin edici bir sonuca ulaşamadım...
Kafamı kurcalayan soru:
Kutsal din kitaplarında...
Onca olayın, felaketin anlatılmasına karşın... İbret alınması
gereken onca vaka dile getirilirken... Neden uzaktan -
yakından dinozorlardan söz edilmez?
Hemen hak dinler ve
kutsal kitapları insanlar için diyerek kestirip atmayın...
Atmamanız gerek çünkü felaketin "her türlüsü" bu kitaplarda
tarif edilirken böyle bir olaydan bahis edilmemesini çok
garipsiyorum.
*
Grup
psikolojisinin kıskacında
Psikolojide Dunning –
Kruger etkisi diye tarif edilen… Ehliyetsiz kişinin kendi
veya karşısındakinin bilgi ve/veya yeteneklerini yanlış
değerlendirmesi… Türkçemizde >>> cahil cesareti <<< diye de
tabir edilir(!)
İster eğitimli, ister eğitimsiz olsun…
İnsan sosyal bir varlık olarak bulunduğu çevrenin etkisinde
kalır… Kimileri buna >>> mahalle baskısı <<< da der… Ancak
cahil insan biat kültürünün etkisi altında… Sormadan,
sorgulamadan… Birde çevresinin yönlendirmesine maruz
kaldığında… Kahpeler… Yüzde 49’da alır yüzde 75’de!
*
Siyasi parti
başkanlarının söyleşilerini televizyonlarda dinledikçe
Bende... İster istemez söyle bir kanat oluşuyor...
Suni döllenme ile bir yerlere gelenden hayır yok!
Bu
vatanın gerçek evlatları o koltuklarda oturup çalışmaya
başlamadıktan sonra... Durmak yok, aynen devam(!)
***
19.05.2015
Beyin ölümü ve organ nakli
Tatsız bir
konu... Kimse ölümü düşünmek istemez... Kimse ölümü
kendine veya yakınına da yakıştırmakta istemez... Ve yine
yazacaklarımla kimseyi tesir altında bırakmakta istemem...
Ancak dikkatinizi bu konuya çekmek istiyorum çünkü tıp
dünyasında bu konu yine tartışılmaya başlandı.
Çok
düşünmüşümdür... Kendimde olsaydım, aklım - başım yerinde
olsaydı... Acaba zamanında oğlumu hayatta tutan makinelerin
kapatılmasına izin verimiydim!
Nitekim aynısını rahmetli
babamda yapmıştım... Baş hekimi makineleri kapatmaya kalkarsa
mahkemelerde süründüreceğimi söyleyince, gerçekten sonuna kadar
gereken yapılmıştı.
Son araştırmalara göre, tabi doktor
değilim, aktarırken hata yapabilirim... Beyin ölümü
gerçekleşen insanın bilinçaltının... Bir şeklide hala
çalışmaya devam ettiği tespit edilmişmiş... Organlar zaten
çalışan kalp sayesinde taze oksijenli kan ile ihtiyaçları
karşılanıyor... Sorun... Ahlaki açıdan beyin ölümü
gerçeklesen insanın gerçekten ölmüş sayılıp sayılamayacağı. Ben
kendi adıma şu kararı aldım:
İçimde sağlam, başkasıyla
paylaşabileceğim bir şeyler kaldıysa bile... Gerçekten ölümüm
tespit edildikten sonra olduğum gibi toprağa verilmek istiyorum.
Neticede, Mevla'm gerek görseydi... Bir şekilde insan yedek
parça depoları da oluştururdu... Nokta
***
Dada ve 19 Mayıs
Bu konuda bugün hiç bir
şey yazmayacaktım... Ama beş dakika önce dada aradı, her
halde televizyonda izledi... Merak etmiş... Bugünün ne
anlama geldiğini soruyor... Gerekenleri anlattım... Dada
ve dayday'ın bayramını da kutladım tabii!
Hiç şüphem
yok... Türkiye Cumhuriyetinde böyle milyonlarca evlat
yetiştiriyorlar... Hiç kimse... Bu dünyadaki hiç bir güç
ve kudret... Kalplerimizden ne Atatürk sevgisini nede vatan
millet sevgisini silemeyecek!!!
Atatürk'ü ayrıca anmamıza
da gerek yok... O ve eserleri kalbimizde... Mirasının ağır
yükünü severek omuzlarımızda taşıyoruz zaten... Hepinizin
Gençlik ve Spor bayramı kutlu olsun!
*
Ben bu vakıf ve bağış işinden bir şey anlamadım
Bilal oğlan yapıyor... Ondan esinlenerek bende yapayım
dedim... Ağır engeli "patronlar" vakfını kurdum... Bizim
isçilere dedim... Bundan sonra buradan para kazanmak
istiyorsanız... Vakfa kazancınızın yüzde onunu
bağışlayacaksınız(!)
Yanaşmıyorlar... Abi yapma etme
bak örnekleri falan var diyorum... Yanaşmıyorlar... Bir
yerde yanlış yapıyorum ama nerede?
Acaba Bilal oğlana
yazsam... Bir kurs murs açıp o engin bilgisini para karşılığı
bizlerle paylaşır mi?
***
20.05.2015
İşte budur!
İhtiyar, genç tüm
vatanseverlere selam olsun... Atatürk ve arkadaşlarını...
Türkiye Cumhuriyetini... Vatan, millet sevgisini
unutturamayacaksınız!
Siz yıkmaya çalışacaksınız...
Bizler tekrar ayağa dikeceğiz!
*
Öyle yada böyle HDP (BDP) Recep Tayyip Erdoğan'ın
kaderini tayin edecektir
Kahin olmak
gerekmiyor... HDP yüzde onun altında kaldığında oylar
AKP'ye... HDP yüzde onu geçerse AKP - HDP koalisyonu kesine
yakın bir olasılık(!) Moruğun partisini unut... Y-CHP
bunca olaya rağmen K.K. değimi ile yüzde 30-35 civarında
olacakmış ve birde buna utanmadan seviniyor! Vatan Partisi,
söylem doğru - eğleme fırsatı olmadı henüz ama D. P. başında
olduğu sürece eğleme fırsatı da olacak gibi görünmüyor. Geriye
ne kalıyor?
Al başını vur duvara Türkiye'm!
*
Geldiğimiz nokta itibarıyla
Avaz avaz ne
diye bağırıyordu? Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanıyım...
Ne yapacaktı? Diyarbakır'ı Ortadoğu'nun yıldızı... Bunları
söyleyen kimdi... Recep Tayyip Erdoğan... HDP, BDP gibi
partiler Kürt milliyetçiliğinin... Ayrışmanın, bölücülüğün
odağında değil mi? Tam merkezinde! Demirtaş'ın sözüne
nereye kadar güvenirsin diye sorsalar... En fazla... İki
adim ötesine gitmem!
Yandı götüm dediğin anda.... Çok
geç kalmış olacaksın!
***
21.05.2015
Yazmayayım diyorum, olmuyor! Götümden çatlayacağım
Uydu
merkezinin açılışını yapıyorlar... Geçen gün doğru
hatırlıyorsam İspanyada Türkiye için deneme uçuşu yapan askeri
uçak düşmüştü... Alman haberlerinde kazanın nedenini bir iki
gün önce açıkladılar... Yazılım hatası!
Askeri
tesisatını dışarıdan alıyorsun... Aldıklarınla savaşa girecek
olsan... "Ulusal" değişiklikler yapmış olsan bile...
Yazılımlarda bakalım her türlü arka kapıyı (backdoor) buldun mu?
Herif düğmeye basmasıyla senin askerlerinin ruhuna El Fatiha!
Atom santrali kuracaksın teknoloji dışarıdan... Uydu
merkezi kuruyorsun, teknoloji dahil her halde elemanlar bile
dışarıdan... Uydunun, atom santralinin yazılımı dışarıdan...
Gün gelecek... Dışarıdan birileri ananı, karını, kızını,
bacını... Dışarıdan, dışarıdan becerecek... Sen hala
anlamamazliktan geleceksin!
*
İki gram beyin sahibi herkese sesleniyorum
Profesör konuşuyor... Bilim insanlarına, akademisyenlere,
mürekkep yalamış ve biraz olsun düşünüp sağduyu sahibi olan
herkese saygım vardır. Ama "ün" ve unvan sahibi olmasına
rağmen bilerek, kasten yalan söyleyenden midem bulanır!
Neymiş 81 ille Üniversiteyi AKP getirmiş(!) Tek kelimeyle...
Çüşşş!!!
Konuştukça batıyorsunuz... Gerçekler ile
hayalleri, yalanları artık birbirinden ayıramayacak
durumdasınız!
Lütfen... Hepinizden rica ediyorum...
Oy verirken AKP dışında kime verirseniz verin... Ama artık
kesinlikle bu Aa Kaa Peee'ye vermeyin!
*
Yok mu?
Hırsız çıkmış yine başörtüsü
edebiyatı yapıyor... Yok mu bir Allah'ın kulu...
Sevabına... Artık millet bir kafasını dinlesin diye... Şu
Emine'nin donunu kafasına geçirsin... Belki utanır da susar
artık(!)
***
22.05.2015
Mahallemizin
kadını - kızı, mahallemizin namusu
Dün "Yok mu?"
başlıklı yazıma vatandaşın tepkisi bayağı bir kafamı yordu...
Vatandaşı anlamaya çalıştım... Ne his ediyor, o tepkiyi neden
verdi diye... Vardığım sonucu sizlerle paylaşmak istiyorum!
Doğru veya yanlış bir analiz mi... Açıkçası bilmiyorum...
Ancak başlıkla yakından ilgili olduğuna eminim!
İnsanları
yalın bir şekilde iki tipe ayıracak olursak... Yüzeysel
kişilik ve derinlik sahibi insan neticesine varırız... Bu iki
insan tipi yetiştikleri ortamın ve aldıkları eğitimin
ürünleridir!
Yüzeysel kişiliğe sahip insan...
Görüşleriyle ve hayat tarzıyla tek boyutlu bir varlıktır...
Bu varlığı dünyamızda ilk canlı, tek hücreli organizmalara
benzetebiliriz... Derdi... Karnını doyurmak ve üremektir!
Halbuki dünya, bilindiği üzere birden fazla boyutludur...
Ancak bu varlığın bunları görmesi mümkün değildir... Tıpkı
tüm insanların ortak özelliği olan kızılötesi ışığı görememek
gibi bu varlıklarda yapıları itibarıyla hayatın akışını basite
indirgerler çünkü bakış açıları ancak buna müsaade eder. Bu
yüzden bu insanlara yaklaşım çok farklı, onlarında
anlayabileceği düzeyde ve dilde olması gerekir. Bu tür bir
iletişime sokak dillide diyebiliriz.
Doğrudur... Tüm
hak dinlerinin bununla birlikte dikta rejimlerinin dışında,
insan tarafından icat edilen toplumsal yaşamı denetleme ve
düzenleme sistemleri bireyleri sosyal sorumluluk almaya "davet"
eder. Ancak... Ve sorunda kanımca burada başlıyor; hayat
dediğimiz salt siyah ve beyazdan ibaret değildir! Bu tür "tek
hücreli organizmalar" ama siyah ve beyazdan başka bir şey
görmezler, görseler bile "bununla mi uğraşacağım" diyerek
görmemezlikten gelir, çevrelerindeki insanlarında kendilerinin
gibi olmasını tercih ederler. Durum böyle olunca, mesela
Kur'an-ı Kerimde bahsi geçen yaşadıkları toplum içeresinde
sorumluluk alma vazifesini de yine kendilerine göre siyah -
beyaz yorumlarlar. İçgüdüsel olarak sorumluluğu ne hikmet ise
bacak arasına indirgemelerine bir izah bulamamakla birlikte bu
ilginç durum hepimizin aşina olduğu trajikomik durumlara meydan
verir. Mahallenin namusu bazı namus bekçilerine emanet edilir!?
Size, elalemin namus bekçiliği görevini kim, hangi hakla
verdi?
Cahil cesareti ile durumdan vazife çıkaranlara
zamanında dur denmediğinde, yüz bulan zamanı geldiğinde astarını
da isteyecektir! Nitekim de yaşayarak şahit olduğumuz gibi böyle
olmaktadır. Halbuki hak dinlerinde sosyal sorumluluk almak;
kendinin dışında insanların can ve mal güvenliğine de sanki
kendi mal ve can güvenliği söz konusuymuş gibi dikkat etmek, zor
durumda olan - dara düşen insana yardım elini uzatmak. Gerekirse
fiziki güç açısından daha zayıf durumda olan bir kadına yardımcı
olmak anlamındadır. Bu örnekler haliyle çoğaltılabilir ancak ne
demek istediğimi anladığınızı sanıyorum. Bildiğim kadarıyla hiç
bir hak dininde toplu günah olmadığı gibi toplu sevapta yoktur.
Günah da, sevapta bireyseldir.
*
Türkiye konuşur... Elalem yapar!
Çılgın projeler... Yüz yılın projesi... "Bizim" güzide
siyasetçilerimiz sallayıp duruyor... Yok(!) Bu konuda yok
birbirlerinden bir farkları!
Konuyla ilgilenenlere
Kore'yi örnek vermek istiyorum... New Songdo City Türkiye
konuşur... Elalem yapar!
***
23.05.2015
Abdest ve
ötesi
Tayyip… Senin gücün gözün gördüğü ufka
kadar… Ben… Senin ufkunun ötesinde yaşıyorum… Zihnim
hür… Düşüncelerim hür… Bedeni derdest1 edebilirsin…
Ama Allah’ın bana bahşettiği duyularımı ve beynimi asla
etkileyemesin!
Hak dinlerinde… Temizlik… Güzel
ahlak kadar önemlidir… Galat-ı meşhurdur2… İnsan,
temizliği maddeten ve manen anlamalıdır… Önemli olan manevi
temizliktir… Bedenen kirlide olsan, yürek temizse…
Allah’ın huzurunda duaların mutlaka duyulacaktır!
Toprakla kirden arınabilir misin? Belki… Üstün körü, ütün
körü temizlik mi olurmuş? Hele Allah’ın huzuruna çıkmaya
niyetliysen!
Ama Allah sana bu imkânı tanımış…
Anlaman, anlayabilmen için… Sana yasakladığını, açlıktan
öleceğine yiyebilirsin diye buyurmuş… Cihadı dahi ikilemiş…
Büyük ve küçük cihat diye… Büyük ise nefisle mücadele!
O halde… Abdest ile bedenini temiz tutun say… Müslüman
olan mesela… Güzel bir kadın gördüğünde… Yüreği…
Düşünceleri kirlenirse ne olur?
Sen Kadını sarıp –
sarmalasan da… Yüreğin ve düşüncelerin kirli olduktan sonra…
Şevk ve serveti hayatının odağına koyduktan sonra… Beş vakit
namaz öncesi… Beş vakit abdest alsan da neye yarar?
1
ele geçirme 2 Herkesin doğru bildiği yanlış
Yazarın
notu: Bence vaftiz olmakta abdest almak arasında manevi bir
bağlantı var. İkisi de insanın tanrı önüne arınarak çıkma
gayretinin birer göstergesidir.
***
25.05.2015
Street
Credibility*
Şunun şurasında ne kaldı? Ancak
umudum yok(!)
Bildiğim tek şey... Her şey gibi...
Gün gelecek ve AKP'de tarihin tozlu sayfalarına karışacak...
Bildiğim tek şey... Muhalefet liderinin bile bunca yapılana
rağmen... Vatana, millete ihanete varan olaylara rağmen...
Sorumluları asmayacağı sözünü vermesi... Bildiğim tek şey...
Bir hukuk devletinde, su sızdırmayacak deliler sunulduğunda...
Vatana, millete ihanetin ölümle cezalandırılabileceği...
Avrupa Birliği ölüm cezasına karşıymış... Yürüüü... Ense
tıraşını görelim!
* Siyaseten, sokak diline hakim,
siyaseten sokaklara hakim. Vatan - millet kavramını sokaklara
hakim kılamadığımız sürece, Türkiye'de herkesin yaptığı yanına
kar kalacak.
*
A benim geri zekâlı evladım
Yavrucuğum... Sizler daha dünyaya gelmeden ben sabahlara
kadar şifre hackliyordum... Sizler daha ananızın memesine
yapışıkken, ben, bilişim güvenliği üzerine tezler tasarlıyordum!
Haliyle... Internet üzerinden sitemi hacklamaya
çalışabilirsiniz... Neticede benim denetimimin dışında...
Sunucu providere emanet... Ancak ben... Piyasanın en
iyileriyle çalışmağa alışkınım!
Kaldı ki... Sitelerimi
HTML dışında programlamam... Bilmez misin HTML'e saldırı
alanı son derece kısıtlı?
***
27.05.2015
Cihan padişahı
birinci kıçımın kenarı
İmamın orduları…
İmamların öcü… Karayılanlar tarafından zehirlenmiş kitleler…
İmansız, içi boşaltılmış bir Müslümanlık… Türkiye’nin hali!
Bilmiyordum yeni öğrendim… Ailede ağır hastam var…
Ameliyat masasından kalkması, Allaha kalmış… Doktor ümitsiz…
İstanbul’da uzman başka bir operatör doktor çok daha ümitli
konuşmuş… Dayıma dedim, oraya kaldıralım… Bir hastane,
diğer hastanenin tahlillerini kabul etmiyormuş… Tüm tahliller
yeniden yapılmalıymış, buda gereksiz iki hafta kadar zaman
kaybıymış… Durum acil, ölüm kapıda… Maksat Sosyal
Sigortaları söğüşlemek!
Yeni Türkiye gerçeği işte budur!
*
Lafı güzaf
El âlem yapar… AK Parti
hayal satar!
*
Görüntü kirliliği
İstanbul’dayım…
Hava kasvetli… Sıcak desem, değil… Hava koşullarına alışık
değilsen… Nem benim gibi kalp hastaları için ölümcül
olabiliyor!
Adım atmaya halim yok… Ancak yapılması
zorunlu işler var… Tükenen güç… Ahval sormuyor!
İstanbul… Oldum olası yaşanacak bir kent değildi… Trafik
karmaşası çekilmez bir hal almış… Kalabalıklar adeta bireyi
yutuyor… Öğütüp yok ediyor… Seçim için her köşe başına
asılan parti bayrakları… Flamalar… Kenti boğuyor…
İnsana nefes almaya imkan birikmiyor!
***
29.05.2015
Eyyy kadın,
söyle
Sen aklını peynir ekmekle mi yedin?
Herif senin üstüne kuma alacak… Sen veya kumanın hiç bir
kanuni hakkı olmayacak… Herif istediği gibi sizi kullanacak…
Söyle sen aklını peynir ekmekle mi yedin?
Söyle kadın…
Konuş… Sen aklını peynir ekmekle mi yedin? Yavrunu,
küçücük kızını… Kuzunu… Hayvanın altına nasıl
yatıracaksın? O hayvanın, kuzunun bedenide… Ruhunda
yapacağı tahribatı bir hayal etsene… Söyle kadın… Konuş…
Sen aklını peynir ekmekle mi yedin?
Seçime bir kaç gün
kala… AYM’nin kararı utanç vericidir… Din dediler, iman
dediler… Seni köle ettiler kadın… Söyle kadın… Konuş…
Sen aklını peynir ekmekle mi yedin?
***
31.05.2015
Refah varsa
huzurda gelir
Mesele adil paylaşımda… Mesele
işbirliğinde… Mesele ortak bir hedef uğruna birlikteliği
sağlayabilmekte… Mesele ulvi hedef uğruna özveride
bulunabilmekte!
***
01.06.2015
At gözlüğü
Yaş 50… İçimdeki çocukta benimle birlikte ihtiyarladı…
Her geçen sene… Yeni tecrübeler, her yeni tecrübe bir adım
daha olgunluk(!)
Hayat… Olanla yetinmenin garabetini
öğreti… Duraksama bir tarafa… Yetindikçe, iki adım geri –
bir adım ileri gidiyorsun… Hâlbuki… Almanların deyimi ile
“Das beste ist gerade gut genug!” Yani en iyisi… Ancak
yeterlidir!
Yetindikçe… Acıdıkça, acınacak hale
düşüyorsun… Kendinden istediğin, hayattan beklediğin…
Arzuların… Ufkunun sınırlarını zorlamalı… Zorlamalı ki
içindeki hırsın kıvılcımları sönmesin!
Biri hırsız…
Ama biat etmeye, boyun eğmeye, yetinmeye alıştırılmış insanların
güvenini kazanmış… Halkın en azından bir kısmının gözdesi…
Ne yaparsan yap, ne söylersen söyle güveni sarsamıyorsun(!)
Diğerine… Bir zamanlar Gandi Kemal diyorlardı… Yok,
efendim bilmem kaç kardeşi varmış… Hepsi ameleymiş…
Kendisi hırsız değilmiş, dürüstmüş… Ne mutlu ona… Kendi,
ailesinin şerefi… Ama hırsızla mücadele edecek… İnsanları
ikna edecek yeterlilik gösteremiyor!
Sen… Kötünün
iyisiyle yetindikçe… Tablonun bütününü değil yalnız bir
kısmını gördüğün sürece… Etrafına at gözlüğü ile bakmaya
devam ettikçe… Sen yetersize, hırsıza, kalitesize teveccüh
gösterdikçe… Ölçün, çıtan kısıtlı oldukça… Sen
isteklerinde tevazu gösterdikçe… Gelip… Tepene çıkan…
Seni aldatan, kandıran… Ağzına s.çan daha çok olur!
*
Ömrün güvencesi var mı?
Vatandaş
soruyor... Neden başkanlık sitemine karşısınız?
Bu
dünya Sultan Süleyman'a bile kalmamış... Erdoğan'a mı
kalacak? Kanuni nerede, Tayyip nerede...
Hadi diyelim
ki sen haklısın vatandaş... Tayyip başkanlığa layık... Her
türlü güç, her türlü yetki başkanın elinde... İyi de...
Tayyip dünyaya kazık mı dikecek? Bu soytarının vadesi hiç mi
dolmayacak? Bu herif öldükten sonra ne olacak? Bunu hiç
düşündün mü?
İşte bu yüzden başkanlığa hayır diyorum!
***
Alışmadık, alışmayacağız
Neymiş millet
siyasal simge türbana kamusal alanda alışmışmış... Sen öyle
san... Devlet dairesinde... Kamusal alanda, özel
sektörde... Bizler türbana alışmadık...
Alıştırmayacaksınız da!
Kimsenin... Samimi dini
duygularla hareket eden kardeşlerimizle bir alıp veremediği
yok... Baş illa bağlanması gerekiyorsa... Bağla... Ama
siyasallaştırılmış yumurta kafalı olarak ortalıkta dolaşma...
Yıllar önce yazmıştım... Milli bir kıyafet modeli gerekli...
Bu ihtiyaç dünden bugüne daha da acil bir gereksinimdir!
Aslında bu model uzun süreden beri var... Anadolu kadının,
tarlada - toprakta böyle bir meselesi yok... Mesela şehirli
hanımlar Osmanlı sarayından esinlenebilirler... Veya
hepimizin kabulü olan... Babaanne modelinin gerçekten suyumu
çıktı?
Hepinizin kandili kutlu olsun!
*
yiğitlik üzerine
Meydan kavgasında...
Bildiğim yiğitler teke tek dövüşür... Arada onun bunun
yumruğu gelir ama... ilke teke tektir... AKP kahpe
kavgasında... yiğitlikten eser yok... Baş borazan bir
ilde... Padişah bozuntusu, özenti... diğer bir ilde oy
avcılığında!
Gariban muhalefet... halini hiç sorma(!)
***
03.06.2015
Mustafa
Nasıl insanlarsınız sizler? Sizleri anlamam mümkün değil!
Mustafa “belgeselini” izlediniz mi bilmem… Bu ısmarlama ve
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü… Olduğundan farklı gösteren
rezaletin altına kim imza atmıştı? Can Dündar!
Ne
oluyor size? Bir zamanlar Türk Silahlı Kuvvetler diye bir
kurum vardı… Adamların birden bire demokratlığı tutuğu gibi…
Sizlerde şimdi bilmem ne havarisi kesildiniz… Sanki 12
seneden beri anlayamadınız… Bu bilmem nenin çocuğuna…
İzlediği yolda destek olduğunuz sürece sırtınızı sıvazlar…
Sonra yarı yolda bırakır!
*
Emine’yi Kılıçdaroğlu ile karıştırdı galiba
Ne tuvaletmiş ama… Bir gün bu zavallı piyonu savunacağım
aklıma gelmezdi ama… Hayat böyle bir şey işte… Emine…
Ne çabuk unuttu… Ömründe az mı tuvalet temizledi…
Gerekirse… İnsan ekmek parası kazanmak… Veya evinin,
çoluğunun – çocuğunun sağlığı için tuvalette temizler… Bu
ayıp değildir… Ayıp olan bunu başkasını aşağılamak için dile
getirilmesidir!
Not: Emine örneğini verdim çünkü genelde
kadındır evin temizliği ile ilgilenen. Ben mesela gerektiğinde
evimde bu işi de yaptım, gocunulacak bir şey değil.
*
Namahrem
Altın jübilelerini*…
İyisiyle, kötüsüyle doldurmuş… Bir yastığa baş koymuş
insanlar!
Bu yazacaklarım Türkiye’nin her hangi bir
yerinde… Her gün defalarca yaşanabilecek bir vakadır…
Eşlerden erkeğin arkaya kalması tersinden daha kötü bir
durumdur!
Ama öyle olduğunu farz edelim… Arda kalan
erkek olsun… Eşini, hayat arkadaşını... 50 senede eşinin
her santimetre karesini tanımaya fırsat bulan… Hayat
arkadaşını son yolculuğunda… Ebediyeti karşılayacağı kabrine
yatıramıyor… Neden? Çünkü namahrem sayılıyormuş… Peki,
mevtayı toprağa yatıran adamlar… Rahmetlinin helalîsi mi
sayılıyor?
Bu nasıl bir mantık? Bu nasıl bir anlayış?
*evliliğin 50 yıl dönümü
*
Var mı?
Baba ocağı… Ana kucağı gibisi
var mı?
*
Türk’sen Türklüğünü bil
Lafla peynir
gemisi yürümez der atalarımız… Türk’sen Türklüğünü
bileceksin… Her şeyden evvel… Türk dediğin… Dürüsttür…
Merttir, yüreğinde kahpeliği barındırmaz… Güçlüdür…
Özgürlüğünü yaşamak için feda etmesi gerekse, ölümü tercih eder…
Ezilse bile, zincire vurulsa dahi… İçindeki özgürlük
dürtüsü onu hürriyetine kavuşturur… Türk… Hayata kalma
azmiyle ünlüdür… Simgesi boşuna bozkurt değildir… Kurt,
hayatta kalma becerisiyle tanınır… Efendidir… Terbiye onun
küçük yaştan ölüme kadar refakatçisidir… Türk kadınının
iffeti asla sorgulanamaz… O ne yapması gerektiğini… Erkeği
ile ölmesini de bilir… Türk… Dili ile… Örf ve
adetleriyle bir bütündür… Saygı Türk için esastır!
*
Madem minareler süngü
O halde Türk
süngüsünü tercih ederim… Dikkatinizi çekti mi bilmem?
İstanbul’un bazı semtlerinde özellikle yeni yapılan camilerde
minareler… Arap minarelerini andırıyor.
Hani bu
herifler Osmanlı torunuydu… Nerede atadan kalma… Kalem
gibi zarif minareler, nerede?
Arap özentisi, iğrenç
mahlukatlar!
*
Imanım gevredi
Başlarım böyle bekârlık
sultanlıktır zırvalarına... Tamam iyi tarafları gerçekten var
ama... Bulaşık yıkamaktan imanım gevredi... Orospu karı
yemeği de yapsam... Tencere, tava yine çıkıyor... Yok
arkadaş... Ya hatunu yedeklemek lazım, yada onunla Türkiye'ye
gelmek lazım!
***
04.06.2015
Yurtdışı
Türkler kaçıncı sınıf vatandaş?
Akıl almaz bir
iddia…
“…Yurtdışında yaşayan bir insan Türkiye
gerçeklerini nereden bilecek…Bu insanların oy vermesi sence
doğru mu?... ”
Bunu söyleyen Türkiye Cumhuriyetinde
yaşayan bir vatandaş, ne desem bilmem ki? Bizler bilgi ve
fikir sahibi değiliz ki(!)… Bizler bilmem kaç TV kanalı
vasıtasıyla Türkiye’deki gelişmelerden haberdar değiliz ki(!)…
Bizler bilmem kaç gazete vasıtasıyla Türkiye’deki
gelişmelerden haberdar değiliz ki(!)… Bizler bu ülkenin
pasaportunu, kimi zaman gururla – bazen utançla* taşımıyoruz
ki(!)… Çünkü… Biz insan değiliz ki(!)…
*Mesela bir
yerden bir yere gitmek için vize uygulamaları
***
05.06.2015
Uzaylılar her
yerde
Çok şükür... Kazasız belasız evime
döndüm... Hayatımda tek başıma geçirdiğim en zor 10 gün...
Çok fenaydım... Anlaşılan artık yaşında verdiği etkiyle...
İklim değişikliklerine öyle kolay kolay adapte
olamayacağım... İzin güzel bir şey ama insanın evi gibisi
olmuyor!
Düzenin... Alıştığın ortam... Mesela
İnternete giriş hızın... 50000 MB/s burada... 7 MB/s
Türkiye'de... Hele cep telefonuyla internete girenleri
anlamam mümkün değil... Ceple internet mi olurmuş? Olduğunu
biliyorum tabii... Ama benim işim değil!
Her "izin"
sonrası olduğu gibi... Bu senede Türkiye'de sosyal ve
siyasal izlenimlerimi not etmek istiyorum... Üç tespit:
1. İnsanlar büyük oranda ekonomik sıkıntı içeresinde. Her
zamankinden fazla bu sefer göze çarpıyor. İşsizlik çok önemli
bir konu. Ekonomik sıkıntı had safhada. Seçimlerde bu sıkıntı
belirleyici olabilir. 2. Gençler arasında bilgi ve
bilinçsizlik ama özellikle doğru dürüst eğitim almamışlar
arasında daha da artmış. Bu konu kendi içeresinde bir
değerlendirmeye değer. Önümüzdeki günlerde TAV başlığı altında
yayınlamayı düşünüyorum. 3. Ve son izlenimim, uzaylılar artık
her yerde. Yumurta kafalı süprüntüleri artık İstanbullun en
nezih semtlerinde de görmeniz mümkün. Bu olgu düşündürücüdür.
***
06.06.2015
Büyük bir
olasılıkla bu iş azınlık hükümeti ve 1 yıl içeresinde yeniden
seçime gider
Ne yapıp yapıp bu seçimleri
kazanmaları lazım... Her yol mubah... Ancak koalisyon
olasılığına rağmen RTE görevi yine AKP'ye vermeye
çalışacaktır...
Turkey-2015-Election-Prospects
http://www.gurbuz.net/Turk/Turkey-2015-Election-Prospects.pdf
Kaynakça:
http://www.jamesinturkey.com/elections/turkeys-general-election-2015/rolling-average/
http://www.jamesinturkey.com/elections/turkeys-general-election-2015/
*
Yarın
Umarım sağduyu kazanır...
Umarım insanlarımız "tek adam" zalimliğine son verir...
Umarım yapılanlar, hırsızlıklar cezasız kalmaz... Umarım ki
bazı "istihbarat" sitelerine göre MHP veya HDP sözlerinde
durarak AKP ile bir koalisyon hükümeti kurmaz... Umarım bu
ülke Kasımpaşa rezilliğine bir son verir!
*
Katı Kemalizm'den ılımlı Islama
Altı
ilke... Evrensel değere sahip altı ilke... Uygulandığında,
gerçekten bu ilkelere sahip çıkıldığında... Önce insana sonra
topluma faydalı ilkeler!
Günümüze gelebilen üç Hak
dini... Hepsinin ortak tarafı, özü... Ahlak sahibi
insan... Allah'ın kelamı... Uygulandığında, gerçekten bu
önerilere gönül kapısı aralandığında... Önce insana sonra
topluma faydalı!
Ve bizler... Ne Atatürk
ilkelerine... Nede Allah'ın kelamına sahip çıkabildik...
... Yıllardır uygulanan... Atatürk namına içi
boşaltılmış... Kas katı, yüreksiz... Bir Atatürkçülük(!)
Yıllardır uygulanan... Allahü teâlânın önerilerinden çok
uzak... Allah namına içi boşaltılmış... Yüreksiz ve
akılsız... Bir Müslümanlık(!)
İkisi de yanlış...
İkisi de bana çok uzak!
*
Küçük, küçücük meselelerin insanlarıyız vesselam
Ne alaka... Kız kardeşimin evinde
trabzanlar* kırmızı... Ustaya sordum... "Bunlar boyanır
mı?" "Yok! Plastikten, boya tutmaz. Yaptıran her halde
Aleviydi(!)" Haydaaaaaaaaaaaaaaaa... Her halde kızılbaş
terimi aklına gelmişti ustanın!
Ömrümüzü böyle ufacık
tefecik meselelerle tüketiyoruz... Hayatımız, tüm
enerjimiz... Böyle incir çekirdeğini doldurmayacak konularla
dolu... Yok sen Kürt'sün, ben Türk... Yok sen Alevisin,
ben Şii... Yok sen Yahudi'sin, ben Müslüman... Ne bu ya?
Hepimizin özünde, bir yerlerde... Anası sarımsak,
babası soğan yatmıyor mu?
Özünü inkar eden... Kendini
olduğundan farklı gösteren... Bu yüzden başına olmadık işler
gelen... Bu zihniyet değil mi?
*Merdivenlerde
tutunduğunuz yer
***
07.06.2015
???
Önemli oranda oy kaybına uğramış olsalar bile... Yine en
çok oyun bu parti üzerinde toplanacağını tahmin etmek zor
değil... Şüphesiz tarih Bahçeliyi kınayacaktır...
Kılıçdaroğlu denendiğinde ise... Değerlendirmenin çok daha
acımasız olacağı... Bu vebalin faturasının ona
çıkarılacağına... Üst üste seçim kaybeden buna rağmen koltuğa
yapışan insan müsveddesi olarak anılacağına şüphem yok!
Bu seçimden sonrada koltuğunu boşaltmazsa... Bu adamın bu
topraklarda yatacağı yer yok demektir!
*
Seçiyorsunuz, seçiliyorsunuz ama neye göre?
Türkiye'de,
milletvekili, koltuk sayısı D'Hondt sistemine göre
hesaplanıyor... Bunu biliyor muydunuz?
Daha ayrıntılı
bilgi için: http://tr.wikipedia.org/wiki/D%27Hondt_sistemi
*
Türkiye
Tencere, tava hazır mı?
Terlikleri dolaba... Ayakkabılar kapının önüne!
Sokaklara dökülmeye hazırlanıyor musunuz?
*
Kılıçdaroğlu istifa!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!
*
HDP'yi bilmem ama bundan sonra MHP'ye dikkat
Bu ilk olmaz... Oy dağılımı böyle devam eder...
Koalisyon ihtimali doğarsa... MHP'ye dikkat(!)
*
Gitti, gitti, gitti
Başkanlık elden
gitti... :)
*
Göbekçik
Hep birlikte bir göbekçik
atalım :)
*
Seçimin kazananı HDP
Bölücülük kastı
taşımayan tüm HDP seçmenlerini kutlarım... Bizlerin
yapamadığını... Birlik ve beraberliğin güzel bir örneğini
göstermiş oldunuz.
*
Bu iş neye benziyor biliyor musunuz?
Farz edelim ki K.K. bir kadın olsun... Dünyadaki SON kadın...
Ve ben onlarca yıl kadın yüzü görmemiş olsam... Yine K.K.'nin
yüzüne bakmam... Tenezzül etmem!!!
*
Affedersiniz
Recep Tayyip Erdoğan'a açık
mesaj:
Eyyy Recep... Milli irade dedin... Başkanlık
istiyorum... 400 milletvekili istiyorum... İstiyorum da
istiyorum... Dedin de dedin... Sonunda... Aldın mı
babayı?
*
Neyi merak ediyorum biliyor musunuz?
Acaba... Bilal oğlan... Şimdi AK Sarayda yandı kıçım diye
oda oda dolaşıyorumdur?
*
Gelin
Ayağın yere bassın...
Çuvaldızı kendine, iğneyi başkasına... Uyan gaflet uykusundan
diye AKP seçmenine seslenen sen... Kendi gözlerini açsan iyi
olur!
Seçim üzerine seçim kaybeden... Bir - iki puan
artışı zafer diye ilan eden... Ve bunun peşinden giden sen...
Kendini neden avutup durursun? Hadi geçen seçimde Y-CHP'nin
bir bölüm oyu MHP'ye gitti dedin... Eyvallah... Bu sefer
HDP diyorsun... Asıl sen uyan gaflet uykusundan!
AKP
ile Y-CHP arasında 16 puan... Bu iş neye benzer biliyorsun
aslında sen... Oynamasını bilmeyen... Gelin yerim dar
dermiş, uyan gaflet uykusundan!
***
08.06.2015
Tartışmanın faydası
yok! Kaybeden Türkiyeliler - kazanan Türk milleti oldu. Ancak
DAHA yolun başındayız, rahatlamak - gevşemek yok, Tayyip ve
zihniyetini YOK etmeden bu tehlike geçmemiştir. Yapılanların
faturasını henüz önüne koyamadıktan sonra; daha hiç bir şey
kaybedilmiş veya kazanılmış değildir!!!
*
Bahçeli
Erkeksen... Birazcık olsun
şeref ve haysiyet sahibiysen... Verdiğin sözü unutma!
*
Dün göstermiş olduğunuz sağduyunun şerefine Türk
milletine armağanım olsun
Türkiye Cumhuriyeti
Tarihi Kronolojisi 1923 - 2010 v.2
Tam 1300 sayfa...
PDF formatında, içiriği aranabilir nitelikte... Maalesef
eklerini henüz yayınlayamıyorum... Olmayan enerjimin
tümünü... Uzun bir süredir ailevi sorunçuklara harcamak
durumundayım... Ama bu Türkiye Cumhuriyeti Tarihi
Kronolojisi çalışmalarıma ara verdiğim anlamına gelmez.
Çalışmalar tüm hızıyla sürüyor. Bundan bir süre önce zamanı
geldiğinde sizlerden yârdim isteyeceğimi söylemiştim. 100
binlerce aranabilir içerikken söz ediyorum. Oğluma vasiyetimdir,
yayınlayamadan ölürsem oğlum bu çalışmayı sürdürecektir.
Her şey... Tüm uğraşımız önce çocuklarımızın geleceği...
Sonra bizlerin rahat, refah ve huzur içeresinde yaşayabilmemiz
için.
Tüm Atatürk milliyetçileri önünde saygıyla
eğiliyorum
Önder
Indir
*
Demek ki neymiş?
Türkiye gibi
demokrasisi ve halk bilinci az gelişmiş ülkelerde bile...
Demokrasinin... İstenildiğinde inilip - binilebilecek bir
vasıta olmadığı görülmüştür... Çünkü... Demokrasinin,
demokratik bir toplumun kuralları vardır... Ve herkes,
istisnasız herkes bu kurallara uymak zorundadır!
Demokrasinin en belirgin özelliği... Şeffaf, denetlenebilir
ve hesap sorulabilir olmasıdır... Eyyy geleceğin
Tayyipleri... Bu size ders olsun!
*
Aşk insanın gözünü kör etmemeli
Söylemesi kolay... Gerçekleştirmesi çok zor... Bizzat
tecrübelerle sabit bir durum... Maalesef... Sevgi,
sevdiğinin hatalarını, yanlışlarını görmemezlikten gelmeyi
beraberinde getiriyor!
Bir gözün kapalı olsa bile...
Diğer gözünü daha da açacaksın!
Al Recep Tayyip Erdoğan'ı
vur Kemal Kılıçdaroğluna! Tayyip'e aşık olsan bile...
Kılıçdaroğlunu sevsen bile... Aşk gözünü kör etmemeli...
Sevdiğinin doğrusunu da - yanlışını da görebilmelisin!
*
MHP
Seçim başarısını Bahçeli hanesine
yazmak yanlış olur... Neden mi? Artan o bir - iki puan...
Paralelin desteği de ondan!
*
Almanya uçuyor
Almanya aldı başını
gidiyor... Bir ekonomik rekordan diğerine koşuyor... Ve
koalisyon hükümetiyle yönetilir... Büyük koalisyon hükümeti
ile!
Mantık bunu emrediyor... Zor günlerde...
Ülkenin büyük siyasal oluşumları... Vatan millet diyerek...
Bir araya gelerek, kafa kafaya vererek ülkenin sorunlarına
şifa olur!
At gözlüklerini bir tarafa bırakırlar...
Küçük küçük meseleleri değil tablonun bütününe bakarlar... El
ele, omuz omuza verip, ülkenin dertlerine derman olurlar!
Bilmem anlatabiliyor muyum?
*
Hedef
İki... İkisi de Atanın
koltuğunda oturuyor!
Recep Tayyip Erdoğan ve ailesi...
Yandaş ve yoldaş dahil... Cezalandırıldığını göreyim...
Yeni hedefim... Sensin Kılıçdaroğlu şimdiden bilesin...
Senin o koltuğu boşalttığın anı görmeden... Bana rahat -
huzur yok!
Bir uşağı... Başka bir uşak ile
değiştirdikten sonra... Bu dava benim için kapanmamıştır!
***
09.06.2015
Ülkede pezevek
bir tane - iki tane değil ki
Oldum olası uç
noktalardan nefret etmişimdir... Çünkü bir tarafın ya duvar
yada uçurumdur... Kendi kendine manevra alanını
kısıtlıyorsun... Halbuki siyaset veya ülke menfaatleri
gerekli hallerde hareket sahası isteyebilir!
Böyle uç
noktalardan örnekler vermek gerekirse... Her şeyden evvel
kafatası partilerini vermek gerekir... Misal BDP, MHP gibi...
Veya aşırı sağ veya sol uçlar... Örneğin Vatan Partisi gibi,
adı güzel - kendi güzel, ilkeleri güzel bir parti... Buna
rağmen, gönül bu partiden yana olsa da el, oy vermeye gitmiyor!
Enteli, danteli bir kenara bırakır... Eldeki "malzemeye"
bakarsak bu "malzemeden" bir b.k olmaz diyemeyiz... Çünkü
kendimiz bu "malzemenin" birer parçasıyız... O halde var
olanı en güzel şekilde değerlendirmenin yolunu aramalıyız!
Kısır döngüler... Kısa vadeli menfaatler peşinde koşan
sözde parti liderleri... Koltuk, makam, mevki, ün ve unvan
sevdasıyla... Ulvi hedefi gözden kaçırıyor... Bulundukları
makama getirilme sebeplerini unutuyorlar... Millet ve vatanın
menfaatleri her şeyden önce gelir... Uzlaşı gerekiyorsa...
Ülke menfaatleri bunu emrediyorsa... En uç noktalar bile bir
masa etrafında toplanmalı, gereğini yerine getirmelidir!
*
İki Abdullah bir darağacı ve Recep Tayyip Erdoğan
Bir Abdullah'ın sesi bu aralar pek çıkmıyor... Diğeri
yine ötmeye başladı... Kayıp trilyon... Deniz Feneri
davası ve daha niceleri unutulmadı... Unutmadık,
unutmayacağız, unutturmayacağız... Binlerce insanın...
Bebeklerin... Kanı yerde dururken... Elbet bir gün
gelecek... Iki Abdullah - bir Erdoğan o darağacında
sallanacak!
*
Bu arada
Deprem kapıda... Rant uğruna
en olmadık yerlerde "Kentsel dönüşümü" gerçekleştiren...
Milletin evini - barkını başına yıkan... Bu "düzenlemede"
sırada olanlar unutulmamalıdır!
Evet, yeni düzenlemeler
gereklidir... Özellikle İstanbul'da... Ama yeni kurulacak
hükümet ki... Umuyorum CHP - MHP ve HDP koalisyonu olur...
Bu duruma el koymalı ve gereğini en düzgün şekilde yerine
getirmelidir.
*
Cehaleti yönetilebilir kılmak
Demagogların eline bırakılmamalıdır... Cehaleti bugünden
yarına yok edemeyeceğinize göre... Cehalete ayak uydurmak
istemediğinize göre... Cehaletle yaşamak zorunda kalmamak
için... Cehaleti yönetebilmenin yolunu aramalı... En
azından ama bu durumu kontrol altında tutmaya özen
göstermeliyiz!
*
G.t korkusu
Onlar Erdoğan'ı
korumuyorlar... Erdoğan'ın topun ağzına sürülmesi demek...
Gerisinin de çorap söküğü gibi gelmesi demek... Yani bir nevi
nefsi müdafaa... Strateji ona göre belirlenmeli... Ve
fatura ona göre hazırlanmalıdır!
*
Recepçiğim
2023 hayallerin suya mı
düştü? Yok yani... Kendinden o kadar emindin... O kadar
pervasız konuşuyordun... Kindar ve de dindar bir gençlik
istiyordun... Tüm o çılgın projelerin ne olacak şimdi?
*
AK Saray
Önerimi tekrarlamak istiyorum:
Atatürk Orman Çiftliğine yakışan bu binanın Milli kütüphaneye
dönüştürülmesidir. Cehalete karşı, tek adamlığa karşı, despotizm
ve diktatörlüğe karşı --- ibret-i alem --- için ebedi bir anıt
ve içeriği ile (yani kitapları ve bu kitaplardaki bilgiler ile)
cehalete karşı şifa olması dileği ile!!!
*
Sağlıklı bir toplum yapısı
İçin sağlıklı
ve geniş tabanlı bir orta sınıfın oluşması gerek... Siyasi
açıdan böyle bir yapıya sahip toplum bir çok farklı görüşü
hazmedebilir... Dincisinden tutun ateistine... Sağcısından
tutun solcusuna kadar içinde "sorunsuz" barındırır!
Ekonomik refaha erişen bir toplumda... Cehalet söz konusu
olmaz çünkü eşit bir eğitimin zemini... Böyle toplumlarda
olağandır!
Türkiye Cumhuriyeti ve bu toplumun
insanları... Demokratik reşitliğini, geçte olsa
gösterebilmiştir... Tüm samimiyetimle inanıyorum ki...
Yıllardır Türkiye Cumhuriyetinde eksikliğini his ettiğimiz Türk
solu... Cumhuriyet Halk Partisinin... İşlevini tam
anlamıyla dolduramadığı sosyal demokratlığına rağmen...
Kendini Gezi olaylarında hissettirmiş... Tezahürünü ise
seçimlerde HDP'ye oy vererek göstermiştir... Bu açıdan
bakıldığında... Bir musibet bin nasihatten değerlidir
özdeyişi bir kez daha haklılığını ispatlamıştır!
*
Kimse Türkiye adına çalışmıyor
Biliyorum
henüz çok erken... İnşallah sezilerim beni yanıltır... Ama
öyle görünüyor ki... Bu zibidiler kolay kolay
anlaşamayacak(!)
*
Paralel aşağı paralel yukarı
Çarşı pazar
el yakıyor... Çoluk çocuk evde işsiz güçsüz oturuyor...
Paralel aşağı paralel yukarı.. Millet senin paralelinle mı
uğraşacak?
Not: Fethullah Gülen sakın avuçlarını
ovuşturma, sevinme... Gerçekten milliyetçi bir hükümet
gelsin... Seni kulağından tutup Türkiye'ye getirmesini
bilir... Ondan sonra başına gelecekleri sen düşün!
*
Sağır mısın be adam?
Sen nasıl bir
Allahsız, Peygambersiz belasın ki... Bunca seçim yenilgisine
rağmen hala Atatürk'ün kurduğu partinin başındasın... Derhal
istifa et!
Rezil rüsva oldun... Bu kadar yüzsüzlüğü
nasıl hazmediyorsun anlamak mümkün değil... Kemal
Kılıçdaroğlu... Kaldır o b.k g.tünü o koltuktan!
*
K.K.'ya karşı durduğum için tepki veriyorsunuz
En doğal hakkınız... Herkes fikirlerini söylemekte
özgürdür!
Ama Allah, Peygamber aşkı için elinizi
vicdanınıza koyarak söyleyin:
Kendisine neden Atatürk'ün
ilkelerine sahip çıkmadığı, neden ulusal düşünceye gereken önemi
vermediği sorulduğunda verdiği yanıt: Aç adama bunları
anlatamazsınız, ekonomi...
Artık kusura bakmayın RTE'den
alıntı yapacağım... Eyyy Kemal Kılıçdaroğlu, millet atanın
peşinden yalın ayak - başı kabak, yarı aç - yarı tok ölüme
gitti, ölüme!!! Var mı bunun ötesi... Var mı ölümden
ötesi? Sen bu milleti ne sandın?
Sen hangi yüzle hala
o koltukta oturuyorsun? Y-CHP derhal olağanüstü kongreye
giderek bu zibidiyi cehennemin dibine yollamalıdır!
***
10.06.2015
Beyaz (AK)
işkence*
Herkesi AKP'ye ama özellikle Recep
Tayyip Erdoğan'a karşı uzun süreli psikolojik işkenceden
tazminat davası açmaya davet ediyorum. Daha etkili olması için
bir araya gelerek toplu dava açılması, bireysel davalardan hem
daha ucuz hem daha etkili olur kanısındayım.
*Bu terim
benim icadım değil ABD'nin uyguladığı psikolojik bir işkence
yöntemine verilen addır
***
11.06.2015
AKP'ye
sesleniş
Ne oldu, oldu... Gün bugündür...
İçinizdeki çürük elmaları ayıklama zamanıdır... Recep Tayyip
Erdoğan'dan başlamak üzere temizlenin... Aklanın... Sonra
bu devletin, milletin partisi olduğunuzu... Demokrasiyi,
tahammüllerini, devlet geleneklerini... Bu devletin
kurucusuna, bu vatan için kanını - canını feda edenlere saygılı
olduğunuzu gösterin!
Birliğin - beraberliğin gereklerini
yerine getirin!
Unutmayın sepetteki tek çürük elma...
Diğerlerinin de çürümesine vesile olur!
*
Kemal Kılıçdaroğlu istifa(!)
*
Berlin
Günlerden beri yazacağım, fırsat
olmadı... Hani birileri var ya... İlla dinci olduklarını,
illa >sözde< Müslümanlıklarını dışa vurma ihtiyacı his edenler..
İşte onlardan biri... Berlin idaresinde görevli, mahkemeye
başvurmuş... İlla görev başında "inancı" gereği başını
örtmeliymiş... Tabii örtüş şekli türban... Yani yumurta
kafalı*, uzaylı.. Amirleri ısrarında devam ettiği taktirde...
Kendisini "iç hizmetlere" alacaklarından söz ediyorlar ki...
Yerden göğe kadar haklılar... Onun inançları gereği başını
örtme hakkı varsa... Devlet dairesine gelen ve bu inancı
paylaşmayanında bu görüntüye >maruz< kalmama hakkı var!
Demokrasinin gereği, tahammülleri de budur zaten... Bu
yüzden kamusal alanda dini simgelerin yeri yoktur... Hele
devlet kurumlarında hiç yoktur!
*Şule baş namı diğer
siyasi simge türban
*
Ayyyyyyyyyyyy, çok şükür(!)
Korkmuştum... Arsız hırsız... 17-25 Recep yine
televizyonlarda konuşuyor... Günlerden beri telaşlanmıştım...
Eğri oturup doğru konuşalım... Elbirliği ile asalım...
Ama... Onsuz siyaset bayağı bir yavan olacak(!) :)
***
12.06.2015
Tezat, tezat,
tezat veya Allah insana neden akıl vermiş ki?
Vallahi billahi röntgenci değilim... Mesleğimin bir
getirisi... Çoğu insan gibi... Çevreme bakar - kör
değilim... Bilişim mimarisi, güvenliği pür dikkat ister...
Bir hatanız yüzbinlere, milyonlara... Hatta bazı durumlarda
telafisi mümkün olmayan sonuçlara neden olabilir!
Öğle
yemeği için Rüdesheim'deyim... Almanya'nın turistik açıdan
dünyada en tanınmış yerleşim yerlerinden biri... Her zaman
gittiğim restorandayım... Siparişim gelmiş ben tam aç kurt
gibi yemeğe saldıracağım... Bir koku... Sanırsınız ki
cennet bahçelerinden kopup gelmiş, sizin burnunuza değmiş*...
Bu kadar güzel yani... Gayriihtiyari başımı kaldırdım...
Ana, buda ne böyle... Karalar içeresinde, kafadan aşağı -
yerleri süpürürcesine siyahlara bürünmüş dört hatun. Ameliyat
sonrası hareket edememeden dolayı çok kilo aldım, benim iki
katım niteliğinde birde adam var yanlarında!
Yanımdaki
masaya oturdular... Şimdiye kadar kadınları arkadan
görmüştüm, şimdi karşımda oturuyorlar... Bilmem bilir misiniz
veya farkına vardınız mı? Genelde Arapların ama özelde Pers
kadınlarının... Gözleri, kaşları ve kirpikleri çok güzel
oluyor... Kadınlardan biri peçeli... Üçünün başı kapalı
ama ufaktan saçları gözüküyor1... Üçünün yaş ortalaması 20 -
25 civarı olsa gerek... Allah şahidimdir... Aklımdan en
ufak kötü bir düşünce geçmedi2... Ancak güzeli severim,
hayranıyım... Ağzı açık ayran budalası gibi güzel olana
bakarım... Bu bir kadın, erkek, eşya, araba, tabiat veya
herhangi bir şey olabilir... Önemli olan estetik olması!
Neyse kızlardan birinde öyle bir kirpikler var ki... Ok
olmuş yürek delip geçiyor... Kaşlar jilet misali yüreği lime
lime ediyor... Gözler kömür karası lime lime edilen yüreği
her an pişirmeye hazır... Allah bazısını özene bözene
yaratıyor!
Erkek garsonu çağırıp siparişi veriyor...
Aradan kısa bir süre sonra bin bir gece masallarına taş
çıkartacak bir sofra döşeniyor. İnanın ömrümde gerçekten çok
lüks restoranlar dahil bir çok yerde yemek yedim ama Avrupa'da
böyle masa döşetildiğini görmedim3. Aslında bir Avrupalı gözüyle
bakıldığında görgüsüzlük denilebilecek nitelikte. Neyse...
Kızlar ve adam o tabak senin bu tabak benim, şu balıktan - bu
makarnada, aman ha bu salatadan bana da bırak, şu pizzanın
tadına bakayım, karidesi bitirme falan yemeğe koyuldular. Benim
gözüm çarşafa bürünmüş peçeli hatunda. Ne yapayım, hayatımda
peçeli birsinin yemek yiyişini görmemişim. Merak ettim tabii...
Kadın durdu durdu... Baktı olacak gibi değil, peçeyi
çıkardı... Başladı yemeğe(!)
İnsanın aklına ister
istemez şu soru geliyor... Nerde kaldı ar? Nerde kaldı namus?
Bu nasıl perhiz, bu ne lahana turşusu?
*Cennetin çiçek
bahçeleri ancak bu kadar güzel koksa gerek. Alman, İngiliz,
Japon falan olsa parfümün markasını öğrenip hemen hanıma
alacaktım 1 Bizim zibidiler gibi adını bilmediğim genelde
siyah veya beyaz renkte başörtüsü altına takılan bir paçavra var
ya... Bunların böyle bir derdi yok başları kapalı ama gözü
kesinlikle rahatsız etmeyen estetik bir görüntü veriyorlar
2. Oğlum yaşında çocuklar 3 Açık - kapalı büfeden bahis
etmiyorum
*
Bugün 5. gün
Kemal Kılıçdaroğlu derhal
istifa et!
*
Neden anlamamakta ısrar ediyorsunuz?
Bırakın A-Ka-Pe'den, Recep Tayyip Erdoğan'dan hesap sormayı...
Bu zibidi sürüsü kendi kıçını toplayabilirse oturup şükredin!
Sözüm hepinize, istisnasız hepinize... Bu fırsatı bir
daha kolay kolay yakalayamayabilirsiniz... Şans dediğiniz,
zamanda fırsatları değerlendirebilmeyi bilebilmektir!
Köhnemiş düşünceler, Nuh nebiden kalmış görüşler ile daha nereye
kadar... Söyleyin, nereye kadar gidebileceğimizi
düşünüyorsunuz?
Öngörü sahibi olmayan, zamanında gereken
tedbirleri almayan... Siyasi partiler ve sözüm ona
liderleri... Bu insanlar maslahatgüzarlıktan yani vasiyeti
idare etmekten başka bir şey yapmıyorlar… Türk toplumunu
değil bir adım öteye taşımak… Tam aksine gittikçe
geriletiyorlar!
Farlı bir şekilde izah etmeye çalışayım…
Siyasi bir partinin asli görevleri arasında muhtemel gelişmelere
karşı hazırlıklı olmak ve >zaman< kaybetmeden gelişmelere göre
önceden alınan tedbirleri yürürlüğe koymaktır! Soruyorum…
Seçimlerin yapılacağı beli miydi? Evet… AKP’nin iktidar
olacağı belli miydi? Ufakta olsa bir ihtimal olamayabilecek
bir durum ile karşılaşılabilirdi… AKP dışında iktidar arayışı
olabilir miydi? Evet! Eğri oturup doğru konuşalım… Ana
muhalefet partisi bile alabileceği oyu ancak %35 olarak görüyor
muydu? Evet! O halde tek başına iktidar olma ihtimali var
mıydı? Hayır! Koalisyon ihtimali öngörülebilir miydi?
Kesinlikle evet!
Neden zamanında tedbir alınmadı???
Bu >bunak< heriflerle Türkiye bir yere varamaz… Anlayın
artık… Bu adamların yerine genç dinamik vizyon sahibi
insanlar gelmedikçe Türkiye’de hiç bir şey değişmez!
*
Milliyetçi Hareket Partisinden kim hesap soracak?
Tarih(!)
Tarih sorsa ne yazar? Biz öldükten sonra
çocuklarımız bütün gerçeği öğrense bile... Bize şu an için
faydası yok... Bu hesap hem şimdi, derhal sorulmalı!!!
***
13.06.2015
Kambur
Bugün itibarıyla seçimlerden çıkalı 6. gün oluyor...
Henüz ne bir netice, ne bir umut ışığı var!
Biliyorum
sabah sabah böyle başlamak iyi değildir... Bu yüzden
sizlerden çok özür diliyorum... Ama, yazacaklarımdan ben
sorumlu olmadığım kanısındayım... Sözlerime bir beddua ile
başlayacağım:
Vatan - millet için çözümsüzlüğü çözüm
gören... Vatan - millet menfaatlerini kendi ikbali için göz
ardı eden... Vatan - millet namına çözüm üretmeyi ret eden...
Uzlaşmasını - konuşmasını bilmeyen... Kendi sabit fikirleri
dışında her şeyi ret eden... Tüm siyasete soyunanları,
özellikle ama siyaset sahnesinde liderlik konumunda - söz sahibi
herkesi ve onların yedi ceddini lanetliyor, hepinizi Allaha
havale ediyorum!!!
Bu tatsız başlangıçtan sonra sözlerime
devam etmek istiyorum... Bu bir hayal mi bilemem... Ancak
gerçekleşmemesi içinde çok büyük engellerde görmüyorum...
İnsan istedikten sonra, gerçekten istedikten sonra her şeyi
başarır... Koca dağları bile devirir!
Siyasetçi
dediğinin ufku geniş olur, diğer insanlardan geniş...
Siyasetçi dediğin ifadeleriyle kendi hareket alanını kısıtlamaz,
vatan - millet menfaatleri için her zaman açık bir kapı
bırakır... Sayın Süleyman Demirel'in ifadesiyle...
Demokrasilerde çareler tükenmez!
İnsanın sırtında
taşıdığı kambur, insanın hareketliliğini kısıtlar... Bu
"özür" insanın elinde olmadan Allah'ın taktiridir ki... Her
şeye rağmen insan bununla yaşamasını bilir, acıda olsa
öğrenir... Bazı kamburları ise... İnsan kendi isteği ile
veya toplumun telkini ile sırtına yükler... İşte böyle
kamburlar Allah'ın taktirine karşın... Sırttan fırlatılıp
atılabilir... Tabii gerçekten istendiği taktirde!
Örnek vermek gerekirse... Türk siyaset sahnesinde uzun
zamandan beri veya başarısızlıklarına rağmen... G.tleri
liderlik koltuğuna yapışanlar... Adıyla sanıyla Devlet
Bahçeli veya Kemal Kılıçdaroğlu... Keza... Kürt kökenli
vatandaşlarımızda Abdullah Öcalan'ı doğal lider görenler gibi...
Bu kamburları sırtımızdan atabilsek... Bak gör... Bu
vatan, bu millet nasıl hareketlenip şaha kalkacak!
*
Tayyip'e dikkat
Hala öğrenemeyenlere bir
hatırlatma... Bu zibidi ne diyorsa... Siz tam tersini
anlamalısınız!
Bu sessizlik hayra alamet değil...
Dikkatli ve en olmadık şeye hazırlıklı olmakta fayda var!
*
Doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış
Olsun!
Aslında yok birbirinizden farkınız... Hadi
MHP seçmenini mazur görelim, AKP - MHP seçmeni birbirine çok
yakın... Da... Sizlere ne oluyor? Hem AKP seçmenini
kınayacaksın... Takıldı g.t kılları Recep'in peşine gidiyor
diyeceksin hem de kendin hiç sorgulamadan, düşünmeden K.K.'nin
kıçına takılacaksın(!)
Hatta AKP - MHP seçmeninden daha
riyakar olacaksın... Onlar... Hiç olmazsa Atatürk'e,
ilke ve inkılaplarına karşı çıktıklarını açık açık söylüyorlar!
Ben bu kadar ikiyüzlülüğe dayanamıyorum artık.
*
Gerçekler
Gecenin zifiri karanlığında
gölge gibidir… Göz görmez… Ama nasıl en karanlık gecenin
ardından bile güneş doğuyorsa… Ve güneş doğarken cücelerin
gölgeleri bile olduğundan uzun görünüyorsa… Gerçekler
ilelebet kendini saklayamaz... Yeter ki sen gerçekleri görmek
iste… Gözlerini aç ve gölgelerin kendini gösterdiği o kısa
anı bekle!
***
14.06.2015
Ulan Recep, hala piçlik peşinde misin?
Yeter artık... Rezil herif... Hala Cumhurbaşkanını halk
yüzde 52 ile seçti iddiasındasın(!) Tıpkı AKP'yi halkın
yarısı seçtiği gibi değil mi?
Gördük işte halk oyunun
peşinde oldu mu... Seçim sistemine rağmen götünün üstüne
oturtur seni!
Sözde muhalefet... İthal dinci yerine
adam gibi bir adam karşına çıkarmayı başarsaydı... Sen bok
alırdın yüzde 52'yi!
*Değerli okuyuculardan argo tabirler
kullandığım için özür dilerim... Ama bilirsiniz...
Herkesin nabzına göre şeker!
*
Kadın, temizlik ve tertip
İnsan...
Başlı başına bir muamma... Psikolojisiyle, yapısıyla,
karakteriyle... Buna rağmen bazı ortak özelliklerimiz var
ki... Bunları bilir, dikkate alırsan, insan dediğinle fazla
sorun yaşamaz... Çok fazla sükûtu hayale uğramazsın... Biz
erkekler için kadın değini zaten anlamanın imkan ve ihtimali
yok... En azından ben böyle düşünüyorum... Çoğu zaman
anlamak bile istemiyoruz çünkü kapasitemizin ötesinde bir
varlık... Mesela, ne zaman neden ağladığını anlayabilene aşk
olsun... En iyisi mi boş ver, takma kafana!
Buna
rağmen kadınsız olmuyor... İlla kadın... Sözüm sizlere
gençler... Bir kadının temizlik yapacağı tutarsa eğer...
Sen, en iyisi mi araziye uy... Uy daaa... Bir hatun
gerçekten temiz mi değil mi nereden anlarsın? Bunu anlamanın
bir kaç yolu var... Eski bir değimdir... Anasına bak
kızını al... Gerçeklik payı olan bir cümle... Evine
gittiğinde... Mümkünse arada bir haber vermeden...
Çaktırmadan dip köşeye bak, özellikle ama tuvalete ve mutfağa...
Kendisine, üstüne, saçına başına verdiği öneme dikkat et...
Bir bardak su iste, bardağı tutuşuna, sana sunuşuna, bardağın
duruluğuna bak... Bir bahaneyle dolaplarını aç ve bak...
Veee... Bak burası çok önemli... Eğer arabası varsa,
arabanın dip - köşe temizliğine bak... İnan...
Tecrübelerle sabit, hem de bir - iki kadında gözlemlenmiş bir
olgu değil... Çok, gerçekten birçok kadında dikkatimi
çekmiştir... Bir kadının arabasının içi de temizse... Ve
aradığın diğer özelliklerde varsa o kadını kaçırma!
*Not: bu cümleler kimin için yazıldığını sanırım anlamışsındır
SEN :)
***
15.06.2015
Çocuk
İyi aile çocuğu var… Yaramaz çocuk var… Uslu çocuk
var… Büyümüş de küçülmüş çocuk var… Ele avuca sığmayan
çocuk var… Sokak çocuğu var… Şımarık çocuk var... Var
Allah var… Ama bir tür çocuk var ki… Dünya yansa…
Etrafı tarumar olsa… Ar – namus elden gitse… Umurunda
olmaz… Çünkü onun kırmızıçizgileri… Şartı – şurtu vardır…
Onu ne insan, ne toplum… Ne vatan, nede millet ilgilendirir…
Çünkü merkez kendisidir ve evren onun ekseni etrafında döner…
Menfaatperesttir, bencildir… O bir orospu çocuğudur!
Çocukların beyni, rüzgârlı bir yerde yakılmış bir muma
benzer, ışığı hep kararsızdır (Friedrich Nietzsche)
Siyasetçi… Çocuktan beter olursa bunun bedelini herkesle
birlikte nesiller öder!
***
16.06.2015
Demokraside
sınıf atlamak
Kasımpaşalı ileri demokrasinin...
Türkiye'yi nerelere götürdüğünü hep birlikte görüyoruz!
Şimdi öze dönme vaktidir! Bu ülkenin kurucu ilkeleri
etrafında kilitlenme vaktidir! Demokrasinin sandıktan çıkan
"milli iradeden" ibaret olmadığını görme vaktidir!
Demokrasi... Şeffaf, hesap sorula bilir, tanıdığı her imkana
>sorumluluk< yükleyen, çoğunluğun değil çoğulculuğun esas
alındığı, bilgili ve bilinçli bir toplum gerektirdiği bir
yönetim biçiminin olduğunu, "herkes" tarafından anlaşılması
kaçınılmazdır. Çoğulculuğun tabiatında yatan farklı görüşleri
bir çatı altında toplama vaktidir. Buda ancak ve ancak uzlaşma
kültürünün gelişmesiyle gerçekleşebilir. Kuru kalabalık...
İlkesiz - seviyesiz, kaba insanlar ve siyasetçilere teveccüh
gösterilmemeli... Hele etraflıca düşünülmeden sonuçları
kestirilemeyen siyasete... Hiç müsaade edilmemelidir artık!
Kavganın, gürültünün - patırtının yerini... Saygı ve
hoşgörü çerçevesinde anlaşma almalıdır... İşte böyle bir
ortam yaratmayı başarırsak demokraside sınıf atlarız!
*
Ödün ve özveri üzerine
Türk dil kurumuna
göre ödünün anlamı: Uzlaşmaya varabilmek için hak, istek veya
savlarının bir bölümünden, karşı taraf yararına vazgeçme,
ödünleme, ivaz, taviz Özverinin ise: Bir amaç uğruna veya
gerçekleştirilmesi istenen herhangi bir şey için kendi
çıkarlarından vazgeçme, fedakârlıktır.
Ve baş tacı
analarımız... Bu iki kelimenin vücut bulmuş hali değil de
nedir? Haliyle... Babada üzerine düşeni yapma
gayretinde... Ama illa anadır özveride bulunan, ödün veren!
Kendini bilen insanın hali bir başka olur... Bu
yüzden erkekte olsa siyasetçi dediğin anaç olmalıdır... Ama
erkek nadiren anaç olabilir, bunu başarması neredeyse
imkânsızdır... İşte salt bu olgu bile göstermektedir ki...
Kadın... Mutlaka daha çok siyasete el atmalıdır!
*
Mürit, yandaş ve de yoldaş
Herifler
sizi göklere çıkardı... Haşa Allah, Peygamber ilan etti...
Sizlerde kendinizi bir b.k sandınız!
Mursi'ye idam
onaylandı... Sıra size de gelecek... Ve milyonlar bu
sahneyi sevkle seyredecek!
***
17.06.2015
Bu gidişle asıldıklarını göremeyeceğiz
Işın en üzücü yanı... Bırakın asılmayı... Korkarım
yaptıklarının hesabını verdiklerini de göremeyeceğiz! Neden?
Çünkü hesap sorabilecekler bilmem nelerinin derdinde de ondan!
*
Sağduyuya davet
İstisnasız kim olursa
olsun... Yani Recep Tayyip Erdoğan dahil... Bu ülkenin
başına geçenler... Ama yaptıklarını beğenelim,
beğenmeyelim... Bu ülke için faydalı olduğunu sandıkları >en
az< bir çivi çakmışlardır!
Bizlere düşen... Özellikle
ölmüşlerin ardından kötü konuşmak olamaz... Bu ne
inançlarımıza ne bizlere yakışır!
Gerçekçi olmak, zor
zanaattır!
*
Siyasi dengeler değişiyor, kartlar yeniden dağıtılıyor
kimsenin umurunda değil
İki gündür pür dikkat
paylaşımlarınıza bakıyorum... Tık yok!
Çok ilginç bir
milletsiniz vesselam... Herkes görünürde milliyetçi, dindar,
futbol sever ve siyasetle yakından ilgili... Görünürde(!)
Mesela dini konular ikiye ayrılır... Dünyevi ve ahiret...
Keza siyaset... Siyasette genel hatlarıyla ikiye ayrılır...
İçişleri ve dışişleri... Yani madalyonun hep iki yüzü
vardır(!)
Ama sizler... Sırf bir tarafına bakmayı
tercih ediyorsunuz!
Amerika Birleşik Devletleri eski doğu
blok ülkelerine ağır silah ve 5000 asker yerleştireceğini
açıklayalı birkaç gün oluyor, dün Putin atom silahlarında
yenilik yapılarak füze kalkanlarını etkisiz kılacağını açıkladı.
Yani yeni bir soğuk savaş kapıda!
Dikkatinizden kaçmış
olabileceği düşüncesiyle bu kısa açıklamadan sonra... Hadi
sizi kırmayayım... At gözlüğümüzü takarak salt Türkiye'ye
bakalım... Böyle bir durumun Türkiye için "avantajlarına"
bakalım... Kendi gizli gündemi olan dincilerin işi bitti...
Yeşil kuşağı fes ediyorlar... Tunus, Mısır, Türkiye gibi
ülkelerde bu zibidi sürüsüne ihtiyaç kalmadı artık...
"Eskisi" gibi AB(D) sözünden çıkmayacak... Çok fazla
milliyetçi, ulusal çizgide olmayan idarelere ihtiyaç var...
Ve tabii güçlü ordulara!
Soğuk savaş olgusuyla karşı
karşıya kaldığımız bu günlerde... Dilim Türk demeye varmıyor
ama... Türk Silahlı Küvetlerine ve muhtemel gelişmelere
dikkat!
***
18.06.2015
Şirket
Öncellikle bu mübarek günlerde oruç tutan tüm insanların
manen yanında olduğumu söylemek isterim. Allah ibadetlerinizi
kabul etsin, bu çok uzun oruç süresinde sizlere dayanma gücü
versin, Allah yardımcınız olsun! Ve... Lütfen oruç
tutmanın ne anlama geldiğini... İbadetin >>>özünün<<< ne
anlam taşıdığını bu uzun süre içeresinde... Tekrar, tekrar
hatırlayalım... Müslümanlığı, dini inançları siyasete alet
edip içini boşaltanlara bu mübarek günlerde teveccüh
göstermeyerek YETER ARTIK diyelim.
Ellerinde Kur'an-ı
Kerim, dillerinde Allah ve Peygamber... Ama yürekleri
imansız, akılları fikirleri dünyevi maddiyatta!
Profesör... Azınlık hükümeti kurmayacaklarını... Bir
koalisyon ortağı bulup... Şirket kuracaklarını açıkladık...
Var mı bunun ötesi? Devlet nere... Şirket nere? Devlet
dediğin şirket mantığı ile yönetilebilir mi? Devletin aslı
görevi maddi kazanç sağlamak olabilir mi?
Canım, civanım
Profesör... Okumuş Profesör olmuşsun ama... Ne insan, ne
adam olabilmişsin... Başbakanlık koltuğuna da emaneten
oturmuşsun... Kendini rezil ettiğin yeter gayri!
*
Tabiat ve Allah
Dün bahçeyle uğraştım...
Eller kadın eli mübarek... Kalem - kitap tutmak... Ve
klavye tuşlarına basmaktan başkaca bir şey "görmemişler"...
Bahçe işi gibi "ağır" işlere yakışmıyorlar... Çimleri
biçmeden bahçeye uzun uzun baktım... Çimlerin yansıra arada
yabani otlarda var... İngiliz çimi istesem, yabani otları
temizlemem gerek... Yabani otlar... Çim için gerekli
güneş enerjisini ve topraktaki besin maddelerine ortak...
Kaldı ki tek tip görüntü... İnsana, bir şekilde düzen ve
buna bağlı güven duygusu veriyor... Yani bir nevi
üniforma... Ancak Mevla'm bunu uygun görmemiş... Ne
tabiatta nede insanda!
Yaradan... Neyi yaratıysa
gerekli gördüğü için yaratmış... Tabiat dediğimiz ise buna
uymuş... Biri dışında... Artık içimizdeki şeytan mı desem,
insan mı desem bilmiyorum... Yabani ot, "faydalı" bitki için
zararlı da olsa... Bir işlevi olduğu için yaratılmış...
İnsanın zararlısı cahil olanıdır... Faydalısı, dilinde değil
gerçekten yüreğinde Allah’ı beraberinde taşıyan, okumuş – bilge
insan... Biri olmasa diğeri de olamaz!
Müslüman olan
bilir... Allah... Emretmiştir, oku diye... Bilir...
İncil'de - Tevrat'ta yazılanı da dikkate alması gerektiğini!
***
19.06.2015
Y-CHP lideri
ve devlet adamlığı gereği özveri
MHP liderine
başbakanlığın teklif edilmesi bir kez daha göstermiştir ki...
Çıkmayan candan umut kesilmez!
HDP'ye kayıtsız şartsız
PKK uzantısı diyenler... Bu gibi gelişmeleri de
gözetmelidirler... Allah bile insana birden fazla imkan
sağlarken... İnsan dediğin nedir ki bu kadar katı olsun...
Herkes... İkinci bir şansı hak eder... Umarım HDP bu şansı
kullanarak Türkiye partisi olduğunu göstermeyi başarır!
*
Dedikodu
Bu yaşa nasıl oldu da geldim
bilmiyorum... Salağım desem doğru olur... Saflık var, hem
de öyle az buzda değil, tanıdığımdan asla kötülük beklemem...
Buna rağmen buradayım, yaşıyorum! Allah'ın himayesiyle...
Doktordan yeni geldim... Ömrüm boyunca onca doktor
görmüşlüğüm var ama üçünün yeri başka... Toprağı bol olsun,
birine hayatımı borçluyum... Bir diğerine 25 sene sonra
ameliyat olmama... Ve tesadüfen tanıştığım ev doktorum, şu an
ayakta durabiliyorsam, iki satır bir şeyler yazabiliyorsam,
bunu, onan borçluyum!
Muayenehaneye girdim... Bugün
cuma, saat 12'de kapatıyor... İçeride in - cin top oynuyor...
12'ye on beş dakika var, aklıma bir şey gelmedi... Eşi yan
odadan çıktı, doktoru sordum, karısına seslendi... Doktorla
birlikte odaya geçtik... Reçete ihtiyaçlarımı sıraladım, beli
doktor çok sıkkın... Aramızdaki samimiyete istinaden sordum:
neyiniz var doktor? Sormamla birlikte bir çağlayan misali
boşaldı!
Acırsın evine alırsın... Ya karına, ya kocana
yada malına göz diker... Acıma... Gelir dükkana sana iş
sorar... Gariban görürsün alırsın işe, çekirdekten
yetiştirirsin... Kendine özgüveni geldi mi, biraz palazlandı
mı... Tam karşına yada yanı başına dükkan açar... Acıma!
Ailemden ilk olarak öğrendiklerim arasında...
Kimsenin yuvasını yıkma, ekmeği ile oynama... Yuva yıkanın
yuvası olmaz, ekmekle oynayanın eli ekmek tutmaz!
Doktorun gözleri dolmaya başladı... Ağladı ağlayacak...
Herhalde birisi öldü dedim... Başladı anlatmaya: Bir zamanlar
birlikte çalıştığım baş hekim komşu köyde muayenehaneye açmış.
Eh ne var bunda diyecek oldum fırsat vermeden devam etti.
Eczacılarla anlaşarak benim dükkânı kapattığım dedikodusunu
yaymaya başlamışlar. Kafama dank etti, neden muayenehanede inin
- cinin top oynadığı!
Dedikodu illeti... Ne okumuş
nede cahil insan ayırt ediyor... Hele erkeğin dedikoducusu...
Kadına rahat beş basar!
Bilmem anlatabiliyor muyum?
***
22.06.2015
AKP 2.0
Biliyor musunuz... Belki de dünyanın en ilginç ülkesinde
yaşıyoruz(!)
Herkesin kafasına göre takıldığı... Hak,
hukuk, kanun tanımadığı... Adalet denen olguyu kendi eline
aldığı... Bencilliğin had safhaya vardığı... Ve artık...
Hırsızlığın, arsızlığın, yüzsüzlüğünde revaçta olduğu bu
ülkede... Benim açımdan en vahim olan nedir biliyor musunuz?
Vurdumduymazlık... Allah'ın hepimize bahşettiği aklı
kullanmamak... Düşünmemekte ısrarcı olmak!
Tamam,
hayat bu... Herkes değişik nedenlerden dolayı yüksek tahsil
yapmamış olabilir... Yol, yordam bilmeyebilir... Ama,
Allah Peygamber aşkı için... Kulakta mı sağır? Gözde mi kör?
***
23.06.2015
MHP ne yapmaya
çalışıyor?
Kusura bakma Leonardo... Çorbayı
soğutmam lazım... Olmuyor, yapamıyorum... Gelişmeleri
izledikçe milli şuurumuzu sorgular oluyorum!
Bunak...
Aklı sıra "çözüm süreci" denen ne olduğu... Ne amaçladığı
belirsiz gelişmeleri... HDP ile koalisyona girmeyerek
engelleyeceğini sanıyor... Halbuki atı alan Üsküdar'ı çoktan
geçti... Kendine milliyetçi diyor ama kendi ikbalinden
başkaca bir şey düşündüğü de yok... Çünkü senaryo gereği
"çözüm süreci" öyle veya böyle bir şekilde devam edecek...
Bakınız Kemal Kılıçdaroğlu denen soytarıya ve izlediği siyasi
çizgiye!
Doğrudur... Bende aynı fikirdeyim "Kürt
sorunu" diye bir şey yok... Ki bu bir Alman ifadesidir...
Türk milletinin bir demokrasi, adalet ve gelir dağılımında bir
eşitlik sorunu var!
Muhalefette kalmayı tercih edermiş...
Çünkü elini taşın altına koyacak yürek yok... Siyaseti bir
nevi oyuncak olarak görüyor... Ve siyasette kalite anlayışı
Çinli... Türkiye'nin düştüğü vahim duruma Fransız!
Kendine milliyetçi ama kafatasçı demeyen... Ulusal bilince
sahip... Atatürk ilke ve inkılaplarına sözde değil özde
bağlı... Ortak bir geleceğe inanan... Tam bağımsız bir
Türkiye ilkesine gönül veren herkesi... Bu bunakları protesto
etmeye davet etmek istiyorum!!!
*
Maksat, dostlar alışverişte görsün
Türkiye Cumhuriyetinin çok partili döneme geçmesinin üzerinde
yarım asırdan fazla bir zaman geçti. Çok partili dönem demek;
farklı görüş ve ilkeler etrafında toplanan insanların bir araya
gelerek, kendi görüş ve ilkeleri çerçevesinde bir çatı altında
toplanması, bu görüş ve ilkeleri siyaset meydanında "doğru"
olarak savunması ve ülkeyi yönetmeye talip olması demek. Bu
sistem iki binli yıllara kadarda iyi kötü çalıştı. Ne olduysa
iki binlerden sonra bir siyasi oluşumun siyaset sahnesine
çıkmasıyla oldu(!) Bugüne kadar ülkeyi yönetmeye talip olan
oluşumlar birden bire bu taleplerinden vazgeçtiler.
Anlamadığım... Madem ülkeyi yönetmek, fikirlerinizi hayata
geçirmek gibi bir niyetiniz yok... Ne b.k yemeye seçimlerde
iktidara meydan okuyor... İnsanlara sözde umut oluyor,
insanları aldatıyorsunuz? MHP muhalefette kalmalıymış...
Ananın bilmem neresi!
Seçimden seçime, toprak misali oy
erozyonuna uğrayan... Bırakın millete, kendisine ve partisine
hayrı olmayan uğursuzun yüzsüzlüğü de çabası(!)
Ah...
Yok ki eli sopalı birileri... Bu heriflerin döve döve aklını
başına getirsin.
*
Sustukça
Çocuklar ağlaya ağlaya, düşe
kalka büyürler... Yaşlılar ise uyuya uyuya ölürlermiş!
Karşındaki sen sineye çektikçe, sustukça tepene çıkar...
Azdıkça azar, kudurdukça kudururmuş!
Sen... Sustukça,
sineye çektikçe... Seninle birlikte toplumda siniyor...
Sen sustukça Gezi ruhu ölüyor!
Susmadım...
Susmuyorum... Susmayacağım!
*
Aradığım ama bulamadığım siyasetçi tipi
Neden yoklar artık?
Atatürk gibi yapıcı… Ecevit gibi
dürüst… Kamran İnan gibi olgun, bilgili ve tecrübeli… Onur
Öymen gibi vatansever… … … …
Atatürk saydığım ve
saymadığım nice özelliklere sahip bir liderdi. Rahmetle anıyor,
hürmetle kendisi ve eserleri önünde eğiliyorum. Başkaca
insanları da saymam Türkiye Cumhuriyetinin daha nice cevherleri
olduğunu göstermek içindi. Neden böyle cevherleri
yetiştiremiyoruz artık?
***
24.06.2015
Senarist
Asimetrik psikolojik savaşın devamını* yaşadığımız bu
günlerde... Senaryo gereği yine kafalar allak bulak...
Kimse önünü göremiyor!
İstihbarat örgütlerine yakın
siteler... Daha seçim öncesi bir AKP - HDP koalisyonunu
öngörüyordu... Senaryo bu ya... BOP senaryosunda milletin
direncini ama özellikle Atatürkçü gençliğin direnme kabiliyetini
yanlış hesaplayanlar bu sefer daha temkinli. İnsanım, yanılıyor
olabilirim ama bana öyle geliyor ki a, b veya c planı tutmayınca
çekmeceden başka önlemler paketini çıkardılar.
Daha
seçim gecesi ve ertesi sizleri MHP ve Erdoğan'a dikkat diye
uyarmıştım... Özellikle Erdoğan'ın sessizliğini...
Fırtına öncesi sessizlik diye yorumlamak yanlış olmaz... Şu
anda şahit olduğumuz >>>tiyatro<<<... Bana göre Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlarını... Olası bir HDP destekli veya
ortaklı büyük koalisyona hazırlama aşamasıdır... Cumhuriyet
Halk Partisinin... AKP ile bir koalisyona girmesi çok ama çok
büyük tepkilere vesile olabilirdi... Ama bu karmaşada...
>>>Mecbur<<< kaldık maiyetinde karşılaşılacak tepki çok daha az
olacaktır... Böyle bir senaryo karşısında CHP'nin ruhuna
Fatiha okunacağı da KESINDIR!
*Elimde bu konuyla ilgili
çok güzel bir kaynak var, fırsat bulursam bir özetini yayınlarım
***
25.06.2015
Kendim ettim
kendim buldum
Güzel bir şarkıdır...
Yaşıtlarım muhtemelen hatırlayacaklardır... Bende...
Anısı büyük bir şarkı!
Karadır bu bahtım kara... Sözüm
kâr etmiyor yâre... ... Adı Emel'di... Platonik aşkım
Figen'den sonra hayatıma giren ikinci kadın... Yaş 17...
Görücü usulü oldu... Evlenecektik, söz kesildi... Ancak
evlenmeye müsait olmadığını anlamam uzun sürmedi... Güzeldi,
gerçekten çok şuh... Saçları ve gözleri kendini ele verdi...
Bir kadının karakterini anlamanın en güzel yolu... Onun
toplum içeresinde hareketlerine dikkat etmektir... Sözü
bozduk... Sevmiştim, o an dünya başıma yıkıldı… Okul
hayatıma kısa süre sonra nokta koydum… Ardan aylar geçti…
Gece yarısı telefonlar gelirdi… Ve bu şarkıyı dinletirlerdi…
Bu tecrübe ile görücü usulü birlikteliklere de nokta koymuş
oldum… Bundan sonra hayat arkadaşımı kendim seçecektim…
Kadın yönününden gerçekten çok şanslıyım... Ama başıma ne
geldiyse de kadın yüzünden gelmiştir… Yani kendin ediyor,
kendin buluyorsun!
Bu kısa girişten sonra gelelim güncel
meselelere… Başçalan dün açıklama yapma gereği duydu…
Cumhurbaşkanına saygısızlık, halka saygısızlıkmış vesaire… Ne
ekersen onu biçersin… Kendin eder, kendin bulursun!
https://www.youtube.com/watch?v=Xfvt8wzFPJU
*
165
Altı ayda 165 can... Hapis cezası
göz korkutmuyor... Kadın cinayetleri "tüm hızıyla" sürüyor...
Bir öneride bulunmak istiyorum... Başta çocuklara el süren,
tavuk keser gibi kadın kesip biçenleri... Hapis cezası yerine
hadım etmek lazım... Bu tip insanları gerçekten korkutacak
yegane yöntem olduğu inancındayım!
*
Pennsylvania nere Ankara nere
Helal
olsun koçum sana... Paralellerin hası, arslanım benim...
Teee Pennsylvania'dan sarılmışsın MHP'nin gırtlağına
istediklerini yaptırıyorsun!
Anlamadığım... Türkiye'de
hacının, hocanın ocağına kibrit suyumu döküldü de...
Ekmeleddin İhsanoğlu'nu... Türkiye Büyük Millet Meclisi
başkanlığına getirmek istiyorsun?
***
26.06.2015
Feleğin
Çemberi
Ömründe başına gelmeyen kalmaz... Çiğ
tavuğun başına gelmeyen senin başına gelmiştir... Sanırsın ki
feleğin çemberinden geçtin... Buna rağmen her insana nasip
olmaz feleğin çemberinden geçmek!
Halk değiminde feleğin
çemberinden geçen kadın fahişledir, orospudur... Benim
gözümde bu tür kadınlar asla fahişse veya orospu değillerdir...
Ben onlara hayat kadını derim ama orospu diyemem... Çünkü
para karşılığında bedenini "pazara" çıkaran hayat kadını...
Para karşılığında benliğini, ruhunu pazarlayan kelimenin tam
anlamıyla orospudur... Ve orospunun kadını olduğu kadar
erkeği de olur... Tıpkı pezevengi olduğu gibi!
Feleğin
Çemberi değimini sözlükten veya internetten araştırdığınızda...
Bu değime en uygun ama bana göre yetersiz açıklama söyle...
Güngörmüş, olgunlaşmış, tecrübeli, hayatın karşısına çıkardığı
her türlü zorlukla başa çıkabilen insan tipi. Eksik olan, ders
ve dayanma gücü, başka bir değişle her seferinde sıfırdan
başlayabilme kabiliyeti! Çünkü insan dediğin bir bakmışsın
göklerde, bir bakmışsın yerlerde. Olgunluk ders almış olmayı
içerir. Mesela insan tecrübeli olabilir ama insan gerçekten her
tecrübeden gereken dersi de çıkarabiliyor mu? Ancak ders
çıkarabildiği oranda olgunlaşmaya başlıyorsun!
Aslında...
Genelde her iki cins için geçerli olan... Özelde erkek
için çok önemlidir.. Bir erkeğin güngörmüş, olgun ve feleğin
çemberinden geçmiş olması... Bizim gibi ataerkil toplumlarda
başka bir öneme sahiptir Çünkü böyle bir insan önce kendisi
sonra çevresi için faydalı olabilir... Ders almak, alınan
dersi anlatabilmek, ders verebilmek kadar önemlidir!
Türkiye gibi "adam gibi adamların" çok olduğu ülkelerin ortak
kaderidir... Adam sandıklarına aldanmak... Erkeğin
orospusuyla yüz yüze gelmek!
Genel başkanım söyle, genel
başkanım böyle... Ya siz adam mı görmediniz, yoksa sözüm
meclisten dışarı... Aptala mı yatıyorsunuz?
Yine
Atatürk'ü örnek vermemek için... Aç kitapları oku, mesela
Washington'u... Churchill'i, Tito'yu, de Gaulle'u, Adenauer'i
vesaire... Oku da gerçekten feleğin çemberinden geçmiş
insanların... Vatanları - milletleri için ettiklerini,
katlandıkları fedakârlıkları, gösterdikleri zekâyı!
***
27.06.2015
Milleti
karıştırmayın
Neymiş millete gidilirmiş...
Neymiş millet karar verirmiş... Neymiş millet ana muhalefet
olmasını istemişmiş... Neymiş , neymiş , neymiş .. Çekin
artık şu kirli ellerinizi milletin üzerinden!
Millet...
Söyleyeceğini söyledi... Kararını verdi... Millet gereğini
yerine getirmeniz için size oy verdi... Sizi seçti!
Rezil herifler... Utanmaz - arlanmaz, yüzsüzler... Oturun
artık bir masa etrafına ve milletin gerçekten istediklerini
yerine getirin... Getiremiyorsanız... S.ktirin gidin!
*
İvedilikle
İnanasım gelmiyor ya...
Gönül bu, ota da b.ka da... Gönül istiyor... Hani bir
mucize gerçekleşse... Ve milli bir hükümet kurulabilse...
Ülkeye huzur gelse!
İvedilikle... Adalet, eğitim,
gelir adaletsizliği ve işsizliğe uzun vadeli çözümler
üretilebilse... Herkes istisnasız bilmem kaçıncı sınıf
vatandaş muamelesi görmek yerine... Bu ülkenin birinci sınıf
vatandaşı olsa... Hak ve hukuka güven tekrar inşa
edilebilse... Kavganın, gürültünün yerini huzur ve refah
alsa... Boş lakırdıların, saygısızlığın yerini ciddiyet ve
hoşgörü doldursa... Ah be gönül sana böylesi yasaktı... O
bir yolcu, sen bir hancı... Gördüğün en son yalancı... Çok
mu istiyorsun gönül?
Bilmem hatırlar mısınız? Eskiden
bir ekmek çaldı diye hesap sorulurdu... Başta 17-25
Recep'ten, ailesinden, yandaş ve yoldaşından hesap sorulsa...
Fena mı olur?
Bence uyuyor
https://www.youtube.com/watch?v=mhTCIKSIO0g
***
29.06.2015
Dananın
kuyruğu
Padişah efendinin kıçının altındaki
koltuk tutuştu... Halbuki... Türkiye'nin, senin, benim,
hepimizin telaşlanması... Oturup düşünmesi, çareler üretmesi
gerekir... Yıllardır üretmeden harcanan, ceplerde kaybolan...
Mirasyedi, hovardaca carcur edilen, karşılığı olmayan
paracıklar... Gün gelecek geri ödenmesi gerekecek!
Türkiye... Yunanistan olabilir mi? Bugün dananın kuyruğu
kopacak... Ve Avrupalı kültürel bağı olmayan Türkiye için...
Yunanistan'ı kurtarmak için harcadığı çabanın binde birini bizim
için harcamayacak!
*
İstanbul, eşcinseller ve polis
Kimsenin
haddine değildir bireyin özeline karışmak... Toplumda
birey... Toplumsal kurallara uymak, toplumsa bireyin özeline
saygılı olmak durumundadır... Ahlaki erozyon ise istisnasız
herkesi ilgilendirir!
Cinsel tercihler kişinin
tahammülündedir... Kim, neyi, nasıl, kiminle... Kimseyi
ilgilendirmemelidir, kendi dört duvarında, kapını kapadın mı...
Mahremdir!
Eşcinsel olduğunu giyim - kuşamınla,
tavırlarınla... Herkesin gözüne sokmak istercesine etrafta
dolaşırsan... Karşılaşacağın tepkiye hazırlıklı olman
gerekir... Avrupa'nın aksine... Coğrafyamızda durumunun
hoşgörüyle karşılanacağını beklemek ise... En hafif tabiriyle
saftiriklik olur!
Ve... En önemlisi... Durumunun
hukuki açıdan, medeni kanunlar ile korunması - tanınması...
Ama özellikle evlat edinme hakkı... Fazlasıyla kabulleri
zorlayacaktır... Bir düşün, böyle bir ortamda yetişen
çocuk... Bu çocuğun ileride... Yapma... Gözünü
seveyim, zorlama!
*
83 yaşında; "Türkler çok şanslı, iyi ki Atatürk'ünüz
var!"*
Savaşın civcivli yılları... Ortalık
kan gölü, her tarafta can pazarı... 12 yaşında Prusya'dan
Almanya'ya at arabasıyla kaçıyorlar... Yolda... Rusların
köylerini bastığını, babaannesi ve köyün papazını...
Öldürdüklerini öğreniyorlar!
Alman asıllı Prusyalı
gözleri yaşlı anlatıyor... 70 sene sonra köyüme gideceğim...
Çok özledim!
Dünyayı gezmiş... Arabistan'dan - güney
Amerika'ya kadar... Yıllarca Şili'de çalışmış...
Arabistan'ı, Afrika'yı karış karış gezmiş... Cehaletin ve
fakirliğin pençesinde Müslümanları görmüş... Ve diyor ki
"Türkler çok şanslı, iyi ki Atatürk'ünüz var!"
*Yarım
saat önce gelen bir müşteri
*
Diba modeli
Bana uyku haram...
İlaçları tam saat sabah 3.00 içtim içtim... İçmedim
dayanılmaz ağrılar ve tarifsiz bir halsizlik... İçtiğim
ilaçların etkisini göstermesi 12 saat kadar sürüyor... Ondan
sonra 6 saat kadar nispi bir rahatlama... Benim faaliyet
zamanım, kendime - etrafıma faydalı olabileceğim zaman birimi!
Gece kalktım... Televizyonda İngiltere'de yaşayan
Müslümanlar belgeseli... Şırfıntılar... Müslümanlığı
başörtüsüne indirgemişler... Bu cahil cühela sürüsüne gerçek
Müslümanlığı... Allah'ın kelamını, Peygamber efendimizin
öğretisini... Hurafelerden, yalan ve dolanlardan arındırılmış
olarak öğretmeden... Kimse rahat ve huzur bulamayacak!
Annem hep anlatır... Gençliğinde Diba modeli varmış...
Zamane modası, Pers şahının eşi... Diba topuzu, Diba
giyecekleri çok revaçtaymış... Tabiri caiz ise... Moda
gelip geçicidir... Gün gelecek... Geldikleri gibi
türbanlılarda sokaklardan kaybolacak... Kalıcı olan gerçek
iman, dinimizin özü olacak!
***
30.06.2015
Biri yer - biri bakar, kıyamet bundan kopar
Biraz güllelimi, ağlayalım mi bilmiyorum... Yeminle...
Hem vallahi, hem billahi bana çekmiş olamaz...
Gençliğimde ve ondan sonraki yıllarda... Hatun kişilerle,
dost çevresinde yediğim paraların haddi hesabı yok... Dedesi
- medesi keza... Kime çekmiş bilmiyorum!
Daha önceleri
de yazmıştım, bize yük olmamak için hem okuyor hem çalışıyor...
Tabii babaannesini, annesi arada beni tırtıklamadan da
edemiyor... :) Geçen sene oğlanı İstanbul'a izine
yolladım... Çekoslovakya'dan iki üniversite arkadaşıyla
İstanbul'da buluşacaklar... Doğru hatırlıyorsam biri
Brezilyalı diğeri Afrikalıydı galiba... Çok şükür dayalı -
döşeli ev var, sorun değil yani... Onlar Atina'dan bizimki
Frankfurt'tan yola çıktılar!
Giderayak... Oğlum bak
arkadaşların misafir, sen ev sahibisin dedim... Al şu parayı
çocukları gerektiği gibi ağırla... Havalimanına geldiğimizde
son anda aklıma geldi... Burak! Döndü bana baktı... Gel!
Koşarak yanıma geldi, gece uçağı olduğu için; al şu parayı da
taksi parası yaparsın dedim. Sıkı sıkıya da mutlaka taksiye
binmesini tembihledim. Herif... Taksiye binmemiş otobüsle eve
gitmiş... Galiba çocukların birinci haftasında da böyle bir
olay yaşanmış... Eniştesine anlatmış onlardan duydum...
Arkadaşlarıyla birahane gitmişler Beşiktaş'ta...
Arkadaşlarına bira kendine çay ısmarlamış... Eniştesi niye
kendine çay aldığını sorduğunda... Biranın tanesi 16
liraymış, çay iki liraymış, o üniversiteliymiş o kadar çok para
harcayamazmış... Eniştesine pes dedirtmiş(!)
Yarım
saat önce babaannesiyle konuşuyoruz... Söz oğlandan açıldı...
Sormuş oğlum paran var mı diye, varmış. Oğlum verdiğim para
çoktan bitmiş olması lazım demiş, kızlarla mizlarla dışarıya
çıkmıyor musunuz nasıl olurda hala paran olur diye sormuş...
Kızlar çok paraymış... O bir kıza bu kadar çok para harcarsa
mutlaka eşi olmalıymış!
Bak sen kerataya... İnce
hesaplar... Bilmem bilir misiniz? Varyemez amca...
Varyemez amcaya taş çıkartır pezevenk :) Bu heriften kesin
adam olur! :)
***
01.07.2015
K.K.
Kemal ismini severim... Türk Dil Kurumuna göre: Bilgi ve
erdem bakımından olgunluk, yetkinlik, erginlik, eksiksizlik
demekmiş... İnsan ismini taşıyabilmelidir... İnsan adına
layık olmaya gayret göstermelidir... Ben bunu bilir bunu
yazarım!
K.K. Baş harflerinden oluşan kısaltma insan
aklına Kemal Kılıçdaroğlu'nu getiriyor... Bende ise, nedendir
bilmem... K.K. Kahpe Kemal... Kaypak Kemal...
Kancık Kemal'i çağrıştırıyor!
*
Bunlar
Siyaset yapmıyorlar...
Orospuluk peşindeler!
*
Allah belanızı versin... CHP'nin de... MHP'nin de...
HDP'nin de... Daha doğrusu bu parti yöneticilerinin!
Halk AKP'ye hayır diyor... Ama bu bilmemenin çocukları AKP'ye
destek olmaktan başka bir şey düşünmüyor!
*
Devlet Bahçeli, Kemal Kılıçdaroğlu Allah bizi afacan ölümlerine
getirsin... İnim inim inleyerek can verin!
*
Hesap vereceksiniz
Yok... Sanmayın ki
bu böyle devam edecek... Tek tek hesap vereceksiniz...
Askerinden - siyasetçisine... Bürokratından -
menfaatperestlere... Hesap vereceksiniz!
*
Allah'ım
Bu heriflere öyle bir bela ver
ki... Neye uğradıklarını şaşırsınlar... Bir daha ömürleri
boyu... Kıçlarını değil başkanlık koltuğuna her hangi bir
koltuğa oturtamasınlar... Sırtları yatak yüzü görmesin!
*
Satılmış herifler
Kendinizi,
benliğinizi, kimliğinizi kaça sattınız? Sattığınıza değdi mi
bari? Yazıklar olsun sizlere... Sütü bozuk, kanı bozuk
soysuzlar!
*
Y-CHP öldü
yaşasın CHP
K.K. ile "doğan" Y-CHP... Yine
K.K. eliyle öldürülecek!
Bize düşen bu tecrübeden gereken
dersleri çıkararak... Cumhuriyet Halk Partisine dört elle
sarılmak... Bundan sonra "başımıza" çıkaracağımız adamları...
Sık eleyip ince dokumak olacaktır!
***
02.07.2015
Affınıza
sığınarak yazıyorum
Son günlerde yaşadıklarımızı
da içine katarak... Yazacağım cümleyi en geniş anlamıyla
anlamanızı rica ediyorum... Parmak atan oldukça, parmağı
yiyende olacaktır!
*
Dereyi görmeden paçaları sıvama
Son
kurşunu atmadan... Devlet Bahçeli denen soysuza en
usturuplusundan son küfürü salamadan... Bir bekle... Daha
Y-CHP son sözünü söylemedi!
Not: Lider öngörü sahibi
olurdu değil mi? Lider her türlü ihtimali göz önünde
bulundurarak tedbir alırdı değil mi? Başkanım, başkanım
diyenler, liderin icraatlarına, zaferlerine bakmayıp menfaat
peşinde koşanlar... Hepinizi Allaha havale ediyorum! Türk, Türk,
Türk diyerek vatanı - milleti pazarlayan soysuzlar!!! Böyle
bir Türk olacağıma gebereyim daha iyi. Ne atadan ne Atatürk'ten
nasibini alamamış savatlılar!
***
03.07.2015
Maya buysa
şüphe etmek lazım
Bahçeli, “Ekranlarda, gazete
köşelerinde, uzatılan mikrofonlarda bize demokrasi dersi vermeye
cüret edenler önce vicdan, aidiyet ve ahlak imtihanından geçmeyi
denemelidir” dedi. Bahçeli MHP’nin Facebook hesabı üzerinden
partisine yönelik suçlamalara oldukça ağır bir üslupla cevap
verdi.
Bahçeli, “Ne ibretliktir ki, HDP’yi yok
saymamızdan rahatsız olanlar bizi eleştiri yağmuruna
tutmaktadır. Herkes meşrebine ve mayasına uygun konuşmaktadır.
Ekranlarda, gazete köşelerinde, uzatılan mikrofonlarda bize
demokrasi dersi vermeye cüret edenler önce vicdan, aidiyet ve
ahlak imtihanından geçmeyi denemelidir. Bizim kimsenin aklına
ihtiyacımız yoktur” dedi.
Hep iddia ettim... İddia
etmeye de devam edeceğim... Bu bunaklar kenara çekilmedikten
sonra Türkiye'de hiç bir şey değişmez!
Vicdanım rahat
çünkü vatan ve millet diyorum... Aidiyetim şüpheye mahal
vermeyecek kadar açık... Ahlaki yapımdan en ufak bir şüphem
yok ama bunun taktiri beni tanıyanlara... Meşrebim belli, öz
be öz Türk evladiyem... Mayama gelince senin mayandan daha
kaliteli olduğuna eminim!
*
Bu millete Atatürk çok... Erdoğan az gelir... Sizler AKP
ve Erdoğan gibi hırsızlara... K.K. ve D.B. gibi bunaklara
laiksiniz... Sizler tüm bu yaşananları sonuna kadar hak
ediyorsunuz!
*
Ve iflas
Resmen Yunanistan borçlarını
ödeyemiyor... Daha önce sırada başkaları var ama...
Türkiye'de bu durumlara düşebilir(!)
***
04.07.2015
Yunanistan örneğinden ders
Günlerdir
ekonomi dalından bilim adamlarını izliyor, okuyorum... Dünya
sermayesi dün Yunanistan'ın resmen borçlarını ödeyemeyecek
duruma geldiğini ilan etmesiyle bundan sonra ne olacak sorusu
daha da alevlendi!
Birçok bilim adamının ortak görüşüne
göre Yunanistan ortak para biriminden soyutlanarak tekrar
Drahmiye geçmesi, Yunanistan açısından büyük bir fırsat
olabilirmiş(!)
Bu fırsatın ne gibi imkanlar sunduğuna
geçmeden gelin kısa bir ekonomik Türkiye turu yapalım. Yıllardır
döne dolaşa dilendirmeye çalıştığım gibi badem bıyıklı arsız ve
yüzsüz hırsızlar, sözde dinciler Türk ekonomisini iflasın
eşiğine getirdiler.
Buraya dikkat!
Bunca
senedir... İthal samandan tutun işte tünenleri, köprüleri
yapabilecek kapasitede genç yetiştirmek yerine, kindar ve
"dindar" imam yetiştirmeyi uygun gördüler. Yetmedi
hayvancılıktan - tarıma, sanayiden hiç söz etmeyelim,
üniversitelerde uyguladıkları eğitim ve ekonomi modeliyle
Türkiye Cumhuriyetini körelttiler. Sıcak ve sanal paraya* dayalı
ithal ekonomisi, iç pazara yönelik "refah" algısını ucuz
krediler ve kredi kartlarıyla oluşturulan borç batağına
insanları sürükledikten sonra "kimse" işsizler ordusuna dikkat
etmez oldu. Halbuki bir devletin vatandaşları çalışacak,
üretecek ve bu üretime dayalı tüketecek ki düzen dönsün,
insanlar vergi ödeyerek devleti ayakta tutsun!
İşte
Yunanistan'ın önüne çıkan fırsat bu... Evet, zaman alacak,
çok ter ve emek isteyecek ama bu fırsat değerlendirilebildiği
taktirde Yunanistan uzun vadede refaha kavuşacak. Bakın
neredeyse ömrünün tamamını Avrupa'da geçirmiş, üst düzey
sayılabilecek ekonomik, siyasi ve akademik çevreleri izleme ve
gözleme fırsatı bulmuş bir insan olarak yazıyorum;
Avrupalılar hakkında çok şey söylenebilir, yazılabilir... Ama
özellikle son yıllarda akademik çevrelerde oluşan >>>
gerçekçilik <<< göz ardı edilemez!
Vahşi kapitalizm,
sermayenin doymak bilmeyen iştahı... Bu çevrelerde de büyük
rahatsızlık yaratmaya başladı. Birileri üretecek, ürettiğini
kalkınma imkânı tanımadığı başka birilerine dayatacak ve bu
düzen ilelebet böyle sürecek, öyle mi?
Evet, Yunanistan
fırsatı değerlendirerek bilimsel dalda, sanayisinde hamleler
yapabildiği oranda refaha kavuşacak!
*Borsa
*
İsyan; ben tavşan değilim!!!
Hanemde çok
şükür oruç tutanlar var... Malum nedenlerden dolayı ben oruç
tutmuyorum... Ancak oruç tutana büyük saygım var... Tamam
hafif yemekler olması gerek... Sebze - meyve eyvallah...
Ama kardeşim ben tavşan değilim ki... Otla - sebzeyle karnımı
doyurayım... Bayram gelse de, midem bayram etse!
*
Bir Bahçeli - Kılıçdaroğlu değerlendirme denemesi
Mesleğimin getirisi... Tedbir almak,
olasılıkları hesaba katmak... Şans ve tesadüf faktörünü
gözetmek... Perde arkasını görmeye çalışarak senaryo
üretmek... İnsanları istemeyerek de olsa bazen üzerek, zora
sokarak uyarmak... Tüm bunları severek, isteyerek, zevk
alarak yaptım... Ben ömrümde çalışmadım, hobilerimden birinin
gereklerini yerine getirdim... Üstelik emekli olana kadar 25
sene bunu için birde maaş aldım!
Azmetmek, inanç ve
emekle birleşince… Uğrunda ölünesi hedefe gittikçe
yaklaşırsın… Bu özellikle siyaset için geçerlidir…
Siyaset… Akıl, bilgi birikimi, tecrübe, öngörü ve analiz
yeteneği ile başlar… Girginlik ve bilek ile devam eder…
Uzlaşma kabiliyeti ile nihayete erer… Tüm bunlar olgunlaşma
sürecinin birer evresidir!
İster siyasi olgunluk olsun,
ister beşeri… Bir süreçtir ve bu süreç içeresinde kabiliyet
sahibi insan özeleştiride bulunur… Eleştiriye açık olur ve
gereken dersleri çıkarmaya çalışır!
İki bunak, bir
paytak... Yıllardır Türk siyaset sahnesine hakim...
İstikbalimiz bunlara emanet... Paytağı bir tarafa bırakalım,
o, bu denemenin muhatabı değil... Son TBMM başkanlık seçimi
açıkça şu gerçeği gözler önüne sermiştir... Ortak hedefler
uğruna bile olsa... Türk siyasetçileri sabit fikirlerden
milimetre taviz verecek kabiliyette değiller!
Bu büyük
bir eksiklik olmakla birlikte bu kişilerin siyasi olgunluğa
erişmediğini de gösterir. Yetmedi, siyaseti oyuncak yerine
koyan, mahalle karısı edasıyla laf ebeliğine soyunan bu
insanlara değil memleket, koyun sürüsü bile emanet edilmez!
Nitekim de böyle olmaktadır... Kendi yetersizliklerini,
aptalca inatlar ile perdelemeye çalışanlar ellerine geçen
fırsatları değerlendirememektedir.
Meziyet... Ortak
hedefler uğruna bir araya gelebilmenin yansıra, eşgüdümlü
(koordineli) uzun vadeli çalışma azim ve kararlılığında
olabilmektedir!
Ve bu ikisinde de birçok eksiğin yanında
yoktur.
***
05.07.2015
Sinek
Sinek küçüktür ama mide bulandırır... Mesela çorbada...
Ota da konar, boka da konar... Yapışkandır, yılışıktır,
rahatsızlık verir... Hele bir türü vardır ki, öggg... At
sineği... Atın kıçına yapışır, at kuyruk salar - kovalar...
O... Yine atın kıçına yapışır!
Genelde CHP, özelde MHP
at sineği gibidir... AKP'nin götünden ayrılamaz... AKP
kuyruk salar... CHP ve MHP dayanamaz yine AKP'nin kıçında
dolanır!
*
İncecik bir çizgidir bizim ki
Şeytan
ayrıntıda gizlidir derler... Bu ayrıntı bazen bir soğan zarı
kadar içe olabilir... Bu zar ince olmasına incedir ama yine
de soğanın katlarını birbirinden ayırır... Buna rağmen
soğanın kendisi bir bütündür!
Son günlerde artan sayıda
bir paylaşım içeriğinedir itirazım... Herkesin inançları,
soyu - sopu kendinedir... Doğrudur yanlıştır bunun taktiri
yine kişiye özeldir... Birey inançlarıyla, soyu - sopu ile
kıvanç duyabilir... Ne mutlu ona ama parçası olduğu bütünü
asla gözden yitirmeyerek!
Milliyetçilik bir anlamda
ulusalcılığı, ulusu içerir... Yurtsever büyük bir tutkuyla
milletini, yurdunu sever... Ait olduğu toplum, yaşadığı
toprak için her türlü özveride bulunmaktan kaçınmaz... Bunlar
duygulardır, insanın içinden - ta yüreğinin derinliklerinden
gelir... Ve incecik bir çizgidir bizim ki... Çizgiyi
aştığını anlamazsın bile çoğu zaman... Bir bakmışsın çizginin
öbür tarafındasın... Bu taraf görüştür ve bu görüşün adına
faşizm denir... Bu görüş kat'idir, katıdır, hoşgörüden ve
saygıdan uzak... Yüreğinin sesine kulak ver!
***
06.07.2015
### Dikkat ###
Dikkat ### Dikkat ####
Bir kaç zamandır
dikkatimi çekti ama mantıklı bir açıklama bulamıyordum...
Özetle diyebiliriz ki artık Facebook 19. yüzyıl ahlak anlayışını
ve siyasi sansürü algoritmalar ile hayata geçirmiş vaziyettedir!
Yazdığınız bazı paylaşımlar, resimler ve buna benzer
içerikler sebepsiz yere "kayboluyor" veya beğeni vs.
alamıyorsanız... Bunu yeni algoritmaya borçlusunuz(!) Yani
bir nevi oto sansür uygulanıyor, geçmiş olsun!
Erdoğan'ı
falan bir kenara bırakın... Bu diktatör özentisi solda sıfır
kalır... Bundan sonra >>> herkes <<< algoritmaların
boyunduruğu altına girmiş bulunmaktadır.
Neden mi?
Bilişim sanayisinin yazılmamış kuralıdır; birisi öncülük
eder diğerleri en kısa zamanda taklitte başlar!
Kaynak:
Almanya'nın saygın FAZ gazetesinin bugün tarihli baskısında
okuyabilirsiniz
***
07.07.2015
Bira ile rakı
arası ezilmişlik
Almancı, alamancı...
Ausländer, kanacke ve benzer ifadelerin bini bir para...
Kendi aramızda ise en ağrı... İthal damat veya ithal gelin(!)
Bizlere böyle derler, akılları sıra horlamak - aşağılamak
için... Düz hesap 5 milyon insandan bahis ediyorum...
Bunlardan 3 milyonu Almanya'da yaşıyor... Gerçekten yaşıyor
mu yoksa sürünüyor mu orası da pek beli değil ya, geçelim...
Eziklik... Genelde Türkün ama özelde yurtdışında yaşan
yurttaşın en büyük sorunu... Bu eziklik duygusundan bir türlü
silkinemiyoruz... Sahipsiziz... Hem anadan, hem babadan...
Yetim ve öksüzüz!
Doğrudur... Türkiye'nin dört bir
tarafından gelmiş bir yığın insan... Eğitim düzeyi son derece
düşük... Adab-ı muaşeretten olabildiğince uzaktı birinci
nesil... Böyle bir ikiliden yetişen çocuk... Yani ikinci
nesil görüş ve düşünceleriyle birincisinden çok farklı
olamazdı... İkinci nesil ile başlayan ufak tefek
"değişiklikler" üçüncü nesil ile özelikle Almanya'nın
asimilasyon politikasına uygun hale geldi!
Benliğimizi,
kimliğimizi unutturdular bize... Bunu zorla yapmadılar, çoğu
zaman isteyerek alet olduk... Örf ve adetlerimizi unuttuk...
Almanya'da yaşayan Türkler arasında boşanma artmış... Çoluk -
çocuk perişan, anadiline hakim değil kimin umurunda? Tıpkı
son yıllarda Türkiye'de yaşayarak şahit olduğumuz gibi...
Bizi, bizden uzaklaştırdılar... Zorla, zorlamayla değil...
Kendi rızamızla!
***
08.07.2015
Tedbir
Türkün lügatın da olmayan bir kelime... Halbuki tedbir
kelimesinin anlamı hazırlıklı olmak, önlem almak demektir...
Öfff böyle meşakkatli işler bizi bozar... Her şeyin bir
kolayı var değil mi? Allaha havale et gitsin... Çok
dindarız ya, kıça başa gelince mangalda kül bırakmayan bizler...
Peygamber efendimizin sözünü ne de güzel kulak arkası ederiz...
“Deveni önce sağlam kazığa bağla, sonra Allah'a tevekkül (güven)
et” Ey gidi koca Türk ey... Sevinçle, güvenle başına taç
ettiklerin sayesinde... Ne günlere kaldın, seni ne hale
getirdiler... Gün gelirde alacaklılar kapıya dayandığında...
Değil kıçındaki donu, koynundaki karıyı alıp dağa
kaldırdıklarında ... Veya gözünün önünde becerdiklerinde...
Aklın başına gelecek ama iş işten geçmiş olacak!
***
09.07.2015
Sirtaki
Ana tarafından atalarım çok, çok uzun süre önce İstanbul'un
Anadolu yakasında bir akıncı köyüne yerleşmiş orada yaşıyor.
Baba tarafından dedem 19. yüzyılın başında Gümülcine'den
Florya'ya gelip ikamete başlamış. Savaş yıllarında Yunan
tebaalı öz be öz Türk olmasına karşın Yunanistan'a geri
gönderiliyor. Bir sürü karışıklık, bir sürü hengame.
Anlayacağınız, üçüncü neslin çok ötesinde, ben "gerçek" bir
İstanbullu - Avrasyalıyım(!)
Artık sağır sultan bile
duydu... Yunanistan büyük mali sıkıntı içeresinde... Çok
okuyan ve düşünen bir insan bile olsanız, insansınız ve bazı
durumlarda ancak gözünüzle gördüğünüz, kulağınızla ile
duyduğunuz anda gerçeklerin farkına varabiliyorsunuz!
Yaygın kanıya göre... Yunanlı gününü gün eden, her fırsata
sirtaki oynayan bir topluluk... Gerçekler ise çok farklı...
Dün, Alman kültür kanallarından birinde konuyla ilgili bir
televizyon programını izledim ve inanın şok oldum(!)
İnsanlara acımakla birlikte, insanlar bir gerçeği dile
getirdiler ki... Allah milletimizi korusun! Her an
aynısı başımıza gelebilir.
Bir zamanlar orta sınıf diye
tabir edebileceğimiz insanlar çöplerde yiyecek arıyor. Kronik
hastalar paraları olsa dahi ilaç bulamıyorlar çünkü Avrupa
Birliğinden ilaç getirilemiyor ve buna benzer daha birçok
kıyamet sahneleri gösterildi. Yani kelimenin tam anlamıyla tam
bir felaket!
İhtiyar bir Yunanlı anlatıyor:
"Hayatım boyunca hep çalıştım. Emekli olma zamanım geldiğinde
bana 1200€ emekli maaşı alacağım söylendi. Kiracıyım! Yunanistan
iflasın eşiğine geldiğinde maaşımı yarı yarıya kestiler. Kiramı
ödediğim taktirde aç kalıyorum! Merkel'e kızmıyorum. O, halkını
düşünerek hareket ediyor, böyle davranmaya mecbur! Bizim
başımızdakiler yıllarca çaldılar..."
Ve Alman televizyon
kanalı ekliyor:
"Onlarca yıl Avrupa Birliğinden gelen
kaynaklar Yunan halkına ulaştırılmadı, insanlar bu paralardan
faydalanamadı, bu paralar bazı karanlık kanalarda kayboldu..."
Birileri... Az sayıda bazıları... Milyarları cebe
atarken, milyonlar aç kalıyor... Ben daha ne yazayım, sizlere
nasıl anlatayım bilmiyorum!
*
Bu yüzden Atatürk milliyetçiliğine vurgu yapıyorum, daha
güzel nasıl anlatılabilir?
Sağ-sol çatışırdı o
zamanlar… Dert şuydu: “Bayrağı kim daha çok seviyor?..”
“Ülkeyi kim daha çok seviyor…” “Cumhuriyeti kim daha çok
seviyor…” “Atatürk’ü kim daha çok seviyor…”
Türkiye’yi
paylaşamazdık kısacası… Kavga buydu… İstiklal Marşı’nı
söylerken bakardık; kimin boğazında damarlar patlayacak gibi ve
kim marşlarımızı söylerken gözleri dolu dolu?..
Böyle
midir milliyetçilik?…
Şu hale bak… Atatürk’ü silene
git yapış… Türkiye’yi bölüp “Kürdistan”ı ilan edene yanaş…
Bir milletin göz bebeği ordusuna kumpas kurana katıl… Şerefli
çocuklarını zindanlarda çürütene sarıl… Cumhuriyetimizi
paspas gibi ezene güç ver… Kışlalardan “Ne mutlu Türküm
diyene” sözünü silenlere… Milli bayramları, ulusal marşları
yasaklayanlara dayanak ol… Aman düşmesinler…
MHP’ye oy
verenleri, ya da MHP içinde dizine vuranları tenzih ederim…
Ama böyle değildi milliyetçilik…
Laiklik karşıtı,
ümmetçi, şeriatçı mıydı milliyetçi?… İşte; Atatürk’ün kurduğu
partinin “dinsiz” olduğu, MHP’nin geldiği yerin bir parti
yöneticisinin dilinden dışa vurumudur… Daha ne olsun?.. Bu
mudur Milliyetçilik?..
Türkiye’nin altını üstünü çalanlar
“dindar” parti… 13 senedir “Yetim hakkını çalmayın” diye
yırtınanlar da “dinsiz”… Öyle mi?..
Haliyle sen
“dindar parti” ile koalisyon kuracaksın… Belli…
Bizim
için en büyük “milliyetçi” Atatürk’tür… O “dinsiz” partiyi
kuran yani… Biz “Atatürk milliyetçiliğini” biliriz…
Tırnağı olamazsın…
Bekir Coşkun
*
Ama tiyatro yaptınız be(!) korunmasını bilmeyen haliyle
gebe kalır
Hem canım cennete, hem elim bilmem
neremde olsun istiyorsunuz öyle mi? Arkadaş... Ya ben
anlatmaktan aciz bir insanım, yazdıklarım tamamen anlaşılmaz...
Yada bazılarınız anlama özürlü!
Yok efendim...
İstanbul polisi, İtalyanlardan yazılım almışmış... Tüm
kişisel bilgilerinizi bilgisayarınızdan polis merkezine
aktarabilirmişmiş...
Yüzlerce defa yazdım... Affınıza
sığınarak... Çok yalın bir dil ile herkesin anlayabileceği
dil ile tekrar anlatmaya çalışacağım... Reşit insanlarız
değil mi? Hepimiz bir kadın ile erkeğin cinsel
birlikteliğinden >>> doğabilecek <<< sonuçların farkındayız öyle
değil mi?
Cinsel bir birlikteliğin... Uzun vadeli
"sonuçlarına" katlanmamak için değişik yöntemler var...
Prezervatif mesela... Şevkin - ihtirasın "bir anlık"
dalgınlığına veya imalat hatasına kurban olmayan için etkili bir
önlem. Yani hayat dediğin yüzde yüz garantili değildir, ufakta
olsa her şeyde olduğu gibi bu "işte de" ufak bir riziko var!
O halde... Sen gereken önlemleri aldığın taktirde neden
korkuyorsun? Bir tarafları yiyorsa... Sıkıyorsa benim
ağımda veya denetimimde bulunan bilgisayarlara... Bir şey
yapsınlar da göreyim!
Bilişim... Ama özellikle
güvenlik konularında esas olan gören göz ve gizliliktir... Üç
kişinin bildiği bir şey, ikisini öldürdüğün taktirde güvendedir!
Kaspersky... Bu yazılımın 100 kadar türevlerini buldu...
Yani bu İtalyan şirketinin ipliği pazara çıktı... Sen
korkuyorsan... Ya yaptığını yapmayacaksın yada önlemini
alacaksın!
Not: Gizlilik "abidesi" stuxnet Iranda uzun
süre keşf edilmeden işlevini görmüştü
***
10.07.2015
Suratında şeytanlar bilmem ne yapıyor
Sabah, öğle, akşam... Aç, şaşmaz mutlaka görürsün...
Dikkatle yüzüne bak... Göreceksin... Suratında şeytanlar
bilmem ne yapıyor!
Birde derler ki... Gözler ruhun
aynasıdır, halt etmiş bunu diyen... Suratına bak... Ruhunu
oku... Suratında şeytanlar bilmem ne yapıyor!
*
Lazım, lazım ama ne lazım?
Allah
büyüklerimizi ama özellikle ana ve babalarımızı başımızdan eksik
etmesin... Son zamanlarda, her halde kendim de
ihtiyarladığımdan olacak... İster istemez büyüklerimle daha
fazla haşır neşir oldum, olmak "zorunda" kaldım...
Gençlikte... Evet, değişik nedenlerden dolayı karşı cins
lazım... Tabiat kanunu(!)... Ama... İnsan dediğine esas
ihtiyarladığında hayat arkadaşı lazım... Vefalı elini, son
ana kadar bırakmayacak sıcacık bir el... Bir nefes, burukta
olsa bir tebessüm!
Erkeğin sona kalması kötü... Hem de
çok kötü... Kendimden biliyorum ve özellikle yaş geçtikçe...
Yalnızlık zor... Türkiye'ye zorunlu yalnız gidip geliyorum,
rezilim çıkıyor!
Yalnızlık Allaha mahsus derler...
Sevdiğinin, yoldaşının ömrü vefa etmedi... Yaşlılık zor,
yalnızlık dayanılmaz... Yalnız kaldın... Allah kapılara
baktırmasın... Allah cümlemize hayırlı evlatlar versin...
Bizleri yıkayıp - paklayacak, doyuracak, koruyacak ve
ilgilenecek... Sevgi, şefkat ve saygıyla bakacak evlatlar
nasip etsin!
*
Dağdan geldi, hakkıyla bağdakini kovuyor
Hayat görmesini bilene çok şey öğretir... Hep hayatın
olumsuz yöneylerini yazıyorum iktibası bırakmamak için bu
satırları "kaleme" alıyorum!
Bazılarımız görse...
Konuşmasına, Türkçesine bakarak... Salt aşağılamak için "ne
olacak Kürt karısı" der işin içinden sıyrılmaya çalışır...
Bende diyorum ki... Sen o Kürt karısına kurban ol!
Hiç
bir zaman saklamadım... Hep söylerim, yaşadığım müddetçe de
söylemeye devam edeceğim... Din, dil, ırk veya hangi millete
mensup olduğunun benim için hiç bir önemi yok... Benim dikkat
ettiğim tek şey insan evladı mısın, değil misin(!)
Elinden bal akıyor... Yemin ediyorum... On binlerce dolar
para kazanan aşçının elinden bu lezzeti yakalayamazsınız...
Böreği, çöreği, dolması, köftesi yok böyle bir şey... Bir
ordu erkeğin içine sal... Gözün ardında kalmaz... Her
kadın kocasının adını taşıyamaz!
Cahilmiş... Sen onun
içindeki cevhere bak... Öğrenme azmini gör, ondan sonra
konuş... Kılık kıyafeti yerinde değilmiş... Gerçekten bu o
kadar önemli mi?
Gerçekten önemli olan... İnsan evladı
mısın, değil misin sen ona bak!
***
11.07.2015
Sevgi
fedakârlık ister
Sanki ısmarlamışım... Ama
yemin ediyorum yazdıklarım "gerçek"... En azından Alman
televizyonunun yalancısıyım... Dün televizyonda bir haber
dikkatimi çekti... Olay Almanya'nın kuzey denizine yakın bir
kasabada geçiyor... Kız babası nesillerdir balıkçı... Bu
mesleği sürdürecek erkek evladı yok!
Genç kadın evlenmek
istediği adamı ailesiyle tanıştırmak için eve getirir... Baba
bakıyor bunlar ciddi ciddi evlenmeyi düşünüyor... Damat
adayına diyor ki:
"Kızımı sana veririm ama işini bırakıp
benimle birlikte balıkçı olursan! Yok, olmam dersen başka damat
adayı beklerim."
Genç çaresiz kabul ediyor... Ve
yıllardır kayınbabasıyla kuzey denizlerine açılıyor!
İnsanlığı... Sevgiyi, saygıyı, hoşgörüyü, gerekli hallerde
fedakârlığı öldürmeyelim!
***
12.07.2015
Pedagoji ve
psikoloji üzerine
Her meslekte olduğu gibi
pedagojide her babayiğidin harcı değildir... Okuyabilirsin,
öğrenebilirsin ama icraatta gelince apışıp kalman an meselesi
olabilir!
Bilişimle pedagojinin ne ilgisi var diye
sorabilirsiniz... Vallahi bu mesleğe adımımı attığımda...
Hobim ile insanlardan uzak beni ve ailemi geçindirecek bir
kazanç alanı arıyordum... Bilgisayarlar, sonradan dahil olan
robotlar ilgi alanımın merkezindeydi... Akıl edemediğim bu
makinaların insanlar tarafından kullanıldığı... "Zorunlu"
olarak pedagoji ve psikoloji ile de ilgilenmem zaruri oldu!
Konuşmasını Allah rızası için bile olsa sevmem... Dün
kardeşim soruyor "Ağabey sen küçükken konuştuğun zaman sana bir
şey mi yatılarda konuşmuyorsun?" Yooo, vallahi billahi bir
şey yapmadılar, sevmiyorum o kadar :) Okuma, yazma o başka...
365 gün 24 saat!
Her ana - baba aynı zamanda da birer
pedagogdurlar... İyi veya kötü birer pedagog olduklarını ise
yıllar sonra anlıyorlar... Pedagojinin olmazsa olmazı
psikolojidir... Diplomalı eğitmen değilim ama bana bir şeyler
öğrenmeye gelenin de... Gerekirse kafasına vura vura...
Bazen ise şakayla karışık bilgileri beynine yerleştiririm...
Ve ister inanın ister inanmayın... Küçük, büyük...
Öğrencilerim, sertliğimden bazen şikâyetçi olsalar bile genelde
memnunlar!
Oğlumu hiç sınıfta kalmadan bu günlere
getirebildim... Bu benim başarım mı? Hayır... Öncelikle
kendisinin sonra onu emanet ettiğim pedagogların sayesinde bu
günlere geldik. Ben, sadece yönlendirdim ve denetledim!
İyi bir pedagog karşısındakinin "ruhunu okur", ona nasıl
yaklaşması gerektiğini kısa zamanda çözer!
Anneler,
babalar... Çocuklarımız bazen bizim yetersiz kaldığımız
alanlarda iyi eğitim almış, mesleğinde başarılı pedagoglara
ihtiyacı vardır. Gerekirse kendimizden özveride bulunarak
çocuklarımıza bu imkânı tanımalıyız!
***
12.07.2015
Nankör kedi
Bu yazım tüm ağabey ve ablalara atfedilmiştir...
Bilirsiniz bu dünyada nankör kediler ikiye ayrılır... İki
bacaklı ve dört bacaklısı vardır... Ben önce dört bacaklıdan
başlamak istiyorum!
Kardeşim daha doğrusu dayday
hayvanları çok sever... Bundan bir süre önce evlerine kedi
geldi, kedinin gelmesiyle muhabbet kuşlarının evden çıkması bir
oldu... Tabi hayvanları sokağa atacak halleri yok...
Çaresini benim başıma atmakta buldular... Yemesi - içmesi,
pisliği bir tarafa tüyüyle uğraş dur... Hayatımda en nefret
ettiğim şey kıl ve tüydür... Dayday hatırına katlandık!
Lafı uzatmayalım... Hürrem, kedilerinin adı. Dadayla
arası yok... Dada hayvana çeşitli eziyetler ediyor o da
fırsat buldukça tırmıklıyor... Yani al gülüm ver gülüm
meselesi... Beni ilgilendirmiyordu!
Ta ki...
Kardeşim, yeğenlerim ve kocası hayırlı bir nedenden dolayı
"babasının evine" gelene kadar. Bu babasının evi meselesine
ayriyeten değineceğim.
Arkadaş... Kardeşim ve
ailesinin başımın üstünde yeri var... Ama Hürrem neyin nesi
oluyor?
Çaresiz buna da eyvallah çektim... Hayvan
deyip geçmeyin, hem vallahi hem billahi bu canlılarında ortamı,
keyfi, alıştıkları bir düzeni var!
Kedi ilk günleri allak
bulak oldu... Ev aslında geniş, herkese yer var, kaldı ki
oğlan üniversiteye gideli odası boş... Kedinin karargâhını
banyoya kurdular, kedi maması felaket koyuyor... İlk günleri
eve girmemle birlikte midem alt üst... Ulan ben sizin
kedinizin de, sizin de gelmişini geçmişini (...) İnsan nelere
alışıyor, bende kokuya alıştım... Hayvan korka korka
ortalıkta dolaşıyor, çevresini tanımaya çalışıyor... Yeminle
kediye acımaya başladım... Hatta sevdim diyebilirim...
Yanlış anlaşılmasın hayvanları bende çok severim ama evin içinde
değil!
***
Kendi evlerindeyken... Değil
bedenini kafasını bile sokak kapısından dışarıya çıkarmazdı...
Ali (kardeşimin kocası) hayvanı bir gün bahçelerine çıkarmışta
kedi feryat - figan kendini eve atmış, dolapların arkasına
saklanmış!
Yani korkak bir ev kedisi... Kardeşiminim
de dediği gibi benim evime giren acil psikolojik tedaviye
ihtiyaç duyuyormuş. Ne olduysa Hürrem'de evime geldikten sonra
oldu... Kabak çiçeği gibi açıldı. Eve sokabilene aşk
olsun!
Ne hikmetse karnı acıktığında eşimin ayakları
etrafında dolaşır... Mirnav, mırnav... Hadi dadayı
tırmalıyor anladık, işi düşmedi mi bir tırmıkta benim hatuna...
Neyse günler böyle geçmeye başladı... Bir sabah balkon
kapısını açtım yerde bir tarla faresi ölüsü... Bilmem bilir
misiniz? Kediler "sevdiğine" hediye getirir..
***
Sağlık nedenlerinden ve hava alamadığım için bendeniz oturma
odasına taşındım. Ameliyattan önce neredeyse boğulama nöbetleri
geçiriyordum diyebilirim (Aort nefes borusuna baskı yapıyor,
Aort çapı 8,2 cm normali 2 cm civarı), ameliyat sonrası biraz
düzeldi ama hala küçük odalarda kalamıyorum. Psikolojik bir
nedenden dolayı değil kışın ortasında bile kan - ter içinde
kalıyorum (Klaustrophobie değil yani). Oturma odasında eksi 10 -
15 derecede oturuyorum. Sıcak neredeyse bayıltacak, aşırı soğu
bile sıcaktan daha iyi kaldırıyorum. Anlayacağınız benimki
yaşamak değil aslında canlı bir cesedimde durumu idare ediyorum
işte! Yatak odasında neden kalmadığımı ve gelecek hediyenin
neden bana getirilmiş olamayacağını anlattıktan sonra devam
edelim.
"Bizim" Hürrem işi azıtmaya başladı... Tüy -
müy ne bulursa evin içine getirmeye başladı... İçimden din -
iman gidiyorum ama bozuntuya vermiyorum... Ta ki bir gece...
Başka bir tarla faresini yatak odasına, yatağın üzerine bırakana
kadar... Aklı sıra eşime hediye getirdi, iyi niyetine diyecek
yok ama... Annem o fareyi görseydi kestirmeden tımarhanelik
olurdu, eşim keza... Bende sigortalar attı... Bu kedi
yarın sabah bu evden çıkacak!
Bir görecektiniz, gerçekten
görmeye değerdi :) Hepsinin suratından düşen bin parça...
Hele Dayday öf de öf... Ama emir demiri kesermiş derler!
***
Tadilat diyemeyeceğim... Kardeşimin evi sanki
bomba düşmüşte... Evden arta kalanı toplamaya
çalışıyormuşsun gibi... Bahçeleri diz boyu ot, ev toz
duman... Ancak bir - iki oda toplandı!
Neyse... Ben
ertesi gün sabah evden çıktım, dün akşam söylediğimi unutmuş
gibiydim... Daha doğrusu kedinin evden gideceğine dair en
ufak bir ümidim yoktu... Akşam eve geldiğimde... Kedi yok!
Herkes toplandı sofraya oturacağız kedi nerde diye sordum?
Kediyi kendi evlerine götürmüşler hem de sabahın köründe...
Herkes ama özellikle dayday üzgün... Sofra toplanıyor herkes
odasına çekilmek üzere aldı beni bir düşünce... Ya kediye bir
şey olursa... Ya kedi korkarsa, arkadaş aklıma gelmeyen
kalmadı... Ertesi sabah doğru kardeşimin evine... Tırım
tırım Hürrem arıyorum... Neyse bir köşeden çıktı, onu görünce
derin bir ohhh çektim... Ama hanımefendi bana hiç bir şekilde
pas vermiyor... Küsmüş... Hem de ölesiye!
Ben
çıkmak üzereyken kardeşim eve ders çalışmak üzere geldi...
Akşam bizde kedinin 1 saate yakın şikâyet ettiğini anlattı...
Allah bilir kendi dilinde neler, neler anlattı...
İnanmıyorsunuz değil mi? Ev hayvanları gerçekten hem
küsebiliyor hem de şikâyetlerini "dile" getirebiliyor... Bak
sen şu zilinin yaptığına... Benim evimde, "benim sayemde"
>>>benliğini<<< buldu... Kovulunca da küstü... Nankör kedi
ne olacak!!!
Devam edecek
***
14.07.2015
Seni görmek
bile ağlamak için başlı başına bir sebep
Yunanistan'a bakıyor seni düşünüyorum... 13 yılda yediler,
bitirdiler, sömürdüler seni... Yandaşa, yoldaşa, yabancıya
pazarladılar... Çaldılar, çırptılar... Seni uzaktan görmek
bile ağlamak için başlı başına bir sebep!
*
Hırsız arsızca konuşuyor, nasılsa milletin kendi
dilinden haberi yok
Herif hem kaçAK saray
yaptırıyor hem içinde oturuyor... Yetmedi Türkiye
Cumhuriyeti... "Yeni" cumhurbaşkanlığı makamını külliye
aşağı, külliye yukarı diye adlandırıyor(!)
Peki...
Külliye ne demek?
Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre: Bir
caminin çevresinde cami ile birlikte kurulmuş medrese, imaret,
sebil, kitaplık, hastane gibi çeşitli yapıların tümüne verilen
ad.
Vikipedi söyle tarif ediyor (özet): Külliye, cami
ile birlikte hamam, medrese, mektep, imaret, türbe, kütüphane,
aşevi, darüşşifa, kervansaray, çarşı, tekke, zaviye binalarından
oluşan yapılar topluluğu. Külliye, İslam toplumunun vakıf hukuku
sistemi ve hayrat kavramını geliştirmesiyle ortaya çıktı.
Merkezindeki yapı camidir. Cami en az cuma namazlarındaki
zorunlu toplanma yeri olması yanında bir forum ve ilim, tören ve
müzakere merkeziydi. Külliye bu merkezi tamamlayan yapılardan
oluşur. Osmanlı Dönemi külliyeler açısından en ünlü örneklere
sahiptir. Külliye içinde ve dışında han, çarşı, fırın, değirmen,
mum imalathanesi, boyahane, sal-hane, bayram ve pazar yerleri
gibi ticaret amacıyla kurulmuş yapılardan elde edilen gelirler
külliye giderlerine ayrılırdı. Sosyal hizmet olarak üretilen
külliye kavramının temelinde halka parasız hizmet ilkesi vardır
*
Ne şehittir ne gazi bok yoluna gitti Niyazi
Hepimizin, her an karşılaşabileceği bir durum...
Trafikte, yolda, kahvede, kafede... İki kişi kavga ediyor...
Sen ayırmaya kalkıyorsun ve birisi sana bıçağı takıyor... Az
mı insan öldü bu yüzden... Az mı eş, yavuklu, çocuk ve ana -
baba, kardeş gözyaşı döktü bu yüzden... Ne şehittir ne gazi
bok yoluna gitti Niyazi!
Bilmem anlatabildim mi?
*
Benim bunda suçum ne?
Dünyaya ilk olarak
ben gelmişim... Benim bunda suçum ne?
Yıllar sonra
bana kardeş gelmiş... Benim bunda suçum ne?
Bu kardeş
kız olmuş... Benim bunda suçum ne?
Yıllarca kız diye,
ben ağabeyim diye işin yoksa koruyup kolla... Benim bunda
suçum ne?
Bekârlığımda... Kız kardeş değil mi? Bir
Ağabey olarak insan kardeşinden okkalı bir Türk kahvesi
isteyemez mi? Yıllarca bana tükürüklü kahve içirmiş...
Benim bunda suçum ne?
Gençlik hevesi çekmişim altıma
Porsche'yi... Bir sabah kalktım, araba boydan boya
çizilmiş... Sonradan öğreniyorum... Hanımefendiyi
yollamamışım bir gece öncesi gideceği yere o da arabayı
çizmiş... Benim bunda suçum ne?
Evlendim... Eşime
hediye aldığım zaman... Kaynanadır hadi kıskanmasın diye
anneye de al... Anneye alıp da görümceye almamak olur mu?
Benim bunda suçum ne?
Ben olmuşum 50... O kırkına
girecek... Hala kendisiyle yetmedi çoluğu - çocuğu ile
uğraşıyorum... Benim bunda suçum ne?
Söyleyin a
dostlar... Yok mu bu ağabeyler için bir çıkış yolu?
Benim... Tüm bunlarda suçum ne???
***
15.07.2015
### Dikkat ###
Dikkat ### Dikkat ###
Koalisyon Hükümetleri,
Koalisyon Protokolleri, Hükümet Programları ve Genel Kurul
Görüşmeleri
Henüz okumaya fırsatım olmadı... Ancak göz
gezdirebildim... Buna rağmen >>> çok değerli <<< bir çalışma
olduğu belli!
Siyaset ciddi bir uğraştır... Laf olsun
diye, menfaat sağlamak için, dostlar alışverişte görsün diye
yapılmaz... Hele yarım yamalak bilgilerle kahve köşelerinde
"tartışılsın" diye icat edilmemiştir!
Birinci cilt 986
sayfa
http://www.gurbuz.net/Turk/Koalisyon%20Hukumetleri%20I.pdf
İkinci cilt 1050 sayfa
http://www.gurbuz.net/Turk/Koalisyon%20Hukumetleri%20II.pdf
Üçüncü cilt 832 sayfa
http://www.gurbuz.net/Turk/Koalisyon%20Hukumetleri%20III.pdf
*
Külliye
Külliyenin ne anlama geldiğini
geçen günlerde irdelemiştik... Birlikte hatırlayalım...
Bir cami etrafında... Yani >>> merkezinde <<< caminin olduğu
"hizmet binalarının" tümüne verilen ad!
Bu zibidi neyi
temsil etme iddiasındaydı? Türkiye Cumhuriyetin,
Cumhurbaşkanlığı makamını... Laik bir devlete dini görüşlerin
merkezde yer alamayacağı için, ya bu zibidi yanlış makamı temsil
ettiği iddiasında, yada Türkiye Cumhuriyeti devleti resmen
laiklik ilkesini devre dışı bıraktı. Ama laikliğin devre dışı
kalması da söz konusu olamaz çünkü bu ilkeler manzumesinin en
azından büyük bir bölümü hala yürürlükte. Yani Türkiye tam bir
din devletine dönüşmedi, dönüştürülemedi(!)
O halde...
Bu hırsız, zibidi - zübük yanlış yerde, hala hayal peşinde!
*
Medyanın sosyal sorumluluğu
Bir önceki
yazımın nedeni CNN Türk kanalında yayınlanan bir haberdi...
Buna göre Zibidi - Zübüğün külliye kelimesini kullanmasını
"olağan" karşılasak da... İster yazılı, ister görsel basın
sosyal sorumluluğu ve Türkçemizi >>> doğru <<< kullanmak namına
son derece hassas olması gerektiği de açıktır!
Onun
düştüğü hatanın aynısına düşmek yakışık almaz!
Tüm
medyayı, buna webmasterlar da dahil olmak üzere bu konuda
gereken özeni göstermeye davet ediyorum.
***
Ziraat politikası ve sanayileşme
Güncel
Türkçemizde tarım sektöründen söz edilmektedir... Ancak bana
göre sektör kelimesi bu bağlamda yanlış kullanılmaktadır çünkü
bu faaliyet alanı çoktan sektör olmaktan çıkarak "dev" bir
sanayiye dönüşmüştür.
Çiftçi... Artık el emeği - alın
teri ile ürettiğinden geçinememektedir... Çiftçinin yerini
ağır sanayide olduğu gibi bazı büyük, çok büyük kuruluşlar
almıştır... Yegane hedefleri... Asgari maliyette ile
maksimum kazanç sağlamaktır... Ürün kalitesinin önemi
yoktur... Aynı durum hayvancılık içinde geçerlidir!
Bu
yüzden biyolojik tarım, biyolojik hayvancılık yine gündeme
gelmiştir... Ancak samanı, gübreyi ve hatta hepsinden
önemlisi tohumu bile ithal edecek duruma düşen Türkiye için
bunları konuşmanın, yazmanında pek bir anlamı yoktur!
AKP
sağ olsun... Padişahım kaçAK sarayında çok yaşa(!)
***
16.07.2015
Paspaye
Recep Tayyip Erdoğan malumunuz daha İstanbul belediye
başkanlığı döneminde AB(D) ile çok sıkı fıkı bir ilişki
içeresindeydi... Yetmedi değişik ve birbirinden değerli
araştırmacı yazar sayesinde biliyoruz ki bu ilişkilerde yabancı
istihbarat örgütleri de büyük rol oynuyordu... Gel zaman git
zaman... Türk siyaset sahnesine Kemal Kılıçdaroğlu diye Recep
Tayyip Erdoğan'dan daha az alçak olmayan bir varlık türedi...
Ve bu varlık Türkiye Cumhuriyetinin kurucu partisinin başına
getirildi... Hangi şartlar altında bu makamı işgal ettiği
sanırım hala hafızalardadır!
2015 yılı seçimler öncesi
değişik ama birbirinden kıymetli internet sitelerinde olası bir
AKP - HDP koalisyonuna dikkat çekiliyordu. Bu haberlerin,
bilinçli yalan haber olarak yayınlanıp yayınlanmadığını zaman
gösterecektir.
Zaten benim de niyetim bu konu üzerinde
durmak değil... Daha çok olası... Ve AKP - HDP
koalisyonundan çok daha tehlikeli muhtemel bir senaryoya
dikkatinizi çekmektir!
Recep Tayyip Erdoğan kadar olmasa
da Kemal Kılıçdaroğlu da insanlarımızın bir kısmının gözünü
boyamayı, daha doğrusu perdelemeyi başardı. Bunu nereden mi
biliyoruz? Başta sosyal medya olmak üzere değişik internet
sitelerindeki yorumlardan, dost sohbetlerinden, çevremizden(!)
Peki bu "kalın" ışık sızdırmaz perdelere ne gerek var? Var...
Çünkü... Hesap açık, hesap henüz kapatılmadı...
Hatırlarsanız birileri göğsünü gere gere Büyük Ortadoğu
Projesinin eş başkanıyım diye gerim gerim geriniyordu. Büyük
Kürdistan, Diyarbakır'ı Ortadoğu'nun yıldızı yapma, Büyük
Kürdistan'a Akdeniz'de sahil en azından ama liman hayalleri
henüz masadan kalkmış değil!
Öyle veya böyle... Bu
plan hayata geçirilecek, geçirilebilirse... Göstermelik,
dostlar alışverişte görsün misali IŞID ile "mücadele"... Ki,
Irakta Saddam Hüseyin'i, Libya'da Kaddafi'yi hatırlatırım...
İsteseler, menfaatleri gerektirse diğerlerinde olduğu gibi
IŞID'i çıktıkları yere geri sokamazlar mı sanıyorsunuz veya
bugünden çok daha etkisiz hale getiremezler mi? Birden bire,
onca zamandan sonra Iran ile anlaşmaya varılması... Tüm
bunlar tesadüf mü sanıyorsunuz?
Şu bir gerçek ki büyük
bir ihtimale birileri Recep Tayyip Erdoğan denen soysuzdan ve
AKP'sinden umduğunu bulamadı. Olduğundan çok daha kudretli
sandı... Ve... Kemal Kılıçdaroğlu ile Erdoğan'ın sırtını
kollamayı planladı... Devlet Bahçeli zaten bana dokunmayan
yılan bin yaşasın, dönen tekerleğime kimse çomak sokmasın
hesaplarındayken Erdoğan karşısında etkili ve tepkili olamazdı!
İyi polis, kötü polis misali... Birinin yolsuzlukları
diğerinin "namus abidesi" ilan edilmesiyle etkisizleştirilmeye
çalışılması çocuk kandırmacasından başka ne olabilir?
Hala... On üç sene sonra bile bu paspaye siyaset anlayışıyla
başarılı olabileceklerini sanıyorlar ya herhalde Türk milletini
olduğundan çok daha salak zannediyorlar. Ancak...
Gözlerimiz bir kartal kadar keskin... Duyularımız
hassasiyetlerinin doruk noktasında... Göğsümüzün iman...
Yüreğimizin Atatürk milliyetçiliği ile dolu olduğunu
unutuyorlar!
Gezi direnişinin başlaması... Erdoğan
saltanatının sonu oldu... Millet geçte olsa uyanmaya
başladı... AKP söylemi yerle yeksan oldu... Atatürk
gençliği, Atatürk milliyetçiliği... Türk milletinin Atasına
bağlılığı bir yere kadar oyunu bozdu(!)
Muhtemeldir ki...
Bilmem ne karısı gibi gerisini bir o yana bir bu yana sallayan
siyaset anlayışıyla milliyetçiliği, Türklüğü bir ret eden, bir
sarıp sarmalayan... Bu siyasetiyle oy kaybına sebep oldu.
Dolayısıyla bir AKP - HDP koalisyonu dikenli bir yola dönüştü.
Buna rağmen hedef asla gözden kaçırılmadı... Ve bu hedefe en
azından bugünün siyasi koşullarında ulaşmanın en uygun yolu...
Bu Cumhuriyeti kuran... Bu Cumhuriyetin yılmaz savunucusundan
faydalanmak olduğu kanaatine varıldı.
Hala
anlamadıkları... Anlayamadıkları... Bu millet geç uyanır,
aklı ya kaçarken ya s.çarken gelir... Ama bir ayağa kalıtımı
da önünde kimse duramaz... İster Çanakkale olsun ister Gezi
olsun bunun açıkça kanıtıdır... Hevesiniz kursağınızda
kalacak!
***
17.07.2015
Katolik misin?
Doktor akli sağlığını kontrol etmek için uzunca bir sohbet
başlatıyor... Taa ikinci dünya savaşı anılarından başlayarak
güncel konulara varana kadar geniş bir yelpaze içeresinde bu
sohbet gerçekleşiyor. Konu dine geliyor... Doktor soruyor:
"Katolik misin?" Yaşlı kadın cevap veriyor:
"Hristiyan'ım!" Doktorun yüzünde bir tebessüm ile "doğru
cevap" diyor!
Yüzümde soran, sorgulayan bir ifade görmüş
olmalı ki... Doktor bana da gülümsüyor... O an kafama dank
ediyor!
Bizleri ayrıştırmaya çalışan... Yok sen
Alevisin, yok sen sünnisin, yok sen şusun busun diyenin...
Anadolu hoşgörüsünü mezhep mezhep ayrıştırmaya çalışanın
aksine... Cümlenizin bayramını kutlar, esenlikler dilerim.
Önder
*
Almanya'da bayram
Tabii sırf Almanya'ya
özgü değil... Yurtdışı gurbetçilerinin hepsi... Hepimiz...
Bayramları böyle geçiririz... Buruk ve özlem içeresinde...
Buna rağmen öncelikle ailelerimiz yani çoluk çocuğumuzla...
Bazen eş ve dostla... Buruk ve özlem içeresinde!
***
18.07.2015
Yurtdışında yaşayan Türk gençlerine yönelik
Demin bir Türk genci geldi... Türkçesi berbat, ...yom
aşağı ...yom yukarı!
Dilinizi doğru dürüst telaffuz
(söyleyiş) etmek istiyorsanız... Çok basit bir kural var...
Yutma... Türkçede hangi kelimeyi söylersen söyle... İlk ve
son harfi vurguladın mı telaffuzun düzgün olur!
Telaffuz
Konuşma dilinde kelimelerin söyleniş biçimine telaffuz
denir'. Etkileyici bir konuşmada konunun içeriği kadar telaffuzu
da önemlidir. Güzel bir konuşmada vurgu ve tonlamanın doğru
yapılması kadar' kelimelerin doğru telaffuzu da önemlidir'.
Söyleyiş güzelliğini sağlamanın en önemli yollarından biri
Türkçenin ses dizgesini çok iyi bilmektir'. Türkçe konuşma
açısından büyük kolaylıklar' sağlayan özelliklere sahiptir. Bu
özellikleri şu şekilde sıralayabiliriz:
- Türkçe
genellikle yazıldığı gibi konuşulur, konuşulduğu gibi yazılır.
- Türkçe ses yönünden zengindir'. - Türkçenin sesleri
gırtlaksı, burunsu olmadığı için hırıltılı bir' nitelik taşımaz.
- Türkçedeki ünlü ve ünsüzler rahat çıkışlı seslerdir. -
Büyük ve küçük ünlü uyumları telaffuzu büyük ölçüde
kolaylaştırır.
Telaffuz özelliklerinden biri de vurgu ve
tonlamadır. Konuşma ve okumayı canlandırmak için vurgu ve
tonlamaya dikkat edilmelidir. Vurgulamanın anlamı belirlemede
önemli bir işlevi vardır. Bir kelimenin anlam değişmelerini
belirtmede vurgudan yararlanılır. Gerektiği yerde vurgu ve
tonlama yapılmazsa ya da yanlış, eksik yapılırsa sözün duygu
değeri kaybolur. Ayrıca sesin, telaffuzun, söyleyişteki müziğin
ortaya çıkması gerçekleşmez.
Hiçbir alfabe bütün sesleri
göstermeye yetmez. İnsan gırtlağından onlarca farklı ses
çıkabilir ancak herhangi bir dile ait bir alfabe bütün sesleri
karşılayamaz. Örneğin Türkçede kullanılan üç çeşit "e" sesi
vardır. Bunlardan bir tanesinin alfabede karşılığı vardır.
Telaffuzun doğru ve güzel olabilmesi için bazı seslerin
kullanıldıkları sözcüklere göre değişebileceği de
unutulmamalıdır.
"Beş, ermiş" sözcüklerinde "e" sesi "i"
sesine yakın kapalı ve dardır. Telaffuz edilirken dudaklar' ve
çene açısı "i"de olduğundan biraz açıktır'.
"Şehit, elek"
sözcüklerinde daha açık bir sestir'.
"Erken, evde"
sözcüklerinde "e", "a"ya yaklaşan en açık "e"dir.
Duraklama
Ses çıkarmak için soluk almaya ihtiyacımız
vardır. Konuşurken hava ihtiyacını elde etmek için az veya çok
duraklamaya ihtiyaç vardır. Söz söylemenin doğallığı
çerçevesinde soluk alma ve duraklama gerekir. Soluksuz ve
duraklamasız bir konuşma monotonluk kadar anlaşabilme eksikliği
doğurur.
Okunan metinlerde durak yerleri çeşitli
noktalama işaretleriyle gösterilir. Bazı metinlerde noktalama
işaretleri yeterli olmaz. Bunun için okuma sırasında konunun
akışına göre duraklar oluşturmak zorundayız.
Konuşur ve
okurken durak yerlerine yeterince önem vermez sık sık kısa
duraklamalar yapmazsak, bol ve derin soluk alma ihtiyacı
duyarız. Bu da gürültülü soluk almamıza neden olur. Gürültülü
soluk alma bir kusurdur. Bunu önüne gerekli yerlerde yapılan
duraklarla geçilir.
Vurgu
Konuşurken veya okurken,
bazı hecelerin veya sözcük gruplarının diğerlerinden daha
baskılı, şiddetli ve yüksek sesle söylenmesine vurgu adı
verilir.
- Söze duygu değeri katar. - Dinleyicinin
dikkatini uyandırmak anlamın kavlanmasını kolaylaştırır. -
Sesi, söyleyişi, sözdeki ezgiyi canlandırır.
Vurgular
çeşitlidir; başlıcaları şunlardır:
- Cümle vurgusu -
Sözcük vurgusu
Cümlede anlamca en önemli sözcük, vurgu
ile belirtilir. Cümlede vurgunun kaynağı yüklemdir. Bu yüzden
yükleme en yakın sözcük vurguludur. Konuşmada ise istediğimiz
öğeyi vurgulamak kolaydır. Ancak yazarken vurgulanması gereken
sözcükleri yüklemin yanma yazmalıyız. Çünkü yazıda, yüklemden
uzak bir kelimeyi vurgulu okutacak hiçbir belirti ve kural
yoktur. Sadece uzun cümlelerde özne yüklemden uzak ise
vurgulanır çünkü fiilden sonraki en önemli unsur öznedir.
Dayıma o kitabı ben verdim. "Ben" sözcüğü cümlenin
vurgusudur.
İlk yağmur damlası dün düştü bu çorak
topraklara. "Dün" sözcüğü cümlenin vurgusudur.
Yürüyorum gurbeti gönlümde duya duya. Yüklem başta olursa
cümlenin vurgusu kendisi olur.
Koca Ali, bu kararı
duyunca ömründe ilk defa olarak sarsıldı. "Koca Ali" cümlenin
vurgusudur.
Sözcük Vurgusu
Türkçede kural olarak
vurgu genellikle sözcüğün son hecesindedir. İstisnalar hariç,
sözcüğe ekler getirildikçe vurgu son heceye doğru kayar.
Çiçek, çiçekçi Bu örnekte çiçek sözcüğünün vurgusu son
hecesindeyken ek alınca vurgu eke kaymıştır.
Bazen vurgu
sondan önceki hecelerden birinde olur. Bu tür istisna durumlar
şunlardır: Yer adlarında vurgu ilk hecededir. Ankara, Samsun,
İzmir...
Sonu -ya ile biten yer adlarında vurgu sondan
bir' önceki hecededir. Sakarya, Sibirya...
Zarf ve
bağlaçlarda vurgu ilk hecede olur. Önce, yalnız, ayrıca...
Ön sesle pekiştirilmiş sözcüklerde vurgu baştadır. Sımsıkı,
koskoca...
Dilimizdeki Arapça ve Farsça kökenli bazı
sözcüklerde uzun heceler vardır. Bu sözcüklerde vurgu uzatılan
hece üzerindedir. Katil, mukabil, zekî...
Türkçede bazı
ekler vurgusuzdur ve vurguyu önlerindeki heceye atarlar.
Bekleme, insanca, konuşmadan...
Alıntı
http://www.diledebiyat.net/dil-ve-anlatim-dersi/9-sinif-dil-ve-anlatim-dersi-konu-anlatimlari-ve-etkinlik-ornekleri/9-sinif-dil-ve-anlatim-dersi-telaffuz-konusu
***
19.07.2015
Doğan
zaruretten dolayı
Evet, cehalet "tüm"
kötülüklerin anası olabilir... Ama iyi eğitim almış olmak
ille kötülüklere karşı bir zırh olabilir mi? Veya iyi eğitim
almış olmak her derde devamıdır? Okul veya öğretmen dediğin,
insana >>> her şeyi <<< öğretebilir mi? Bu mümkün mü?
Atalarımız bile ne demiş? İnsan dediğin... İyi olur
Allahtan kötü olur kuldan bilirmiş!
Hayat... Ve
şüphesiz Allah'ın her bireye özel yazgısı... Yani alın
yazısı, kader dediğimiz... Değil midir bizi kaba hatlarıyla
yönlendiren... Ve yine insan değil midir zekâsıyla, acısıyla
- tatlısıyla yaşam tecrübesinden faydalanarak çizilen o kaba
hatta, inceden, yön veren? O halde... Yaşam en iyi
eğitmen, öğretmen ve birinci sınıf okul!
Yeter ki sen
zekanla, tüm duyularınla hayata dahil ol!
*
Evrensel bir kural
Değişmez!!!
Evrenseldir, nereye giderseniz gidin... İster geçmişte olsun,
ister gelecekte... Bizzat yaşayarak şahit olduğumuz gibi
şimdiki zamanda... Evrensel bir kuraldır değişmez!
Okumuş insan... Tahsili ile toplumun içeresinde bir yabancı
gibidir, sırıtır(!) Ve zor zamanlarda mesela savaş
zamanlarında... Soyut veya somut devrim başka bir deyişle
ihtilal günlerinde... İlk hedeftir, ya tutuklanır yada
öldürülür... Çünkü okumuş insan ışıktır, çevresini
aydınlatır... Ve bu ışık bir kez saçılmaya başlarsa kolay
kolay karalatılamaz... Bu yüzden, vakit henüz varken...
Söndürülmesi gerekir(!)
***
20.07.2015
Ey gidi
Makedon ey
Pers ordusu karşısında askerler
irkilir... Pers ordusu sayıca üstündür... Büyük Makedon
vaziyetin vahameti karşısında... Askerlerini
cesaretlendirmek için der ki: "Sizlerin gördüğünüzü bende
görüyorum... Ama onları yeneceğimizden en ufak bir şüphem
yok! Çünkü... Hiçbiriniz vaziyeti benim gözlerimle
görmüyor, göremiyor" Ve Büyük Makedon'un ordusu sayıca üstün
olan Pers ordusunu gerçekten yener!
Bazen insanlar bir
durum karşısında ümitsizliğe kapılırlar... Dünya başlarına
yıkılır sanki çözüm yok gibidir... Ama bu bakış açısına
bağlıdır... En ümitsiz anlarda bile hep bir çıkış yolu
vardır... Yeter ki çıkış yolunu görmesini bil Lider
dediğin... Aşikâr olan karşısında bile... Çözüm yolunu
bulan insandır!
*
Minare yıkılmış ama mihrabı yerinde
Zamanında... Yani gençliğinde güzel, kimi zaman şehvetli...
Yaşının ilerlemesine rağmen hala güzelliğini korumayı başarmış
kadınlar için kullanılan bir ifadedir. Ancak ben bu ifadeyi
İnternette çok sözü edilen, bazen, kimse kusura bakmasın,
abartılı bulduğum "faşizan bir milliyetçiliğe varan" bir durumu
tanımlama için kullanacağım.
Haliyle akla gelen soru
güzel bir kadın ile milliyetçiliğin ne alakası olduğu...
Sabır efendim, sabır... Öncellikle milliyetçiliğin dayandığı
kaidelere bakmamız gerek... Bir milleti diğer milletlerden
"ayıran" en belirgin özellik öncelikle kullandığı dildir!
Sonra... Kullandığı dil vasıtasıyla nesneleri karışıklıklara,
yanlış anlamalara sebebiyet vermeyecek şekilde düzgün bir
şekilde tarif ederek üreteceği eserlerdir. Bu eserlerin başında
mimari gelir, sanat dediğimiz ve en geniş anlamıyla burada
kullanılmak suretiyle devam eden… Edebiyat ile doruk
noktasına varan tüm eserlerin manzumesidir!
Bu manzumenin
tümüne bir topluluğun kurduğu medeniyet denir(!)
Açıkça
görülebileceği gibi dil tüm bu çabaların başında yer alır çünkü
medeniyetin temelidir. Süreklilik arz edebilmesi için dile, yazı
gerekir. Bir dilin fonetiğini en “düzgün” şekilde gelecek
nesillerde aktarabilmek için işaretler gereklidir. Medeniyette,
ticarette, harekette, berekette “düzgün” bir dil ve yazısıyla
başlar. Devamını ise dile ve yazıya getirilen kurallar belirler!
Neyse lafı fazla uzatmaya gerek yok… Biz yine güzel
kadınlara, milliyetçiliğe ve medeniyete dönelim. Haliyle uzun
bir zaman biriminde gelişen medeniyet yine o topluluğun insancıl
yanlarıyla da kaynaşmaya başlar. Biz bunlara örf ve adet,
gelenek ve görenekler* deriz. Ve insan alışkanlıklarının
esiridir. Hani derler ya “kuş yuvada gördüğünü yapar” diye işte
o mesele. Bu konuda önemli olan insanın aşırıya kaçmamasıdır.
Çünkü insanlar gibi toplumlarda yani medeniyetlerde sürekli
karşılıklı bir etkileşim içeresindedir. İnsan mensubu olduğu
topluluktan guru duyabilir, bu olağandır, yeter ki aşırıya
kaçarak diğer insanları, kurdukları medeniyetleri aşağılamaya
başlamasın.
Nasıl güzel bir kadın yıllar geçse de hala
eski güzelliğinden bazı şeyleri muhafaza edebiliyor ve insanlar
buna hayranlık duyabiliyorsa, medeniyetlerde eski ihtişamından
bazı eserleri günümüze kadar taşıyabilmiştir. Ülkemiz bu konuda
çok zengin olmasına rağmen, hep iddia ederim Türkiye dünyanın en
büyük açık hava müzesidir diye, toplumumuz bu zenginliğin ve
güzelliğin farkına varamamaktadır. Farkına varamadığı gibi büyük
bir olasılıkla bu eski medeniyetlerden etkilendiğinin de
bilincinde değillerdir. Nerelerden başlasam bilmiyorum ki
Hititlerden, Sümerlerden, Hristiyan havarilerine kadar bizi biz
eden o kadar çok “dış etkenler” var ki saymakla bitmez! Dünya
tarihine bu bakımdan imza atanlar arasında mutlaka Mısır, keza
Romalılar veya Yunanlılar gelir. Neden? Çünkü medeniyetlerinin
başlıca mimari veya sanatsal eserleri hala her açıdan hayranlık
uyandırmaktadır. Yine edebiyat alanındaki başarılarını kim
kanıksayabilir? Çağımıza geldiğimizde… Mesela Rus edebiyatını
sever misiniz? Neden Rus yazarlar dünya klasikleri arasında
yer alır?
Evet efendim… Medeniyet bir toplumun kendi
için veya insanlığa kazandırdığı değerler ile ölçülür. Yaklaşık
yedi milyar insanın yarısı kadar kadındır. Her kadının kendine
has güzelliği olsa da, güzeli, çok güzeli azdır. Bu açıdan
bakıldığında gerçek medeniyetler güzel bir kadın kadar nadirdir
ve zaman… Bu güzelliğe dokunamamıştır!
Gelelim
milliyetçiliğe... Milliyetçilik tıpkı bir kadına karşı
duyulan aşk gibidir... Aşk fedakârlık ister... Kimi zaman
sevdiğin uğruna ölmeyi göze almaktır... Kimi zaman
mücadele... Ve aşkın sürekliliği için gayret ister... Hep
almak değildir aşk dediğin, karşılıklı bir alış veriştir!
İşte böyle dostlar... Medeniyet dediğin tek dişi kalmış
canavar değildir(!) En azından bu söz her zaman geçerli
değildir. Çünkü medeniyet yıkılmış olsa bile mihrabı yerinde
kalır ve aradan yüzlerce, binlerce yıl bile geçse ihtişamından
bir şey kaybetmez. Hele milliyetçilik hiç kolay değildir her
şeyden önce özveri ister!
* Bu tanımlamaların “ince”
ayrıntılarına ilgi duyanlar için güzel bir kaynak:
http://www.kadinlarkulubu.com/forum/index.php?threads/orf-adet-gelenek-gorenek-nedir.173529/
***
21.07.2015
Saldım çayıra,
Mevla’m kayıra
Sizin bu konuda ne düşündüğünü
bilemem… Ramazan ayında 17 kadın katledildi… Bayramda
trafik kazasında ölenlerin sayısı 100… Dün Suruç… Tüm bu
yaşananlarda AKP’nin sorumluluğu yadsınamaz… Ancak… Acaba
diyorum, yok yani aklıma gelmiyor değil… Toplum olarak, tüm
bunlar ve daha birçok başka konu… Yıllarca bastırılmış
duyguların, düşüncelerin dışa vurumu olabilir mi?
Denetim
ve kurallar neden vardır? Kurallara uyulmaz, denetim görevi
ciddiye alınmayarak… Gerekli tedbirler zamanında alınmazsa
ne olur?
*
Bugün Sözcüde okudum
Fuat Avni yazmışmış...
Söyleyebileceğim tek cümle var:
Eğer bu millet, Recep
Tayyip Erdoğan, ailesi ve yandaş - yoldaşından hesap sorarak bu
herifleri darağacına göndermezse, yazıklar olsun bu topluma!
*
KAOS
Geç verilen görevlendireme...
MHP daha doğrusu pabuçlarımın milliyetçisi Devlet Bahçeli...
Bombalar, eylemler... IŞID ve PKK'nin "kudurması"... Ve
daha bilmediğimiz kim bilir neler neler... Bunlar boşuna
değil... Yeter ki AKP ve Recep Tayyip Erdoğan iktidarda
kalsın... Vatan, millet ne kadar zarar görürse görsün...
Kim ölürse ölsün... Yeter ki AKP ve Recep Tayyip Erdoğan
iktidarda kalsın!
*
Bilmem biliyor musunuz?
Rus tarihi ile
ilgilendiniz mi bilmem... Siyasi sistemler ile
ilgileniyorsanız, kenarından köşesinden Rus tarihi hakkında
bilgi edinmiş olmanızda gerekir(!) Kendini Avrupa'ya biraz da
kaba kuvvetle kabul ettirmiş, Avrupa saraylarına kız vermiş, kız
almış, böylelikle Avrupa monarşisi ile akrabalıklar kurmuş,
halliyle zamanla aristokrat bir zümrede "kendiliğinden"
oluşturmuş bir imparatorluk!
Bizzat değişik görgü
şahitlerinden duyduğumu aktarıyorum, bunların arasından birini
seçerek sizlerin taktirine sunuyorum:
"...Günlerce
yürüdük, yol kenarları insan ölüleriyle doluydu, içinden
geçtiğimiz köylerde taş üstünde taş kalmamıştı. Çocuklar
nöbetçilerimizden ekmek dileniyordu. Yol boyunca bize katık
vermediler. Sonunda esir kampına getirildik, yüksek dikenli
teller içeresinde derme çatma baraklar vardı. Esir kampı
etrafında balta girmemiş ormanlar, küçük bir köyün kenarına
kurulmuştu. Bu köy diğerlerine nazaran daha az tahrip görmüştü.
Buna rağmen insanlar belli ki açtı(!) Subayları erlerden
ayırdılar. Subaylar barakalara, bizler ise kuru toprak üzerinde
yerleştirildik, Aramızda şanslı olanlar biraz saman üzerinde
yatıyorlardı. Gardiyanlarımız günde bir kez bize biraz su ve bir
lokma ekmek veriyorlardı. Ancak subaylara günde iki kez yemek
getiriliyordu. Çok şaşırıyordum, köydeki çocuklara yemek
vermiyorlardı ama >>> düşman <<< subaylarına günde iki kez yemek
geliyordu..."
İnanması zor değil mi? Bende
inanamadığım için etraflıca araştırdım ve anlatılanların gerçek
olduğu kanaatine vardım. Ve başladım düşünmeye... Bir subayı,
erden ayıran ne? Eğitim!
Eğitimsiz insanın sürüsüne
bereket... İyi eğitim almış ve mesela subay olmuş insan
sayısı ise az... Ve bu insanlar o zamanlar genelde
aristokrasi mensubu... Bu insan düşman dahi olsa onun
eğitimine gösterilen hürmet(!) Kendi insanını aç bırakmak
pahasına da olsa.
***
22.07.2015
Kalbe giden
yol
“Erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer”
derler. Bu genellemeye katılmamakla birlikte bir yere kadar
gerçeklik payı olduğunu itiraf etmeliyim. Mesela ben… Evet,
lezzet dolu bir elin yanı sıra aradığım ve olmazsa olmaz olan
bazı “ayrıntılara” daha dikkat ederim, fiziki güzellik gelip -
geçicidir o başka. Ama konu ben değilim, yine de yukardaki
ifadeyi doğrulayacak bir anımı sizlerle paylaşmak isterim. Bir
gün bir iş arkadaşım sohbet esnasında bu cümleyi sarf etti
“erkekler, açık buzdolabı kapısı karşında açlıktan ölebilirler”.
Doğrudur, kadın yerden göğe kadar haklı. Çoğu zaman bir
tarafımıza zor geldiği için, bazen ise bir yumurtayı tavaya
kıramayacak kadar beceriksiz olduğumuz için söyledi her halde
yukarıdaki cümle!
Ya kadınlar? Kadının kalbine giden
yol nereden geçer?
Kural hep aynıdır... Ve bu kuralı
dikkate alıp bu "işi" nasıl becerebileceğinizi de bilirseniz...
Gerisi “çocuk oyuncağı”!
Kadın yedisinde de, yetmişinde
de kadındır… Bu >>> asla <<< değişmez... Ve lambaya püf
dediğinizde… Güzeli, çirkini yoktur… Yani geceleri, bütün
kediler karadır!
Kadının kalbine giden yol ki istisnalar
kaideyi bozmaz… Kadının ruhunu okşayabilmekten geçer!!!
Bütün bunları neden yazdım biliyor musunuz? Sanki bir
bardak su istiyormuşum gibi olacak ama… Kadınlarımızı
öldürmeyelim(!)
Onlar bize her zaman eş… Kimi zaman
sevgili, çoğu zaman ise yoldaş… Kadınlar nadide bir çiçektir
demeyeceğim… En azından bazıları çok dikenli birer çalı…
Buna rağmen ömür denen uzun yol… Vefakâr bir eş ve en azından
eş kadar önemli yoldaşız çekilmiyor!
*
Biz Türk'üz, Iranı da geçeriz...
Yıllar
önce böyle başlık atmıştım bir yazıma... Ve gerçekten, Iranı
geçtik(!) Mollalar gelsin bu iş nasıl yapılır AKP'den
öğrensin!
Ve bugün tarihe tekrar bir not düşeceğim...
Zaman haklılığımı veya haksızlığımı gösterecektir... Biz
Türk'üz... Öyle fazlaca sıkıntıya, baskıya hele zorlamaya
gelemeyiz... IŞID bizlerle çok fazla uğraşma... Tepemizi
attırırsan sizi ananızın bir tarafına geri sokarız!
***
24.07.2015
Ne uğruna
Yine başa döndük…
Aslında anaların gözyaşı hiç dinmemişti…
Onlar hep ağladı, ağlıyor!
Akdeniz’e Kürt koridoru…
Recep Tayyip Erdoğan denen şerefsizin ne pahasına olursa
olsun iktidarda kalması…
Fırat ve Dicle nehirlerinin Türk denetiminden çıkarılarak
güvence altına alınması!
Aslında anaların gözyaşı hiç dinmemişti…
Onlar hep ağladı, ağlıyor!
***
25.07.2015
Poggendorff
illüzyonu
Poggendorff illüzyonu hakkında yazacak
değilim, ilgilenen, merak eden okusun, öğrensin… Algılama,
özellikle ama AKP seçmenin bakar körlüğünün, çağrışım yoluyla
“bilimsel” açıklaması olduğu için bu başlığı seçtim.
Konumuz aslında farklı… Muhtemel bir AKP – CHP koalisyonu…
Daha önceleri de yazmıştım, koalisyonlar ve özellikle büyük
koalisyonlar ille kötü değildir… Gerçi koalisyon bittiğinde
ortaklardan biri mutlak kaybeden olur ama… Buna rağmen, her
şeye rağmen… Dünyada bunun birçok örneği vardır… Ama
neredeyse her şeyde olduğu gibi… Söz konusu Türkiye olunca
mutlaka bir cıvıtma olmak zorundadır… Aslında olmak zorunda
mıdır, yoksa bizlere özgü bir zorunluluk mudur onu da
bilmiyorum!
Diğer ülkelerde siyasi görüş, ekonomi algısı,
toplumu ulaştırmak istedikleri nokta açısından farklılık arz
eden partiler bir mutabakat metni çerçevesinde ülkenin
sorunlarına derman olmak için yola çıkarlar. Aslında bu bir
noktaya kadar Türkiye içinde geçerlidir. En azından AKP öncesi
böyle bir durum vardı(!)
Şimdilerde ise… AKP – CHP
koalisyonunun olmayacak duaya âmin demek gibi bir şeydir!
Nedenine gelince… AKP açısından, siyasi duruşu itibarıyla CHP
dışında her partiyle koalisyona girmesi mümkündür. Tercihen bu
ortak MHP olabilir. Taban ve tavan görüş birliği içtersindedir.
CHP’ye gelince… Cumhuriyet Halk Partisi (dikkatinizi çekerim
Y-CHP’den söz etmiyorum) varlığını, benliğini böyle bir
koalisyona evet diyerek yitirmeyle karşı karşıya kalacaktır.
Bunun başlıca sebebi ise Recep Tayyip Erdoğan denen şerefsiz
hırsızın AKP üzerindeki “ağırlığıdır”. Bu tür bir koalisyon iki
erkeğin veya iki kadının evliliğine, birlikte yaşama arzusuna
benzetebiliriz. İkisi de, girdikleri “yatakta” aynı anda “erkek”
olmak isteyecekleri için ister istemez kıyamet kopacaktır.
Mevcut siyasi oluşum içeresinde Cumhuriyet Halk Partisi
ihtiyar bir kurt misali, sürünün diğer fertlerini yerine göre
koruyup kollayacak, kimi zaman tüm kurtların önüne geçerek yol
göstermek zorunda kalacaktır. Bunun başka çıkış yolu ve çaresi
yoktur!
***
26.07.2015
Bir ülkenin sınırı cetvel ile çizilmez, kan ile çizilir!
***
27.07.2015
Ama bu
Müslümanlık değil ki
"Hz. Muhammed aleyhissalatü
vesselamı, hak Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim
ki, Fırat kenarında bir oğlak kaybolsa (yahut bir kurt bir
koyunu kapsa) korkarım ki kıyamet gününde onun bile hesabı
Ömer'den sorulur!"
Koyundan geçtim... Milletin
kuzucukları sokaklarda boğazlanıyor... Kan gövdeyi
götürüyor... Onlar hala Sünni, Alevi bilmem ne ayrımı
yapıyor!
***
28.07.2015
Ama bu
milliyetçilik değil ki
Milliyetçi dediğin önce
vatan ve millet diyen değil midir? Göz göre göre vatan elden
gidiyor.. Vatan alev alev yanıyorsa... Ve başka çıkar yol
yoksa, milliyetçi vatanı için şeytanla bile işbirliği yapmaz mı?
Yapmıyorsa eğer ya bu işte bir iş var... Yada bu insan
milliyetçi değil!
*
Hitleri anlamak
Gerçi kendi tarihinden
ders almayan... Kendi tarihine değer vermeyenden bunu
beklemek hayalperestlik olacak ama... Türkiye'de yaşadığımız
şu anki durum... Bundan onlarca yıl önce Almanya'da yaşanan
duruma tıpa tıp benziyor... Almanlarında sanki nutku tutulmuş
gelişmeleri izlemekle yetinmişlerdi... Kimse, yok yalan...
Birkaç istisna dışında kimse tepki vermiyor salt izliyordu...
Almanya'yı başlarına yıktılar!!!
Bölündüler!!!
Hesap verme zamanı geldiğinde... Herkes üç maymunu oynadı...
Kimse, yok yalan... Birkaç istisna dışında kimse tepki
vermiyor salt izliyordu... Herkes üç maymunu oynadı!!!
*
Ama bu Atatürkçülük değil ki
Asosyal
değilim... Ama sosyalde değilim... Sosyal medya denen
ortamda yazıyorsam... Hatır içindir!
Tek nedeni
gençler ve benimle görüş veya fikir birliği yapmasa da...
Çelişkiyi his eden, zihniyetin her söylediğinin doğru
olmadığının farkındalığına varan insanlar içindir çünkü benim
mecram gerçek sitemdir. Ama bu sayfalardan çok daha farklı
insanlara ulaşabiliyorum ve bu zihniyet karşısında bu insanlarda
en ufak bir şüphe uyandırabiliyorsam ne mutlu bana !
Bu
yaşa gelene kadar... İnsan denen varlığın bin bir şeklini
gördüm... Asosyal değilim ama “insandan”… İğrendim...
Hayal kırıklığına uğradım... Bu yüzden kendi kabuğuma
çekildim... Şairin dediği gibi: Homo sum, humani nihil a
me alienum puto Ama... İnsan olmanın ne demek olduğunu da
öğrenmedim değil... İnsan olmak hiç kolay değil... Öyle
insanlarla tanışma şerefine erdim ki... Kendi insanlığımdan
utandım!
Evet, kendime Atatürk milliyetçisi diyorum...
Öyle olduğuma inanıyorum... Ve inşallah Atatürk gibi
olağanüstü bir insanı bir nebzede olsa anlayabilmişimdir(!)
Ne diyor Atatürk ilkelerinde? Halkçılık... Halkçılık,
siyasetin veya sorumluların halkın sorunlarına çözüm üretmesi
değil midir?
Almanya'da yaşıyorum... Bin bir çeşit
insanla ve yine nedenini bilmemekle birlikte... Yelpazenin en
geniş anlamında... Her türlü insan ile iletişim kurma
fırsatı yakalıyorum... Nazi'sinden, PKK'lısına, sosyal
yardıma muhtaçtan - akıllara durgunluk verecek derecede zengin
olanına kadar insanlarla tanışma ve konuşma fırsatı buluyorum ve
tamda bu yüzden kendim ve insanlar arasına mesafe koyuyorum!
Türk bir ana ve babanın evladıyım... Milletimle,
kültürümle, tarihimle… Dilim ile iftihar ediyorum... Ama
Türk olmam... Milletimin, tarihimin, örf ve adetlerin,
gelenek ve göreneklerin, dilimizin bazı yanlışlarını veya
çağdışılığını tenkit etmeme engel değildir!
Doğruya
doğru, yanlışa yanlış diyemedikten sonra… Nerede kaldı benim
insanlığım? Türk demek, ne demek? Öncelikle saygı demek,
mertlik demek… Bak bir etrafına… Saygıdan, mertlikten eser
yok!
Gözlerimle gördüm… İnsanın nasıl
canavarlaşabileceğini… O korkuyu yaşadım, kimi zaman geliyor
ve o korkuyu yine, yine, yine yaşıyorum… Ölüm korkusu…
Sevdiklerini yitirebilme korkusu çok farklı bir duygu… Vatan
toprağına ayak basmak, gönlerde al bayrağın salındığını görmek…
Denizin kokusunu ta ciğerlerinin en son köşesine kadar
çekmek… Yaşamak, yaşatmak!
Yaşamak bir ağaç gibi tek
ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine…
İşte Atatürkçülük
budur!
*
Ey hırsız duy beni
Hiç bir siyasi
manevra senin darağacıyla tanışmanı engelleyemeyecek!!!
*
Gaz
Sıvı bir maddenin ısı etkisiyle gaz
haline gelmesine buharlaşma denir... Gaz veya biz buna buhar
diyelim... Doğru kullanıldığında insanoğlunun çağ atlamasına
sebep olmuştur!
Gaz son derece güçlüdür... Gaza gelen
iflah olmaz... Yanar, yıkılır, kül olur!
Gaz doğru
kullanıldığında ise refah getirir, ilerleme sağlar! Bilmem
anlatabildim mi?
*
Sona eren NATO toplantısı ve Almanlar neden "iki yüzlük"
yapıyor?
Öncelikle şu tespite bulunmakta fayda var...
Öyle gösterilmek istense de... PKK tüm Kürt kökenli Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlarının temsilcisi değildir... NOKTA!
Nedenine gelince o da apaçık ortada... Kürt kökenli
vatandaşların bir kısmı PKK sempatizanı, PKK hedeflerini ve bu
hedef uğruna yöntem ve ilkelerini benimsiyor ama... PKK
sempatizanından çok Türkiye Cumhuriyetinde komşularıyla iyi
ilişkiler ve barış içeresinde yaşamak isteyen Kürt kökenli
vatandaşımız var. Bu açıdan bakıldığında PKK ve sempatizanları
azınlıkta kalıyor. Tamam mı? Tamam!
Gelelim "bizim"
zibidilerin sergilediği uluslararası tiyatroya... Ve
Alamanlara... Adamlar ne yapsın? Aşağı tükürsen sakal,
yukarı tükürsen bıyık... Kim ülkesindeki huzurun bozulmasını
ister? Bu bakımdan tüm NATO üyeleri gibi Almanlarda IŞID ile
mücadelede Türkiye'yi desteklerken, konu PKK olunca başta
Almanlar yan çiziyor. Çözüm sürecinin devamında ısrar ediyor!
***
29.07.2015
Muhataba
bakarak şaşmamak lazım
Muhatap aldığın adama
önce bir bakacaksın... Belki demode olmuş eski kafalıyım...
Bunun taktiri sizlere kalmış ama... Adam dediğin...
Erkek dediğin... Her şeyden evvel sözünün eri olmalı...
Ağzından çıkan söz ile ortaya koyduğu icraatlar birbirini
tutmalı... Bugün böyle, yarın böyle ikide birde dansöz gibi
kıvırmamalı... Affedersiniz hanımlar ama bunlar birer
değimdir... Karı gibi laf yapıp, karı gibi ağlanmamalı...
Doğru bildiği yoldan şaşmamalı... Erkek gibi masaya yumruğunu
vurduğunda, yer gök inlemeli!
Sen Recep Tayyip
Erdoğan'ı... Abdullah Öcalan'ı... Muhatap alır yola
çıkarsan böyle yarı yolda kalırsın!
*
HDP kendi elleriyle dokunulmazlıklarının kaldırılması
dilekçelerini verdi
Daha önceleri de
yazmıştım... Türk siyaset sahnesinde "Türk" kökenli
partilerde siyaset vicdan ile cüzdan arasında sıkışıp kalırken,
Kürt kökenli vatandaşlarımız siyaseti ideoloji bazında ve
insanlar için yapmaktadır!
Türk siyasi partileri asli
görevlerini hatırlamalı.... Cüzdan ile uğramak yerine
milletin sorunlarına eğilmelidir!
*
Neyi merak ediyorum biliyor musunuz?
HDP'nin ve muhtemel CHP'nin dokunulmazlıkların kaldırılması
hamlesine karşı... AKP... Affedersiniz ama kıçından hangi
yalanı uydurarak bu hamleye karşılık vereceği... En azından
bende merak konusudur... Ancak... Şüphem yok ki, ya
sinirlerimi son derece gerecek... Yada beni katıla katıla
güldürecek bir hamle olacağıdır!
***
30.07.2015
“Bir kadın
olarak sus” ifadesine bilimsel bir açıklama denemesi
Dün, şakayı kaka yapıtım… Bir hanımefendinin paylaşımına
bir yorum yaparak!
Maksadı aşan bir iki satırlık bir
şeyler yazdım… Kabataş yalanına atfen yapılmış bir
paylaşımdı… Gerçi içinde Havva Ana’da geçiyordu ama ben öyle
anlayarak bir şeyler yazdım… Hanımefendinin verdiği tepkiyi
bir kadına yakıştıramadığımı da buradan belirtmek isterim(!)
Vee… Bu son cümle ile asıl meseleye geçiş yapmak
istiyorum… Ben neden böyle bir tepkiyi bir kadına
yakıştıramıyorum veya ağlamaktan sorumlu hükümet sözcüsü Bülent
Arınç neden bir kadın milletvekiline “Bir kadın olarak sus”
diyebiliyor?
Kalıp veya çekmece meselesinden ötürü ama bu
konuya daha sonra tekrar değineceğiz. Öncellikle neden kadının
"çok" konuştuğunu irdelememiz lazım. Bu konuyu doğru
hatırlıyorsam bir kez daha ele almıştım ama tekrarlamakta fayda
var, bu yüzden özet geçeceğim. Meselenin özüne değinebilmemiz
için bundan yaklaşık 40.000 sene evvelsine gitmemiz gerekecek,
belki de daha da öncesine. Bilim, bu konuya bence mantıklı bir
açıklama getirdi. İnsanın diğer tüm canlılar gibi varlığını
sürdürebilmesi için gayret sarf etmesi gerekiyor. Kadının,
doğurganlığından dolayı ve fiziki yapısı itibarıyla daha
doğuştan hareket alanı belirli bir çerçeve ile
sınırlandırılmıştır. Yani kadın erkeğe nazaran sığınağından
(mesela mağaradan) çok fazla uzaklaşamıyordu. Ya buna gücü
yetmiyordu yada bebeğini uzun süre yalnız bırakamıyordu. Bu
yüzden kadın yiyecek bulabilmek için yakın çevresiyle yetinmek
zorundaydı. Mesela insanın yaşayabileceği mağaralar dar bir
alanda toplanıyordu. Taktir edersiniz ki bu durum karşısında
insan az sayıda da olsa, insanın hazım edebileceği gıda
maddelerini bulması zordu. Süreç içeresinde kadınlar yiyecek
bulabilmek için birbirleriyle iletişime geçme ihtiyacını his
ettiler. Yani kadının çok konuşması yaşamsal bir zaruretten
dolayı hasıl oldu. Ya konuşacaksın, iletişime geçeceksin,
soracaksın, bulacaksın yada açlıktan öleceksin!
Bu
"kalıtsal zorunluluğu" günümüzde bile gözlemleyebilmemiz
mümkündür. Hiç çarsı - pazar indirim günlerinde bu ortamda
bulundunuz mu? Maazallah, böyle günlerde kadının önünde
durmamak lazım, adamı parçalarlar vallahi. Her biri birer dişi
kaplana dönüşüyor. Bu paylaşım savaşının öncesi kadınlar, kadın
arkadaşlarıyla genelde iletişime geçerler. "Duydun mu, burada şu
orada bu var" diye. Neyse, hanım okuyucularım kafamı gözümü
patlatmadan konuyu erkeklere getireyim.
Eğri oturup
doğru konuşalım... Allah var yukarıda, kadının çok konuşması
bir zaruretten dolayı da olsa erkek üzerinde olumsuz etkileri
oluyor. Öyle ki bazen insan çıldırabiliyor! Neyse...
Erkek, "güçlü" yapısı itibarıyla ve çoluk çocuğa bakma
zorunluluğu olmadığından dolayı mağaralardan çok daha fazla
uzaklaşabiliyordu. Kadın genelde yeşillikten ve meyvelerden
sorumluyken, erkeğin görevi et teminiydi. Hanımlar bilmeyebilir,
avcılık, yön tayini*, beceri ve sükûnet isteyen bir iştir.
Avlanırken sessizlik mutlak bir zorunluluktur. Mesela ben hasta
bir balıkçıyım, yayın veya levrek avına çıktığınızda vıdı vıdı
konuşursanız eve elleri boş dönebilirsiniz. Yani erkeğin zorunlu
haller dışında konuşmamasını doğal karşılamak gerek. Buda
kadında olduğu gibi evrimin bir gereğidir ve ben bu konuda
hemcinslerimin medar-ı iftiharı olabilirim :) Yani...
Sükût ille ikrardan gelmeyebilir!
Görülebileceği gibi
bazı davranış modellerimizin nedenleri çok ama çok eskilere
dayanabiliyor. Mesela günümüz Türkiye'sinde ben dahil birçok
insan AKP zihniyetine, kadın - erkek ayrımına isyan ediyoruz
değil mi? Peki, 1910 - 1920'lere kadar mesela Almanya'da
denize girmek konusunda haremlik - selamlık uygulandığını
biliyor muydunuz? İnsan gelenek ve göreneklerinin, yetiştiği
ortamın, alışkanlıklarının birer mahsulüdür. Ama aynı zamanda
düşünen insan, iç dinamiklerine "yenik" düşerek ilerleme ve
değişim kaydetmek ister!
Bireysel olarak psikolojik,
toplumsal olarak sosyolojik bir çıkmazdır bizim ki...
Atadan kalma alışkanlıklar ile birçok konuyu kalıplar haline
getirmek veya beli başlı çekmecelere "tıkıştırmak" bizlerin
yaşamını kolaylaştırır. Çünkü bunu yapmadığımız taktirde
beynimiz "kısa devre" yapabilir. İnsan, beyin kapasitesinin
küçük bir oranını kullansa da tabiat tümünü kullanmamızı
öngörmemiştir. Algı yoğunluğu karşısında, insan beyni tüm
algıları işleme koysa, insan dize gelebilir.
İnsanoğlunun
eğitim düzeyi ne kadar yüksek olursa beynindeki çekmece, kalıp
sayısı da o oranda artar.
Bu açıdan bakıldığında...
Basit veya az eğitim görmüş, ufku dar insanın elinde olmayan
nedenlerden dolayı genelleme yapması kaçınılmazdır!
Ne
demiş atalarımız? Üslub-ı beyan ayniyle insan
* Yine
"kalıtsal" bir konu. Kadın fiziki açıdan erkeğe nazaran çok daha
karmaşık bir yapıya sahiptir. Ruh dünyasına ise hiç değinmek
istemiyorum, erkek, kadına nazaran kalas demeyelim odun gibidir.
Kaba saba... Buna rağmen yön tayini kadınların zayıf
noktalarından biridir.
***
31.07.2015
Devlet Bahçeli
Kahpeliğin kitabını yazıyorsun... Alpaslan Türkeş'i
günahım kadar sevmezdim... Ama eminim senin yüzünden
mezarında zıp zıp zıplıyordur... Eğer milliyetçilik anlayışın
buysa... Eğer milliyetçiliği salt "bir avuç" teröriste teslim
olmamak olarak görüyorsan... Milliyetçiliği bu kadarcığa
indirgiyorsan... Senin MHP başkanlık koltuğunda oturduğun her
saniye haramdır... Git önce milliyetçiliğin ne demek olduğunu
öğren... Çanakkale'yi git ziyaret et... Mezar taşlarındaki
>>> isimleri incele <<< bu vatan, bu millet için insanların
neden canını feda ettiklerini anlamaya çalış... Ondan sonra
milliyetçilikten bahis et!
*
Atatürk
Türk gibi cesur, mert ve
saygılı... Fransız gibi nazik ve zarif… Alman gibi
çalışkan, disiplinli ve tertipli… İngiliz siyaset
kabiliyetine sahip!
Yazık bu vatana… Yazık bu millete…
Yazık istikbalimize… Yazıklar olsun bize!
*
Parayla değil sırayla
### Tüm Windows
kullanıcıların dikkatine ### Microsoft Windows 10'u dağıtmaya
başladı... Satış hali ile ilk izlenim olumlu... Her zaman
olduğu gibi, ürün piyasada olgunlaşıyor... Yani henüz hatalar
var ve herhangi bir bilgisayarda sorun çıkabiliyor...
Bilgisayarınız markalı ve bir - iki senelik ise... Yani Dell,
IBM, Siemens, Compaq, HP gibi... Sürücü sorunu yaşamanız
olasılığı oldukça düşük... Buna rağmen upgrade yapmadan
bilgilerinizi güvenliğe almanızı tavsiye ederim... Upgrade
sorun yapmıyor ama ne olur ne olmaz... Diğer tüm
kullanıcılara tavsiyem 1 ay kadar daha beklemeleri olacaktır!
Tablet ve Windows Phone kullanıcıları sizlerde bekleyin.
Ayrıntılara girmeyeceğim. Beklemekte fayda var.
Upgrade
sırasını beklemek istemeyenler... Veya Windows 10'un
DVD'sini isteyenler için:
https://www.microsoft.com/en-us/software-download/windows10
Bu programı kullanmanızı tavsiye ederim. İşlemcinize göre
indirin ve çalıştırın
Önemli not: Korsan Windows
kullanıcıları eğer kullandığınız “crack” profesyonel bir
üründüyse en ufak bir sorun yaşamayarak orijinal ürün sahibi
oluyorsunuz. Bilgilerinize
*
### Kendini Türk olarak tanımlayan herkesin dikkatine
###
Sorunun ve sorunlarımızın bence kaynağı
Türk Dil Kurumu sitesine günlerden beri ulaşamıyorum...
Ulaşamadığım için teyit ettirme şansım yok!
Buna rağmen >
kısa bir araştırma < ile edindiğim sonuç beni şaşırttı. Bugüne
kadar hiç merak etmediğim için araştırmak aklıma bile
gelmemişti.
Ortak kanıya göre Türk Dil Kurumu sözlüğünde
ortalama: Yeni sözlükte TDK'nın Güncel Türkçe Sözlüğündeki
117 bin kelimenin yanı sıra, Bilim ve Sanat Terimleri
Sözlüğündeki 188 bin 866, Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğündeki
217 bin 736, Yer Adları Sözlüğündeki 37 bin 424 ve Kişi Adları
Sözlüğündeki 9 bin 697 kelimenin dahil olduğu, toplam 570 bin
723 sözcük yer alacak.
Dikkat teyit edilmemiş bilgidir!
Buna rağmen farz edelim ki verilen rakamların yarısı doğru.
Bu durum karşısında bile taktir edersiniz ki zengin kelime
dağarcığının yani sıra bu kelimelerin hangi anlama geldiğini de
bilmek gerekir. Daha kolay anlaşılması için bir örnek vermek
istiyorum:
Tıpta her hastalığı bir kelime veya kelimeler
silsilesiyle tanımlamışlar. Bir doktor uzmanlık alanına göre bu
kelimeleri ve anlamlarını tanımalı ki doğru teşhis koysun. Yine
farz edelim ki iki uzman konuşuyorlar ve birinin kelimelerden ve
anlamlarından haberi yok veya bir kelime birden fazla hastalık
için kullanılıyor. Ne olur?
Hanımlar ve Beyler... Biz
kendi dilimize hakim değiliz... Kelimeleri ve anlamlarını
bilmiyoruz... Biraz kabaca olacak ama herkesin anlaması
bakımından;
"Ben diyorum Ankara sen diyorsun götüm kara"
Bence tüm sorunlarımız bundan kaynaklanıyor!!!
***
01.08.2015
Tersi - Yüzü
II
Uzun süre önce bu başlıkla bir yazı daha
yazdığımı hatırlıyorum... Tersi - Yüzü(!) Buda Tersi -
Yüzü II olsun!
Gazeteleri karıştırıyordum... Hep aynı
şeyler... Köşe yazarlarından aynı nakaratlar!
Birden
bire... Ansızın, tepeden inme... İlham geldi, gaipten!
Ben yazdım çizdim, anlatmaya çalıştım... Boşuna...
Hadi beni boş ver, dış kapının dış mandalı... Ne yazar -
çizerler, akademisyenler, siyasetçiler adeta haykırdı... Uyan
ey halkım... Bu gaflet uykusundan diye... Birlik olalım,
birlikten dirlik doğar diye... Boşuna... Hep tersini
yaptınız, hep tersini anladınız!
Birde böyle denemek
istiyorum... Uyu ulan... 24 saat, 365 gün... Gözlerini
sakın açma, Ne dirliği, ne birliği? Birlik - dirlik mi
olurmuş? Herkes kendi yoluna... Sana geber demiyorum...
Çek - süründe demiyorum... Sen yaşa emi... Sen bunu hak
ediyorsun!!!
***
02.08.2015
Bir eşeğin
sıpasına verdiği ceza veya delikanlılıktan erkekliğe geçiş
Biliyorum… Birçok kadın belki bazı erkekler bile tepki
gösterebilir... Vaziyeti anlayışsızlıkla karşılayabilirler.
Ama hayat dediğiniz tozpembe değildir… Ve insan her şeyi
zamanında öğrenmelidir… Almanların bir değimine göre “İhtiyar
bir köpeğe yeni bir şey öğretemezsin” veya atalarımızın değimi
ile ağaç yaşken eğilir!
Bundan seneler önce bir bayram
günü… Namazdan gelmiş kahvaltı sofrasına oturmadan önce ev
ahalisiyle bayramlaşıyorum… Oğlanla manasız - anlamsız bir
sebepten dolayı birkaç gün önce tartışmıştık… Bu tartışmanın
soğuk havası günlerden beri eve hakimdi… Soğuk bir “bayramın
mübarek olsun”… Ne bir el öpme, ne bir kucaklaşma nede sıcak
bir tebessüm… Çok fena tepem attı ama sesimi çıkarmadım…
Ben hayatımda değil anneme – babama bir büyüğüme böyle bir
saygısızlık yaptığımı hatırlamıyorum.
Bu olayın
tesirinden günlerce, haftalarca kurtulamadım… Çocuk desen
değil, herif 18 – 19 yaşlarında… Af etmek mümkün değil!
Verdiğim ceza… Ogün bugündür hiç bir bayramda elimi
öptürmemek oldu… Çok denedi, çok istedi ama geçti Borun
pazarı, sür eşeğini Niğde’ye… Allah ömür verir yaşarsam…
Bu cezayı düğün ertesi müstakbel gelinimle el öpmeye geldiğinde
kaldıracağım… Yok, önceden ölürsem eğer bu ceza ona ömür boyu
bir ders olacaktır!
Gelelim bunları neden yazdığıma…
Türk örf ve adetlerinde saygının önemi büyüktür… Etrafınıza
söyle bir baktığınızda ne demek istediğimi anlayacağınızı
sanıyorum!
***
03.08.2015
Anladık!
Analar ağlamasın ama babaların yüreği taştan mı?
Yazar, çizer, entel, dantel, medya hepsi ama hepsi analar
ağlamasın nakaratında... İyide... Analar çocuğu tek başına
mı yapıyor? Yok yani, döllenmede babaların hiç mi rolü yok?
İki insanın aşkın meyvesi değilimdir evlat? Doğrudur ana
dokuz ay yavrusunu karnında taşır... Bin bir acı içeresinde
dünyaya getirir ve evladı için saçını süpürge eder... Ya
baba!? Babanın hiç mi emeği, katkısı yoktur evlat büyüyüp
serpilene kadar? Anaların hakkı ödenmez... Analarımız
sırtımızda devri alem yapsak haklarını yine ödeyemeyiz,
ödeyemeyiz!
Ve evlat büyür... Yaşı vatan borcunu
ödeme yaşına gelir... Borçtur, ödenmelidir... Namustur,
gerekirse namusunu korumak için can verilir!
Bir baba
olarak... Daha önce de yazmıştım... Doksan dokuz evladım
olsa... Doksan dokuz evladımın kanı bu vatana ve millete
helaldir!
Ama bir kahpe doğurduğunun iktidar hırsı
için... Değil evladımın canını, saçının bir telini feda
etmem... Edemem... Analar gözyaşlarını dışa akıtırken...
Baba için için ağlar... Analar gibi babalarda ağlar!
Ne ucuz? Elin evladı ele ucuz... Uyan artık... Yeter de
yeter!
***
04.08.2015
B planımız yok
Bir dünya var ve hepimizin bu dünyada yaşıyoruz, başka
gezegenimiz yok... Böyle diyor Barak Obama... Nihayet
Amerika Birleşik Devletleri iklim değişikliğindeki vahim durumu
görerek... Bu konuda gereken önlemleri almak için kolları
sıvıyor!
Ya biz? Bizlerin B planı var mı? Bu
dünyada başka bir Türkiye Cumhuriyeti var mı? Hepimiz bu
toprakların evlatlarıyız... Türkiye'yi kaybetmek demek...
Hepimizin felaketi demek!!!
*
Ölüm kol geziyor
Gelişmeleri esef ve
tedirginlikle izliyorum… Şirnak’ta yine bugün iki insanımızı
kaybettik… Can pazarı, Türkiye’nin dört tarafı… Tüm bu
yaşananlar bir mahlûkun iktidar hırsı… Ve g.t kıllarının
paraya olan düşkünlüğü… Göz dönmüş, dur diyen yok!
Onlar milyar dolarlarıyla saraylarında yaşarken… Sen…
Evlat kaybediyorsun!
Ben sana daha ne diyeyim(!)
***
05.08.2015
Yüzkarası
Şerefli Türk Silahlı Kuvvetlerine yakışmayan bir
"komutandınız"... Değil vatanı - milleti kendi silah
arkadaşlarını bile savunamayacak kadar zayıf, muhtemelen
satılmış bir kişilik sahibisiniz... Siz... Şerefli Türk
Silahlı Kuvvetlerinde, tarihe yüzkarası "Genelkurmay Başkanı"
olarak geçtiniz. Tarih ve bu millet sizi asla affetmeyecektir!
Gelenin, gideni aratmaması dileği ile
*
Ağsiyaseti.org (Netzpolitik.org) ve vatana ihanet(!)
Sağlığım yine çiftetelli oynuyor, göbek atıyor. Bir o yana -
bir bu yana. Bu yüzden ancak bugün yazma fırsatı buluyorum.
Günlerdir Almanya'da yer yerinden oynuyor... Bir
bilişimci olarak ama mesleğimin önemli bir bölümünü oluşturan
kişisel bilgilerin gizliliği ve güvenliği ile ilgili olduğu için
pürdikkat gelişmeleri takip ediyorum.
Almanya'yı bir
tarafa bırakarak... Bu olayın Türkiye için önemli yanına
değinmek istiyorum... Konuyu kısaca özetleyecek olursak...
Onlarca yıldır... Alman devleti basın özgürlüğüne karşı bir
müdahalede bulunmamıştı... Demokratik bir toplumda ifade
özgürlüğüne karşı devletin müdahalesi kadar yakışıksız ve
tutarsız bir eylem düşünülemez. Netzpolitik.org gazetecileri
Alman devletinin önümüzdeki zaman biriminde İnterneti
"denetlemesiyle" ile ilgili bir takım resmi belgeleri sitesinden
yayınladı. Kıyamet bundan koptu...
Başsavcı vatana ihanet
davası açtı... Almanya'da, Türkiye'ye nazaran, değim
yerindeyse eğer, daha az "uysal koyun ve sığır" yaşadığı için
sivil toplum kuruluşlarının yani sıra gençler ve halk büyük
tepki gösterdi. Ve... Siyaset hareket etme ihtiyacı duydu.
Adalet bakanı basın açıklamasında, savcıyla konuştuğunu ve bu
davanın açılmasını doğru bulmadığını söyledi. Kısa kesiyorum,
Merkel falan düşüncelerini açıkladı ve dava kızağa çekildi. Ama
olay saman alevi değildi... Savcı gazetecileri davet ederek
basın açıklamasında bulundu... Siyasetin >>> bağımsız <<<
yargıya müdahale etme hakının olmadığını söyledi... Bunun
üzerine adalet bakanı, Merkel'in onayıyla, savcıyı emekliliğe
ayırdı(!)
Bu gelişmeler tanıdık geliyor mu? Ben ne
uysal koyunum nede sığır... Dünyanın neresinde olursa olsun,
adalet mülkün temeli olmakla birlikte... Bireyin, toplumun
güvencesidir, fırtınalı günlerde sığınacağı limandır...
Hepinizi nerede yaşıyorsanız yaşayın... Adalete, kanunlara
saygılı olmaya ve adaleti korumaya davet ediyorum!
Adalet asla siyasete kurban edilemeyecek kadar değerlidir!
*
Meraktan
dolayı bir soru
Biliyorum çok merak, adamı acele
tarafından eşek cennetine yollayabilir... Buna rağmen...
Mevcut siyasi yelpaze içeresinde... Milletvekilinden - siyasi
parti liderine kadar... Siyasetçi vicdanı kadar kirli başka
bir nesne var mı acaba Türkiye'de?
*
Windows 10 cephesinden
Dediğim gibi izlenimler olumlu... Internet Explorer'in
yerine gelen Edge'e alışmak lazım... Buna rağmen IE tamamen
işletelim sisteminden kaybolmuş değil, ihtiyaç halinde
kendiliğinden açılıyor veya kullanıcı açabiliyor!
En
önemlisi... 2007 Office'ten Office 2013 kadar tüm Office'ler
sorunsuz çalışıyor... Henüz çok erken ama... Gördüğüm
kadarıyla en önemli yazılımlarda da sorun yaşanmıyor...
Windows 10 için çalışan ve güvenilir "activator" arayanlar...
Benim talep ve ihtiyaçlarıma cevap veren bir "ürün" henüz
piyasada yok... Bir altı ay kadar daha beklemek lazım...
Aslında bilindiği üzere buna gerekte yok zaten... Kendi
güvenliğiniz için orijinal ürün kullanmanızda yarar var!
*
Evrensel soru
ve cevabı
Sorular soruyor, fikirler üretiyor,
yorumlar yapıyorsunuz... Ne olacak bu memleketin hali diye?
Halbuki... İnsanlığın sorduğu soru farklı... Hayati,
evreni - her şeyi sorguluyor İnsanlığın sorduğu sorunun
yanıtı çok basit!
Lütfen Google açın... Veeee... Şu
soruyu sorun: answer to life, the universe and everything
Sürprize hazır olun :)
***
06.08.2015
Israil'i ve Filistinli kadınlar Türk ve Kürt kadınlarına
nasıl örnek olabilir?
Bazen benim diyen erkeğin
yapamadığını bir kadın yapar... Ve erkek ağzı açık ayran
budalası gibi bakar kalır!
Haberlerin yalancısıyım...
Israil'i ve Filistinli kadınlar bundan bir süre önce ölen 50
kişinin anısına ilginç bir eyleme imza attılar. Kadınlar
başbakanlık konutu önünde çadır kurarak karşılıklı ölümlerin son
bulması, siyasetin >>> artık <<< bir çözüm üretmesi için eyleme
girdiler. Her kadın ölenlerin anısına 50 saatlik oruca tutuyor.
Şiddet içermeyen, kamu düzenini bozmayan, sesiz ama etkili bir
eylem. Gerçi Türkiye'de de "münferit" benzer olaylar
yaşanmaktadır ama bu gösteriler kesinlikle yetersiz kalmaktadır.
Bakınız "Cumartesi annelerine" bakınız PKK tarafından kaçırılan
gençlerin evlerine dönmesi için yapılan eylemlere.
Canı
gönülden inanıyorum... Eminim... Türkiye'de yaşanan
şiddeti durdurursa, kadın durdurur! Kadınsal sezgiler ve
duyarlılık akan, akıtılan kana dur diyebilir!!!
*
Soruyorsunuz neden şehitler hakkında yazmıyorsun diye
Ne yazayım? Göz yaşını mi? Acıyı mı? Umutla
umutsuzluk arasında gidip gelmeyi mi? Sönen, söndürülen
gencecik hayatları mı? Neyi yazayım arkadaşlar?
Yazılan çoktan yazıldı... Söylenecek >>> son söz <<< çoktan
söylendi... Gerisi... Affedersiniz ama... Almanların
bu konuda çok güzel bir sözü var, tercüme edecek olursak...
Bir taşşak sahibinin harekete geçmesiyle ilgilidir!!!
Ama
nerede? Görünürde yok öyle birisi!
*
Türkiye Dingonun ahırı değildir
Kim
takar Yalova kaymakamını? Artık kaymakamlar bile kamu düzeni
bozuluyor diye... Anayasal hakkınız olan gösteri ve toplanma
hakkınızı... Yasaklayarak > gasp < edebilir(!)
Geçenlerde bence bazen > biraz < aşırı milliyetçi duygular ile
hareket eden... Ve gerçekten değer verdiğim bir hanım arkadaş
bir öneride bulunmuştu... Kürtlere... "Kürtleri temsil
ettiğini iddia eden PKK'nın" yaptığını gözler önüne serelim
diye... Buna gerek yok ki... İnsan olan zaten göreceğini
görüyor... Bundan yıllar önce çok ama çok araştırmama rağmen
> resmi < bir veri bulamamış, oturup bulabildiğim tüm rakamları
toplayarak PKK terörünün Türkiye'ye maliyetini 300 Milyar Dolar
olarak hesaplamıştım. Bu parayla neler yapılamazdı ki? Her
Allah'ın günü Mehmetçikler ölüyor ve Mehmetçiğin Kürdü - Türkü,
Ermeni'si, Hristiyan'ı, Müslümanı yok ki! Her biri bu
toprakların evladı, meyvesi... Ve gözyaşının, evlat acısının
ortak yanı milliyetçi duygulara dayanmamasıdır... Dünyanın
neresine giderseniz gidin gözyaşının anlamı evrenseldir...
Kendine özgü dili vardır ve herkes tarafından anlaşılabilir!
Yine herkes tarafından... Yani dünya kamuoyu tarafından
anlaşılan evrensel bir dil vardır... Halkın sesi... Halk
dediğin bir adaletsizliğe karşı sesini yükseltimi dünya bunu
duyar... Gezi Protestolarını hatırlatırım... Ben halkın
sesi değilim ama bu toprakların bir evladıyım... Ve bu
topraklarda kök salmış ulu çınarda... En uç dallardan
birinde >>> herhangi bir <<< yaprağım... Ancak rüzgar esmeye
başladığında... Tüm yaprakların çıkardığı hışırtı taaa
uzaklardan duyulur!
PKK, Kürtlerin temsilcisi değildir...
Kendi hastalıklı, sapkın düşüncelerinin bir esiridir... Bir
hastalıktır, salgın bir hastalık... Bu hastalığa yakalanan
iflah olmaz demeyin... Tedavisi vardır... Kimisini
kurtarmak mümkün olmayabilir... Onları karantinaya alarak
ölmelerini beklemek... Kimisini ise şefkat ve sevgiyle
tekrar hayata döndürmek gerek!
Yıllarca... Sözüm ona
açılım - saçılım, çözüm süreci, kardeşlik projesi diyerek...
Yılanı deliğinde rahat bırakırsan... Bana dokunmayan yılan
bin yaşasın dersen... O yılan deliğinde... Çoğalır,
güçlenir ve sonunda seni sokar!
Ancak... Bizler
yaşadığımız sürece... Bizlerin yetiştirdiği nesiller var
olduğu sürece... Direneceğiz, sesimizi yükselteceğiz...
Halkın sesi, Atatürk milliyetçilerinin sesini asla kimse
kesemeyecektir... Kimse ama hiç kimse gevşemesin,
rahatlamasın... Bu vatan sahipsiz değildir... Türkiye
Dingonun ahırı değildir!!!
***
07.08.2015
Almanya
yanıyor
Matematik, fizik ve biyoloji… Hayatın
her alanında, her an, her saniyeniz bu tabiat kanunlarıyla karşı
karşıyasınız… Yemek pişirmeden, araba kullanmaya, yüzmeye -
sevişmeye kadar… Yukarıda saydığım dalların tesiri altında
yaşarsınız… Bu yüzden fen biliminin temel kuralları hakkında
bilgi sahibi olmak kaçınılmazdır!
Sıcak… Çok sıcak,
daha da sıcak olacak… Böyle diyor Emre Altuğ… Gelin ben
size bu sıcak günleri ve daha da sıcak geceleri… :) Nasıl
atlatabileceğinizi anlatayım… Bir nebzede olsa daha rahat
geçirebilmeniz için bir kaç öneri;
Birinci yöntem:
Havluyu ıslatarak güneş alan pencerelerinize asın. Etkisi:
Havlu yüzeyi oldukça büyük, kurumak için ısı çekici – nem verici
böylelikle serinletici etkisi, perde veya panjur görevi.
İkinci yöntem: Pet şişelerini derin dondurucuya veya buzluğa
koyun. Şişeyi tam doldurmayın, iki üç parmak hava kalsın, su
donduğunda yüzeyi patlama – taşmaya yol açar. Donan şişeleri
odanıza yerleştirin, eğer serinlemek için pervane
kullanıyorsanız şişeyi pervanenin arkasına koyun. Arka ve ön
arasında fark vardır, isterseniz bir deneyin :) fizik kuralları
işliyor. Arkasına koyduğunuzda buz daha çabuk eriyor ama daha
güzel serinletiyor. Etkisi: Buzun erimesi için ısı çekici
– nem verici böylelikle serinletici
Üçüncü yöntem:
Hanımlar genelde kullanır. Alüminyum folyo. Pencerelerinizi
folyonun >parlak< tarafı dışa gelecek şekilde içten kaplayın.
Etkisi: Perde veya panjur görevi. Güneş ışınlarını
yansıtıcı etkisi
Her yöntem kendine göre bir nebze
serinlik getirecektir. Ancak Bilişimin temel kurallarından
birini yazmak istiyorum:
Ağ mimarisini veya
bilgisayarınızı en iyi korumanın temel kuralı, alınan önlemlerin
toplamıdır!
Umarım serinlemenize… Ülkemizde ve
dünyamızda yaşanan olayları biraz daha serinkanlılıkla
değerlendirmenize biraz da olsa yardımcı olabilmişimdir. :)
*
Süveyş Kanalı
Dün El Sisi Süveyş
kanalını genişletme projesinin açılımını yaptı... Rekor
sayılacak bir zamanda, bir senede, kanal genişletildi...
Gemiler artık geliş - gidiş yapabilecek... Dünyanın en önemli
kanallarından birisi!
Ne diyorlardı? Onlar konuşur AKP
yapar(!)
Aloooo... Recep Tayyip... El alem yapıyor
sen sırf boş vaatlerde bulunuyorsun... Çiğlin projeler falan
filan... Oğlum, ayakların artık yere basın!!!
*
Iman hatipler Türkiye Cumhuriyetinin sonu olabilir(!)
Türkiye Cumhuriyetinin en önemli sorunlarından... Ve
benim son derece önem verdiğim konulardan birdir eğitim!
Bu konuya sayısız defa değinmiş, Türkiye ve dünyadaki somut
uygulamalardan örnekler vermiş, belgeler ile "ispatlamıştım".
Ancak... Nato mermer nato kafa!
Değişen bir şey yok!
Kimse beni yanlış veya istediği gibi anlamasın... Evet,
iman gereklidir. Hatta zaruridir... Çünkü bir imam kimi
zaman bir psikolog, kimi zaman bir sosyologdur... Dini
vecibeleri ve gereklerini öğreterek örnek olmasını bir tarafa
bıraksak bile!
İmamın sosyal hayata önemi büyüktür...
Hele bizim gibi az gelişmiş... Sosyolojiden ve bir psikoloğun
insan hayatındaki öneminden haberi olmayan toplumlar için. Çünkü
cemaat, sırf camide imamın arkasında saf tutmaz onu örnek almaz!
Bu yüzden bir imamın eğitimi önemlidir, hem de çok önemli...
Buna rağmen bu eğitimi alarak kendine ve çevresine örnek olmak
isteyen insan... İmam hatip okulunu bitirdikten sonra mesela
bir doktor olamaz, olmamalıdır... İmam hatip okulu bir meslek
okuludur ve her meslek okulu mevzunun bildiği gibi mesleği
üzerinde yüksek tahsil yapma hakkına sahiptir. Üniversite başka
bir şeydir... Yüksek okul başka bir şey... Aradaki fark o
güne kadar almış olduğun eğitimde ve kalitesindedir!
Bu
yüzden... Lütfen, çok rica ediyorum... Bu konu ivedilikle
ele alınsın ve yanlış yoldan dönülsün!
*
Kafa patlatıyorsunuz, boşuna(!)
Ekim
1927... Gazi Mustafa Kemal Atatürk meşhur konuşmasını
yapıyor... 36 saat süren bir konuşma!
Gazi Paşa gibi
bir insan, neden 36 saatlik bir konuşma yapar? Hiç bu konuda
kafa yordunuz mu? Yormanızda fayda var... Çünkü orada
muhtemel, güncel sorunlarımızın çözümlerden de bahis ediyor!
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde... Türk Dil
Kurumu kuruldu... Temiz Türkçeden, dilden ondan bundan bahis
ediyorsunuz... Tekrar ediyorum TDK, Atatürk önderliğinde
kuruldu... Atatürk önderliğinde gerçekleşen dil devriminden
sonra bile Atatürk, Türkçenin tam anlamıyla Arapça ve Farsça
kelimelerden temizlenemeyeceğini söyledi. Neden? Neden bunu
söyleme ihtiyacı duydu ve muhtemelen bize ne demek istedi?
Hiç düşündünüz mü? Sanmıyorum, ben düşündüm. Hem de çok...
Vardığım sonuç... Doğru - yanlış sizlerin taktiridir...
Değim yerindeyse, kanımıza işlemiştir! Artık dilimizin ayrılamaz
bir parçası olmuştur ve belki yeni kurulan Türkiye
Cumhuriyetinin etnik yapısını da düşünerek söylenmiş bir
cümledir. Kaynaştık dostlar, kan birbirine karıştı(!) Bu kanı
artık ayrıştıramazsın, ayrıştırmaya kalktığında can...
çıkacaktır! Evvelsi gün sormuştum "Evrensel soru ve cevabi"
diye. Google şu soruyu sorduğunuzda "answer to life, the
universe and everything" cevap 42 olacaktır. Dünyanın en kısa
alıntısıdır! Douglas Adams tarafından yazılan romanın "özeti"
diyebiliriz. Mevzu bilim adamlarının evrenin ve hayatin
sırlarını bilgisayar ve matematiksel yöntemler ile çözme
çabasıdır. Ve bilgisayarın cevabi 42'dir! Felsefi bir cevaptır
ve muhtemelen şu denmek istenmektedir: Bazı soruların cevabı
yoktur!
***
08.08.2015
Ne
yapabiliriz, nasıl yapabiliriz?
Bu soruyu iki
cevap olarak ele almak istiyorum... Öncellikle devlet
yönetiminde veya güvenlik konularında söz sahibi olsam ne
yapardım sorusuna cevap arayalım...
(a) Karşımdaki...
Terörist, yani şiddet kullanarak korku vasıtasıyla isteklerine
ulaşmayan çalışan bir gurup insan. (b) Sonra? (a) Etnik
sorunları ve genel hoşnutsuzluğu, bir takım vahim zafiyetleri ve
eksiklikleri kaşıyarak - kullanarak taraftar toplamaya
çalışıyor. En önemlisi taraftarları genç(!) ve daha da önemlisi
aralarında fazlasıyla kadın var. (b) Ne olmuş kadın varsa?
(a) Bekle her şey sırasıyla... Taraftarların genç olmaları
birçok yönden sakıncalı. Genç insan öncellikle idealisttir.
Dolayısıyla bir kere gönül kaptırdı mı onu ikna etmek, yanlışı -
doğruyu göstermek zordur. Sonra genç insan iş - güç, para - pul
ister, meşgale ister. Genç insanın yüreği yufka olur,
adaletsizliğe - haksızlığa dayanamaz, isyan eder. Genç yapısı
itibarıyla isyankârdır. (b) Anladık da ben kadın meselesine
takıldım... (a) Kadın, hele idealist kadın tehlikelidir,
erketen çok daha tehlikeli olabilir ve onu inandığı davadan
döndürmek erkeğe nazaran çok daha zordur. Bunu bilim ve hayat
ispatlamıştır. Unutma, Öcalan'ın korumaları genelde kadındı. Bu
yüzden gençlere yönelik geliştirilen stratejide cinsiyetlere
göre hareket etmekte fayda var. (b) Herkesi ikna etmen
imkânsız (a) Haklısın, bu yüzden ölen - ölür, kalan sağlar
bizimdir! Ama biz yine asıl meseleye dönelim. Terörü
gerçekten bitirmek için meselenin kaynağına inmek, öncelikle
PKK'ya insan akışını kesmek lazım. Bunun için bir taraftan
bölgede yaşanan sosyo - ekonomik sorunlara çözüm üretirken diğer
taraftan PKK'nin gelir kaynaklarını kurutmamız gerekecek. En
önemli gelir kalemleri arasında şüphesiz ki uyuşturucu, sigara
ve haraç gelir. Resmi ağızdan yalanlansa da özellikle uyuşturucu
konusunda Batılı devletlerden yârdim alabiliriz ama bunun için
Bati kamuoyu nezdinde girişimlerde bulunmamız gerekecek çünkü
birçok Bati istihbaratı bilinçli olarak uyuşturucu ticaretinin
içindedir çünkü bir takım operasyonların finansmanı bu şekilde
karşılanmaktadır. Yani paranın izini sür destekçiye de
kaynağında yaklaşırsın. PKK'nin mali imkânlarını kuruttuğun
oranda hareket alanını da kısıtlarsın. (b) ...???... (a)
Bak demin ne demiştim, bu adamlar terörist, yani şiddet
kullanarak korku vasıtasıyla isteklerine ulaşmayan çalışan bir
gurup insan. Yapılanmaları hücre şeklinde, yöneticiler dışında
kimse kimseyi tanımıyor gibi. Tamam sözüm ona bir karargâhları,
kampları ıvır zıvır var ama bu vurucu güçlerini oluşturmuyor,
koordine, lojistik, eğitim gibi faaliyetlerin yani sıra "komuta"
merkezi görevinde. Anlayacağın karşında "düzenli" bir yapılanma
yok, zaman ve mekana göre son derece esnek davranabiliyorlar.
Yani düzenli bir orduyla bu gibi bir yapılanmaya karşı koyman
mümkün değil. Bu strateji ta tarihten bu yana süregelmiş ve hiç
bir düzenli ordu bu strateji karşısında muvaffak olamamıştır.
Bak Rusların Afganistan'da uğradıkları hezimete, bak
Amerikalıların beceriksizliğine. Böyle bir savaşın tek yöntemi
vardır, düşük yoğunluklu savaş stratejisi ve bu stratejiden de
önemlisi MOSSAD'ın yani Israil gizli servisinin uyguladığı
yöntemdir. Dişe diş, göze göz... Yani onlar terör estiriyorsa
sende onların arasında terör estireceksin. Yılanın başını
ezeceksin, çünkü zehir yılanın başındadır. Yöneticileri dünyanın
neresinde olursa olsun bulacak ve öldüreceksin. Bu stratejinin
örgüt üzerinde yaratacağı psikolojik etki vahim olacaktır. Evet,
teröre karşı her yöntem mubahtır, gerekirse psikolojik savaş
bile! Biliyorum şimdi diyeceksin ki küçük askeri gurupların
dağlarda gezip terörist avlamasının da sakıncaları var. Olmaz
mi? Ama bu gerekiyorsa tüm olumsuzluklarına karşın yapılmalıdır.
Zaten kalkıp da tecrübesiz genç çaylakları dağlarda gezdirelim
demiyorum, komando birlikleri olacak, vatansever çocuklar olacak
ve en önemlisi tecrübelerinin yansıra yanlış yollara sapmamaları
için sıkı bir denetime tabi tutulacaklar. Tüm bunların yetersiz
kalacağını bende biliyorum, bu savaş, birçok cephede aynı anda
yürütülmesi gereken bir savaş olacak. Bu savaşın dünya kamuoyu,
kendi kamuoyu tarafı var, maddi ve manevi sıkıntıları olacaktır,
komşu ülkeler ve küresel güçlerin baskı ve tepkileri olacaktır,
entrikalar değişik düzmeceleri belki arka arkaya veya aynı anda
yaşayacaksın. Bu yüzden iki şeyin önemi çok büyüktür; birincisi
tüm sıkıntıları göğüsleyecek ve çözüm üretecek siyasi irade,
ikincisi ise istihbarat! İstihbarat özellikle coğrafyamızda çok
önemlidir, iç ve dış istihbarat mükemmele yakın çalışmalı ve
edinilen bilgileri zamanında ve doğru kanallar vasıtasıyla
güvenlik güçleriyle paylaşmalıdır. Bu bağlamda güvenlik güçleri
de gerekeni gecikmeksizin yerine getirmelidir. Yani uzun lafın
kısası, heriflere nefes almaya bile vakit bırakmayacaksın!
(b) Yani diyorsun ki gidip Kandili, Zap - Map kampını
bombalayarak bir yere varamayız (a) Aynen, inisiyatifi yani
girişimciliği onlar bıraktık mı veya kaptırdık mı tokattın
nereden geleceğini kestiremeyiz. Dizginler bizim elimizde
olmalı, onları hiç beklemedikleri anda, beklemedikleri yerden
vurmalıyız. Kendi devlet kurumlarımızdaki köstebekleri, bilgi,
araç gereç temin eden hainleri açığa çıkarmalıyız. (b) Peki,
siyasi çözüme ne diyorsun? (a) Neyin siyasi çözümü kardeşim?
Evet, haklı oldukları, yerden göğe kadar haklı oldukları konular
var. Ve bu meseleler samimiyetle ele alınmalıdır. Ancak, genel
anlamda öne sürdükleri gerekçeler etnik bir gurubu
ilgilendirmekten çok genel siyasi ve sosyal sorunlardır. Yani
Türkiye Cumhuriyetinin ve tüm vatandaşlarının sorunudur ve çözüm
beklemektedir!
Kısadan hisse... Dizginleri
kaptırdıysan eğer, dizginleri tekrar ele geçirmenin yollarını
arayacak ve bulacaksın. Söz konusu terörse eğer; orantılı -
orantısız güç kullanımı olmaz! Devlet, devlet olmanın tüm
gereklerini yerine getirmelidir.
Hayalperestliği bırakıp
gerçekten neler yapabileceğimize gelelim...
2007'de AKP
ve Recep Tayyip Erdoğan denen yobaza karşı kendime göre siyasi
mücadelemi başlattığımda kendime şu soruyu sordum: Ne yaparım,
nasıl yaparım da insanların dikkatini çeker, gidişatın
yanlışlığına ikna ederim olmuştur. Sorunun yanıtını
tarafsızlıkta buldum, yine mesleki tecrübelim bana yardımcı
oldu. Bir işletmeye gidip sorunlarına çözüm ararken, sorunun bir
parçası olmamaya özen göstermek gerekiyor. Söz konusu insan
olduğunda gerçekçi olmanın, yalan - yanlış konuşmamanın
gerekliliği meydandadır. Bu yüzden haklıya haklı, haksıza haksız
demeyi ilke edindim. Çünkü insanın gözünün içine baka baka
doğruya, yanlış veya yanlışsa doğru demeyi içime sindiremedim.
Bir sonraki soru hedef kitleyi belirleme olmuştur. Bilişimciyim,
bilgisayar yoluyla insanlara ulaşmadan daha doğal ne olabilirdi?
Bilgisayar, genelde genç işi.. Genç dediğinde, o veya bu görüş
olmaz. Olmaz çünkü aklın yolu birdir ve doğruya birden fazla
yoldan gidilebilir, kimisi uzundur kimisi kısa ama hepsi doğruda
kilitlenir. Gerçekler ise tekildir, birden fazla gerçek olamaz.
Bakış açısına inat gerçek tektir. O esnada Atatürk'e karşı
inanılmaz iftiralar, iddialar ortaya atılmaya başlanmıştı. Artık
ar damarı çatlamış, korku kalmamıştı. Her şey tartışılır olmuş,
zihinler iyice bulanmıştı. Yazmaya başladım, Atatürk'ü gördüğüm,
bildiğim gibi anlatmaya başladım. Gençlere yönelik yazıyordum.
Önceleri günde 10 - 20 kadar düzenli ziyaretçim vardı. Ayda 300
kişi sitemi ziyaret ettiğinde bayram ediyordum. Şimdilerde,
düzenli olarak, yazabildiğim taktirde, binlerce ziyaretçim var.
Dünyanın dört bir tarafından. Atatürk'ü anlatan video
kliplerinden tutun, atasözlerimize, yazılımlara, güncel konular
hakkında fikirlerime, örf ve adetlerimizin açıklamalarına ve
gerekçelerine kadar her türlü konuyu işliyor, AaaKaaPee
tarafından bunaltılan genç zihinleri eski berraklığına
kavuşturmaya çalışıyordum. Ve gel gör... Işe yaradı,
stratejim tutu. Bu arada değişik konulara internet bloglarında
da görüşlerimi yazmaya başladım. Çoktandır yazmıyorum artık ama
o günün anılarına hala google'de önder gürbüz diye yazdığınızda
en alt tarafta "önder gürbüz tarafından" önerisini bulursunuz.
Anlayacağınız insanlar beni ve görüşlerimi resmen arar olmuştu.
Tabii her işte olduğu gibi böyle konularda süreklilik esastır.
Sağlığım el verse daha neler yapacağım ama yok... İmkân ve
ihtimal yok! Buna rağmen bende yapabileceklerimle yetinmeye
başlayarak ve mesela derlemelere başladım. Ama benim
yetersizliğim başkalarını engellemez. Bu yüzden imkânım
olsaydı neler yapacağımı ve nasıl yapacağımı yazmak istiyorum.
Başarılı olup olmayacağımı bilmememe rağmen en azından denemeye
değer olduğunu düşünüyorum.
İnsanın yüzüne gülen çok
olur ama gerçek dost azdır. Hele bir amaç uğruna, karşılıksız
yani herhangi bir "ücret" almadan onu çalışmaya, gayret
göstermeye teşvik etmek insan tabiatına terstir. İnsanı harekete
geçirmenin üç "altın" kurallarından biri böylelikle saf dışı
kalır. Geriye iki kural kalır, kalbine veya mantığına dokunmak.
Bunu ciddiyetle yapabilmek için öncellikle "işi" resmiyete
dökmek gerek. Yani çevrenizde iyi tanıdığınız, güvendiğiniz
insanları ve muhtemelen uzakta olan dostları veya sizinle aynı
görüşte olan, aynı hedeflere odaklanan, amacı bir - yolu bir
insanları davet ederek bir nevi "kurultayda" bir ister dernek
deyin, ister cemiyet kurmak olacaktır. Yönetim kurulu üyeleri
belirlenir herkese altından kalkabileceği görevler verilir. Bu
birlikteliğe katılım oranı ilk anda az olabilir. Bunun önemi
yoktur. Öncelikli amaç gerçekten birlikte aynı hedefe varmak
arzusunda olan insanların bir araya gelmesidir. Bir sonraki adım
Devam edecek...
*
De Facto mu De Jure mi? Sizce hangisi daha önemli?
Türk kültürü De Facto dincidir! Yani uygulamada genel
anlamda dinciliği kabul eder... Bu tespiti bir tarafa not
edelim!
Laiklik ilkesi ise en azından bundan 10 - 13 sene
öncesine kadar De Jure idi... Yani laiklik ilkesi hukuken
teşvik edilen bir değerdi!
Dinciyle dindar arasındaki
fark... Geceyle gündüz arasındaki fark kadar belirgindir...
Dinci maneviyatın maddi muhasebesini yapar ve bu muhasebenin
sonucu avcundaki çil çil AKçelerdir! Sorsan, sorgulasan din
konusunda iki kelimeyi bir araya getirerek mantıklı bir cevap
veremez ama kulaktan dolma bilgisiyle ondan daha cahil, ondan
daha yobazın gözdesidir! Dinci kendi görüşünün yansıra hiç bir
görüşe, inanca yaşama özgürlüğü tanımaz. Kısacası bağnazdır.
Dindar insan ise dininin, inançlarının muhakemesini
yapabilecek kadar bilinçlidir. Dininin vecibelerini,
gereklerini, serbestîsini bilen ve yaşayan - yaşatandır. Bu
bakımdan laiklik ilkesi dindar insanı... Farklı inanç ve
görüşleri hayatın her alanında dinciden koruyan ilkedir!
Seçim sizin... Tercih sizin... Hayat sizin!
***
09.08.2015
AK piçlerden
AK açıklamalar(!)
Ne diyor Yalçın Akdoğan?
"...Türkiye hükümeti açısından, PKK unsurlarının bu ülke
topraklarını terk etmesi ve girişimlerini durdurması dışında
hiçbir seçeneğin kabul edilir olmadığını..."
Bak şimdi,
lafa bak... Hani Türkiye güçlü bir siyasi iradeye sahipti...
Hani Türkiye bir "dünya lideri" tarafından yönetiliyordu?
Benim bildiğim gerçekten güçlü bir siyasi irade... PKK,
kayıtsız - şartsız silahlarıyla birlikte >>> teslim <<< olmalı
bunun dışında hiçbir seçeneğin kabul edilmeyeceğini ifade eder,
gereğini yapardı!!!
*
Utanıyorum
Gerçekten utanıyorum...
Aynaya baktığımda sıfatıma tüküresim geliyor... Atatürk
milliyetçisiyim diye kendimle övünüyorum... S.ktir oradan,
sen kim Atatürk milliyetçisi olmak kim?
Binlercesi dün
Almanya'nın Köln kentinde... PKK'ya karşı saldırıların
durdurulması için protesto etti(!)
Heyhat... Gel gör
ki erkek diye ortalıkta dolaşmama rağmen... Elinde baston,
püf desen yıkılacak bir biçareyim... İstesem de elimden bir
şey gelmiyor... Tek yapabildiğim ve onu da yaptığımı
sanıyorum... Diğer vatanseverlere... Atatürk
milliyetçilerine... Gençlere seslenerek... Çok geç
olmadan harekete geçmemiz gerektiğini haykırmak oluyor!
Bırakın kısır tartışmaları... Öze dönün, ilkeleri
hatırlayın... Tek vatan... Tek bayrak... Tek ve
herkesçe anlaşılabilen dil... Kardeşçe ve hakça bir yaşam!
Utanıyorum... Ne ayaklarım tutuyor ne gücüm var...
Elinde baston, püf desen yıkılacak bir biçareyim... Birleşin
artık, harekete geçin artık demekten başka bir şey gelmiyor
elimden!
*
Kurtlar sofrası
Bu yaşıma gelene
kadar... İster mesleki ister siyasi yaşamımda olsun...
Birçok kez kurtlar sofrasına oturmak zorunda kaldım...
Yükseklerde, rüzgar sert eser. Hem de çok sert... Nasıl oldu
da bu sofrada yem olmadım hala kendime şaşarım!
Allah
Türkiye Cumhuriyetinin... Hepimizin yardımcısı olsun...
Korkarım bu sefer Türkiye, AKP ve zihniyet sayesinde... Bu
sofrada kolay lokma olma yolunda!
Kurt kocayınca
köpeklerin maskarası olurmuş
***
10.08.2015
Sol
pezevenkler sol, siz ananınızdan, siz babanızdan hiç terbiye
görmediniz mi?
Allah gani gani rahmet eylesin…
Babam hep anlatırdı da ben inanmazdım… Ta ki anlatılanın
kitaplarda karşılığını bulana kadar!
Askerlik
yapanlarınız belki bilirler, yaşlılar muhtemelen hatırlarlar(!)
Yürüyüşe sol adımla başlanır. Başçavuş veya teğmen "Sol...
Sol... Sol pezevenkler sol, siz ananızdan, siz babanızdan, hiç
terbiye görmediniz mi? … Sol… " diye tempo tutarak herkesi
hizaya getirirmiş. Taharet için sol el kullanıldığı
varsayıldığından, yemek (o zamanlar Araplarda çatal, kaşık falan
olmadığından ve yemek parmakla yemeğe daldırarak yendiğinden)
sağ el kullanılır. Askerde okuma yazma bilmeyen erler için
yürütülen "Ali okulunda” asker sağını solunu bellesin diye
sağına sarımsak, soluna soğan asılırmış.
1980’lerin ilk
yarısında Türkiye’ye kesin dönüş yapmıştık. Bizimkiler onlarca
yıl önce terk ettikleri ülkenin değişen koşullarına ayak
uydurmaya çalışırken, ben, ortaokulda Türkçeyle boğuşuyor, yeni
tanıştığım arkadaşlara uymaya çalışıyordum. Zor günlerdi benim
için, bu yetmiyormuş gibi hayatımda ilk defa ciddi şekilde âşık
oldum. Sarışın bir melekti… Bugün bile bazen aklıma gelir kendi
ödlekliğime kızar dururum. Kıza açılamamıştım, ulan ne olur? Git
yanına seni seviyorum falan de… Ya hayır diyecek ya evet.
Sırılsıklam âşıktım. Öyle ki o zamanlar çok moda olan okey
takımımıza adını yazmıştım. Okey takımı o gün bugündür
Türkiye’de evde durur. Bazen oynarız Türkiye’de, ismin yazdığı
istaka bana düşerse içimden muzur muzur gülesim gelir. Adı bende
saklı kalsın. Centilmenliğin kitabında bazı şeylerin gizli
kalması gerektiği yazar. Ancak şu kadarını söyleyebilirim sosyal
medyada kendisini buldum. Hala güzel, anne olmuş. Kendisine ve
ailesine mutluluklar dilerim. Neyse… 16 -17 yaşlarında Kürşat
isminde bir arkadaşımla ki kendisi Kürt’tür, aynı sınıftaydık,
ileride o PKK’ya bense Devrimci Gençliğe* katılacaktım,
tartışmaya başladık. Abdullah Öcalan ismi “yeni yeni” duyulmaya
başlamış, Kürtçülük sonradan meydan ateşine dönüşecek ilk
kıvılcımlarını çakmaya başlamıştı. İkimizde sol ekolden
geliyorduk ama inançlarımız farklıydı. Şimdi düşünüyorum da
demek ki o zamanlar bile öyleymişim. Arkadaş hatırına, onunla
daha mantıklı tartışabilmek, gerekli ve ikna edici
argümanları bulmak için, İstanbullular bilir, Sahaflar Çarsısına
gitmiş, "el atından" Abdullah Öcalan'ın yazmış olduğu kitapları
almaya başlamıştım. Ama okumak ne mümkün!? Deli saçması, zır
deli. Aklın - mantığın kabul etmeyeceği zırvalar. Son ana kadar,
yani birbirimizi gözen kaybedene kadar dostluğumuz baki kaldı.
Güneydoğudan İstanbul'a gelmişlerdi, anlattıkları korkunçtu.
Yıllar içeresinde ve sözlerinden en ufak bir şüphe duymayacağım
insanlar tarafından anlatılanlar benzer şekilde teyit edildi.
Sonradan duyduğuma göre Kürşat bir daha iyileşmeyecek şekilde
bir çarpışma esnasında sakatlanmış. Bense farklı eğitimler
alamaya başlamıştım... Fen bilimleri daha o zamanlar ilgi
alanımdaydı. Kimya favorilerdendi... Bana Molotof kokteyli,
bomba ıvır zıvır nasıl yapılır öğretmişlerdi, bende
öğrendiklerimi bir güzel not ediyor evde uygun bir yerde
saklıyordum. Nerden bakarsanız bakın tutarsız, çocukça şeyler.
Boklu derenin öteki tarafında (mahalleden bir dere akıyordu, öte
tarafı alabildiğine tarla ve uzakta bir mezarlık. Dere çok pisti
onun için insanlar bu ismi takmıştı) geceleri silah, gündüzleri
ideolojik eğitim alıyorduk. Benim için başlı başına bir
maceraydı. Fırsat buldukça evden veya okuldan kaçar "eğitimlere"
katılırdım. Çok geç olmadan şans yine yüzüme güldü. Bizimkiler
Türkiye'deki hayat şartlarına ayak uyduramamıştı. Babam bizi
Türkiye'de bırakarak Almanya'ya geri döndü. O ev falan
kiralayacak, dayayacak döşeyecek bizi de yanına alacaktı. Ama
Önder isminde bir oğlu olduğunu hesaba katmamıştı. :)
Eğitimimin tamamlamasına az bir süre kala ki, Merter'den -
Fındıkzade'ye taşınmıştık ilk ve son defa bu tür "devlet"
gücünün ne demek olduğuna şahit olmuştum. Asker dipçiği ile,
affedersiniz değim yerindeyse, bir seksen manda boku gibi yere
serilmiştim. O kadar şiddetli vurmuştu ki yerden kalkamıyordum.
Sanki sırtımda tüm kemiklerim kırılmıştı. Gerekçe: Dur emrine
uymamışım, halbuki dur dediğini duymadım. Bir şekilde eve
gelmeyi başardım. Annem beni böyle görünce bir yalan ile
sakinleştirdiğimi sandım. Ama kara Mediha bu... Bir süredir
bir şeyler sezinlemiş olmalı, son olayda bardağı taşıran son
damla oldu. Ve evin altını üstüne getirmiş ve benim sakladığım
evrakları bulmuş. Kara Mediha durur mu? Sülaleyi ayağa kaldırmış
ve babama haber vermiş. Dayılarım, teyzemler tüm aile...
Ulan oğlum, kırk yılda bir namaz, onu da şeytan bırakmaz hesabı
işleri elime yüzüme bulaştırmıştım. Hala zaman zaman dalga
geçerler benimle, evrakların arasında bir şiir vardı: Üzülme
anam oğlun memleketi kurtaracak diye başlıyordu, Gerisini
hatırlamıyorum ama çok güzel ve duygu dolu bir şiirdi. "Üzülme
anası, Önder vatanı kurtaracak" diye dalga geçerlerdi. İnsan
şapşal "devrimci" olursa olacağı budur işte :) Ancak hep
iddia ederim ya çok şanslıyım yada Allah benimle. Hangisi
bilmiyorum am bir şeylerin olduğuna eminim. Dediğim gibi aldığım
eğitim bitmek üzereydi ve herifler beni boşuna eğitmemişti, yani
eyleme gitti gidiyordum babam imdadıma yetişti. Apar topar bizi
Türkiye'den çekip aldı. O yıllar Türkiye'de kan gövdeyi
götürüyordu. Allaha çok şükür herhangi bir suça karışmadan bu
badireyi atlattım. Ama çok büyük tecrübe sahibi oldum ve ileriki
yıllarda suça karışmamam lehime gelişmelere neden olacaktı.
Almanya'ya geldik ancak ben, ben olmazdım buralarda da rahat
dursaydım. Belki Almanya konusunu yeri ve zamanı geldiğinde
başka bir nedenden dolayı anlatırım. Gelelim tüm bunları neden
yazma ihyacı duyduğuma...
Dikkatinizi öncellikle "küçük"
yaşta çocuk olgusuna çekmek istiyorum. Kendimi örnek gösterdim
ki belki televizyonlarda PKK veya mesela Filistin'de taş atan
çocukların "neden" taş veya benzeri maddeleri atıklarına farklı
bir gözle bakarsınız diye. Sözlerime devam etmeden bu bağlamda
televizyonda bundan bir süre önce gördüğüm, belki sizlerin de
dikkatini çeken bir sahneyi hatırlatmak istiyorum: Türkiye'de
yine şiddet dolu sokak gösterileri... Bir anne olaylara katılan
çocuğunu kulağından tutmuş, döve döve götürmeye çalışıyor! 16
- 17 yaşındaki çocuğu istediğin gibi yönlendirmek, iyi veya kötü
emellerine alet etmek oldukça kolaydır. Bu yaşta insanların
siyasi altyapısı, bilgisi, kültürü, hayata dair tecrübeleri ne
olabilir ki onlardan böyle >>> son derece ciddi <<< bir meseleye
"doğru" yaklaşımı bekleyesiniz. Kaldı ki yaşını başını almış
insanlar bu gibi meseleleri doğru değerlendiremiyorken!!!
Özellikle erkek çocuklarını silah, şiddet, kavga - gürültü cezp
eder. Kızlar ki bu konuya başka bir yazımda değiniyorum bu gibi
konularda farklıdır ve bu yüzden onlara farklı yaklaşılmalıdır.
Ama biz yine asıl anlatmak istediğim konuya dönelim... Bir
toplumda her türlü görüşün, görüşe bağlı anlayışın hakim
olduğuna hem fikiriz sanırım. O halde özgür bir toplumda bu
değişik görüş ve anlayışların siyasi sahnede ifade edilmesini de
olağan karşılamak lazımdır. Yıllarca yanlış anlaşılan ve
yorumlanan Atatürk milliyetçiliği, belki o günün koşularında
doğru ama uzun vadede yanlış siyasi tercihler, kararlar ama ille
de yasaklar bugün bizi yaşadığımız bu günlere getirmiştir. Bu
günler aklı başında olan herkes için kabus dolu bir dönemdir.
Riyakârlık, menfaatperestlik, ahlaksızlık almış başını gidiyor
çünkü. Muhafazakârlık yerine göre doğru ve lüzumludur. Ancak azı
yarar - çoğu zarar özdeyişinden yola çıkarak muhafazakârlığa da
kısıtlamalar getirmek lazımdır. Şöyle ki hiç bir şeyin
değişmesine müsaade etmiyor veya en ufak değişikliklere tepki
veriyorsanız ilerleme kaydetmeniz mümkün olamaz. Çünkü yaşamın
kendisi dinamiktir yani sürekli bir değişim içeresindedir ve
varlık bu değişime ayak uydurmak zorundadır yoksa silinir gider!
Her şey eskisi gibi kalamaz, kalması mümkün değildir. Tabiata
aykırıdır! Sağ başka bir değişle muhafazakar görüşün aksi
soldur. Sol dendiğinde ilk akla gelen kominizimdir. Yıllarca
bati emperyalizminin telkiniyle kafalarda öcüdür. Kötüdür,
yanlıştır, Allahsızlık - Peygamberzliktir. Gerçekten öyle midir?
Öyleyse böyle olmasının nedenleri nelerdir, değilse kominizim
nedir? Bu konuya onlarca kez değinmiş, fikirlerimi yazmıştım.
İsteyen okur öğrenir, daha farklı kaynaklardan yararlanır. Çünkü
bu makalenin özü bu konuyu irdelemek değildir. Bu yazımda daha
çok dile getirmek istediğim özgür bir toplumda, siyasi
yelpazenin en sağından en soluna, hatta gerekliyse dikkat,
dincisinden - ırkçısına tüm görüşlerin demokratik sistem
içeresinde kendine ifade alanı yaratmasıdır. Yasaklar daha çok
merak uyandırır, yasaklamaya gerek görmeden devlet tarafından
özgür ifadeye izin verilir ama aynı zamanda bu ifadeler sıkı bir
denetime tabi tutulursa özellikle uç noktaların yeraltına
kayması önlenebilir. Özgür bir toplum şeffaf bir yönetimle olur.
Devlet, bireye... Bireyse devletine güvenmelidir!
*
Geçmiş zaman yeminle tam hatırlayamıyorum, birazda geçirmiş
olduğum kazanın (3. dereceden kanamalı beyin sarsıntısı)
etkisiyle, aradan 30 yılı aşkın bir süre geçti. Örgütün adi
hafızamda değil ama solcu örgütlerden biriydi, muhtemelen ya Dev
Genç ya Dev Sol
*
Sözde Kürt sorunundan sözde Türk sorununa gidişat
Kudurdular... Başlarını yiyesiciler... Havlayıp
dursunlar diyeceğim ama arada ısırmasalar... Can yakmasalar!
Ama gidişat iyi değil... Yıllarca suskunluktan sonra
palazlanmaya yeterince vakit buldular... Büyük Ortadoğu
Projesi eş başkanı... I. Mahvedin Recep Tayyip Erdoğan
sayesinde... Baktılar "dünya lideri" imajı elden gidiyor,
oylar gittikçe azalıyor... Paralel ile danışıklı dövüşten,
PKK'lı danışıklı dövüşe döndüler... Bakmayın siz, sakin
aldanmayın göstermelik bombardımanlara... Hepsi anlaşmalı,
hepsi sergilenen büyük orta oyunun birer sahnesi!
Algı
tamam... Dünyada ve memlekete... Kürt sorunu vardır ve
Kürtlerin resmi temsilcisi PKK'dır... Bu arada entelin,
dantelin tüm uyarılarına rağmen gizliden gizliye... Önceleri
yavaş yavaş şimdilerde tam gaz... Kendilerini arka plana
atılmış his edenler tarafından... Ama genelde özde değil
sözde kalan... Bir sözüm ona Türk sorunu varmış izlenimi
yaratılıyor... Halbuki özü - sözü bir, gerçekten bu milletin
evlatları olan... Türk milletinin evlatları canından olan,
kanını döken!
Gidişat iyi değil dostlar... Saraylar,
hanlar, hamamlar hepsine eyvallah, tamam... Giden senin
evladın, benim kardeşim... Dönüşü olmayan yolculuğa çıkan bu
milletin evlatları, babaları, yavruları ey dostlar!
Bu
memlekete ne Kürt sorunu vardır nede Türk sorunu...
Adaletsizliktir meselemiz, hakça paylaşımdır davamız!
*
İkiyüzlüsün Bahçeli
Birde utanmadan
yazılı açıklama yapıyorsun... Neymiş, CHP bu akşam mutlaka
AKP ile koalisyon kurmalıymış... Ülke menfaatleri bunu
gerektiriyormuş... Madem öyle, sen niye kurmuyorsun? Eksik
olan birkaç milletvekili... Senin arkanda onlarcası var, sana
da AKP'yede yeterde artar!
Buradan haykırıyorum... Tüm
Türkiye duysun diye... Sen şerefsizlerin, ikiyüzlülerin önde
gidenisin... Yaptığın hesaplar elbet tutmayacak... Bu
millet senin sandığın kadar aptal değil!
Sen Milliyetçi
Hareket Partisinin yüz karasısın!!!
***
11.08.2015
Elçiye zeval
olmaz
Dün akşam yine doktordaydım... Öfff...
Altımdan girdi üstümden çıktı, anlattı, söylendi, kızdı...
Neymiş efendim ben nasıl olurda hala sigara içermişim...
Yapma - etme, canım civanım dememe rağmen kıyametler koptu...
Hele geçen sene beni Salzburg'da ameliyat eden Profesöre
kontrole gittiğimde... Eline sopayı alıp neredeyse beni
dövecekti... Biliyorum... Yerden göğe kadar haklılar...
Ama sigaram ve Türk kahvesi olmazsa olmaz... Zaten aklınıza
gelebilecek her şeyi yasakladılar, kahveyi bile... Neden mi
bunları yazdım? Çünkü bir türlü cigaramın dumanı başlıklı
yazımı yazmaya fırsat bulamıyorum da ondan!
Eskiden...
Asya'nın en dip köşesinden Avrupa'nın en dip köşesine kadar bir
adet vardı... Hükümdar namına bir yerden bir yere giden
elçiye zeval gelmezdi... En azından mert olanlar arsında bu
böyleydi... Bir devlet görevlisi, sıfatı ve görevi ne olursa
olsun... Bir nevi elçidir, bulunduğu yerde devletin ona
verdiği görevi yerine getirir... Ona karşı yapılan saldırı,
canına kast... Mertliğe de, geleneklere ve göreneklerde
sığmaz!
İster Türk olsun ister Kürt... Anadolu'nun
çocukları... Bu millet merttir... Söyle... Kahpe misin?
Kancık mı? Arkadan vurmak, pusu kurmak... Hangi kitapta
yazar?
Erkeksen... Bir tarafına güveniyorsan...
Sıkıyorsa... Bak Beştepe orada... Gidip sorumluyu vursana!
*
Haddini bil, bilmezsen bildirirler
Kız
kardeşimle didişip dururuz... İlle karşında eski Önder'i
arıyor...
"...Başından geçenler pişmiş tavuğun başına
gelse, canlanıp kaçacak delik arar, can dayanmaz. Bu yüzden
bırak artık dişini sıkmayı. Kendini af edebilen insan, en mutlu
ve sağlıklı insandır. Gör bak, her şey iyi olacak!"
Bugün
böyle diyor ama... Eski Önder bundan 26 sene önce öldü...
Yok artık!
Kendini af edebilmek... Dünyanın en zor
şeyidir... Tesadüfen dinlediğin bir şarkı, önüne koyulan bir
yemek... Gittiğin bir yer, çarşıda gezinirken karşına çıkan
kuyumcu... O çok sevdiği kristaller, gözünün önüne gelir o
kızıl saçlar... Hele balayına giderken Alp dağlarının
tepesinde... Durduğumuz o çeşmenin yanı başında...
Sırtında siyah bir deri ceket... Akşam güneşiyle bütünleşen o
kızıl saçlar... Unutabilir misin? Mümkün değil af edemesin
kendini... Ölümüne sebep olduğun sevgilini!
Ormanda
gezinirken... Hopa yaparken çıkan o küçücük kol...
Telaşla, çılgın gibi hastaneye gidişi... Neredeyse doktoru
dövecektim çocuk ağlıyor diye... Tutu kolumdan Sevda,
sakinleştirdi!
Vicdan, insanı yer bitirir... Af etmen
mümkün değildir kendini!
Birde mesela benim karakterime
sahip olanlar... Yani gerçekten, yalansız - abartmadan
kafasına koyduğunu... Sistematik bir şekilde hayata
geçirebilenler... Bunu gerçekten başarabilenler...
Sınırlarını zorladıkça zorlayan... Bir zirveden diğerine
geçmeyi başararak... Uçurum kenarında, düşmeden, dengesini
kaybetmeden durabilenler... Bugünden yarına... Kolu kanadı
kırılırcasına gücünü - kuvvetini yitirdiğinde... Kimi zaman
bir su şişesini bile açacak gücü kendinde bulamadığında...
Yarım bile değil çeyrek erkek misali, çöker kalırlar...
Zorlarlar, zorlarlar ama olmaz... Yok, olmuyor güç
yetmiyor... Artık en ufak bir sınırı aşmak mümkün olmuyor...
Maddi ve manevi güç yetmiyor!
O yerine göre ciddi,
resmiyete bürünen... Genelde takım elbisesiz sokağa çıkmayan,
son derece bakımlı... Sanki burnu Kaf dağındaymış izlenimi
veren ama asla öyle olmayan... O yerine göre deli, çılgın
Önder yok artık!
Bakmayın siz kürsülerden ona buna had
bildirenlere... Kurusıkı! Haddi... Haddini
bilmeyenlere, hayat bildiriyor!
*
Avrupa'da ama özellikle Almanya'da ne oluyor?
Esnaf belki farkına varmıştır? Müşteriler sanki yeni
matbaadan çıkmış paralar ile ödeme yapıyor... İki olasılık
var... Ya millet kenarında - köşesindekini harcıyor...
Yada ki bu daha büyük olasılık... Avrupa ikide birde yeni
para basıyor.. Buda yükselen enflasyon demektir!
Bilmem haberlerde dikkat ettiniz mi? Yunanistan için üçüncü
yardım paketi... Finlandiya'nın AB para birliğinden çıkma
isteğini ardından getirebilir(!)
Alman parlamentosunda da
bu konuda tartışmalar had safhada... Şimdi fuzuli harcamalar
yapma zamanı değil... Benden söylemesi!
*
Farkına vardınız mı?
En azından Almanya
için geçerli bir tespit... Havalar aşırı sıcak olduğundan
beri.. Hanımlar elbise, etek giyer oldu... En azından
benim açımdan özlenen bir manzara... Çiçekler açıyor... :)
Ne o, hep pantolon - hep pantolon!
*
Bu korkunun nedeni nedir?
Soruyorum...
Gayri resmi 8 bin yıllık... Resmen ama Çinli kayıtlara göre 2
yıllık maziye sahip bir milletin mensubusun... Tarihinde 16
tane devlet kurmuşsun... Dünya karşına dikilmiş, ayağında
çarık - kıçında şalvar... Ama... Yüreğin iman ve vatan
sevgisi dolu dikilmişsin karşılarına... Anka kuşu misali
defalarca kendi külünden doğmuşsun... Neden korkuyorsun?
Kıçı kırık iki zibididen mi, yoksa AB(D)'den mi? Yoksa,
acaba... Sen kendinden mi korkuyorsun?
Söyle korkunun
nedeni nedir... Ben aslında tahmin ediyorum... Sen kendine
güvenemiyorsun, özgüvenin yok denecek kadar az!
Ne olmuş
yani Kürt üniversitesi açacaklarsa? Bırak açsınlar, hatta
teşvik et... Ya arkadaş senin gözlerin mi kör, yoksa
kulakların mı sağır? Okuma yazman mı yok?
Bak
Almanya'ya, bak Yugoslavya'ya... Milletler tarihinde sayısız
örnek var... Kendi tarihinde bile... Bir gün gelir yollar
ayrılır, güle güle... Zamanı geldiğinde, yana yakıla aman
yine birleşelim, ben ettim sen etme... Hoş geldin kardeşim!
Aç biraz kitap oku, bak bir etrafına neler oluyor... Otur
biraz düşün... Bir durum muhakemesi yap... Gerçekten
kızıyorum, bakıyorum paylaşımlarınıza... Türkiye aşağıya,
Türkiye yukarıya... Bu dünyada yalnız Türkiye yok! Tamam
vatanımız, namusumuz... Bu topraklar için kan döktük ve
şüphesiz daha çok dökeceğiz... Ama derler ki; komşu komşunun
külüne muhtaç... Komşu vardır kıskanç!
Otur kıçının
üstüne bak atalarının eserlerine... Sen onların evladı,
torunusun... Bu korku niye?
*
Rahmetlinin stratejisi
İnsan vardır,
okur, okur yine okur... Ve hatta akademik kariyer yaparak ün,
unvan sahibi olur... Stratejik derinlik falan filan...
İnsan vardır, okumaz - okuyamaz... Gönül gözü açıktır...
Açık ve ileri görüşlüdür... Babam mesela, 60 küsur yaşında...
Hiç unutman Mainz konsolosluğundan elinde ilkokul diplomasi,
yüzünde geniş bir tebessüm ile çıkısını. Allah gani gani rahmet
eylesin... Ama... Evet ama aklınıza gelebilecek hangi
ortam olursa olsun... Kadir Gürbüz... Orada kiminle
konuşursa konuşsun, karşısındakinin dikkatini cezp ederdi...
Hayat ona Ordinaryüs Profesör unvanını vermişti çünkü... Çok
bilgili, ondan da çok tecrübe sahibiydi!
Biz erkekler...
Hepimizin ortak derdidir ve düşünemiyorum, hayal bile
edemiyorum... Evli bir erkeğin böyle bir durumu yaşamamış
olmasını... Anayla - avrat arasında kalırız... Aşağıya
tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık durumu... Babamın
stratejisi... O an için tarafsızlık, ne haliniz varsa görün,
yiyin birbirinizi... Ama ondan sonra... Yani ortalık süt
liman olduğunda veya dalgalar durulduğunda... Çeker tek tek
tarafları kenara, vurur yumruğunu masaya... Bak gör, aynı
meselden sorun çıkmazdı bir daha!
Umarım ne anlatmak
istediğimi anlamışsınızdır... Gerçekten anlamışsınızdır(!)
*
Atamıza sahip çıkalım
Yüzyılın lideri
seçiliyor... Galeriye baktım... Mao'dan - Hitlere... Ve
aralarında yıldız gibi parlayan Atatürk!
http://100leaders.org/
***
13.08.2015
Public viewing
Dün gece Almanya semalarından yıldız kaymasını izlemek
muhteşem olurdu... Maalesef bu doğa olayını unutmuş
bulundum... Akşam efkârın tatlı meltemine tutularak şişenin
dibine biraz fazla baktım... Hal böyle olunca ne yazık ki bu
gösteriyi kaçırdım!
Sabah haberlerinde... Mısır'da ilk
defa IŞID'in, Hırvat bir turisti infaz ettiği büyük yankı
buluyordu... Tehlike dört bir tarafta... Almanya
vatandaşlarına Mısır'a gitmeme yönünde telkinde bulunurken...
Türkiye aklıma geldi, Türk ekonomisinin büyük bir bölümünü
oluşturuyor turizm... Bir tarafta PKK saldırıları... Öte
tarafta IŞID... Dincileri, hırsızları, katilleri, arsız ve
uğursuzları hesaba bile katmıyorum... Ve Türk halkı, akşamki
yıldız kayması olayını... Tiyatro, televizyon izler gibi
gelişmeleri izlemekle meşgul!
Yol Ankara yolu... Kilit
nokta, Türkiye Büyük Millet Meclisi... Ceylan derisi
koltuklarda oturan hanımları ve beyleri... O değerli
popolarını... Oturdukları yerden zıplatma vakti!
Sen,
ben, o... Hep beraber sokaklara dökülerek... Ankara'ya...
Türkiye'nin dört bir tarafından, huzur için, barış için...
Hakça paylaşım ve adalet için... Ankara'ya!
*
Yüzde bir
Bundan yirmi altı sene önce...
Akşam vakti... Frankfurt Üniversite hastanesi helikopter
pistinden genç bir adam indirilir... Ağır yaralatır, çok
ağır... Hemen acile alınarak gereken müdahaleler yapılır
ama... Gencin yaşama ihtimalini, doktorlar yüzde bir olarak
değerlendirirler... Yoğun bakımda... Aradan günler,
haftalar geçer durumunda bir değişiklik yoktur... Ev doktoru,
bölüm başhekimiyle sürekli temasta... Yaşam - destek
manikalarını kapatmak istiyorlar... Ev doktoru müdahale
ederek, gerekirse mahkemeye vermekle tehdit ediyor!
Bazen... İster takdir-i ilahi deyin, ister şans... Yüzde
bir ihtimal dahi olsa... Deneyeceksin, şansını
zorlayacaksın... Hiç bir şey yapmadığın taktirde, baştan
kaybettin... Aptallık ile cesaret arasında ince bir çizgi...
Yürek, akıl ve bilek ile birleştiğinde aptallık olmaktan
çıkar!
*
Kadınlarımız, Türk kadını
Bu ülke Türk
kadının sırtında kurulmuştur, bunu hiç bir zaman unutmamak
gerek!
"Tek tük" cephede veya arka planda savaşanlar
vardı ama... Bu milletin kadınları... Yani etnik kökeni ne
olursa olsun kendini bu toplumun bir ferdi sayan kadınlarımız...
Sırtlarında bebeleri, erzak ve cephane taşımıştır cepheye!
Erkekler ölmüştür cephede... Kadındır hayat veren,
didinen, cephe gerisinde yaşam mücadelesi veren... Ve
Atatürk'tür... Türk kadınına o güne kadar, hatta birçok
batılı ülkede, kadına tanınmayan hakları veren... Ve Türk
kadını, erkeği ile birlikte... Elele, omuz omuza yüceltmiştir
bu cumhuriyeti!
Ne oldu size? Nenelerimizden, Kara
Fatma'dan eser kalmadı sizlerde... Evet, yine tek tük bu
cumhuriyet, bu vatan, bu millet için mücadele eden var ama...
Yetersiz... Artık meydanları başka, başka kara Fatmalar
doldurmakta... Hatırla... Çok değil bundan kısa süre
önce... Tencere - tavayla çıkardığın ses bile... Yankı
buldu koskoca Ankara'da!
***
14.08.2015
Dur bakalım daha neler olacak
Johan Wolfgan von Goethe…
Rivayete göre Genc Werther’in acılarını 9 günde…
Faust’u ise 59 senede tamamladığı söylenir…
Doğru, yanlış bilemem!
Kimi zaman insanoğlu sonradan pişman olacağı sözleri sarf
eder…
Bunlar çoğunlukla etraflıca düşünülmemiş, heyecanla
söylenen sözlerdir…
Bazen ise etraflıca ve en son ayrıntısına kadar
düşünülmüş, güvenilir kaynaklarla desteklenmiş sözler sarf eder ki
iyi niyet ile çevresini uyarsın, belki dikkat çeksin diye. Ve bu
sözler gösterilen tüm özene inat ya tamimiyle yanlış çıkar ya da
kısmen(!)
Olayların gidişatına bakıp aceleyle, heyecanla söylenen
veya yazılan sözler yanıltıcı olabilir. Ve yine insan yanıltmak –
aldatmak, insan onurunu incitici bir davranış olduğu için yakışık
almaz, kaçınmak gerekir!
İki gram aklımla…
Mantıksızlığın hüküm sürdüğü bir süreçte, mantık ile
gelişmelere yaklaşmak, yorumlamak en yalın ifade şekliyle
saftirliktir, yanlıştır. Özetle durum muhakemesi yapıldığında
gelişmeleri kısaca söyle özetleyebiliriz:
Hayatında karı, kız yüzü görmemiş…
Taşradan şehre inmiş erkek misalidir bizim ki…
Pavyonda, gazinoda veya herhangi bir bar, gece kulübünde…
Karşısına çıkan ilk (affedersiniz) fahişeye aldanır…
O gerdan kıvırmalar, dolgun göğüsler, kalçalar…
Söylenen ama asla gerçek olmayan o tatlı sözler…
Ama illa o gülücükler ve gözler…
Sahte ve aslında cebindeki parayı almaya yönelik
hareketler…
Adamın bir taraflarına bir şeyler olur, aklı bacak arasına
kayar…
Artık onu tutman mümkün olmaz!
Kendini bilen, karıya – kıza tok adamı etkilemez böyle
şeyler…
O bilir ve canı istediği taktirde, kendi iradesiyle basar
parayı, gönlünü eğlendirir…
Çeker gider!
Anında Kemal Kılıçdaroğluna övgüler…
Daha dur bakalım…
Dün bir, bugün iki…
7 Haziran öncesi o güvendiğim ve bugüne kadar beni daha
hiç yanlış yönlendirmemiş kaynaklara göre AKP – HDP koalisyonu
öngörülüyordu. Y-CHP’nin başına K.K. boşuna getirilmedi!
Bu inancımı hala muhafaza ediyorum…
Burası Türkiye, en mantıksız gelişmeler mümkün…
Sağ gösterip sol vurmalar mümkün…
Boşuna kudurmadılar, boşuna oluk oluk kan akmıyor
Türkiye’nin dört bir tarafında…
İmralı’daki o bilmem nenin çocuğu…
Beştepe hırsızı, soytarısı, dolandırıcısı…
Milliyetçi Hareket Partisinin başındaki o serseri…
Çok yakın bir süre içerisinde Türkiye’nin canını çok fena
yakacak bir gelişme olursa…
Hiç şaşırmam, CHP ile olmadı, MHP ile olmadı bari HDP ile
olsun(!)
Her şey mümkün, her şey olası…
Dur bakalım daha neler olacak!
*
Tarihe not düşelim
$ 2,84 € 3,17
BIST-100 77209
Saat 13.13 civari
*
Yazsam mı yazmasam mı diye çok düşündüm, ayıp neticede
çoluk çocukta okuyor
Ama bugün dahil son
zamanlarda yaşadıklarımızı göz önünde bulundurduğumda...
Yazmanın, yazmamaktan daha hayırlı olacağı kanaatindeyim.
Rahmetli Aziz Nesin, Türk halkının %60'inin aptal olduğunu ileri
sürmüştü... Bu tespiti ister beğenenin ister beğenmeyin...
Paylaşıyor hatta bir adım ileri gidiyorum(!)
İki binli
yılların başlarındayız... AKP, "bir zaferden diğerine
koşuyor" İstanbul'dayım... Rakı sofrasının başında
siyaset... Siyaset ayık kafayla yapılır biliyorum ama söz
konusu Türkiye olduğunda... Körkütük sarhoş olmanın da
faydaları yok değil... Kaldı ki cemiyet içeresinde ama
özellikle bayanların bulunduğu bir ortamda... Asla ve katta
kendimi kaybedecek, ne dediğimi bilmeyecek kadar içmem...
Kuzen "Önder abi, yanılıyorsun dinciler çok daha fazla"
demişti... Ben, dincilerin %30 civarında olduğunu öne
sürmüştüm çünkü... Dinci kesim dediğim kökten, fanatik ve Nuh
deyip Peygamber demeyecek kadar saplantılı insanlar!
Bu
oran üç aşağı, beş yukarı dönem dönem değişebildiği gibi özü %30
civarı... Yıllar >>> bir bakıma <<< beni haklı çıkardı...
Haklı çıkmak her ne kadar insanın ruhunu okşasa, ego dediğin ne
kadar tatminde olsa, bazen, insan keşke haklı olmasaydım diyor,
diyebiliyor(!)
Gözlemlerimi paylaşışınız,
paylaşmasınız... Kabalığımı, nezaket kurallarının dışına
çıkışımı mazur görün lütfen... Ama... Bana göre kesin...
Türk halkının %30 kendini bilmem ne yaptırmaktan hoşlanıyor...
Gözler açık ve çoğunlukla bile bile... Dönem dönem artan
sayıda buna... Geçici olarak kendini düdükletmekten zevk
alanlarda katılıyor... Bu açıdan rahmetli Aziz Nesinin
tespitine "ince ayar" yaparak katılıyorum... O malum %60'lik
oranın yarısı üstüne üslük seks manyağı(!)
***
15.08.2015
Neden, neden
yalnız ateş düştüğü yeri yakıyor?
Komşunun evini
alevler sarmış... Sen seyrediyorsun... Ateş damdan dama
sıçrıyor... Sen seyretmekle, vah vah demekle yetiniyorsun...
Alevler gittikçe evine yaklaşıyor... Senin umurunda değil...
Yaklaşan alevlere dur diyeceğine, eline kovayı alıp ateş ile
mücadele edeceğine... Birkaç kişinin oluşturduğu zincire
destek vereceğine... Sen durmuş, öküzün trene baktığı gibi
yalnız bakıyorsun!
Ateş düşen evlerden çiğlikler
yükseliyor... Analar, bacılar ve de çocuklar... Cayır
cayır yanıyor... Genç bir gelin pencereden feryat ediyor...
..Yetişin a dostlar, kardeşler, gelin kurtarın, yanıyoruz...
Ve alevler gencecik vücudu sarıyor, yanıyor, yanıyor, yanıyor...
Sen... Kulaklarını tıkamış, izlemekle yetiniyorsun...
Etrafını saran yanık et kokusunu bile duymuyorsun!
Mahalleyi sardı alevler... Sen sanki bir işe yarayacakmış
gibi o yarım aklınla... Almışsın eline bayrağı... Bayrak
ile cehennem ateşiyle mücadele etmeye çalışıyorsun...
Biliyorum bayrak dediğin bir parça bez değil ama incecik bir
kumaş... Manevi değeri paha biçilmez... Ama alevleri
besleyen oksijeni keser mi hiç o incecik kumaş?
Alacaksın
eline kalın battaniyeleri, yangın söndürücüsünü, kova kova
suyu... Katılacaksın zincire, o halkanın bir parçası
olacaksın Ve alevi besleyen o oksijeni keseceksin...
Alevler değildir o an senin birincil düşmanın... Oksijendir,
oksijen!
Sonra... Evet sonra, hesap soracaksın
sorumludan neden itfaiye zamanında yetişmedi... Verecek sana
hesap sorumlu... Cayır cayır canlar yanarken neden gereken
önlemi almadı diye!
*
Filli Efendi
Ben yaptım oldu... İster
kabul edersin istersen g.tünü yırtarsın ama nafile... Ben
yaptım oldu... Beni halk seçti, vay beee... Peki, halk
dediğin yalnız seni seçenler mi? Ben ve benim gibi düşünenler
bu ülkede var olduğu sürece... Sen nazarımızda bir hiçsin...
Seni seçen, sana aldanan kitle belli... Ne demişti içlerinden
birisi? G.tünün kılı olayım... Türkiye Cumhuriyeti...
G.t kıllarının hüküm sürdüğü bir ülke değildir... Asla
olmayacaktır!
Sen fili bir durum yaratmaya çalışıyorsun
ama... Efendi, Eyyy Efendi... Aç kulaklarını ve
söylediğimi belle... Ben ve benim gibi düşünenler bu ülkede
var olduğu sürece... Seni ve senin gibileri takmayız...
Biz hür doğduk, hür yaşarız... Hangi çılgın bize zincir
vuracakmış, şaşarız Seninle her yerde, her ortamda, her
şarta... Mücadele etmeye yeminliyiz!
*
Kabul ettirebilir misin?
Müslümanlıkta
zorla güzellik olmaz... Müslümanlıkta zorlama olmaz...
Müslümanlıkta rıza aranır... Erkek sakal bırakacağında bile,
eşinin rızasını almak zorundadır... Müslümanlık budur...
Sen ki Müslümanlığın tacirliğine soyunmuşsun... Zorla
güzellik olmaz, rıza şarttır... Hangi dönemde yaşadığını
sanıyorsun sen... Seni poh pohlayanların gazına gelerek...
Başımıza gerçekten padişah kesilebileceğini mı sanıyorsun?
Benim rızam yoktur... Benim gibi milyonların
yoktur... Hadi bakalım din taciri... Görelim el mi yaman,
bey mi yaman!
*
Pizza ve sofra adabı, dikkat etmesen sırıtır kalırsın
Dün akşam Rüdesheim'deydik... Yıllardır gittiğimiz ve
oranın en nezih restoranlarından birindeyiz... Rüdesheim,
Almanya'nın dünya çapında meşhur turistik yerlerinden biridir...
Restoran yine dünyaca ünlü Drosselgasse'nin paralelinde...
Drosselgasse çılgın eğlenceleriyle meşhurdur!
Restoran
tıklım, tıklım dolu... İşletmecisiyle yıllar içeresinde dost
olduk... Normal şartlar atında rezervasyon yapılması
gerekir... Hayatımda adetim değildir, yapmadım tabii...
Hayatım olağan akışında planlı - programlıdır... Ama aklıma
eserse de yapmaktan geri durmam... Beni görünce ve inanın tek
boş masa yokken... Az biraz beklettikten sonra bize güzel
bir yer buldu... Restoran İtalyan ama mutfağı
uluslararası... Aşçısı gerçekten usta... Lafı uzatmayalım,
yemek esnasında etrafıma bakındım... Hemen arkamızda bir Türk
ailesi, onlara tekrar değineceğim yeri geldiğinde... Çoğu
insan Pizza yemekle meşgul... Laf aramızda Pizza Erotica diye
bir pizzaları var, patlıcanlı - sarımsaklı... Elinizi,
ayağınızı beşte parmağınızı yersiniz... Bak şu işe, yine
konudan saptım... Ellerinde çatal - bıçak pizzaları küçük
küçük lokmalara ayırıyorlar... Yine çatal ile ağızlarına...
Buraya kadar olağan gibi görünen durumun bir tuhaflığı var...
Öncellikle şunu belirtmeliyim ki görgü kurallarının birinci
maddesi... Başkalarının hatalarını hoşgörüyle
karşılamaktır... Buna rağmen sofra adabı bulunduğunuz mekana
ve yediğiniz yemeğe bağlıdır!
Pizzanın mucidi İtalyanlar
olduğu söylenir... İtalyanlar, pizzalarını genelde dört eşit
parçaya bölerek elle yerler... Bizde... Mesela lahmacunu
çatal - bıçak ile yiyeni gördünüz mü? Gördüyseniz eğer, bir
tuhaflık his etmediniz mi? Sırıtıyor değil mi? Bana doğru
bir hareket gibi gelen, sana ters düşebilir... Mesele bunu
hoşgörüyle karşılayabilmektedir.
Ancak bazı durumlar
vardır ki önce göz sonra beynin buna alışması gerekir...
Yavaş yavaş, alıştıra alıştıra, zamana yayarak... Türban
mesela... Türbanın tersi ki Allah var yukarıda, bazen edep
denen şeyi zorlar durumda... Örneğin geçen sene Atatürk
Havalimanımda, öyle kısa bir etek ki inan... Her şey
diyorsam, her şey meydanda... Her şeyden evvel ayıp...
Bazı şeylerin gizlide kaması gerekiyor, çokluk çocuk var
ortamda!
Neyse... Anne, baba ve çocuklar gayet neşeli,
hoşsohbet yemeklerini yiyorlar... Anne, beli esmer, kaşlar
gözler kara... Ama o ne... Nasıl bir erkeğe yaraşırsa
ciddiyet... Bir kadına da yakışır nezaket... Zarafet ve
asalet... Zarafetin, inceliği, esprisi... Kendine
yakıştırmaktır güzeli... Kaşlar kara, gözler kara, ten kara..
Saçlar sapsarı, araları kara kara... Belli boyatmış..
Biliyorum renkler ve zevkler tartışılmaz.. Ama doğallığında
değerine paha biçilmez!
Gelelim tüm bunları neden
anlattığıma... Bilgi esastır... Bilmemek ayıp değildir,
öğrenmemek ayıptır... İnsan bilgisiyle, görgüsüyle parlar...
Bu hayatın her alanı için geçerlidir... Özellikle ama devlet
yönetiminde... Bilgisizliğinle, cehaletinle...
Sırıtmayacaksın!
Sana doğru gelen, sence güzel olan...
Ancak toplum nazarında karşılık bulduğu oranda doğru ve
güzeldir!
*
Aziz Allah
Yumurtayı kırmadan omlet
yapamazsın... İlla o yumurta kırılacak!
Devlet
Bahçeli'ye... Kemal Kılıçdaroğlu'na... Recep Tayyip
Erdoğan'a veya Davutoğlu'na güveniyorsan... İşin Allaha
kalmış!
Şüphesiz Allah büyük... Ol dediğinde her şey
olabiliyor... Ama bu sefer... İş başa düşüyor... Onlar
beceriksizliklerini sine-i millete çevirerek perdelemek
istiyor... Bence... Onlar sine-i millete çevireceğine,
millet karşılarına dikilmeli!
***
16.08.2015
"Ben gayri yasal mı çalışıyorum?" sorusuna yanıt
Yok.... Sen bu ülkenin resmi hırsızısın!
*
Herkes gider Mersine, Önder gider tersine
Almanya'da havalar soğumaya başladı... Çok şükür...
Dün, uzun zaman sonra zıpkın gibiydim... İnsanlar sıcağı
sever, bense kendimi soğuk olunca daha iyi his ediyorum...
Özellikle ameliyattan sonra sıcağa hiç dayanmaz oldum... Kedi
gibi mayışıp duruyorum... Buna göre aslında Sibirya'ya veya
daha da iyisi kutuplara taşınmam gerekir!
Hemen kız
kardeşime verdiğim sözü yerine getirmeye başladım... Başladım
ama... Ya arkadaş... Neden, neden, neden bu kadın denen
millet arada da olsa susmasını bilmez? Sakın şimdi beni
Bülent Arınç'la karıştırmayın... Kadının sesi genelde güzel
olur, hele şarkı söylediğinde... O bülbül sesi duymak,
etrafında cıvıldadığını duymak güzel... Ama bilgi sahibi
olmadan fikir sahibi olduklarında delirtiyorlar adamı...
Kısacası elinin hamuru ile erkek işine karıştıklarında...
Hangi iş erkek işi, hangisi kadın o ayrı mesele!
Pencereleri boyayacağım... Füsun, şu nerde bu nerde?
Şurada, burada... Hanımefendi sözüm ona her şeyi almış ama en
önemli fırça yok ortalıkta... Özel ve ince bir fırça!
Abi... Efendim... Önder işi yapma sakın ha! Bak şimdi,
söylediği lafa bak... Burada sözlerime bir parantez açmam
gerek... Oğlan dün eve geldi, neymiş bizi özlemişmiş...
Derdi başka pezevengin... Eve gelmesiyle kaybolması bir
oldu, harçlığını aldı doğru arkadaşlarına... ... Bundan
bir saat önce geldi, "baba beni Mainz'e götürür müsün?"...
Olur oğlum, gidelim... Baba... Efendim... Gitmeden
halama uğrayalım... Olur... Eve girmesiyle birlikte dakika
bir, gol bir! Ulan arkadaş anlamıyorum, saçımı başımı
yolasım... Ortalıkta zıp zıp zıplayasım geliyor... Hala,
yeğen anında beni çekiştirmeye başladı iyi mi! Yok baban
pencereleri boyuyor, aman hala dikkat et doğru yapsın falan...
Öf ya, vallahi billahi, öf! Oğlanı Mainz'e götürdüm, yazmaya
devam... İster inanın, ister inanmayın... Evde ne iş
olursa ama ne iş olursa olsun, mutlaka ucu Önder'e dokunur...
Bende insanım... Canımın istediği oluyor, istemediği
oluyor... Kabul ediyorum son yıllar işleri şalap şup yapmaya
başladım... Zaten o yüzden ev ahalisinde "Önder işi" değimi
oluştu... Ama bana haksızlık ediyorlar... Mesela tamir
ettiğim kardeşimin çamaşır makinası... Dükkanda tüm dikiş
makinaları... Televizyonlar, radyolar, elektronik - mekanik
ıvır zıvır hala çalışıyor... Bunu gören yok... Neyse biz
yine konumuza dönelim...
Dost, dost dediğin nedir ki
gülüm? Dost dediğin anında sana sırtını çevirdikten sonra...
Dost acı söyler... Gerçek dosttan asla düşman olmaz...
Düşmeye gör... Hiç beklemediğin el... Sana uzanan dost
elidir... Hele sanal dostluklar... Âleme uygun sanaldır...
İstisnaları tenzih ederek!
Bazı okurlarımdan mailler
almaya başladım... Ne olmuş bana, milliyetçi cepheden,
Atatürk'ten vaz mı geçmişim... Yazılarımda yeterince
Türklüğe... Milliyetçiliğe, ulusalcılığa vurgu
yapmıyormuşum... Öyle mi?
İstesem, gerçekten istesem,
Ziya Gökalp'e yaraşır yazılar yazardım... En azından ama
denerdim... Maksadım bu olsa.. Bu arada Ziya Gökalp'ten
söz açılmışken... Kendisinin bir Zaza Kürdü olduğunu biliyor
muydunuz? Demek ki milliyetçiliğin Kürdü, Türkü yokmuş...
Doğrudan insan olmakla, hissiyatıyla ilgiliymiş!
Evet,
herkesin Mersine gittiği bu günlerde... Ben tersine
gidiyorum... Bilinçli olarak... Ve bunun "mükâfatını" her
Allah'ın günü artan bir sayıda alıyorum... Yanılıyor
olabilirim ama arkadaş gerçekten görmüyor musunuz... Yoksa
algılama sorunu mu yaşıyorsunuz? Cihan yine dikilmiş
karşımıza... İngiliz'i, Amerikalısı, Fransız'ı, İtalyan'ı,
Yunanı... Ve hatta bir zamanların müttefiki Almanlar... Ki
Almanların bu "oyunda, bu satranç oyununda" Çoğu zaman ya
şah, yada vezir eline... Her an şah mat olma olasılığımız
varken... Ben nasıl Mersine giderim?
Şimdi birlik olma
vakti... Hele şu badireyi atlatalım isterseniz yine
birbirinizi yiyin... Şimdi duyguların değil... Mantığın
önde olma vakti... Keskin sirke küpüne zarar der
atalarımız... Kale içten fetih edildi!
Bunu görmüyor
musunuz? Ha, söyleyin dostlar... Görmüyor musunuz?
*
Kırmak mi kolay, yoktan var etmek mi?
Kimse atıp tutuğumu sanmasın bugün ayın 16'si...
Herkes
Mersin'e giderken benim neden tersine gittiğimin ispati...
Aşağıdaki listeyi incelerseniz... Ay başından bu ayın 15'ine
kadar site ziyaretçilerimin dünyanın neresinden geldiklerini
görebilirsiniz!
Dünya çapında dost... Dünya çapında
milliyetçi... Dünya çapında vatanını, milletini, ülkesini
seven insanlar... Kadınıyla, erkeği ile... Hepimizin derdi
ortak... Hepimiz huzur dolu, refah, kardeşçe birlikte
yaşayabileceğimiz bir ülke istiyoruz!
Kanın, gözyaşının
AKmadığı... Kimsenin geceleri aç yatmadığı... Babaların
aybaşını nasıl çıkaracağını kara kara düşünmediği...
Annelerin evladım, kocam akşam eve sağ salim gelir mi tasası
yaşamadığı... Çocukların taaa gözünün içinin kadar güldüğü
bir ülke için... Elele vermeliyiz... Kinden, öfkeden,
şiddetten kimseye fayda gelmez...
Akan kanı güler yüzle
durduramayız... Bunu bende biliyorum... Düşman dediğin hem
içte hem dışta... Dışa karşı birlik, içe karşı amansız
olmalıyız... Evlatlarımızı koruyabilmek için... Vur emri
uygulanmalıdır... İnsanlığımızı unutmadan!
US US
Mountain View FR Paris TR Istanbul CN Guizhou NL
Amsterdam DE Nierstein DE Flörsheim RU Yekaterinburg
DE Trechtingshausen RU Moscow DE Taunusstein DE Mainz
UA Kiev DE Geisenheim TR Ankara CN BR DE Berlin
DE Worms UA RU Kazan DE Hürth DE CN Beijing
DE Munich DE Zwickau RU Bryansk DE Kiez DE Vetschau
TR DE Bad Elster TR Izmir US San Francisco NL
FR Roubaix RU Ariadna TR Maltepe DE Nieder-wiesen RU
Perm US Sunnyvale PL Tarnowskie Góry FR Villacoublay
US Simi Valley DE Hemmingstedt DE Chemnitz US Thornton
CA Ottawa PE Lima IT Rome PT Matosinhos DE Werdau
CA Edmonton DE Herzberg NL Utrecht MX IT Naples
IT Milazzo AO Luanda BR Campinas IT Milan GB London
ES Barcelona DE Rüsselsheim DE Düsseldorf FR Courbevoie
RU Verbilki AZ Baku IT Pescara DE Idstein IT Rivoli
RS Belgrade US Lake Mary IT MD Chisinau GB Reading
GB Colchester US Seattle TR Antalya TR Adana TR
Bursa IN New Delhi DE Falkenstein US Syosset SE
Stockholm IN Ghaziabad BR Rio De Janeiro RO Bucharest
TR Izmit BR Nova Lima BR Cuiabá IT Messina BR
Ourinhos BR Mirandópolis GP Petit-bourg BR Campo Grande
IT Foggia FI Espoo US Redding DE Offenbach ES
Sevilla ES Fuengirola RU Lipetsk RU US Hudson CH
DE Hamburg ES Olivares NL Amersfoort RU Tatarstan
MY Kuala Lumpur DE Dresden TR Malatya PL Gdynia TR
Konya US Sterling RU Saint Petersburg US Shasta Lake
TR Eskisehir DE Köln RU Dzerzhinsk BR Muriaé TR Orta
DE Gunzenhausen TR Rize FR Colmar AR Santa Fe UA
Lugansk US Portland TR Trabzon TR Sakarya DE Bochum
PL Gdansk RO Suceava DE Mörfelden US Orange BR
Barbacena TR Kayseri TR Mersin US Wilmington DE
Frankfurt Am Main CZ US Leesburg TR Balikesir DE
München DE Gelsenkirchen CN Guangzhou CH Zürich US
Tuskegee Institute GB Bolton US Mcallen US Huntsville
FR RU Velikiy Novgorod CZ Prague RU Yoshkar-ola UA
Chervonograd TR Gaziantep TR Samsun IN CN Chaoyang
US Chicago RU Stavropolskaya TR Bilgi KW Kuwait DE
Plauen RU Lenina BR Juiz De Fora DE Homburg TR Urfa
TR Diyarbakir US San Francisco TR Kahramanmaras US
Clearwater DK Copenhagen US White Plains NL Makkinga
DE Wiesbaden US Henderson US Austin DE Zschorlau DE
Lübbenau DE Wuppertal TR Manisa TR Denizli AT Vienna
CA Ottawa ID Sentosa RS HR US San Diego SE
Tavelsjö BR São Paulo CA Montreal US Redding HK
RU Smolensk DE Rodewisch TR Düzce GB TR Ceyhan
DE Wendlingen TR Antakya US Herndon IE Dublin DE
Starnberg US Richmond AR Buenos Aires US Washington
US Chicago US Lansing DE Datteln DE Versmold US Novi
VN Hanoi TR Çanakkale MZ Maputo TR Ilya IN Bangalore
BE ES Madrid PK US Chicago US Ann Arbor DE
Schieder-schwalenberg DE Puls IR US Falls Church DE
Weilmünster US Woodinville DE Münster RU Vladivostok
DE Erfurt RU Cheboksary CN Shanghai US Oak Brook DE
Effelder TR Ordu TR Erzurum ID Jakarta TR Mugla
TR Tekirdag TR Giresun TR Iskenderun CN Jinan TW
Taipei TR Sivas US Bakersfield FR Rennes US Columbus
GB Manchester DE Aschheim DE Ingelheim DE Krefeld DE
Eisenach IT Palermo CA Gillam NG Lagos BR Salvador
MY PT Porto DE Nürnberg FR La Valette US Redmond
US Fort Smith US Houston US Fort Lauderdale FR Berre
US Boulder SI Maribor US Lombard SE Halmstad TR
Kütahya US Los Angeles DE Potsdam DE Jersleben NL
Hengelo FR Levallois-perret TR Karabük DE Achern TR
Firat TR Elazig DE Brunswick PL Zary CN Haidian
DE Gaimersheim RU Saratov BG Sofia SA Riyadh TR
Yalova IN Pune JO Amman SD NG Ife US Morristown
MX Mexico ZA Strand AU Sydney MC IN Nasik TR
Afyon TR Adapazari US Washington TR Sabanci US New
York FI Seinäjoki UA Dnepropetrovsk TR Mardin LY
Tripoli US Kirkland DE Oerbke TR Siirt BR Limeira
AU AE Dubai IT Valmadrera IT Catania US Mount Holly
DE Leimen DE Cottbus DE Senden FR
Vendegies-sur-Écaillon UA Kharkov US Pensacola DE
Aachen US Marietta KR DE Oberhausen US Reston KE
Nairobi US Fort Huachuca JP Tokyo ES Valencia LT
Vilnius CA Surrey DE Bielefeld GB Uxbridge KG PL
Polska SG RU Khimki IL TH Bangkok BR Fortaleza
DE Bremen US Brentwood BE Merksem TR Tasit CN Wuhan
SE Solna FR Renault US Roanoke US Kansas City DE
Büdingen AT Graz BE Antwerp TR Yalinkaya DE
Rosendahl TR Nevsehir A1 DE Lübeck FR Bihorel LB
Beirut TR Marmara TR Sogutozu CH Berikon TR Edirne
NL Ridderkerk DK Silkeborg TR Bilecik CN Nanchang GB
Guildford NL Den Helder IN Mumbai SN GB Barnsley
US Dallas US Bourbonnais TR Bornova SA Jiddah NL
Breda CH Full GR Athens BE Melsbroek TR Fethiye
TR Sinan TR Kirikkale GB Maidenhead TR Hakkari TR
Incirlik TR Çayeli GB Kent TR Dogan IN Durgapur
NO Kopervik AU Melbourne TR Ataköy NL Almelo DE
Duisburg US Lynn IN Calcutta TR Nigde TR Sisli TR
Kartal CN Harbin DK TR Batman FR Cran-gévrier TR
Kesan TR Güvenlik RU Tula TR Isparta DK Tranbjerg
GE Tbilisi ES Burgos US Jacksonville TR Bolu TR
Gelibolu US Saint Louis PL Wroclaw BE Wolvertem CN
Yingjia US Woodstock US Norfolk FR Saint Quentin CH
Olten CH Langnau RO RU Vladimir US Hurst CN
Tianjin SK Bratislava DE Hermsdorf US Denver NL
Schijndel DE Gauting DE Schwalbach NL Wijdenes BE
Diegem NO Oslo DE Bobenheim-roxheim KR Incheon CA
ZA Sandton KZ Aksoran US Detroit NO US Marion
US Lilburn DE Kirchzarten DE Freiburg KZ Almaty US
Grand Blanc US Denver US Berkeley CH La Chaux-de-fonds
TR Eser DE Birkenau US Hialeah EE Pärnu PH US
Straughn PH Makati CA Montreal DE Neufahrn NO Bønes
US Warren MX Toluca MX Tuxtla Gutiérrez AU Brisbane
JP SG Singapore FR Lyon US Washington US Miami
ES DE Hall DE Mannheim US Saint Louis RU Nizhniy
Novgorod ZA Johannesburg US Chicago PL Wodna MD
Tiraspol FR Bondy US Suffolk RU Elista CN Langfang
PL RU Krasnoyarsk RU Korolev NG RU Klimovsk GB
Gosport DE Bad Homburg US Easton
*
Adana'dan sur dibine
Şimdi haberlerden
geçti... Üç aile Adana'dan ekmek parası için İstanbul'a
gelmiş... Sur dibinde çadır kurmuşlar... Gündüzleri çoluk
çocuk İstanbul sokaklarında... Su satıyor, çöp topluyorlar...
Biraz para toplayınca Adana'ya... :(
Ne PKK... Ne
bölücülük... Ne dinciler, ne o, ne bu... Türkiye'nin
gerçek meselesi bu... Ben bunu görür. bunu yazarım!!!
***
17.08.2015
Unutmayacağız,
unutturmayacağız
Bugün 17 Ağustos 2015...
Haberlerde bir görüntü... Unutmayacağız, unutturmayacağız...
Böyle yazıyordu pankartta!
Unutmayacağız,
unutturmayacağız... Depremde ölen insanlarımızı... Trafik
canavarına her Allah'ın günü kurban ettiğimiz insanlarımızı...
İhmalden, açgözlülükten gereken önlemleri almayan işverenleri ve
kurbanlarını... Siyasi sorumluların, sorumsuzluklarından
dolayı can veren insanlarımızı... Hangi birini sayayım
bilmiyorum o kadar çok ki... Şehitler ölmez nakaratlarını,
her gün candan can giderken... Unutmayacağız,
unutturmayacağız(!)
Hadi oradan! Sana acıyan, senden
beter olsun... Sen... Evet sen bu kafayı değiştirmediğin
sürece... Kaderci biçare!
*
Erdogan ist ein Arschloch
Tercüme
etmesen daha iyi olur... Ama usturuplu bir küfür... Beş -
on dakika önce sigara almaya gidiyordum, uzaktan iyi tanıdığım
bir Alman bana doğru geliyor. 60 yaşlarında çok efendi bir
insan. Beni görünce ağzı kulaklarına yayıldı. Yan yana
geldiğimizde, yüksek sesle... "Erdogan ist ein Arschloch"
dedi ve bir takım şeyler ekledi... Söylediklerinin arasında
tercüme ederek.. "...kime sorsam, hangi Türk'e sorsam bana
dedikleri Erdogan ist ein arschloch..." Bende ona yanıt
verdim... "Ja aber irgend jemand wählt dieses Arschloch!"
oldu. Kim seçiyor Erdoğan'ı? Sahi kim?
*
Hümanizm
Hümanizm... Yani insanın,
insan için insanca değerlere önem vererek ilkeler çerçevesinde
insanı savunması başka bir şey... Bir mücadele esnasında ki
bu bir savaş veya silahlı çatışma olabilir... Toplumun huzuru
veya refahı, belki vatan savunması esnasında canını, malını,
sağlığını veya bireysel değere sahip herhangi bir değerini
özveride bulunarak, feda etmesi ve bunun sonucunda muhtemel bir
ölümü göze alması başka bir şey!
Böyle ulvi değer sahibi
insanların ölümü... Toplumu derinden yaraladığı gibi geride
bıraktıklarına hayat boyu büyük... Çok büyük acı... Belki,
bilemem... İçin için ise bir kıvanç kaynağıdır... Ancak...
Bu değerlere sahip insanlar olduğu sürece... Sen, ben, o...
Hayatlarımızı sürdürebiliyoruz... Bunun bilincinde olduğumuz
sürece insanız ve hümanizmi savunmaya hak kazanırız. Buna rağmen
bizim için, toplum için ölümü göze alanların ardında
bıraktıkları, yani emanetlerine sahip çıkmak en yalın ifadeyle
bir vefa borcudur. Vefasızlığın göstergesi ise şehidin
muhtemelen ardında bıraktığı, öncelikle, evladına sonra eşine,
anne ve babasına sahip çıkmamaktır!
Böyle durumlarda vefa
salt devletten beklenmemelidir... Vefa borcu hepimizin
borcu... Ve insan olan borcunu öder!!!
***
18.08.2015
Aşk ve
milliyetçilik ikileminde koyduğum nokta
"İdealler öncelikle fikir sonra yürek işidir. Karşılıksız bir
aşk misali. Menfaat yok. Köşe dönmek yok. Bırak başkası yapsın
demek yok. Çalışmak var, bıkmadan usanmadan."
Böyle
yazmıştım 2007 yılında... AKP ile sanal mücadeleme
başladığımda!
Ben bir kadını sevdiğimde, O artık...
Saçıyla, başıyla, bedeniyle, ruhuyla benimdir... Nokta!
Onun için, sevdiğim için, aşkım için can alır - can veririm...
Nokta! Platonik aşklardan, uzaktan uzağa... Nefret
etmişimdir, oldum olası... Ben sevdiğimi almalıyım
kollarıma... Öpüp koklamalıyım, sıcaklığını his etmeliyim...
Başkacasına kafam çalışmaz benim... Nokta!
Milliyetçilik anlayışım da belki başkacadır, yukarıda tarif
ettiğim gibi... Bıkıp usanmadan çalışırım inandığım dava
uğruna... İspatı... Yazdığım binlerce sayfada...
Yayınladığım irili ufaklı onlarca kitap ve kitapçıkta...
Nokta!
Bir paylaşımda okumuştum... "Güvenmemeyi,
güvendiğin insanlar öğretiyor" diye... İlk anda doğru bir
cümle gibide gelse insana... Ve hatta birçok kez hayat bunun
ispatı da olsa... Hayır efendim yanlış(!) Çünkü beşeri
ilişkilerde güven esastır... Bak bir etrafına... Kasaba
gittiğinde at, eşek eti mi yoksa sığır eti mi satıyor sana...
Araban bozuldu, gittiğin tamirci... Başın sıkıştığında
başvurduğun polis... Sokakta tanımadığın insana sorduğun
adres... Hepsi ama hepsi ve daha fazlasının temelinde güven
yatıyor illa... Hele o gözler yok mu... İçinde kendini
kaybettiğin... O gözlerdir, ilk güvendiğin... Nokta!
Not: Arkadaşlar, dostlar, kardeşlerim... Paylaşımlarınızı
okuyorum ama içimi burkan bir şey var yazmalıyım. Siz hiç bir
Kürt veya Ermeni'yle söyle etraflıca, dost ortamında oturup
konuştunuz, kadeh tokuşturdunuz mu? Sofralarıma oturup, ekmeği
birlikte kırdınız mı? Yaptıysanız eğer zaten aynada kendinizi
görmüşsünüzdür. Onlarda insan, Türk'te insan, iyisiyle -
kötüsüyle hepimiz yalnız insanız. İyi ve kötü taraflarımızla
sadece ve sadece insan! Genelleştirmelerle herkesi bir kefene
atmayalım, gönül kazanmak lazım. Kalp kırmak kolay!
*
Beşer şaşar da Azrail şaşar mi?
Şaştığının, en azından ama bazen vaz geçtiğinin yaşayan
kanıtıyım... Kafam çok bozuk olduğunda veya duygularımla -
beynim arasında bir çelişki yaşadığımda iki etkili yöntemim
vardır. Ya koyarım önüme bir büyüğü, açarım ruh halime göre
uygun müziği, şişenin son damlasını görene kadar içerim yada ki
bunu çoğunlukla yaparım ve genelde gecenin kör karanlığında...
Ne olacaksa bana olsun başkasına zarar vermeyeyim diye...
Altımda o an için bulunan arabaya göre... Ya çeviririm
direksiyonu dağlara, virajlı yollara... Yada çıkarım
otobana... Açarım yine müziği ruh halime göre, sağlı solu
pencereleri.. Basarım gaza... Virajlı yoldaysam davet
ederim Azrail'i dansa... Yok otobandaysam, dediğim gibi
altımdaki arabaya göre... 200, 210, 220... Azrail ile
yarışa... Severim Azrail ile oynaşmayı... Ölmez geri
dönersem ne gam kalır, ne tasa... Ancak... Beyim yine
berrak ve duygularıma yine hakimimdir!
Deli miyim? :)
Hayır... Canıma mı susadım? Belki, evet, hayır,
olabilir... Bilmiyorum... Benim ki... Önder usulü Rus
ruleti!
İyide... Memlekete ne oynanıyor... Azrail
buna ne diyecek... Anlayan varsa ne olayım!
***
19.08.2015
Bir dua
Euzubillahimineşşeytanirracim, Bismillahirrahmanirrahim...
Allah'ım şüphesiz sen her şeyi gören ve bilensin... Ve yine
hiç şüphem yok ki sen ol dediğinde, olur... Tanrım... Bu
dünyada bunca dert, elem ve keder varken... İnsanlar ölürken,
çocuklar açken... Benim ve belki milyonlarca Türkiye'de
yaşayan kullarının duasını kabul eder misin bilmiyorum. Ama
inana müşkül durumdayız... Öncellikle bana ve aileme...
Ama aynı zamanda bütün sağduyulu kullarına akıl sağlığı ver...
Ver çünkü akılların durduğu... Yüreklerin taş, gözlerin kör
olduğu bir sürece girdik!
Sen görüyorsun... Oku demene
rağmen insanlar okumuyor... Senin kitaplarını dahi...
Beyin vermişsin ki insanlar düşünsün, görsün ve iyiyi... Ve
dahi kötüyü ayırt edebilsin, yalnız senin büyüklüğünü, senin
kudretini idrak etmekle kalmasın, kendileri, aileleri ve içinde
yaşadıkları toplumlar için iyi olanı, güzel olanı, faydalı olanı
zamanında ve gecikmeksizin yapsın diye!
Yüce Mevla'm, ulu
tanrım... Görüyorsun bizlere yaşattıkları rezillikleri...
Sözde bizleri "yönetmeye" talip olanları... Kendilerini
yönetemezken... Kendilerine akılları yetmezken... Afet
Allah'ım... Kırçlarındaki donu kendi başlarına çekemezken...
Kalkmış, insanlara akıl veriyor - yönetmeye çalışıyorlar...
Bu ne vahim ve elem bir tezattır Allah'ım... Ne yaptık sana,
ne günah işledik ki... Bizleri böyle cezalandırıyorsun?
Allah'ım... Başımızdaki belaları sana havale ediyor...
En kısa zamanda uygun gördüğünün yerine gelmesini diliyorum!
*
Bin bir gece masalları
Kırk haramiler
basmış Türkiye'nin dört bir tarafını... Ellerine düşmüş
devletin tüm hazinesi... Açıl susam açıl... Soyup soğana
çevirdiler koskoca memleketi!
Yok mu bir Ali baba?
Binsin uçan halısına gelsin kurtarsın bizi!
Ama bu masal
değil ki... Hayatın ta kendisi! Okulların açılmasına kısa
bir süre kaldı... Diyorum ki... Söyle bir dost
ortamında... Wiesbaden'de veya Frankfurt'ta... Toplansak
bir araya gelsek... Unutmayalım... Direniş ve özgürlük
ateşi geçen yüzyılın başında da... Avrupa'dan Türkiye'ye
sıçradı!
Jön Türkler... Fikirler ve eylemler her ne
kadar... Neyse geçelim... Biliyorum artık bir Atatürk yok
başımızda... Ama eğer bizler Atatürk'ün torunlarıysak eğer...
Mutlaka çözümde, yolda yakında... Ne dersiniz? Okullar
açılsın bir araya gelsek mi?
*
Eylem ve söylem
Ne elimde somut bir
bilgi, nede herhangi bir kanıt... Sadece bir his, bir kurgu
yani teori... Artık ana ve yavru muhalefet partileri
hakkında... En ufak bir söz dahi kaybetmek istemiyorum...
Hepsini bu sabah Allaha havale ettim, Allah nasıl biliyorsa öyle
yapsın... Ancak son günlerde yaşadığımız can kayıpları...
Herkes gibi beni de derinden üzüyor, endişelendiriyor...
Açıkçası korkuyorum... Kendi canımdan değil, çoluğumuz -
çocuğumuz, geleceğimiz için korkuyorum!
Kendimi bir nevi
gözlemci gibi görüyorum... Bir gözlemci, gözlemlediğine
mesafeli yaklaşmalı... Ancak bu sayede objektif bir
değerlendirme şansına sahip... Herkes veryansın ediyor,
herkes isyanlarda, söylem o biçim... Eyleme gelince...
Fıssssssssssssssssssssssss!
HDP... Bu partiyi
muhalefetten saymıyorum... Çünkü bu parti siyasetin bizzat
içinde ve en azından iktidar partisi kadar önemli... Hemen
söylenmeye başlamayın... Sakince okumaya devam... Bu
yazının sınırlarını zorlayacağı için BDP'nin neden "lav"
edildiğini, ettirildiğini... Yerine hangi oluşumun
getirildiğini ve işlevini... HDP'nin >>> neden <<< ve hangi
şartlar altında kurulduğunu yazmayacağım, sadece hatırlatmakla
yetiniyorum!
Bende öyle bir kanı oluştu ki... Sanki
Demirtaş yapılan tüm hesapları boşa çıkardı... Ve böylelikle
iki tarafta da küçümsenmeyecek düşman kazandı... Ülke yeni
bir seçim sürecine girdi, girmek üzere... AKP ne olursa
olsun... Neye mâl olursa olsun bu seçimi kazanmak zorunda...
Korku en iyi tutkal... Demirtaş'ın başına bir şeyler gelirse
benim için sürpriz olmaz... Yazıcıoğlu'nu hatırlatırım...
Ancak bu AKP'nin seçimleri kazanma şansını önemli boyutta
etkilemez... Yok... Çok daha büyük, daha şiddetli...
İnsanları dehşete sürecek bir şey yaşanmalı ki... Bütün insan
müsveddeleri AKP çatısı altında toplansın... Tekrar bir
hatırlatma yaparak sözlerime nokta koymak istiyorum... O ne
sansasyonel... O ne muhteşem... O ne nefes kesici bir
sahnelemeydi ki... Ergenekon ve bu davaya bağlı zincirleme
zırvalar... "İnsanları" AKP çatısı altında birleştirdi!
*
Böl ve yönet
Öyle güzel böldüler ki…
Öylesine güzel birbirimize düştük ki… Evlat acısı bile
birleştiremiyor bizi… Ah – ah, vah – vah demekten zevk
alıyoruz sanki!
*
Erdoğan sen b.ku yedin
İyi haber…
Türk’ün yapamadığını eloğlu yapacak gibi görünüyor… Dünya
borsaları çalkalanıyor… ABD’nin faizleri yükseltmesi
beklentisi… Öncellikle Çin ve Türkiye gibi ülkelere yatırım
yapanların… Yatırımlarını ABD’ye yönlendirmesi, Çin’i
şimdiden zorlamaya başlamış… Uzun süreceğini sanmam…
Yakında Türkiye’de de etkisini göstermeye başlar… Ekonomisi
sıcak parayla dönen Türkiye’yi… Kuveyt’in veya Sudi
Arabistan’ın bile… Bu durumda Erdoğan’ın ihtiyaç duyduğu
nakitti karşılamakta zorlanmaları olasıdır… Nakit yok, oy
yok… Zaten patlamaya hazır bizleri… Ama daha da önemlisi
varoşları harekete geçirecektir!
***
20.08.2015
Tespih
taneleri
Biliyorum... Böyle bir zamanda...
Milletin vicdanın kanadığı günlerde böyle şeyler yazmak
uygun değil... Gencecik evlatları o kara toprağa veriyoruz...
Az sayıda insan Türkiye'de yükselen çığlıkları duyup... Sel
olan gözyaşlarını görse de... Hayat bir şekilde devam
ediyor... Yüreğin kanasa da, yeri geldiğinde, kendini
tutamayıp yine gülüyorsun... Yiyip içiyorsun, uyuyorsun...
Hayat devam ediyor... Sen istesen de, istemesen de...
Hayat devam ediyor... Gencecik evlatları o kara toprağa
verirken bile!
Keşke bilmeseydim.. Keşke yaşadıklarımı
yaşamamış, gördüklerimi görmemiş olsaydım... Ama hepsini
gördüm ve yaşadım, hala yaşıyorum... Evlat acısını bilen bir
baba olarak... Bu vatan için evlatlarını feda eden... Tüm
anne ve babaların önünde saygıyla eğiliyor... Metanet...
Ve evlatlarımız için Allahtan rahmet diliyorum!
Ancak...
Daha da büyük acılara kendimizi hazırlamamız gerektiğini
hatırlatmak istiyorum... Bu gidişata siz dur diyene kadar!
Not: Başladım, yazacaktım... Yazacaklarımdan gerçekten şu an
için vaz geçtim. İçim el vermiyor. Allah benzetmesin, yaşıtlar,
onlar musalla taşında, kara toprakta tespih taneleri gibi
yatarken ben benimkini nasıl anlatayım :(
*
Atatürk'te birleşelim
Ne güzel değil mi?
Atatürk'te birleşelim... Sana, bana, ona güzel... Okumuş,
az çok mürekkep yalamış, bilgili, belirli bir kültür düzeyine
erişmiş insana... Güzel!
Arkadaş... 29 Ekim 1923'de
Cumhuriyet ilan edildi... O gün bugündür... Halkımızın
küçümsenmeyecek bir bölümünde Atatürk... (...) Okumuyor,
düşünmüyor... Kulaktan dolma bilgiler ile yetiniyor...
Arkadaş, adam Kur'an-ı Kerim bile okumuyor... Sen neden bahis
ediyorsun? Sen bu insanları nasıl kalkmış Atatürk'te
birleştirmeye çalışırsın... Kaldı ki... Okumuşunu bile bir
çatı atına getiremezken(!)
Sen bu ilkede bu insanları
birleştirebilir misin? Hayır! O halde... Öyle bir
deyiş, öyle bir slogan bulmalıyız ki... Bizi, biz eden öz
değerde birleşelim... Dünya görüşü.. Siyaset ve dini
karıştırmadan... Hele bir taşlar yerine otursun... Bu
sefer Atatürk'ü insan olarak, Atatürk'ü >>> ebedi <<< lider
olarak tanıtalım, sevdirelim. Yalansız, olduğu gibi. Rahmetliye
ve silah arkadaşlarına vefa borcumuzu bir nebzede olsa ödemeye
çalışalım.
Bu değerlerin en başında... Suya sabuna
dokunmadan... Anadolu gelir... Anadolu medeniyeti, Anadolu
hoşgörüsü... İlla bir şahıs olması gerekiyorsa... Bence
Fatih Sultan Mehmet uygundur... Toplumun her kesiminde
karşılık bulur... Bilgisiyle, kültürüyle, sanat sevgisiyle,
kitaplara olan aşkı ile bizde... Liderlik vasıflarıyla,
İstanbul'u fetih, yüce dinimizi temsil etmesiyle geri
kalanlarda... Haydi arkadaşlar kafaları biraz çalıştıralım!
***
21.08.2015
Bu ne kin, bu
ne öfke, büyük açılarda yaşasak bu terbiyesizliğe mazeret olamaz
Evet, büyük açılarda yaşasak bu terbiyesizliğe mazeret
olamaz... Başımızdakiler malum, bize sözde örnek olması
gerekenler... Mahalle karısından beter! Bu ne
tahammülsüzlük, bu ne terbiyesizlik? Dün birisi çıkmış bana
adeta hesap soruyor... Herhalde... Utanmasa, kıçından
uyduruyorsun diyecek... Yaklaşık 20 milyon Kürt asıllı
vatandaşımız aramızda yaşıyor dedim diye.. Çıkıp tek tek
saymış mıyım, böyle bir sayım asla yapılmamış falan... Doğru,
yapılmadı hepsi varsayım... İstatistiki değerlerden bahis
ediyorum ve “ağzının cevabını” verdim, ispatlı... Ben
bilişimciyim, öyle bildiğiniz bilişimcilerden değil... Çok
farklı görevlerim vardı, elektronik ortamda bir bilgi mevcut
ise... Ve beni gerçekten çok ilgilendiriyorsa ulaşırım, en
kısa zamanda... Bir diğeri neden Kürtleri savunuyormuşum,
ölenleri yazmıyormuşum... Ne desem bilmem ki... Herhalde
akıl hastası, Daha iki gün olmadı sekiz insanı toprağa
verdik, içlerinde Kürt kökenli şehitler… Ağıtlar Kürtçe ama
gözyaşları hepimizin… Bir ana… Bu vatan için canını veren
oğlunun başında Kürtçe veya Türkçe ağıt yaksa… Hayvan mısın
sen! Yakılan ağıtı anlamasan da, yüreğinde de mi his etmiyorsun?
Mehmetçiğin Türk’ü, Kürt’ü, Ermeni’si olmaz… Mehmetçik,
Mehmetçik bu vatanın evladı!
Daha ne söyleyeyim, daha ne
yazayım?
Arkadaşlar, dostlar, kardeşlerim…
Sinirlerimiz çok bozuk, hepimiz korkuyoruz… Biliyorum…
Şimdi aklımızı başımıza alma zamanı, gözlerimizi artık
açmalıyız… Terbiyesizliğin lüzumu yok, insan gibi
birbirimizle konuşalım ve anlaşalım!
*
Düşünmeyi, kendin yazmayı bir denesene
Bir bilişimci olarak... Seksenli yılların başından beri...
Microsoft ile iç içe olan birisi olarak… Bunları yazdığıma
inanamıyorum… Ancak... Zorunluluklar insana başka çare
bırakmayınca yapılacak bir şey yok!
Lütfen kimse bana
kızıp darılmasın… Benimki sadece bir öneri ve öyle olarak
kabul edilmesini rica ediyorum. Görüyorum… Kimisi tüm
harfleri büyük yazıyor… Kimisi üzerinde bir şeyler karalanmış
resimleri paylaşıyor… Neden? Neden kendi düşüncelerinizi,
fikirlerinizi, hissiyatınızı… Sevdiklerinizle, dostlarınızla
paylaşmıyorsunuz da birilerinin ama doğru ama yanlış
karaladıklarını paylaşıyorsunuz? Evet, olağanüstü güzel bir şey
olurda anlayışla karşılarım ama… Neyse geçelim!
Yazacaklarım özellikle yurtdışı Türkleri için geçerlidir…
Birçoğumuzun ortak derdidir, Türkçe… Kullanacağım terimleri
Türkçe, Almanca ve İngilizce yazacağım…
Atalarımız ne
demiş “boğulacaksan büyük denizde boğul” Aynen! Madem
öleceksin bari “adam” gibi öl, iki karış suyla uğraşılır mı?
Bu deyim özellikle bilişim için geçerlidir… Bu konuda ne
yaparsanız yapın… Ufkunuzda, gözünüz bu konun devlerinde
olsun!
Kuskusuz devler arasında Google ve Microsoft var…
Alfabetik sırayla gidelim… Ücretsiz olmasına rağmen ilk
etapta birtakım ihtiyaçlarınız karşılayacak kadar yeterlilik
gösteren Google Chrome tarayıcısı (Browser)
https://www.google.de/chrome/browser/desktop/
Buradan
indirebilirsiniz. İndirirken Administrator haklarınıza sahip
olduğunuza dikkat edin (bilmiyorsanız deneyin, olmuyorsa
Administrator değilsiniz). Tekrara bulabileceğiniz bir yere
indirin. Kur’u (setup) çalıştırın. Önünüze gelen ilk soru
peceresinde tüm seçenekleri eleyin çünkü aksi taktirde mesela
Opera, Firefox veya Internet Explorer, tarayıcı olarak ikinci
seçenek olacaktır. Chrome’u salt Facebook veya benzeri sitelerde
nispeten düzgün Türkçe ile yazabilmek için kullanırsınız. Çünkü
yazı denetleyicisi kelime dağarcığı henüz kısıtlı buna rağmen
sürekli geliştiriliyor. Yanlış yazdığınız kelimelerin altında
kırmızı bir çizgi oluşuyor. Yanlış yazdığınız kelimenin üstüne
sağ fare (maus, mouse) ile tıkladığınızda veri tabanı
seçenekleri belirecektir. Birçok kelimeyi tanımasına rağmen
mesela Microsoft Word veya Internet Explorer kadar veri tabanı
henüz gelişmedi. Şimdi gelelim ayarlara…
Türkçe…
https://support.google.com/chromebook/answer/1059490?hl=tr
Almanca…
https://support.google.com/chromebook/answer/1059490?hl=de
İngilizce…
https://support.google.com/chromebook/answer/1059490?hl=en
Harfiyen yazılanları uyguladığınızda ve tarayıcınızı
kapadıktan sonra tekrar açtığınızda yazı denetleyicisi görevine
başlayacaktır. Chrome hiç yoktan, elinizde hiç bir şeyin
olmamasından iyidir. Belki dikkatinizi çekmiştir; Opera, Firefox
vesaire ile hiç uğramıyorum, nedenlerini açıklamak uzun sürer,
benim için yok hükmündeler! Chrome’u özellikle Windows 8.x
kullanıcıları için tavsiye ederim.
Gelelim Microsoft’a…
Bakın burada olanaklar ve seçenekler oldukça fazla ve
özellikle gurbette yaşayan Türkler için, kelime dağarcıklarını
geliştirmek açısından kolay kolay bulunmaz bir “hazine”
konumunda. Sorun ücretli ve genelde pahalı olmasında…
Neyse, korsan morsan bir şekilde zaten piyasada… Önemli olan
doğru kullanmayı bilmekte! Word ile başlayalım… Microsoft
Word’ü bir yazılım olarak değerli kılanlar arasında şüphesiz
yazı denetleyicisi ve eşanlamlı kelimeler (synonym, sinonim)
veri tabanının bulunmasıdır. Gerçekten çok gelişmiş ve geniş
kapsamlı. Bir kelimenin eşanlamlısını bilmek, her ne kadar
eşanlamlılar mümkün olduğu kadar az kullanılması gerekse de,
yazdığınızı daha okunaklı yapacaktır. Ayni kelimeyi ikide birde
tekrarlamak hem yazıcı, hem okuyucu açısından sıkıcı olabilir.
Burada bir parantez açmak istiyorum ve tekrar hatırlatıyorum;
Yazdıklarım yurtdışı Türkleri için geçerli çünkü ellerindeki
bilgisayarlar genelde bulundukları ülkenin dili ile çalışıyor.
Türkiye’de ki bundan on – on beş sene evvelsine kadar genelde
işletim sistemi ve yazılımların çoğu İngilizceydi. Çok şükür
artık değil yani “öz” Türkçe. Onların artık böyle bir sorunları
yok ama bizlerin yazım denetleyicisi sorunu var! Microsoft
bunun için Word 2010 veya Office 2010’a kadar >>> ücretli <<<
Microsoft Proofing Tool’s diye bir yazılım yayınladı. Bu
yazılım ile istediğiniz dili yükleyerek, yazım denetleyicisini
kullanabiliyorsunuz. Burada yine bir parantez açalım.
Microsoft’un bugüne kadar pazarlama stratejisi, ürün bazında
hareket etmekti yani her Office’in mesela kendine özgü Microsoft
Proofing Tool’su vardi her yazılımın yine ayarlar kısmı
diğerlerine nazaran çok büyük farklılıklar arz edebiliyordu, her
Windows işletim sisteminde her Office çalışmıyordu falan. Kapa
parantez! Artık öyle değil… Windows 10 ile neredeyse her
Office çalışıyor, en azından bu iddia ediliyor. Yeni Office
henüz piyasaya çıkmadı ama Office 2013’de Microsoft Proofing
Tool’a istediğiniz yazım denetleyicisini >>> ücretsiz!!! <<<
ekleyebiliyorsunuz. Halileyle insanız ve üşeniyoruz… Word’ü
aç yaz… Copy - Past yani kes yapıştır yap… Ölme eşeğim
ölme… Bunu Microsoft’ta biliyor tabii… Onun için geçelim
Internet Exporer’e... Kendi güvenliğiniz açısından ki bu
konuda da birçok makale yazdım Windows Update’i kullanmanız
gerekir. Bu durumda işletim sisteminiz için güncel Internet
Explorer zaten sisteminizde mevcuttur. Bilindiği üzere Windows 7
dahil olmak üzere önceki Windows sürümlerinin >>> hepsi <<<
artık geçerliğini yitirmiş bulunmaktadır. Buna rağmen özellikle
Windows 7 hala piyasada bulunuyor. Windows 7 ve Windows 8.x
genelde Internet Explorer 11’i kullanır. Yazım denetleyicisini
(Rechtschreibprüfung, Spellcheck) kullanabilmeniz için Internet
Explorer’in sağ üst köşesinde Dişli simgesine sol tıklayın. Add-
Ons, açılan pencerede sol tarafta altta, yazım denetleyicisine
tıklayın (Windows 8.x kaldırdılar), sisteminize yüklü olan
dilleri görürsünüz, hemen altında sol tarafta; İnternetten daha
farklı dilleri yükleme seçeneği var, ona tıklayın, Türkçeyi
seçin. Sağ alt köşede indirin ve yükleyiniz göreceksiniz,
tıklayın. Bir pencere açılacak evet ile devam. Yükleme
bittikten, mevcut pencereyi kapatın. Sonra Internet Explorer’i
kapatın açın, tamam.
Almanca
http://windows.microsoft.com/de-de/windows-vista/change-your-internet-explorer-language-settings
Türkçe
http://windows.microsoft.com/tr-tr/windows-vista/change-your-internet-explorer-language-settings
Office 2013 için Yazım denetleyicisi, Türkçeyi seçin,
yükleyin, bitti!
https://www.microsoft.com/de-de/download/details.aspx?id=35400
Umarım yardımcı olabilmişimdir.
PDF olarak
http://www.gurbuz.net/Turk/Dusunmeyi kendin yazmayı bir
denesene.pdf
***
22.08.2015
Tatmin olmak
İnsan dediğin bedenen tatmin olmak istediği kadar… Ruhen
de tatmin olmak ister!
Benim anlamadığım… Neden insan
kendini aldatır? Her Allah’ın günü ya ölüm haberi ya da
yaralı… İnsanlar isyanda… Entel – dantel, feryat figan…
Yazar – çizer, paylaşır, öfkesini kusar… Ve bu onu tatmin
eder… Bir an için(!)… Vicdanını rahatlattığını sanır…
Hâlbuki vicdanı rahat değildir… Yaptığının yetersiz olduğunu
bilir, Onun için her Allah’ın günü yine sanal meydandadır…
Gerçek meydanlar, yolar ise… Öksüz, yetim, boynu bükük!
Şimdi kendinize soruyorsunuz, biliyorum… Sanki sen ne
yapıyorsun? Ben, :) Ben başlı başına bir yalan... Sanal
ortamda, sanal bir adam… Ya da bu adamdan arta kalan!
Öyle değil tabi… Ne yaptığım meydanda, alenen… Planlı,
programlı, hedefim beli, yolum beli… Okuyorum ikide birde,
yok beni şikâyet ettiler, sayfamız kapatılmak üzere…
Arkadaşım suç sende, başkasında arama(!) Bak bu ortamda…
Facebook, bizzat… Kendisi… Beni Unofficial AKP Enemy
(Political Organisation) ilan etti! Benim akılıma bile böyle
bir şey gelmedi… Kendisi teklif etti, bende kabul ettim!
Gençliğimde olsa, sağlığım el verse yine yaparım… Bir kez
yaptım, başarılı oldum, yine yaparım… Ama yok, başlatmasına
başlatabilirim, o enerjim var henüz… Ama bu gibi işlerde
önemli olan başlatmak değildir, sonunu getirmektir… İşte onu
yapacak gücüm kalmadı, yapamam!
Süreklilik esastır,
süreklilik!
Kırmak, yakıp - yıkmak kolay… Düşman
kazanmak kolay… Gönül kazan, insan kazan, insanı ikna et
göreyim seni!
Defalarca yazdım, yine yazarım…
PKK’lısıyla… Nazi’si, dazlak arkadaş, bildiği dazlak… Hani
o geceleri adam yakanlar var ya… Hah, iste onlardan…
Onlarla bile oturup konuşabiliyorum, ikna ediyorum, ikna
oluyorum… Adamların haklı odlukları taraflar var tabii…
Ama bu insan yakmaya mazeret olamaz!
Kendimizi
aldatmayalım… Bizimki tatmin olmak değil, kendini aldatmak…
Madem bir araya gelemiyoruz… Madem sokakları, meydanları
dolduramıyoruz… Bir öneri… Üç – beş arkadaş, inandığınız
sevdiğiniz… Oturun konuşun, anlaşın… Her akşam dünyanın
dört bir tarafında… Saat tam dokuzda, ışıkları bir
dakikalığına kapatın mesela… Bir, iki, üç, on, yüz, bin ve
sonunda milyonlar… O üç – beş arkadaşında üç – beş arkadaşı
var, onlarında… Bir gün - iki gün değil, her gün… Zahmete
girmeden, kendini veya sevdiğini tehlikeye atmadan…
Türkiye’de, dünyanın dört bir tarafında… İşte o zaman,
gerçekten tatmin olmanın ne demek olduğunu anlarsınız!
*
13 x 20'nin sırrı ve Mostar köprüsü
13 x
20 = 260 260 yeni bir hayat demek(!) :) Biliyorum hiç
bir şey anlamadınız.
Yapmış olduğum hesap... Devlet
Bahçelinin, yaptığı abuk subuk hesaplara benziyor... Ama
sabır eder bu yazının devamını okursanız... 13 x 20’nin
“sırrını” çözer ve Mostar köprüsü ile bağını anlarsınız!
Yaygın kanıya göre yeni bir hayatın ana rahmine düşmesinden
doğumuna kadar 9 ay… Ancak bilim en son araştırmalara göre
bunun doğru olmadığını kanıtlıyor… Çağdaş bilimi bir tarafa
bırakalım, bundan yaklaşık 5000 sene önce Mayalar bunun farkına
varmış, üç takvimlerinden birini buna göre düzenlemiştir! Evet,
Maya medeniyeti yaklaşık 5000 senelik bir geçmişe dayanıyor.
Mostar köprüsü Neretva nehrinin iki kıyısını birbirine
bağlar, genişliği yaklaşık 20 metredir. Köprünün olağan günlerde
su yüzeyine yüksekliği yine 20 metreyi bulur. Olağan gün diyorum
çünkü nehir az su taşıdığında bu yükseklik birkaç metre faklı
olabiliyor. Köprüler iki kıyıyı birbirine bağlar, bazen iki
kıyı arasında bitki örtüsü farklılık arz edebilir, yaşamın
kendisi yani hayvanlar veya insanlar birbirinden farklı evrimler
geçirmiş olabiliyorlar. Bu yüzden köprülerin önemli bir
görevleri vardır. Köprüler birleştirir, kaynaştırır!
Köprüleri atmamak lazım!
***
23.08.2015
Allah
Allah kuluna 7 günlük ömre, 8 günlük iş biçermiş... Öyle
derler... Bende bir hesap hatası yapıtı herhalde... Kesin
bir yanlışlık var... Bana düşen 7 günlük ömre 12 günlük iş
gibi geliyor!
***
24.08.2015
Kurabiye
32 yaşında subay, son isteği kurabiye... Kurabiyeleri
yiyemeden ona ulaşamadan şehit oldu… Yarbay ağabey isyan
ediyor… Nasıl isyan etmesin?
Neden belli…
Sorumlular belli… Nihayet Türkiye yavaş yavaşta olsa
sokaklara dökülmeye başladı… Henüz münferit… Çözüm çözüm
diyenler Beştepe’de.. Utanmadan sıkılmadan dün yardakçıları
açıklama yapıyor… O iğrenç ağızlarına… Atatürk’ü alarak,
Yok, başkanlık sistemi, yok şu bu… Eyyy yurdumun güzel ve
saf insanları… O sarayı ailesiyle birlikte ona mezar
etmedikçe… Senin evlatların ölmeye devam edecek!!!
*
Yine tarihe not düşelim
Piyasalar henüz
açılmadı… Dolar 2,9645 Euro 3,3943 Milli borç kat be
kat katlandı… Vatandaşın cebi delik!
*
Gücün anatomisi
Ve çekiç, güçle…
Örsün üstüne konan kızgın demirin üstüne vurdukça, kıvılcımlar
saçılıyor dört bir yana… Demir çekicin gücü altında eğiliyor,
bükülüyor, esniyor, inliyor ama kırılmıyor… Birde demire
karbon ekledin mi bu karşım suyla buluşmayı bekler… Çelik
suyla sertleşir!
Eskiden ama çok eskinden… Bir
topluluğu yönetmeye talip olan insan… Ya bedensel gücüyle, ya
cesaretiyle, ya hünerlerinden dolayı, ya da bilgisiyle bu göreve
talip olur… İnsanlarda onu bu yeteneklerinden dolayı lider
olarak kabul ederlerdi… Ama o eskidendi... Artık kimin
sesi en yüksek çıkıyorsa… Partiliyse… O partinin bayrağını
en yüksel, en güzel kim dalgalandırıyorsa… Bilgisine,
yeteneklerine bakmaksızın… Güç onun eline veriliyor!
Bu Nazi Almanya’sında da böyleydi… Son senelerde Türkiye’de
de böyle… Bilgisine, yeteneklerine bakmaksızın… Sonuç
ortada!
***
25.08.2015
Büyük deprem
Dün dünya piyasaları büyük bir depremi yaşadı...
Endeksler son 8 yılın en büyük düşüşüyle kapandı… Çin başı
çekiyor… Büyük üçlünün büyük savaşı mı… Yoksa vahşi
kapitalizmin “hazin” sonu mu karar veremiyorum… Asya, Amerika
ve Avrupa… Devler “savaşırken” bizler güme gitmesek bari!
Yine dün… iki şehit, sorumsuzluğun – bilgisizliğin
kurbanı ama denecektir ki… Tabiat faciası, takdiri ilahi
falan… 8 insan aramızdan ebediyen ayrıldı… Gidişat malum…
Türkiye bir çeteye teslim olmuş durumda… Çete ceplerini
doldururken bizler güme gitmesek bari!
Büyük bir
depresyon geçiriyorum herhalde… Elim ayağım kalkmıyor… Hiç
bir şey canım istemiyor, uykudan kafamı kaldıramıyorum ki…
Ben ve uyku daha büyük bir tezat düşünülemez… Mutlaka
silkinmem lazım, ya Allah ya Bismillah diyerek… Biliyorum,
doktorlar – psikologlar hemen itiraz edecek… Ama birçok
konuda insan… Yine kendinin doktoru olabiliyor, yeter ki o
gücü kendinde bulabilsin… Ben kendimi toparlamaya çalışırken
ailemle güme gitmesek bari!
Geçen haftaydı, doğru
hatırlıyorsam… Gecenin kör karanlığında televizyonda çok
ilginç bir tartışma izledim… Alman gazeteciler, siyasiler,
psikologlar falan… Konu siyasette tahammülsüzlük… Bir
cümle bütün programın özeti… “…Son yıllarda >>> tüm dünyada
<<< gözlemlenen siyasette tahammülsüzlük İnsanların hayat
şartlarına bağlı geçirdiği çöküntünün siyasete de yansıması…”
Güm!!! Vahşi kapitalizm dize gelirken bizler güme gitmesek
bari!
*
Mevlana’dan öğrenemiyorsan bari hayvanlardan utan
Mevlânâ Hazretlerini duymayan yoktur herhalde? En cahili
bile kulaktan dolma, Mevlana ismini duymuştur… Mevlânâ Hz.
insanlığı ile insan için yüce dinimizi insana laik yorumlamış…
Yol göstermiştir, derviş kelimesi Farsça kökenli olup, anlam
itibarıyla yoksul, fakir, alçak gönüllü, kapı kapı dolaşan
anlamına gelmektedir. Ben, kapı eşiğinde duran “terimini” tercih
ediyorum çünkü derviş, semâ esnasında sağ eliyle yukarı, sol
eliyle aşağıya doğru göstererek Hak’tan gelenin hakça
dağıtılması gerektiğini ima eder. Yani bir yandan Tanrı ile kul
arasında arabuluculuğa soyunarak kapıda, bir boyuttan diğer
boyuta geçen. Mevlânâ Hz. öğretisinde insandır odakta olan.
Kimsin, nesin ilgilendirmez, önemli olan insan olman, Hakka olan
aşktır esas alınan.
Hadi bundan ibret almıyorsun…
Anadolu medeniyetini, terbiyesini ve hoşgörüsünü takmıyorsun…
Bre Allahtan korkmaz, kuldan utanmaz… Bari hayvanlardan utan…
Biliyor musun? Söyle biliyor musun... Anadolu…
Asya’dan, Arap yarım adasından ve Avrupa’dan gelen hayvanların
buluştuğu… Barışçıl yan yana yaşadığı… Dünyadaki yegâne
topraklar olduğunu biliyor musun? Neyi paylaşamıyorsunuz?
Bari hayvanlardan utan!
***
26.08.2015
Öf giderayak
zor bir doğum oldu
Biliyorum… Birçoğunuz
görüşlerimi paylaşmasa da… Yazdıklarımı okuyorsunuz, bu benim
için apayrı bir onur… Görüştür… Doğrudur, yanlıştır ama
sizleri bir nebzede olsa… Kimi zaman kalbinizi… Kimi
zaman beyninizi dinlemeye teşvik ediyorum!
Dediğim gibi
çocukla, çocuk, deliyle, deli olabilecek kadar esnek bir yapıya
sahibim… Ve hep aynı görüşleri savunurum.. Aksi
ispatlanana kadar da bu görüşlerden taviz vermem… Yani
çizgim, düz! Zikzak yok… Kimi insan tahsillidir, kimisi
cahil… Ama tüm insanların ortak yanları vardır… Önemli
olan saygı çerçevesinde… Ortak, mutabık kalınabilecek
noktaya varana kadar gitmektir!
Bu yol zordur,
meşakkatlidir… Ama bu ortamda izlenebilecek yegâne yoldur…
Demin yine >>> bir yürek kazandığıma <<< inanıyorum… O da pes
etmedi bende… Sonunda muhatabım bunları yazana kadar:
"hah çok güzel önder bey aynen allah ta vatanda hepimizin bende
size hak verdim yazılarınızı tekrardan okuyunca terör ve
bölücülük nedeniyle mesajlarınızı daha çok bölücülere dönük
teröristlere dönük olduğuna karar verdim benim gibi ortalama
yurttaşa vatan sevgisi satmadığınıza ikna oldum saygılar"
*
Maymunun poposu
Yaktın beni Cemal,
Marmara çırası gibi yaktın… Ulan oğlum şimdi izine gitmenin
zamanı mıydı?
Bu sabah… Hadi dedim yola çıkmadan bir
saç – sakal tıraşı olayım… Allahtan bundan 15-20 sene önce
Wiesbaden de… Türk berber salonları açılmaya başlamıştı…
Almanlar erkek saçını yapamıyor, kim ne derse desin… Bazı
konularda çok tutucuyumdur, saçta bunlardan bir tanesi…
Klasik, Türk erkek saç tıraşı, ne fazlası ne eksiği… Gittim…
Çocuklardan birine sordum Cemal’i göremeyince… Cemal nerede?
“İzinde”, şu nerede? “İzinde Önder ağabey” İsmen hitap edince
şaşırdım, çocukla hiç işim olmamıştı bu güne kadar… Çocuk
dediğimde 32 yaşında… :) “Önder ağabey gel ben keseyim”
Kesebilir misin? “Keserim” Bak oğlum benim kafada problemi
yerler var… “Sorun değil!” Kaza yaptığım arabanın tavan
kısmında… Büyükçe camdan güneşlik vardı (sunroof) güneşli
havalarda açardım… Püfür, püfür… Kaza esnasında başımı
oraya çarpmış olmalıyım çünkü başka türlüsü izah edilemez…
Cam kafa derimi yüzmüş… O gün bugündür oradan saç çıkmaz…
Neyse oturdum çocuğun önüne… Bak oğlum, arka tarafta,
görürsün, kabak gibi açma!!! “Tamam, Önder ağabey merak etme
sen” Hoş sohbet saçlarımı kesti… Cemal olsa sorun değil,
bunca senedir saçımı keser… Dikken üstünde oturuyorum…
Bitti, aynayla arkamı gördüğümde… Şak diye kalp krizinden
gidecektim :) Maymunun poposu gibi açılmış… Öffffffffff
içimden ama §4#*!!!& “Merak etme ağabey saçların ıslak onun
için böyle görünüyor” falan dedi… Bozuntuya vermedim tabii…
Çocuk gerçekten çok efendi, tanımasam da severim böyle
insanları… Arabaya doğru yürürken gidip kendime bir şapka
falan alayım diye düşündüm… Ama acelem var Taunusstein’e geri
dönmeliyim, öğleden sonra dedim kendime… Dükkânda hanıma
gösterdim, gerçekten de saçlarım kurumuş kel kapanmıştı!
Şimdi bütün bunları size neden anlattım diye soruyorsunuzdur
kendinize… Beni bilen bilir, sebepsiz bir şey yapmam –
anlatmam… Kafa çok önemlidir… İçi de, dışı da… Kafayı
emanet ederken özen gösterilmelidir… Bu öğretmen içinde
berber içinde geçerlidir!
*
Ölmez sağ kalırsak
Nihayet yarın öğleden
evvel uçuyoruz… Kısmet olursa hemen otele yerleştikten sonra…
Öğleden sonra yani, denizdeyim… Akşama Allah kerim…
Kızlara Nice’i (Nizza) gezdiririm… Cuma, Monako (Monaco)…
Plan, program kafamda… Zaten şu lanet olası kafa için
gidiyorum… Arta kalan iki gram aklımı toparlayamazsam, halim
duman!
Baktım ki… Kafayı toparlayamıyorum, malum
dırdır, vırvır eksik olmaz… Hele yanında “kadın” olunca…
Geldikten sonra herkesi bırakır giderim İstanbul’a… Evde
yalnız başıma, düşüncelerimle baş başa… Kadınsız hayat, oh ne
rahat derler ya… İşte o hesap!
:)
Ölmez sağ
kalırsak… Eylülün yedisinde tekrar buluşmak üzere…
Sağlıcakla, esen kalın dostlar!
***
27.08.2015
Bir türlü gidemedim ki sizler benden, bende sizlerden
kurtulayım
Şaka bir yana… Dün gece
yorgunluktan uyuyamadım… Uyuyamadığım içinde… Dün
vatandaşın yazdıkları üzerinde etraflıca düşünme fırsatı buldum…
Hani uzun uğraştan sonra ikna ettiğim vatandaş var ya, hah işte
O… Galiba yaptığımız yanlışı buldum… Ama kısaca dün akşama
geri dönelim, bu yazacaklarımı aklınızda bulunsun diye
yazıyorum… Sekizi geçiyordu eve geldiğimizde… Bir şeyler
atıştırdıktan sonra eşim bavullarla ilgilenmeye başladı…
Bende para ve evraklarla ilgileneyim bari dedim… Her şeyi bir
araya getirdikten sonra cüzdanıma baktım… Eyvahhhhhhhhhhhhh…
Cüzdan yok ortalıkta, içinde nüfuz cüzdanı, ehliyet ıvır zıvır…
Küçümsenmeyecek miktarda da para… Yok, yok, yok…
Aramadığım yer kalmadı, hatta iki kez dükkâna da gittim… Yok…
Deli olacağım, ter ama nasıl boşanıyor, yorgunluktan ayakta
duramıyorum… Kadın bir yandan bavullarla ilgilenirken öte
taraftan o da arıyor… Son bir kez daha dükkâna gideyim dedim,
yolda bulamazsam onları yollarım ben kalırım diye düşündüm,
sonra aklıma geldi, böyle durumlarda gümrük polisine durumu izah
ediyorsunuz o da size geçici bir evrak düzenliyor ve siz
gideceğiniz yere yine de gidebiliyorsunuz! Öyle yaparım artık
dedim… Dükkândayım, siyah üzerine siyah görünür mü? Yazı
masamın üstüne bir düzineye yakın sabit disk duruyordu, hepsi
siyah… Cüzdanı sabit disklerin üzerine koymuşum o da siyah…
Ohhhh, çok şükür! Bir buçuk saattir arıyorum, hani hep
yazıyorum ya ata binip atı arayanlardanım diye… Kardeşime
telefon ettim ne durumda diye… Gayri ihtiyari saat dokuz
gibi evden çıkacağız dedim… Vayyyyyyy efendim, yirmi beşinci
baskı hatırlatıyormuşum… Kafa kalmadı ki… Nankör kedi!
Gelelim yaptığımız muhtemel hataya… Vatandaşın
yazdıklarından aynen bir kesit: “…benim gibi ortalama
yurttaşa vatan sevgisi satmadığınıza ikna oldum…” Bu cümle
üzerinde isterseniz biraz düşünün… Ölmez sağ kalırsak…
Dönüşümde bu konu üzerinde tekrar birlikte düşünelim!
Öf,
yeter artık… Bu sefer ben gerçekten kaçtım… Hadi bana
çüüşşşşşşş (tschüs) :)
***
28.08.2015
Nereye
gitsende
Yuregindekini birlikte goturursun
gittigin yere... Yillar once kol-kanat kirilmis olsa bile...
Terkrar sana ucmasini ogretene bak hele... Geride biraktigina
ise artik gule gule!
Hayat bu... Hayat devam ediyor...
Aglaskta, gulsek de!
*
Gonul dedigin bin nur oda
Sol yumrugunu
sikarsan kalbin iste o kadar... Ama o kalbe neler sigmaz
ki... Mubarek sanki dipsiz kuyu... Doldur doldur hala yer
var... Birde namusuz o kadar genis ki... Aklin kabul
etmedigini bile icine sindiriyor... Bir, iki, uc sevgili...
Bin bir cesit sevgi, bir o kadar nefret, bir o kadar karmasik
duygu... Gonul dedigin bin nur oda... Birde namusuz o
kadar genis ki!
*
Tahmin ettigim oldu
Iki cambaz bir ipte
oynar mi? Oynamaz... Birbirimize girdik, ben zaten pimi
cekilmis bomba... Her an patlamaya hazir, dun geldik...
Planladigim gibi gayet güzel, deniz falan, aksam basim hic
yoktan buyuk belaya girebilirdi... Cok yorgundum, gece
uyanamadim, haliyle ilacda alamadim... Bugun perisanlari
oynuyorum, ibo 800 bile tesir etmiyor... Agridan butun
sinirler ustumde... Gun gecede hala aklimda... Aslinda
adim atmaya halim yok... Kiz iki gun sonra donecek, gonul
mumkun oldugu kadar cok gostermek istyor... Nice de 32 metre
kare ev 147.000€ Monaco da 82 metre kare daire 1.500000 €
Yani her tarafta para konusuyor... Gezdirmek istiyorum...
O ne yapiyor? O dukkan senin bu dukkan benim... Sanki
baktiklari Almanyada yok... Mesele az zamanda cok sey
gostermekte... Dedigim gibi buralarda pardan bahis edilmez,
ya paran vardir yada yoktur... Bu buralara ilk gelisim
degil... Bundan birkac sene once gelmis, 300€ ile bes parasiz
kalmistim...
Basli basina bir macera... 300€ ile bes
gun Nice... Belki bir gun anlatirim... Artik katila katila
guler misiniz yoksa iciniz mi acir bilemem... Ama bugun yine
aynisini yapar misin diye sorsaniz... Vallahi billahi yine
yaparim...
Neyse biz yine konuya donelim... Haliyle
sinirlerimi tepeme cikardi... Birde baska bir konu var...
Ben onu anliyorum, bana yuk olmak istemiyor... Ama O beni
anlamiyor... Benim oldugum yerde onun parasinin hukmu olurmu
hic? Tamam, Kabul otoreterligim vardir... Ama buda
hayatimin bir getirisi... Benim gibiler kurallari koyar...
Onlar, yuzler, binler buna uyar... NOKTA Meslegimin
getirisi... Aliskanliklar kolay kolay atilamaz.
Kus
yatti... Yemekte yemedi... Bende simdi uzuntuden sisenin
dibine bakacagim. :)
***
29.08.2015
Icimdemi
komunist aglarken
Saat gece yarisini geciyor...
Bizimkiler komalik odalarinda uyuyorlar... O kadar cok gezdik
ki... Onlarda bende suni komada ama ben ayakta olmak
zorundayim!
Eger bu gecede ilaclari alamazsam... Beni
yarin kor testere ile kesseler kalkamam... Caresiz saat uc
olmasini bekleyecegim... Gozumden uyku akiyor!
Otel
odasina gireli on bes - yirmi dakkika oluyor... Gozerimin
onunde o korkunc manzara(!)
Kart vizit... Her haliyle
karsisindakini etkilemek... Belki kendini oldugundan farkli
gostermek... Ama illa goz kamastirmak icin kullanilir!
Kentlerinde kart vizitleri, vitirinleri vardir... Tipki
kadinlarin alik - puluklari, adamin aklini basindan alan
kiyafetleri oldugu gibi!
Bilmem benim kadar mesleginden
etkilenen var mi aranizda ama ben aslinda omur boyu calismadim,
ucret karsiliginda hobbimin pesindeydim. Benim yaptigimi goz
gormez ama bir hatam onlarin, yuzlerin, binlerin bir veya daha
fazla gun calisamamasi demek. Veya cok buyuk paralara mal olur.
Ben hep perde ardinda, yer altinda yada gok yuzunde. Gorunmeyen
ama hep varligini his ettiren adam! Bu yuzden benim gozumu
oyle kolay kolay bir sey kamastiramaz... Gittigim her
metropolun perde arkasina da bakarim... Gercek hayati
gormeden bir kent hakkinda asla yargiya varmam... Bu kenti
elimde bavul bir kez daha gezmistim... Orada yasadiklarim,
gorduklerim... O cingene cocuklari, bebekleri...
Havaalanina bir kac yuz metre otellerin ara sokaklarinda
rastladigim Hayat kadinlari... Daha onceleride yazmistim...
Hayatimda iki kez para karsiliginda kadin ile birlikte
oldugumu... Genel ev degil, ozelin ozeli... O kadina neden
bu hayati yasadigini sordugumda... Bana verdigi yanit...
Ama asil onemlisi gozyaslariyla gizlemeye calidip satir arasinda
dudaklarindan asla telafuz etmedigi kelimelerdi... Sanki o an
onun ruhunu okuyordum... Hala aklimda!
Allah kimseyi
bu durumlara dusurmesin...
Akil almaz bir zenginlik...
Goz kamastiran tabiat guzelligi ve servet... Bir anne...
Kucaginda bebegini emziriyor... Bir evin esiginde, yerde...
Saat gecenin 12si... Onunde bir adam o da comelmis...
Halinden yakini izlemini verdi bana... Buyuk bir ihtimalle
dilenci... Buda Nice'in diger yuzu!
*
Caresi yok! Yine morfin isteyecegim
Iki
gun oldu geleli... Cepte para olduktan sonra gercekten cok
güzel... Gerci cepte para olduktan sonra dunyanin her yeri
güzel!
Millet... Agic, cicek falan sular. Ben kedimi
ilacliyorun... Gece ictiklerim yetmedi, oglen ibo ile takviye
ettim... Jet gibiyim... Dun gece haslama yaptigim icin...
Bugun bari tuzlayayim dedim... Yine 4 saat kadar uyku...
Sabah kaktim kahve sigara falan... Dusunuyorum nasil gonul
alirim diye... Aklima geldi, dur dedim aynen boyle yapayim...
Centilmenligin el kitabini... Soyleee derinden bir
karistirdim... Icinden bir kac yontemi sectim...
Bekliyorum gelsinler diye... :) Asansor acildi, seslerini
duyuyorum... Kizlardan birinin buluzunu tandim... Hemen
ayaga firladim... Dur oglum ne yapiyorsun daha merdivenlerden
cikacaklar... Caktirmadan oturdum, hepsi kahvalti salonounu
kapisinda belirince, sanki daha once gormemisim gibi ayaga
firladim... Hemen tam centilman's light sandalyeyi cektim
buyukten kucuge hanimlari yerlerine oturtacagim... Oylede
yaptim... Tek tek sandalyelerini cekerek oturtum...
Oturtuktan sonra yanaga bir opucuk ihmal edilmez tabii... :)
Kisik sesle fransizca, ingilizce tabii turkce gunaydin...
Esime good morning Darling, i wish you a nice day... Goz
kenarindan yuzlerine bakiyorum... Ama nasil bir sasirmak...
Aptal aptal birbirlerinin yuzune bakiyorlar... Kendimi zor
tutuyorum, gulmemek icin... Tam bir supriz... Kesin
zafer... Kadin milleti degil mi? Yelkenler suya... Daha
dur bitmedi dedim icimden... Dun aksamin intikamini
almaliyim... Hepimiz sofradayiz... Kizlar saskinliklarini
henuz uzerlerinden atamadilar... Bombayi patlatim... Kisa
kesecegim... Kadin degil misiniz hemen yelkenler suya...
Offf... Aninda tepki, biz yutmadik falan... Hadi ordan,
bal gibi... Sazan gibi yuttunuz iste... Yuzler bir
karis... Neticede otuz kusur senelik tecrube... Banami
ogreteceksiniz kendinizi(!) Gercektende strateji meyvelerini
Verdi... Ortalik sut luman... Gecelim... Dun
denizdeyiz... Hava sicak, Deniz tiklim tiklim... Oturacak
yer yok, neyse bulduk bir yer oturduk... Denize gir cik
falan... Insanlari izliyorum... Gencler civil civil...
Kizlar sutun gibi, oglanlar keza... Kendimi dusundum, bir
zamanlar iyi kotu bende boyleydim... Tuh senin suratina
(...)... Haline bak... Ameliyat sonrasi felaket kilo
aldim... Almanyaya doneyim doktordan yine morfin
isteyecegim... Kendi istegim uzerine ilaca donmustuk...
Olmuyor... Hareket edebilmeliyim ki... Kilo vereyim!
*
Wer mit diesem Mann zusammen ist der hat gar keine Zeit
zum alt werden, der halt einen ständig auf trap
Boyle diyor kardesim bugun... Gercekten bugun sut dokmus kedi
gibiyiz... Miyav, miyav... :) Dunku haslama, bugunku
tuzlama etkisini gosterdi!
Herkesin bir kusuru vardir...
Benimi workaholic olmam yani is kuduzu... Canim sikilir,
mutlaka bir seylerle ugrasmam lazim... Maymun istahli
degilimdir, sevdim mi Adam gibi sever, sogudummu da buz gibi
olurum. Kimseyi yari yolda birakmam. Iki elim kanda olsa bile...
Ama yelkenler hep aciktir... Bilinmeyene dogru... Yine
kardesimin cok dogru tespiti... 'kendinle bas basa kalmaktan
korkuyorsun' Nedeni, hatiralar!
Beni otel odasindan
kovdular... Cok horluyormusum, ya kalpten yada bogazdan...
Almanyaya gideyim kilo ve horlamaya care arayacagim...
Kovulmak canima minet... Kaldigimiz otel Nice'in gobeginde...
Avrupa standartlarinda uc yildizli gayet temiz bir yer...
Odalar 84€ ile 110€ arasi... Cift kisilik oda 110, tek 84...
Beni oraya atilar, arka cephede kaliyor... Kizlarin ki on
cephede... Trafige kapali, cadde boydan boya magza ve
restoran... Sabahlara kadar uyu uyuyabilirsen...
Kahvaltidan sonra dusun onume... Nereye? Gezmeye, soruya
bak buraya niye geldik. Sato tepesine cikacagiz... Akil almaz
bir manzara... Yarin icin araba kiraladim, Saint - Tropez,
Cannes falan... Ben... Boyleyim gulum... Beni Kabul
edeceksen, seveceksen Boyle sev! Benimle ihtiyarlamak zor
olabilir... Ama... Soz, hic bir zaman can sikilmaz...
Benimle her an her seye hazirlikli olmak gerekir!
*
Sevgiyle nefret ikiz kardes
Insani
durtunun ic dinamigi sevgi veya nefret... Sevginin veya
nefretin carki dondugu surece o insana gereken hareket
kabiliyetini saglar... Sevgiyle nefret arasindaki fark, biri
postiv digeri negativ enerji yuklu olmasidir... Ve zit
kutuplar bir birini ceker... Denge saglanir, cark isler...
Sevgiden nefret, nefretten de sevgi dogabilir... Ama sevginin
gucu daha buyuktur... Cunku yapicidir... Sevgiyi
tukettiginde denge bozulur... Bu yuzden insan, asla sevginin
sinirlarini zorlamamalidir!
*
Seni kocana sikayet edeyim de bunu kime sikayet
edecegim?
'Babama' boyle dedi benim hatun(!)
Hadi dedim kac gundur burdayiz... Kizlari cikarayim bu gece,
bir bakalim gece alemine... Nerden gelir, nereye gider bu
kadar insan? Aslinda oturup hanimlar icin bir icki icme
kilavuzu yazmaliyim... Gerekte yok hani, bir cumle ozeti ...
Ne icersen ic ama sakin karistirma, sonra cin carpmis gibi
olursun! Isin butun sirri bu... Nice'in eski sehir kismi
var, buralara yolunuz duserse mutlaka 'altin kapidan' girerek
sehire dogru yuruyun. Butun otentik barlar, kafeler orada...
Girdik bir bara... Benim hatun Kozmopolitan takildi...
Digeri Mojito... Bende Bourbon... Neyse hanimlar
ickilerini yudumladikca kikir kikir gulusmeler cogaldi... Bir
ara baktim... Ben senin ickinin tadina bakayim, sende
benimkinin... Hemen mudahale ettim tabii... Sonucu
malum... Ama ati alan coktan uskudari gecmis... Neyse
bardaklardan cok fazla eksilmemis... Sohbet koyulastikca
kikir kikirlar cogaliyor... Kizlarin keyfi yerinde... Bir
ara gozum bir sarisina takiliyor... Ben kadin mi erkek mi
diye cozmeye calisirken... Uzatmis birisi kamisi benim
Bourbon'a hortumluyor iyi mi... Vay ben sizin ananizi
avradinizi... Tepem atti tabii... Ama keyif kacirmamak
icin cok fazla ustunde durmadim... Neyse uzatmayalim sag
salim otele getirdim kizlari... Zaten birer kadehten fazla
icirmedigim icin yari yolda iyi kotu ayildilar... Yarin erken
yola cikacagiz!
Not: Kadin erkek sarhos, ayik kafayla
cekilmez. Buna ragmen kadin sarhoslugu gercekten fena oluyor.
Hanimlarin dikkatine
***
30 Augustos
Zafer Bayraminiz kutlu
olsun... Ancak neden uzuluyor kafaniza takiyorsunuz?
Zihniyet niye kutlasin... Veya yurekten kutlasin...
Bizlerin zaferi onlarin cokusunun baslangici oldu... Nice
zaferlere, hep berber. El ele
***
Sevdim seni kadın anlasana
Bir
kadın düşünün ki...
Milliyetçiliği ile...
Mertliği
ile birçok erkeğe taş çıkartır...
Bu bir
tarafıdır...
Ya öteki
tarafı?
Dişidir...
Her
haliyle ben kadınım der...
Hemcinsleri bile gıpta ile ona bakar...
Sevdim
seni kadın anlasana!
Sorun
nedir?
Bilmem!
Bilirim
de bilmezlikten gelirim aslında...
Sorun
kıstaslardır...
Sorun
kişinin yetiştiği ortamın kölesi olmasıdır...
Sorun
çevresidir, sorun kendi kendine omuzlarına yüklediği baskıdır...
Sevdim
seni kadın anlasana!
Sahi
sevgi dediğin nedir Allah aşkına?
Birçok
insan sevgiyle ihtirası bir birine karıştırır...
Biri
bedensel arzulama diğeri ise iki yüreğin bir ruhta birleşmesidir...
Sevdim
seni kadın anlasana!
İki ruh
bir olunca...
Bedenlerde birleşmek ister...
Bu gayet
doğaldır...
İnsancıldır...
İşte o
anda...
Parmak
kalkar havaya...
Olmaz...
Yasak
aşk yaşanamaz(!)
Kim
demiş onu?
Toplum!
Allah
bile...
Kullarını yargılarken...
Tek tek
sorgular, amellerine göre karar kılar...
Sen kim
oluyorsun da benim sevgimi sorguluyorsun, sana ne?
Benim ki
sevgidir...
Temizdir
onu kirleten senin zihnindeki pisliktir...
Sevdim
seni kadın anlasana!
Sevdiğimin yüzüne ne de güzel yaraşır tebessüm...
Zaten
ilk dikkatimi çeken o olmuştur...
Sevdim
seni kadın anlasana!
Ancak
bazen...
İnsan ne
kadar da sevse...
Sevdiğin...
Başkasının kadını olabilir..
İşte o
zaman sana düşen...
Duygularını bastırmak, aşkını kalbine gömmektir...
Seni
gerçekten sevdim kadın...
Anlasana!
*
Saint - Tropez
'Agabey siz cansiniz ben
ikinizin arasina giremem ki'
Afferim Boyle bir cevap
Boyle bir soruya yakisir! Taktir ettim afferim.
Filmi
basa saralim... Sozde 9 gibi bu Sabah arabayi teslim
alacaktik... Ama burasi Fransa, Almanya degil... Dukkani
Saat 9.30 gibi actilar... Yola cikmamiz saat 10... Kizlari
once Cannese goturdum... Gercekten gorulmeye deger...
Deniz ve kumsal harika... Nice taslik!
Kadin degiller
mi... Ille festivallerin duzenledigi yeri gorecekler...
Iyi gidelim, zaten sahil kenarinda... Koca bina, kirmizi
halilar... Ille duralim... Buraya dikkat(!) Nice,
Cannes, Saint - Tropez... Park yeri bulmak Allaha kalmis...
Don babam don, dolap beygirine dondum... Artik basim donmeye
basladi... Baslarim sizin festivalinize dedim bastim Gaza...
Ozellikle kiz kardesim asti suratini... Kizim yol yordam
bilmem, bak sizi daha nerelere goturecegim... Suratlar asik
dinlemiyor bile beni... Nice'mi Cannes'mi diye sordaniz...
Cannes derim, kumsali yeter... Burasi onemli... Agaclar...
Caplarina baktigimda en az 70-80 yillik... Yuz ve uzeri de
sen ona... El oglu biz degil ki... Canim zeytin agaclarini
bile bicsin... Ali telefon ediyor... Bidi bidi
konusuyorlar arkada... Elimi arkaya dogru uzatim tel.
Istiyorum... Offfff... Ya sabir cekiyorum icimden...
Ali, su karini dovmek istiyorum izin verirmisin oglum?
Guluyor... Yukaridaki cevabi Verdi bana... Neyi, kimi
dovuyorsun? 38 yasinda kadin, iki cocuk anasi... Ama tovbe
bir daha mi, asla... Seni buralara getiren agabeynin agzinin
ortasina... Tovbe... Sahil boyu ilerliyoruz... Hani
haberlerde zirvalarlar... Nefes kesiyor diye... Gelip
gorsunler nefes kesmek nasil oluyor... O tabiat guzelligi,
duzen ve temizlik... Anlatilmaz gercekten nefes keser...
:)
Tabii pazar hava guzel... Millet dokulmus yollara,
baktim olacak gibi degil. Gidecegimiz yere ancak seneye
variriz... Ciktim otobana... Burasi da ayri guzel...
Bitki ortusu tipik akdeniz... Uzatmayalim... Geldik Saint
- Tropeze... Daha kente girerken insanin yuregini sariyor bir
sicaklik... Bu kadar mi sevimli olur bir yer... Cok
nadirdir Boyle bir sey, bunca yer gezdim - gordum... Dikiz
aynasindan Fusun'a bakiyorum... Pismis kelle gibi
siritiyor... Cok hosuna gittigi beli... Hemen arabayi saga
cek saril girtlagina... Tam o sirada... 'agabey ayyy cok
guzel'...
*
Iflaz
Beden iflaz etmis...
Istemiyorum artik diyor... En ufak hareket bile buyuk acilara
sebep oluyor... Ancak beyin gayretkes, emir buyuk yerden,
devam diyor... Bakalim ne zamana ve nereye kadar... Kalbim
ise... Onu hic sormayin ayri telden caliyor!
*
Iki yudum sarabini benimle paylasan dost nerdesin, oldun
mu?
Bizimkiler uyurken hava aydinlandiginda
sahile inerim... Gozlerim dostu arar... Bu sabah yine
sahildeydim, gozler dostu aradi. Hani yazmistim ya... Nice'de
bes parasiz kalmistim diye... Iste o gunlerden kalma bir
dost... Nice'de ilk gecem, cepte 300... Sigarami alirsin o
zamanlar bir paket 6 euro... Yer misin, icer misin? Yok,
bu sabahta bulamadim... Oturdum banka uzun uzun denize
baktim... Gozumun onune geldi hayatimdan kesitler...
Aslinda sikayet edemem... Hayata neredeyse her seyi gordum...
Paryi da, acligi da... Hani derler ya yazsam roman olur...
O da bir sey mi... Benimki kac cildlik ansiklopedi...
Olsem bile ardimda birakacaklarim... Mesela on binlerce
sayfalik derlemelerim, yazdigim - cizdigim, kazandigim onca
kalp... Daha uzun sure hatirlanmami saglayacaktir...
Oturmus sahilde Kara Kara dusunuyordum ne yapar nasil o bes gunu
geciririm diye... Aksam olmus hava serinlemeye baslamisti...
Kendime kuytu bir yer aramistim... Buldum... Onun
yeriydi... Musade isteyip oturdum yanina... Usudugumu his
etmis olacak bana sarap sisesini uzatti... Igrenmedin mi diye
sorsaniz, igrenmezmiyim ama dost hatirina cig tavuk bile yenir
der atalarimiz... O geceyi birlikte sahilde o taslarin
uzerinde gecirdik... Hatta o taslardan bazilari bir
taraflarima oylesine batmistiki, o gunlerin anisina bavula
attim... Simdi yazi masamin ustunde duruyorlar... Dost...
Nerdesin, oldun mu?
*
Kafa goz patlatmadan
Sabah kahvaltidan
sonra kardesimle arbayi geri vermeye gidiyoruz... Arabayi
uzaga park etmistim... Ben... Cok sukur bugun gidiyorsun,
kafani gozunu patlatmadan! Kardesim... Daha dur aksam
olmadi(!) Basladik ikimizde ayni anda gulmeye... :)
Bakmayin siz benim kizdigim Zaman soylediklerime,
yazdiklarima... Bir tane kardesim var... Severim gezmeyi,
gezdirmeyi... Onu da kocasini da daha nerelere goturecegim...
Ilk hedef Portekiz... Lizbon ve Porto... Olmadi...
Rom'a! :)
Aksam 18.30 ucuyor... Iyi yolculuklar
Fusun.. Insallah tepemi o saate kadar attirmaz son an dayagi
yemezsin! :) Yolcu edecegim tabii
*
Allah kimisini kalemle, kimisini ise badana fircasiyla
cizer
Kimse beni yanlis anlamasin... Bana ne
elalemin kadinindan, sacindan - basindan... Beni hem
ilgilendirmez hem haddim degildir... Ama guzeli severim...
Bu arada rontgenciligim falan da yoktur... Onu da yazmis
olayim... Ama yine meslegimin bir getirisi... Goz
egitimli... Ayrintiyi da genelide kavrar... Bizim meslekte
bir noktayi, virgulu karistir bakalim... Gor basina
gelenleri!
Güzel... Bir kadin olabildigi gibi bir
erkekte olabilir, tabiat, yemek - icmek, bir muzik parcasi
mesela veya ruhumu, goz zevkimi oksayan her hangi bir sey!
Guzeli severim... Guzele bakarim... Bilirsiniz guzele
bakmak sevapmis, buna gore ben kesin cennete gidecegim(!) :)
Delikanlilik zamanlarimda... 82 Ile 84 Kilo arasinda
gider gelirdim... Boy 1.80 - 81 civari... Yani BMI
endeksine gore kilolu... Veya Allah baba beni cizerken badana
fircasini kullanmis olmali... Kim takar BMI endeksini...
Kendimi rahat ve iyi his ediyordum... Kazadan sonra 3cm
birden kuculdum... Boydan boya bel kemigi sikismasi...
Asla bir daha duzelmedi... Hareket edememem birazda bundan...
Sinir sikismasi, caresi yok!
Deniz kenarinda... Insan
kibrinin bini bir Para... Yat bir koseye ve insanlari izle...
Kadini - erkegi fark etmez... Tercih edilen bikini rekleri...
Mayo falan... Ben size o kadinin nasil bir tip kadin oldugunu
soyleyeyim... Yanilma payi... %1... O kadar iddaliyim
yani... Erkeklerde keza... Daha zor olmasina karsin...
Yanilma payi %10... Atletik mi gobekli mi... Yurumesi,
tavirlari... Kendinle barisik insan mesela... Kilo
umurunda degil!
Buna ragmen... Allah kimi insani
kalemle cizmis... Ve insan tum kibrine karsin... Kendine
ve bedenine gereken ozeni gostermis, gostermekte... Yaradana
saygi... Insana saygi... Kendine karsi gosterdigin ozen ve
saygiyla baslar!
*
Allah kimseyi attan indirip esege bindirmesin
Bu ne ya? Ceple internet mi... Yazmak mi olurmus?
Nerde benim bulgisayarlarim, notebook'larim? :(
Yazim
hatalarindan dolayi herkesten ozur dilerim... Vallahi bu ne
ya? Offf
*
Gitti uzulsem mi sevinsem mi acaba
Bu
yazacaklarimi aklinizda olsun diye yaziyorum. Gun gelir lazim
olur.
Kardesimi yolcu ettim... Havaalani - sehir
merkezi arasindaki mesafe yaklasik 8 kilometre... Gelirken
kizlari taksiye bindirdim... 50 Euro... Cok kizmisti
bana... Aksam ustu giderken kesinlikle taksiye binmem diye
diretti... Otobusle gidelim dedi... Iyi gidelim...
Otelden cikarken otobus numarasini sordu... 98... Otobus
duragindayiz 98 geliyor... Kalk Fusun otobus geldi...
Hemen yanima bavuluyla dikildi... Vinnnn... Otobusun
arkasindan baka kaldim... O kadar aptal aptal otobusun
pesinden bakmis olmaliyim ki... Bir kadin yanima geldi bir
seyler anlatiyor... Ingilizce onu anlamadigimi soyleyince...
Cok sukur o da hemen ingilizceye cevirip olan biteni anlatmaya
basladi... Buraya dikkat... Meger Nice'de yolcular otobus
duraginda bekleseler bile otobusler durmazmis! Haydaaa bir
yasima daha girdim. Turkiye'de bile duruyorlarken... Otobus
istikametinde yolcu varsa mutlaka otobuse el kol isareti
vermeliymis ki o da dursun. Gerekce trafik. Bu yasima geldim
daha Boyle bir sey duymadim. Belki de biraz geri kaldim
bilmiyorum... Bayanin anlattigi diger konu ise daha ilginc...
98 nummarali otobus havaalanina kisi basi 6 Euro alirken...
52 numarali otobus 1,5 Euro aliyormus(!) Orta sekerli bir
aile icin onemli bir meblag... Gerekce... Biri
havaalaninin icine giriyor digeri yolun kenarinda duruyor...
Aradaki fark 30 - 40 adim... Hani derler ya bilmenek ayip
degil ogrenmemek ayip... Bence gercekten oyle!
***
01.09.2015
Boyle
olacagini dusunmemistim
Koalisyon 'nihayet'
kuruldu... Ser itifaki... Koalisyonun bu sartlar altinda
kurulacagini dusunmemistim... Haber kaynaklari yine
yaniltmadi... Bundan yillar once okumustum... Cok ciddi
bir haber kaynagi idi... ABD istihbarat kurumunda gorevli bir
akademisyen... Bir profesor, uzun bir makale... Degisik ve
muhtemel senaryolar... Tek tek gerceklesiyor... Tipki
bilim adamlarinin hava ve su sorunu hakkinda yazdiklari
ongoruler gibi!
Affedersiniz ama... Yandi gotum
dediginiz anda cok gec olacak... Benden soylemesi!!!
*
Benim kucuk dunyam
Yok, yok bir daha
asla... Ben... Kendi kucuk dunyamda yasamaliyim...
Nasil bir kibir anlatamam... Esimden biliyorum, kadinlar
dukkana geliyorlar ve daralt da daralt... Vicudlari bir
taraflarima donmus... Ama daralt da daralt... Erkeker de
ayni... Yasina ve vicuduna gore giyinenler yok degil...
Dun mesela... 40 yaslarda bir kadin... Saci, basi,
makyaji, ayakkabisi - cantasi ve tabii elbisesi, hareket ve
tavirlariyla... Tam bir hanimefendi... O kadar sik...
Ote tarftan ki biliyorum iki senedir cirtlak renkler modaya
hakim... Giydigi elbiseden selolitlerine varana kadar
gorunuyor, yapmacik yapmacik hareketler, gereginden fazla ve
yuksek seste kahkahalar... Hepsi dikkat cekmek icin...
Kendini bilen bir insanin nazarinda tam not alan (...)...
Yok, yok bir daha asla... Insanlari izlememeliyim... En
iyisi gozlerini yummak... Gormemek, duymamak...
Herifler... Michelangelo'nun David'i (Davud)... Nerede
benim kitaplarim, bilgisayarlarim... Ben kendi kucuk dunyamda
yasamaliyim... Sevdiklerimle... Gormeden, duymadan!
Neysen osun arkadas... Hoslanmam kibirden... Sevmem
kibri!!!
*
Secim oncesi buyuk temizlik
Kasim oncesi
muhalefet temizligine baslandi... Sosyal medayada ki
muhaliflere kadar... Yurtici arkadaslara dikkatli olmalarini
oneririm. Ben susmam... Yurtdisinda oldugum icin degil...
Hakli oldugum icin... Kork Erdogan... Hatta dehsete dus...
Gercekler asla gizlenemez!
*
Melodi
Cok pismanim kiza balik
yedirmeden yoladigima... Ote yandan sukur etsin onun
buralarda girtlagina sarilmadigima... Yine de... Keske
simdi yanimda olsa... Kavga mavga idare ederdik durumu!
Dun aksam bir dukkanda... Bir elbise carpti gozume, cok
hosuma gitti... Sabah kahvaltisindan sonra esimle gittik
dukkana... Bir seyden haberi yok... Elbiseyi gosterdim,
gercekten cok hosuma gitmisti... Yok mok itiraz etti...
Giy kadin ustunde gormek istiyorum dedim... Giydi ama malesef
yakismadi... Hep diyorum ya, her insana her sey yakismiyor!
Hava felaket nemli... Benim gibi kalp hastalari icin
tehlikeli bir hava... Ikimizde dunden kalma... Hadi otele
gidelim, tamam... Esim uyudu... Canim sikildi her seye
ragmen ciktim disariya... Basladim yurumeye... Hedefimde
Nice'in varoslari... Bakmayin varos dedigime yine de güzel
semt... Ilk gelisimden biliyorum... Kac gundur o kadar
sikildim ki bu kibirden normal insanlar gormeliyim...
Yillarca boyle insanlar arasinda yasadim... Adamlarin
ceplerinde avuc avuc viagra... Kadinlarin her tarafi
ameliyatli... Yok, tsk.ederim ben almayayim... Bana gore
degil boyle yasamlar... Neysen osun arkadas... Nokta!
Yolda antikacilar ve bir muze var... Girdim... O
resimler... Sanki iyi bir yazarin kaleminden akan kelimeler
gibi insanin ruhuna isliyor... Heykel tiraslarin elinden
canlanan nesneler... Sanatci olarak gelmek varmis bu dunyaya!
Elimde baston... Her yoldan gecisimde arabalar durur yol
verir... Fransizlari bu yuzden severim... Nazik insanlar,
dillerinin melodisi muzik gibi gelir insanin kulagina...
Offfff... Nihayet 'varoslardayim' ... Normal giyimli
siradan insanlar... Neysen osun arkadas... Kendini farkli
gostermeye calisman niye?
*
Bilginin piramidi Charles Darwin'den Karl Propper'e
Biraz Ingilizce ve Fransizcayi saymiyorum... Iyi kotu
Almanca, Turkce ve 01110011 bildigimi farz ediyorum ki...
01110011 dunyanin neredeyse her evinde, is yerinde ve devlet
dairesinde konusulur... Yani Ingilizceden evrenseldir...
Ve benim dunyamdir!
Elektronik bir ortamda bir bilgi
mevcut ise bulmam bir kac saniye, bazen bir kac dakkika
surebilir. Duruma ve ihtiyaca gore eger bir bilgiye ulasmam
hayatiyse de (...) geri durmam :)
Karl Propper ismi bana
bir sey ifade etmiyordu. Aslinda hala etmiyor... Kaza sonrasi
hafiza kaybim onemli oranda... Kendi ve kaybetiklerimin dogum
ve olum yildonumlerini ezberlemem neredeyse bir sene surdu...
Belki oncesinde okumus olabilirim... Okumadiysamda yeni kesif
ettim diyelim... Sayin G. A. Yildizgordu'nun bir paylasiminda
dikkatimi cekti. Bahsi gegen kitabi asagidaki linkten
indirebilirsiniz.
Gelelim bilgi piramidine... Ister
medeniyet ister bilim veya felsefe olsun... Hepsi ama hepsi
bir sekilde bir onceki tasin uzerinde insa olup, insanligin
gelisme surecinde bilgi piramidinin ustune tas uzeri tas
koymustur!
Ve eminim insanlik bir gun bu piramidin
uzerine son tasi koyacaktir... Ancak bu son tas yerine
konduktan sonra neler olabilir dusunmek, hayal bile etmek
istemiyorum.
Bilim ve felsefenin temelinde gozlemleme
yatar. Bircogunuz belki beni rontgenci sanabilir ama yok!
Bende bir nevi gozlemciyimdir... Ve bir gozlemci olarak
gozlemlediklerimden bir sonuc cikaririm.
Darwin hayvanlar
uzerinden insana... Propper ise sosyolojiden insana bilimsel
mantigi bir nevi dislayarak ulasmaya calismistir ki...
Hatirli okuyucularim bilir... Bende soz konusu insan
oldugunda mantiksal yaklasimin yanlis olacagi kanisindayim.
Okumak insanin ufkunu gelistirir... Iyi okumalar
dilerim... Ben? Yok! Su an icin zihnim ve kalbim mesgul.
Biraz kendimi toparlayayim elbet bende okuyacagim :)
http://www.google.fr/url?sa=t&rct=j&q=&esrc=s&source=web&cd=2&ved=0CCwQFjABahUKEwiavrnPndbHAhUCtxQKHcc9DVw&url=http%3A%2F%2Fm.friendfeed-media.com%2F280e073efeffcbd1356db90d71d3829a0619ea30&ei=Ac_lVdq5NYLuUsf7tOAF&usg=AFQjCNGv3EQTqbMTqhK9GRTHAiCv7w76Ig
***
12.09.2015
Doktor Doktor civanım
Sana gelsem…
Kalbime, ruhuma bakar mısın?
*
Ehliyet ve liyakat üzerine
18 yaşımdan beri ehliyet sahibiyim…
Araba kullanabilirsin(!) dendi…
Düz hesap ekvatoru 8,3 defa dönmüşüm bugüne kadar…
18 kaza, bundan beşi ben suçluyum…
Ömrümde sayısız ehliyet verdiler bana…
Kimisi sınavlı, kimisi sınavsız…
Sen bunun eğitimini aldın, yapabilirsin(!) dendi…
İnsan…
Sınavlı, sınavsız herhangi bir şeyin eğitimini aldığı
zaman gerçekten liyakat sahibi mi olur?
Hadi öyle olduğunu farz edelim ki bu aslında yanlış çünkü
insanız…
Bir anlık dikkatsizlik, bir anlık dalgınlık, yaşla gelen
unutkanlık, tecrübesizlik vesaire vesaire…
Salt reşit olduğun için senin yaşın artık uygun, sen
evlenebilirsin…
Veya dinen…
12 yaşında kız çocuklarının regli
(adet)
geldi için bu bebe / çocuk gerçekten
evlenmeye müsait midir?
18 yaşına girmiş insanın, 12 yaşındaki bebenin / çocuğun
liyakatini hiç mi sorgulamamalıyız?
Neydi liyakat?
Yetenek, kabiliyet…
Liyakat sahibi insan yaptıklarıyla, eserleriyle kendinden
söz ettirir…
Üst üste kaybettiği seçimlerle…
İyi kötü işleyen bir devleti…
Düzeni, kurum ve kuruluşlarıyla altüst eden…
Kendine milyarlık saraylar diktirip, vatandaşının aç –
sefil kalmasına göz yuman, genç işsizliğini önemsemeyen, kendi
ikbali için kellelerin (kendi ifadesidir, bir zamanlar askere kelle
demiş, askerliğin yan gelip yatma yeri olmadığını ifade etmişti) bir
– bir, on – on düşmesini umursamamakla, onlarca yılda zar zor
edinilen kazanımları satıp savmakla değil!
1 Kasımda oyunu verirken bir daha düşün!
*
Ocağınız batsın
Alperen,
Ülkü, Osmanlı ocağıymış…
Ocağınız
batsın…
İki
kelimeyi bile bir araya getirip doğru bir cümle kuramayan zibidiler!
Sizler
ancak vurup kırmayı bilirsiniz!
***
13.09.2013
Bakar kördür insan
Yalnız yürekle görmek yetmiyor...
Gerçeği, gerçekleri görmek için...
İnsan gözüyle, yüreği ve beyniyle ahenk
içeresinde görmelidir...
Ve gerçekler çoğu zaman acıdır…
Yüreği sızlatır, acı verir! Görmeye calismalidir!
***
Siyaset insan için toplum için yapıldığı sürece değerlidir
İster
siyasi, ister ekonomik mülteci olsun…
Neden
insanlar genelde Avrupa’ya ama özelde illa Almanya’ya göç etmek
isterler?
Bunun
nedeni nedir? Neden illa Almanya?
Çünkü
Almanya…
Siyasi
ve ekonomik açıdan dünyanın sayılı >>> oturmuş <<< sistemlerinden
biridir de ondan!
Gelin
birlikte güncel bir konuda kıyas yapalım…
Ölen –
kalan, yakılıp yıkılanı, geleceği mahvedilen on binlerce çocuğu bir
tarafa bırakırsak…
Türkiye’de, kendi eliyle ateşe benzin döken, stratejik derinliğe
sahip bir sözde iktidar…
Suriye’de milyonların göçüne sebebiyet vermiştir…
Trajedi
mi, komedi mi desem bilemiyorum…
Üstüne
üstlük birde kendi sebep olduğu felakete, insaniyet namına, sayısı
tam belli olmamakla birlikte iki milyon insana ev sahipliği
yapmaktadır. Ev sahipliği mi?
Allah böyle ev sahibini düşman başına…
İnsanlar
aç, sefil, ne sağlık hizmeti, nede gerektiği gibi bir eğitim hizmeti
verilebiliyor insanlara. Bu yüzdendir ki yine bir komedi, onlar için
özel olarak kurulan kamplardan, hiç bir güvenlik sorgulaması,
tedbiri olmadan Türkiye’nin dört bir tarafına dağılabiliyorlar(!)
Gelin
birde Almanya’ya bakalım…
Burada
geçerli olan nicelik değil niteliktir…
Bakabilecekleri kadar insan alma gayretindeler…
Çünkü
sorumluluk alıyorlar ve bu sorumluluğun gereğini yerine getirmeye
çalışıyorlar…
Çünkü
insan hayatı genelde Avrupa’da ama özelde Almanya’da sudan ucuz
değil…
Çünkü bu
insanları çadırlarda tıkış tıkış değil, insan onuruna yakışır bir
şekilde ağırlamak…
Gereken
beslenmeyi, sağlık, eğitim gibi her insanın temel ihtiyacı olan
şeyleri karşılama gayretindeler.
***
14.09.2015
Endorfin
Bilişimciyim…
Bir bilgi yeter ki internete düşsün…
Ararsam mutlaka bulurum!
Öncelerinden görmüştüm…
Ve gördüğüm çok hoşuma gitmişti!
J
J
J
*
Zor bir soruya hayatın içinden bir cevap
Sabah
sabah zor bir sorunun cevabını vermek kolay değil…
Türk
Kahvesi bitmiş, gittim önce kahve aldım…
Doktor
bilse beni havada parçalar…
Günde on
– on beş fincan değil, bildiğin kahve tası kahve içiyorum…
Birkaç
gün önce Morfine başlamıştım…
İlk günü
canavar gibiydim, sabah yediden akşamın onuna kadar…
Yürümeyi, hareket etmeyi özlemişim, yorulunca geceleri de bebek gibi
uyuyorum…
Dün -
bugün Morfinin bile yetmediğini his etmeye başladım, sara ilacını
yine de almalıyım…
J
Biliyorum şimdi kendinize soracaksınız ne sarası…
Bende
doktora sormuştum, niye diye. Geçirdiğim kanamalı beyin
sarsıntısında kanayan yer kabuk bağlamış, sinirlere baskı yapıyor.
Sara ilacı o baskıyı azaltıyormuş(!)
Evet,
sevgi kalbine söz geçirememektir…
Sevgi
fedakârlıktır…
Mantığın
kabul etmediğini gönül kabul eder…
Ne
demiştik gönül dediğin bin bir oda…
Ve buna
rağmen bazı soruların yanıtı yoktur, olamaz!
Mal –
mülk, para – pul…
İnsan
sevdiği için tüm bunlardan vazgeçebilir…
Tümü
“önemsizdir” duyduğun sevgi uğruna…
Bir
ananın, babanın evladına duyduğu sevgi…
Bir
erkeğin kadına, kadının erkeğe duyduğu sevgi…
İnsanın
vatanına, milletine duyduğu sevgi karşısında…
Malın –
mülkün, paranın – pulun sözü mü olur?
Ve elde
kalan…
Allah’ın
her insana bahşettiği can ve “sağlık” kalır…
Ve insan
sevdiği uğruna canından varsa sağlığından bile fedakârlık gösterir…
Vazgeçebilir…
Yaşadığımız onca şehitlerin ve gazilerin bizlere her Allah’ın günü
gösterdiği gibi!
Ama
insan düşünür, hayal eder ve Allah’tır tayin ve takdir eden…
İnsan
evladı geçen her yıla birlikte omuzlarına, sırtına sorumluluk,
mesuliyet alır…
Ve bu
mesuliyet ve sorumluluk altında ezilir durur…
Ve bunu
severek yapar…
İnsan
alışkanlıklarının bir esiridir, bu esaretten kolay kolay kurtulamaz…
Vazgeçemez…
Elde
kalan en değerlisini bile sevdiği uğruna feda edebilir…
Ama…
O can…
Artık
onun tek başına mülkü değildir…
Ortakları vardır, o cana kilitlenmiş, kenetlemişlerdir!
Çaresizliğin kısır döngüsünde insan kıvranır…
Ve
kadere, yazgıya ve Allaha sığınır...
Ve Allah ol dediğinde olur, öl dediğinde ölünür…
Kimse kendine ölümü yakıştırmasa bile…
Bu yüzden insan ömrü hakkında öngörü sahibi değildir…
Kader dediğin, yazgı dediğin bu yüzden vardır ve insan buna inanır!
Doğrular ve yanlışlar yoktur, sadece yorumlar vardır.
Veya…
Dies nämlich ist das
Schwerste, aus Liebe die offene Hand schließen und als Schenkender
die Scham bewahren.
Friedrich Wilhelm Nietzsche
*
Meçhule yolculuk
Korku,
korku dediğin nedir sevdiceğim?
Tanınmayana, bilinmeyene, yeniye karşı korku, tedirginlik…
Tabiatın
canlıya tanıdığı…
Hayatta
kalma refleksinden başkaca ne olabilir!?
Tersi…
Hesap,
kitap yapmadan, düşünmeden…
Ya
Allah, ya Bismillah diyerek meçhule yolculuk…
Aptallık
değil de nedir?
Bir
düşünün…
İnsanlığın hali nice olurdu…
Korktuğu
için…
Kadın
doğum yapmasa?
İnsanlar, bilinmeyene – meçhule yelken açıp…
Azgın
denizlerde binlerce kilometre yol alarak yeni kıtalar keşfetmese?
Puroya
benzer araçlara binerek uzaya çıkmasa?
Ayaz,
soğuk, kar – kış dinlemeden kutuplarda keşfe çıkmasa?
O çok
sevdiğin…
Dibini göremediğin, bilmediğin denizin, suyun fersah fersah altında
araştırma yapmasa…
Susuzluğa, gündüz o cehennem sıcağına, geceleri iflah olmaz soğuğa
rağmen…
Fırtınaya, o sonsuz sessizliğe rağmen o çöl senin bu çöl benim
gezmese?
İnsanlığın hali nice olurdu?
İnsan
dediğin izahat ister…
İnsanın
her hareketinin bir izahı olmamasına rağmen…
Cesaret, aptallık değildir…
Ulvi bir
amaca yönelikse…
Bazen bu
büyük gaye merak olabilir, sevgi olabilir…
Bazen
ise…
Gözün
gördüğü ama aklın kabul edebileceği bir açıklamasını yapamadığının…
Yorumunu
getirmek olabilir…
Allah’ta, ona inançta, din dediğimiz…
Gözün
görmediği ama aklın izahat istediği bir konu değil midir?
Adı
üstünde meçhule yolculuk, bilinmeyene yolculuk…
Bir
risktir…
Bu riski
göze alabilen ya kazanır ya da kaybeder…
Ve tüm
bunlar korkuyu yenebilmekten geçer!
*
Delidir ne yapsa yeridir
Eski tabiriyle Bimarhane (Darüşşifa) yani akıl hastanesi…
Müzikle tedavi eskiden beri bilinen ve uygulanan bir
yöntem…
Osmanlı zamanında da çokça uygulanırdı…
İster eski zaman olsun ister şimdiki zaman…
İnsanların her zaman ruhsal sorunları olmuştur!
Severim müziğin neredeyse her türünü…
Ancak benimde, herkeste olduğu gibi, bazı saplantılarım
vardır…
Okuduğumu, dinlediğimi veya izlediğimi bir şekilde
anlamalıyımdır…
En azından ama his etmeliyimdir…
Bazen Azeri veya başkaca Türki müzikleri kulağıma gelir…
Dinleyemiyorum…
Çünkü söyleneni anlamaya çalışıyorum, anlayamayınca da tüm
hevesim kırılıyor…
Müziği kapatıyorum!
Klasik Osmanlı tasavvuf müziğine bir örnek. Açılan
sayfada, başka, gerçekten çok dinlendirici parçalarda var.
https://www.youtube.com/watch?v=3gkBSzNfeBQ
*
Umut sulanıp serpildikçe, yeşerdikçe güzel, umut var
oldukça yaşama tutkunsun demek. Umudun tükenmediği sürece zindanlar,
dağlar, ezgiler ve de ozanlar sana selam söyler!
*
Hasat zamanı
Öfke, kin ve nefret…
Ne ekersen onu biçersin…
Kötü olan…
Üzücü olan…
Suçu günahı olmayan…
Hasat zamanı, ekilenin altında kalan!
***
15.09.2015
Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki kimin eli kimin cebinde belli değil
Artık siyasetten…
Allah’ın belası Recep Tayyip Erdoğan’dan…
AKP’sinden…
Beceriksiz, bilinçsiz, bilgisiz ve kültürsüz siyasetinden
de konuşmak, yazmak istemiyorum…
Öylesine gına geldi ki…
İğrendim, midem bulandı…
Tiksindim!
Buna rağmen…
Dolaylı yollardan da olsa yazmaya, anlatmaya devam
edeceğim…
Çünkü söz konusu olan vatanımız, milletimiz ve
çocuklarımızın geleceği!
Bilmem biliyor musunuz?
Muhtemelen duymamış, okumamış olabilirsiniz…
Türkiye gerçeklerine gözlerinizi, kulaklarınızı
kapadığınız gibi...
Türkiye’de kimin eli kimin cebinde bilmediğiniz gibi…
Aşikâr olanı görmek istemediğiniz gibi…
Belki şimdi yazacaklarımda bilmiyorsunuzdur(!)
Sizlere gerçekleri görmenizde yardımcı olması dileği ile.
Afrika’nın Sahra Çölü nere…
Güney Amerika’nın Amazon Ormanları nere…
Bu ormanlar için dünyamızın akciğerleri diyebiliriz…
Aralarında koca Atlantik Okyanusu var…
Buna rağmen o ormanların hayata kalabilmesi Sahra Çölüne
bağlı!
Sahra Çölü olmasa…
Amazon Ormanları olmayacak…
Başta Amazon Ormanı ve diğer ormanlarımız olmasa…
Bizler olmayacağız çünkü…
Orman yok, oksijen yok…
Nefes alamadığın zaman sen hayatta kalabilir misin?
En son bilimsel araştırmalara göre…
Yılda Sahra Çölünden Amazon Ormanlarına…
Rüzgâr sayesinde 50 milyon ton Sahra tozu taşınıyormuş…
Çöl deyip geçme, o gördüğün – bildiğin kum tanecikleri var
ya, mineral yatağı…
Uzun lafın kısası…
Sahra Çölünün kum tanecikleri…
Amazon Ormanlarının gübresi!
Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’si…
Devletin tüm kurum ve kuruluşlarına hakim…
Ben değil, sizler seçtiniz…
Devletin hazinesi onların elinde, daha doğrusu çok fazla
çaktırmadan çalabildikleri…
Yurtdışında ya İsviçre veya beli başlı başka bankalarda…
Bodrum katlarında kalın parmaklıklar ardında…
Veya salt ayakkabı kutusunda yatağın altında…
Analar ağlamasın, açılım – saçılım diyerek…
Kolluk kuvvetlerinin elini kolunu çıkarılan özel
kanunlarla bağlayan…
Böylece PKK’ya derlenip – toparlanmak…
Tonlarca silah ve mühimmatı Türk topraklarına saklamak
için zaman sağlayan…
Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’si…
Ölen senin evladın, bizlerin kardeşi…
Şer odağı Beştepe, Ankara üzerinden İmralı’ya, Kandile
uzanıyor…
PKK’nin gübresi AKP ve Recep Tayyip Erdoğan…
Seçim senin, oy senin…
İstediğini yap ama sonra gelip başıma ağlanma!
*
Ot ve b.k meselesi(!) İstisnalar kaideyi bozmaz
Kesinlikle okumanızı tavsiye ederim sizi veya ailenizi
ilgilendirebilir
Gönül dediğin ota da b.ka da konarmış der atalarımız…
Öyledir…
Bugün canciğer kuzu sarması olduğun kişi…
Yarın en acımasız, en kalleş, en insafsız ve amansız
düşmanın olabilir(!)
Onun için anan – baban, kardeşin, eşin veya dostun bile
olsa her şey, herkesin yanında söylenmez, konuşulmaz veya
paylaşılmaz!
İnsanız…
Ve her şey biz insanlar içindir(!)
Internet…
Dünyanın en büyük bataklığı…
Her türlü bilgi ve belgenin, doğrunun – yanlışın, iyinin
ve kötünün olduğu alan…
Kimisi bu bataklığın kurbanı olur…
Kimisi…
Yol yordam bilen, bu bataklıktan ve “güzelliklerinden”
faydalanır!
Sözlerime devam etmeden gelin size bir örnek vereyim ki
anlatmaya çalıştığımı daha iyi anlayasınız. Rahat on – on beş sene
oluyor…
Dükkânı yeni açmıştım…
Müşterilerle daha iyi iletişim
kurabilmek için görüntülü ve sesli, internet üzerinden bir iletişim
imkânı arıyordum. ICQ veya MSN gibi siteler bugünün sundukları
imkânları sunamıyordu. Teknolojik çözümler vardı ama maliyet ve
amaçlanan açısından hesaba, kitaba uymuyordu. Sonunda amacıma uygun
bir site buldum. Üye olmak gerekiyordu (üyelikteki amaç kişisel
bilgilerinizi pazarlamaktır, bunu hiç bir zaman unutmayın. Bir yere
üye olmanız gerekiyorsa “sahte” bilgiler kullanın), oldum. Site
gayet ciddi bir izlenim veriyordu. Her şeyi hazırladım, mükemmel(!).
Ardan altı ay – bir sene kadar bir süre geçti. İletişim fevkalade
çalışıyordu, sorun yoktu.
Bir
gün bir müşterim bana ne biçim bir site üzerinden onunla iletişime
geçtiğimi sordu.
Allah, Allah…
Tabii hemen araştırdım ve gördüklerim karşısında şok
oldum!
Affedersiniz…
Herifler masaların altına Webcam’leri (kameraları)
yerleştiriyor, soyunuyor ve dünya âleme bilmem nelerini
seyrettiriyorlardı. Hemen hesabımı kapattım tabii. Yeri gelmişken
bir konuya daha değinmek istiyorum. Özellikle biz Türkler
çoluğumuzun çocuğumuzun fotoğrafların çekmeyi severiz, çoğu zaman
çıplak. Aklımıza bir şey gelmez, eş - dost görsün diye yayınlarız!
Aman, aman diyeyim…
Dünyada sapık dolu…
Pedofil’lerin (sübyancı) neler yaptığını yazmama gerek yok
sanırım! Keza porno siteleri, mesleğimde ağırlık bilişimde
güvenliktir, işyerlerinde, insanlar aslında çalışması gerekirken
nerelere girdiklerini bir bilseniz. Aklınız durur. Bu sitelerden
yayılan yazılımların, bir senede ekonomiye verdiği zarar milyar
dolarları buluyor!
Evet, ne demiştik?
Anan – baban, kardeşin, eşin veya dostun bile olsa her
şey, herkesin yanında söylenmez, konuşulmaz veya paylaşılmaz!
Ben mesela…
Kendim hakkında yazar – çizerim ama yazdıklarım zaten
bilinen şeylerdir. Onun dışında, mahremiyetimi korurum. İnternette,
adımla ilişkili bir tek fotoğrafımı bulabilirsiniz. Kişisel bilgiler
mümkün mertebe azdır. Bunun nedeni açık vermemek!
Açık verdiniz diyelim…
Kişisel veya kurumsal olarak…
Veya birileri sizin hakkınızda yalan yanlış bilgiler
yayıyor internette…
Savunmasız, çaresiz değilsiniz!
İddiaları kanıtlamak şartı ile…
Avrupa Birliğinin (Right to be forgotten) arama
motorlarına karşı açtığı davaya yaslanarak ilgili arama motorunda
veya sitede iddiaların yanlış veya yalan olduğunu ve silinmesini
isteyebilirsiniz!
Mesela Google için
https://support.google.com/legal/answer/3110420?hl=de&rd=2
Veya Facebook
https://www.facebook.com/help/181495968648557
Bunlar örnektir. Hakkınızda yalan veya yanlış bir bilgi
yayan site ile irtibata geçiniz.
*
Bazı şeyler erkekliğe sığmaz
Evvelsi gece geç yatmış erken uyanmıştım…
Dün gece yarısına yakın bir şeyler okudum, çok fena canım
sıkıldı…
Yatakta döndüm durdum, düşündüm…
Anlayacağınız 48 saate anca 6-7 saat uyku…
Kendimi bir onun bir ötekinin yerine koydum…
Ben olsam ne yapardım acaba?
Bugün öğleden evvel Frankfurt / Offenbach’da işlerim
vardı…
Otobanda, yolda giderken ve geri dönerken aklım gitti kaza
yapacağım diye…
Gözler kendiliğinden kapanıyor, zor açık tutum…
Bu satırları yazacağıma kıvrılıp yatsam, o da olmuyor,
saat dörtte doktorda randevum var…
Yani o saate kadar bir şeylerle oyalanmam lazım!
Şu Almanya…
Çok canlar yaktı, kimisini ihya, kimisini rezil etti!
Offenbach’dayım…
Gençliğim gözümün önüne geldi..
Iş icabı her gün Frankfurt, Offenbach veya Hanau…
Hafta sonu Offenbach – Sachsenhausen o meyhane, bar senin
bu benim…
Offenbach sanayi bölgesinde bir Meksika restoranı vardı…
Muhteşem bir iç dekorasyon, yemekler harika…
Hiç unutmam ben, rahmetli ve bir tanıdık çift…
Akşam restorana yemeğe gittik…
Yemeğin yanına ne içeceğiz, Tequilla (Tekila)…
Ulan oğlum bilmediğin b.ku ne içersin?
Kızlar içmemişti…
Bir çarpıldık, cin çarpsa her halde ancak bu kadar olur…
Biz kızları eve götüreceğimize onlar bizi götürmüştü…
Ayakta duracak halde değildik, rezil rüsva olduk(!)
Ve bazen takardım akşamları rahmetliyi koluma giderdik
Frankfurt’a…
Çıkardık televizyon kulesine…
360 derece Frankfurt ayaklarının altında…
Güzel günlerdi, çok güzel. Ne yazık ki kıymetini
bilemedim.
Benim bildiğim erkekliğin kitabında yazmaz…
Birisinin arkasından konuşmak, iftira atmak…
Birisini, hele bu birisi bir kadın ise onu rahatsız etmek…
Askıntı olmak veya rızası dışında ona herhangi bir şekilde
yaklaşmak!
Şu Almanya…
Neler öğretmedi ki, neler yaşatmadı / göstermedi ki bana…
Kendi yatağında, eşini başka erkekle basanı mı istersiniz…
Eroin parası için karısını satanı mı…
Allah’ın emri, Peygamberin kavliyle insanlar evlenir…
Olmayınca olmaz, boşanır…
Aşkın meyvesi varsa işler değişir, yoksa herkes kendi
yoluna!
Ben olsam ve dediğim gibi aşkımızın bir meyvesi olsa…
İddiaları artık her ne iddia ediliyorsa önce
doğrulatırdım…
Gerekirse çeker kenara ikaz ederdim…
Aklını başına topla, kendine çeki düzen ver diye…
Eğer zaten çocuk mocuk yoksa ne hakla, ne sıfatla ona bir
şey demeye hakkım olurdu?
Çocuk olsa bile, sesiz sedasız,
kimseye duyurmadan – görünmeden, çocuğu üzmeden, ne yaparsa yapar.
Neticede o benden çıkmış, söylemesi – yazması acıda olsa geçek bu!
Yukarıda bahis ettiğim yatak olayında, benimle evliyken…
Erkeğe dokunmazdım, bir deyim vardır bilirsiniz…
Ama o şıllığı çeker vururdum…
Ama doğrulatmadan veya gözlerimle görmeden asla ve kata…
İftira atmazdım, erkekliğe sığmaz – yakışık almaz!
***
16.09.2015
Bağrına taş
basmak
Yine beş insan terörün kahpece tuzağında yaşamını yitirdi…
Erkeklik, yiğitlik bu değildir…
Bağrına taş bas dostum…
Bağrına taş bas!
İyi’de bu yürek dediğin daha nelere dayanabilir?
Taş dediğin yeri ve zamanı geldiğinde çatlamıyor mu
sanki!?
Dün akşam çok düşündüm…
Hesabı kapatsam mı acaba diye…
Elim varmadı, yüreğim el vermedi…
Görmeden, haber alamadan nasıl yapabilirim?
Sevgi gerçekten yüreğe söz geçirememektir…
Bağrına taş bas dostum…
Bağrına taş bas…
İyi’de bu yürek dediğin daha nelere dayanabilir?
Taş dediğin bile, yeri ve zamanı geldiğinde çatlamıyor mu sanki!?
*
Kelimeler
Ben mesela…
Söylediğim, sarf ettiğim, yazdığım her kelimeyi çok iyi
düşünür…
Özenle seçer ve kelimenin anlamına yakışır cümleler
kurmaya gayret ederim…
Olur, olmaz değerli okuyucunun takdirine kalmıştır...
Yani ne yazıyorsam onu demek istiyorumdur…
Riyakârlık, art niyet, sahtecilik – kahpelik yoktur
sözlerimde…
Yüreğimdekini, aklımdakini kelimelere dökmeye çalışırım…
Neysem oyumdur, kendimi farklı göstermem – göstermemeye
gerçekten gayret ederim!
İnsan olmaya, insan kalmaya çaba harcarım…
Ve insanın iki cinsi vardır…
Dişisi ve erkeği, ortak noktaları ve farklılıkları…
Bir erkek olarak, bugüne kadar…
Kadın denen varlığı kim anlamış ki ben anlayayım…
Buna rağmen, ne onunla nede onsuz yapabilirim…
Yatak değildir meselem, önemlidir ama illa değildir…
Kelimelerdir, düşünceleridir paylaşmak istediğim…
Ve insan yetiştiği ortamın, kültürün esiridir…
Yaklaşmak istediğin bir kadınsa mesela, yetiştiğin
kültürde nasıl yaklaşmaya çalışırsın?
Gözler…
Bakışlardır, hal ve hareketlerdir, tavırlardır…
Ya göremiyorsan!
İşte o zaman kelimeler girer devreye!
Psikologlar…
Hayatın acımasız çarkında yoğrulmuş insanlar bilirler…
Ya okul öğretmiştir gerçekleri veya hayatın bizzat
kendisi…
İnsan…
Karşısındakini kendi gibi sanır…
Sarf edilen kelimeler, kurulan cümleler…
Ve anlamları, konan bir virgül mesela tüm cümleyi ve
anlamını değiştirebilir…
Ya karşındaki senin gibi değilse?
Ya okuduğunu, duyduğunu yanlış yorumluyorsan…
En iyi ihtimalle rezil olursun, olabilir misin gerçekten?
Olabilirisin…
Umudunu tüketmek istemez insan, umuttur onu hayata
bağlayan…
Umut sulanıp serpildikçe, yeşerdikçe güzel, umut var oldukça yaşama
tutkunsun demek. Umudun tükenmediği sürece zindanlar, dağlar,
ezgiler ve de ozanlar sana selam söyler sevdiceğim…
Kurulan cümleler, sarf edilen kelimeler ve anlamları…
Ya karşındaki senin gibi değilse?
Ya okuduğunu, duyduğunu yanlış yorumluyorsan…
…
*
Bizim cumhuriyetimiz
AKP kongresi geçeli kaç gün oldu…
Bir önceki yazımda da ifade etmeye çalıştığım gibi
kelimeler, kurulan cümleler önemlidir…
Kaç gündür pür dikkat okuyorum, belki görmemiş olabilirim,
bilmiyorum…
Ama kimse orada sarf edilen cümleye dikkat etmedi
herhalde…
“…Bizim cumhuriyetimiz… Üçüncü Cumhurbaşkanı…”
Profesör her halde üçüncü Cumhurbaşkanı olacak…
Türkiye Cumhuriyeti ne zaman yıkıldı da yeniden kuruldu…
Ki, herif üçüncü Cumhurbaşkanı olacak?
Aklını başına topla zibidi sürüsü…
Bizler daha ölmedik!!!
Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu
Cumhuriyet hala ayakta…
Ağır yara aldı…
Sizlerin sayesinde ve ektiğiniz tohumlar bir bir
filizleniyor…
Sizler ceplerinize dolar üstüne dolar koyarken halk
gittikçe fakirleşti…
Ölüm kol geziyor…
Ama Atatürk Cumhuriyeti hala son nefesini vermedi…
Bizler sayesinde de asla vermeyecektir!
***
Korkuyorum
Zaman zaman düşer böyle korkular - sıkıntılar içime…
Kimi zaman sebepli, kimi zaman sebepsiz!
Yazmıştım geçen gece yatakta çok döndüm diye…
Bir ara dalmış olmalıyım, sabah kalktığımda dudak davul…
Dün doktora gitmiştim ya, gösterdim…
İlk sorduğu “Isırdın mı?”, ne bileyim kadın…
Isırmışım işte, hala şiş!
Korkuyorum girip bakmaya!
Oğlan bugün imtihanda, yarın yine ve Salı günü sonuncusu…
Aklım onda…
Sanki kendim giriyorum imtihana, bugüne kadar hiç sınıfta
kalmadan geldik bu günlere…
Bir sermestler, altı ay daha uzasa ne fark eder…
Hiç bir şey, tosun Paşam Allah yardımcın olsun…
Ne konsantre olabiliyorum ne bir şey…
Tüm bilgisayarları biri hariç, Windows 10’a geçirdim…
50 bilgisayar bunların içeresinde bir düzinesi ana –
merkez bilgisayar, Server dedikleri…
Önümüzdeki aylarda Server’ler için yeni işletim sistemi
çıkacak…
O zaman kadar diğer bilgisayarları tamamlamış olmam gerek…
51’cisini geçen hafta aldım, hala masanın üstünde duruyor…
Çok iyi bir makine, eskiden olsa şimdiye çoktan bitmişti…
Ama akıl başka bir yerde, yürek bambaşka bir yerde…
Bu kadar bilgisayarı ne yapıyorsun diye sormayın, lüzum
görmesem almam…
Her birinin ayrı bir görevi var ve tam kapasite bu
görevlerini yerine getiriyorlar…
Tıpkı hani demiştim ya…
Gönül dediğin bin bir oda…
İşte oraya bin ikinci oda açıldı, bir nevi geceden konma…
Gece kondu deyip geçme, Recep’in sarayı var ya…
Halt etmiş yanında, ışıl ışıl ve daha gösterişli, işte
öyle bir oda…
Korkuyorum bakmaya!
*
Piç
Bu kelimeyi kullandığım için özür dilerim… Şimdi
haberlerden geçti, Cem Özdemir Mardin’den demeç vermiş…
“…Türkiye’de her an bir iç savaş çıkabilir…”
Bundan
yıllar önce Alman parlamentosuyla irtibata geçmiş, oradan bir
üst düzey yetkiliyle uzunca bir tartışmamız veya sohbette
diyebiliriz, olmuştu. Konu PKK ve esrar kaçakçılığıydı… Ben,
Almanya’da neden PKK’ya önemli oranda gelir sağlayan esrar
kaçakçılığı için daha ciddi tedbirler alınmadığını sormuş o da
bana “el altından” şu yanıtı (hatırladığım kadarıyla, kelimesi
kelimesine aktaramayacağım ama anlam itibarıyla) vermişti:
“Siyaset gereği adamlara gereken desteği vermeliyiz, silah almak
için gereken maddiyatları olmazsa mücadelelerini
sürdüremezler(!) )
Aslında Alman parlamentosuna yönelik
bir dilekçe örneği (Petition) yazacak ve yayınlayacaktım… Ama
değişik nedenlerden ötürü, birazda kızdığım için, vazgeçtim…
Uzatmayalım… Almanya’nın Kürtlere yönelik lojistik, maddi –
manevi ve silah yardımını kesmelerini istiyorsanız… Gerçekten
milliyetçiliğiniz varsa… Ulusal birliğimize ve bütünlüğümüze
inanıyorsanız… Alın size fırsat!!!
https://epetitionen.bundestag.de/
Bu link üzerinden,
online… Rahat, rahat evinizden Alman parlamentosuna dilekçe
yazma imkânı. Unutmayın illa Almanca yazmanız gerekmiyor,
yazarsanız daha iyi olur tabii ama Almanya gerçekten kurum ve
kuruluşlarıyla, ekonomisiyle oturmuş bir devlet. Yani kendi
içinde yeterince tercümanları da var.
http://www.gurbuz.net/Turk/pet_formular1.pdf
Buda dilekçe
yazarken size yardımcı olabilir Top sizde!!!
*
Kötü geçmiş
Şimdi haber geldi…
Önemli değil…
Bir sermestler uzadı…
Önemli olan can sağlığı…
Üzülmedim desem yalan olur ama hayatın içeresinde
kazanmakta var kaybetmekte…
Ve insan kaybede kaybede tecrübe sahibi olur!
İçimdeki sıkıntıda bir anada uçtu gitti!
*
Volkan
Bir göz ağlarken diğeri gülermiş…
Tecrübelerle sabit gerçekten öyle…
Bir avuç insanız gurbet elde…
Bana güveneni, bana itimat edeni alsa yarı yolda bırakmam…
Bugüne kadar bin bir parçaya bölündüysem…
Ve bunu severek yaptıysam…
Bundan sonra bin iki parçaya bölüneceğim…
Ve yine severek yapacağım…
Benim kitabımda yazmaz yol ayrımı…
Ancak ölümdür ayıran!
Önce ağlayan göze bakalım…
Oğlan çok üzgün, dünyası başına yıkıldı…
“Baba ben size yük olmak istemiyorum” diyor başka bir şey
demiyor…
Diyorum ya, hiç gerek olmadığı halde hem okuyor hem
çalışıyor…
Oğlum yapma etme, yok söz geçiremiyorum…
Sanki insana evladı hiç bir zaman yük olabilirmiş gibi,
bilmiyor…
Kendisi henüz baba olmadı ki…
Ne söylesem teselli edilmiyorum!
Gülen göz ise…
Onu hiç sormayın…
Hem çok mutluyum, hem bir yerde hüzün…
Mesafelerin ne önemi olur ki?
Gönüller bir olunca…
Göz bütün gün görünce, hiç ayrılmaksızın…
Buna rağmen nedendir bilmem…
İçimde bir korku…
Bakamıyorum, okuyamıyorum yazılanı!
Eğer yarında bütün gün göz, bugünü görürse…
Bir volkan misali patlayacağım…
Dökeceğim içimde aylardır gizli kalanı!
Artık ne olacaksa olsun…
Her gün öleceğime…
Bir kerede ya çıksın canım…
Ya da yârin o güzel yüzüne bakayım!
*
Defter
Ve kader örer ağlarını…
Yazar tek tek deftere olacakları!
Alındaki yazgı dökülür deftere…
Bakmaksızın hayatın cilvelerine…
Yaşanır yaşanacaklar, yaşanmışlar mazide…
Ve insan yeter artık der, açar deftere yeni bir sahife!
Ama yırtıp atamaz yazılmış olanları…
Ve bilemez, öngöremez o deftere daha yazılacak olanları!
***
17.09.2015
Hayat değil benim ki…
Önceleri 16 hap günde 3 defa eder 48 tane…
Şimdilerde…
Aslında yine dördünü günde iki kez almalıyım ama almıyorum…
10 hapla idare etmeye çalışıyorum
Gördüğünüz haplar üçü dışında ağrı kesici…
Sağ alt köşede,
pembe olan, morfin…
İki gün sonra anladım o bile yetmiyor…
Hepsini almak zorundayım…
Resimlemediğim iki hap daha var…
Mide koruyucusu…
Ve artık ağrılar gerçekten dayanılmaz olduğunda bir tane çok etkili
ağrı kesici daha…
Yürüyen kimya deposuna döndüm…
26 seneden beri!
*
Dün annemi yolcu ettim…
Havaalanı ana baba günüydü…
Avrupa içi neredeyse tüm uçuşlar iptal…
Fırtına ve yağmur yüzünden…
Otobanda geri dönerken araba bir o tarafa bir bu tarafa
sallanıyor ama nasıl…
Neyse bir şekilde eve geldim…
Tüm cesaretimi topladım ve baktım…
Çok şükür korktuğum başıma gelmedi, aksine…
Çok sevindim anlatamam, daha o an yazılan güzel sözlere
cevap yazdım…
Ama yollamadım, bu sabah çok bekledim…
Göz illa görmek istedi ama değdi…
Gördüm sevdiceğimi!
Aslında artık eminim buna rağmen…
Bu akşam, kısmetse…
Bu akşam…
Tek tek…
Bir bir!
*
Bir cekete
duygusal yaklaşım
Şimdi kendinize
soruyorsunuzdur sapıttı mı bu… Yooo, en azından şimdilik
aklımın başımda olduğunu düşünüyorum… Bu akşam, bu gece ne
olur bilemem tabii!
Annem 34 senedir dükkân sahibi…
Ceketler gelir, pantolonlar, kürkler ıvır zıvır… Mesela bir
ceket gelir, kısalması gerekir… Müşterinin gördüğü
kısalmadır, müşteri bunu görür… Alt tarafı kıvıracaksın,
tamam… Gerçek ama öyle değildir… Çünkü gördüğü yalnız
yüzeyseldir… Ceketi söktüğünde çıkar tüm foyalar meydana…
Düz mü dikilmiş, eğri mi, içinde pay var mı yok mu… Atölyede
kumaş kaza ile kesilip üstün körü yamanmış mı… Uzatmayalım,
dışarıdan baktığında tüm bunlar görünmez!
İnsanlar da
böyledir… Ay ne hoş insan, ne efendi, ne bilgili, ne
kültürlü… Zibidi… Öf çok güzel bir kadın… Yakışıklı bir
erkek… İyi’de bunlarda yüzeysel bir bakış açısı değil midir?
Öyledir!
O insanı yakından tanı, içyüzünü gör… Ne
b.kun soyu olduğu çıkar meydana… Kimisi mesela duygularla
oynar… Kimisi ekmekle… Bazısı ırza göz diker… Tüm
bunlar insanı tanıdıktan sonra meydana çıkar!
Başkasının
ne duygularıyla oynayacak, alay edeceksin, nede ekmeği ile…
Irz ise kendi başına bir konu… Yüzeysel bakmayacaksın, insanı
önce tanımaya çalışacaksın… Sonra kararını ver… Anladınız
mı şimdi neden bir cekete duygusal yaklaşılabildiğini?
***
18.09.2015
Yaralı kuş
Dün çok kötüydüm, onca ilaca, morfine rağmen ayakta zor
durdum…
Öf, öf, öf de, öf…
Bugün yine çok iyiyim…
Hep yazarçizerim ya, vücutta kırılmayan kemik kalmamıştı,
çene kemiğine kadar diye…
Özel yataklarda yatırmalarına rağmen beni
kıpırdatamadıkları için…
Kemikler olduğu gibi kaynadı, yağmurlu havalarda hayatım
kayıyor!
Ağır yara aldık dostlar, ağır yara aldık…
Gerçi eskilerden bu yana insanlar takılırdı ağzı iyi laf
yapanların peşine…
Sonuç, genelde hüsran…
Türkiye’de de insanlar bir hayalin peşinde…
Sözde Osmanlıyı canlandıracaklar…
2015 yılında(!)
Kaba kuvvetin değil, aklın, vicdanın, bilimin, İnternetin
hâkim olduğu bir yüzyılda…
Osmanlıyı canlandıracaklar, kargalar bile güler adama…
Bu sabah haberlerde izlediniz mi bilmem…
Bir doktor, müdahale süreci henüz sürerken bir babaya
kızının öldüğünü…
Öyle bir soğukkanlılıkla söylüyor ki…
Sanki karşısındaki insan değil taş, hiç bir insani
yaklaşım yok…
Keza Avrupa, sınırları boyu denetimlerini sıklaştırıyor…
Mülteci akımını durdurabilmek için, bu sabah yine 4
yaşında bir kız çocuğu boğulmuş…
Günahsız, mini mini bir can…
Yüce Mevla’m cennet bahçelerinde ona en güzel yeri ayırır
inşallah…
Türkiye’de insanlar sokaklarda terör belasına daha fazla
can vermeyelim diye…
Veya bir avuç insan Edirne’de Suriyelilere yardım için
çırpınıyor…
Avrupa’da da duyarlı insanlar aynısını yapıyor…
Bir avuç(!)
Türkiye’de de, Avrupa’da da büyük çoğunluk izleyici
konumunda…
Ağır yara aldık dostlar, ağır yara aldık…
İnsanlık yerlerde, gönül kan ağlıyor…
Kuş yaralı, yerde debeleniyor, kanat çırpıyor…
Yaşayıp yaşayamayacağı meçhul!
*
Çizgi
Sigara içenler erken ölürmüş derler…
Sanki sigara içmeyenler ölmüyor!
Motivasyonun, Türkçe karşılığı güdüdür. Yani bir insanın psikolojik
olarak harekete, faaliyete geçmesini sağlayan itici, içten gelen
güç. Ben buna ilham da diyorum, yani esin, esinlenmek.
Şu insanı anlamak gerçekten çok zor…
Birçoğumuzun mesela ehliyeti vardır, trafik kuralarını bilmek gerek,
arabayı kullanabilmekten hiç söz etmiyorum. Keza trafik işaretleri…
Örneğin asfalta çizilen çizgiler, kesintisiz olanı vardır,
kesintili, kalını, incesi…
Bunların anlamını bilmek lazım, bilmedin mi olanlar olur.
Söz gelimi kalın kesintisiz çizgi…
Kavşaklarda olur genelde veya anayoldan sapan ara yollarda…
Şoföre dikkatli ve gerekirse durması gerektiğini anlatmaya çalışır…
Ama nerde, yayayı ezme pahasına vın diye geçer gider!
İnsanı anlamak çok zor…
Neye İnanır, neye inanmaz…
Neyi bilir, neyi bilmez…
Neyi dikkate alır, neyi almaz…
Önyargıları, değerleri nedir bilinmez!
*
Davul meselesi
Sabah yürüyüş yolumdan bir manzara, artık öldürseler
şehirde yaşayamam. Otuz senenin üzerinde bu köyde yaşıyoruz. Allaha
çok şükür dükkân – mükyan yuvarlanıp gidiyoruz. Orta hali bir
hayatımız var. Orman koruyucusundan, avcısından, çiftçisine,
polisten yoldaki insana, kaymakama kadar herkesi tanıyor,
tanınıyoruz. Ve her şeyden önemlisi lekesiz bir adımız var çok
şükür!
Kullanmak zorunda olduğum uyuşturucunun iki iyi tarafı
var…
Elimdeki bastonu attım…
Ve gücüm – kuvvetim yerine geldi. Doktor değilim tabii ama
tarifi mümkün olmayan ağrılar yaşamamak için her hareketime olanca
şekilde yoğunlaşıyorum. Her hareketimi kontrol etmek zorundayım
yoksa diyorum ya, tarifi mümkün olmayan acılar yaşıyorum. İşte bu
hareketlerime dikkat etmek, buna yoğunlaşmak herhalde kalan gücümü
de tüketiyor. Yani hem fiziki hem herhalde psikolojik bir olay.
Yürüyüş yolum dağ, tepe…
Ağır ağır, dinlene dinlene daği tırmanırken düşünüyorum…
Aklımdan geçenleri tek tek anlatamam ama mesela ne olacak
benim bu halim, yaş 50, on sene ilerisini göremiyorum veya oğlanı…
Onu…
Yani aklımdan geçen bin bir şey…
Tepeden aşağıya inerken…
İki anne, önlerinde çocuk arabalarıyla ağır ağır tepeyi
tırmanıyorlar. Bir yandan da konuşup, gülüşüyorlar. Anlayacağınız,
insanlar bir şekilde mutlu, huzurlu…
Gerçekten öyle, geneline baktığınızda durum bu, ya
Türkiye?
Aklıma davul geldi…
Hani atadan kalma söz vardır ya, “davul bile dengi dengine
çalar” diye…
Hakikaten öyle, her kadın her erkeği – her erkek her
kadını dolduramaz…
Dolduramayınca da…
Mutsuzluk başlar…
Ve insan açılan o koca boşluğu doldurmaya çalışır…
Dolduracak birisini, bir şeyi bulursa tabii!
*
Ah oğlum ah
Görünüş olarak bana benzemiyor, tıpkı dedesi…
Onu gördükçe, hele bazı hal ve hareketlerini, rahmetli
babamı hatırlıyorum…
Birçok huyu da ben…
Bu kafayla giderse hayatında, benim gibi daha çok çekecek!
Küçüktü daha 5 – 6 yaşlarında…
Kreşte bir gün beni çağırdılar…
Müdüre hanım başladı anlatmaya…
İşte, oğlunuz çeteci(!)
???
Topluyor oğlanları, çete kuruyor, kavga ediyorlar –
boğuşuyorlar, falan filan…
Müdüre Hanım, bu oğlan çocuğu…
Doğal değil mi? diye sorsam da kadın Nuh diyor Peygamber
demiyor…
Kadını yatıştırmak için bende sonunda onunla konuşacağımı
söyledim…
Ama müdüre Hanımı susturmak ne mümkün…
Kadın bir kere açtı ağzını yumdu gözünü…
Oğlunuzun adalet duygusu çok gelişmiş kesinlikle çoğu şeye
çok itiraz ediyor…
İçimden okkalı bir küfür ettim, bundan daha güzel bir şey
olur mu?
Adil olmak, dürüst olmak ne zamandan beri yanlış?
Bu durum ortaokula kadar böyle devam etti…
Artık kavgalarından dövüşlerinden usanmıştım…
Benim için olumlu tek tarafı, dayak yiyen o değildi…
Buna rağmen böyle şeyleri hoş görmek mümkün değil tabii…
Sonunda şöyle bir çözüm buldum…
Peşine dedektif taktığımı, onun bana her akşam rapor
verdiğini söyledim…
İnandı, olaylar bıçak gibi kesildi…
Bir akşam eve geldiğimde ağzı, burnu - gözü şişmiş bir
halde kendisini buldum…
Oğlum ne oldu?
Daha önce dövdüğüm bir oğlan, arkadaşlarıyla yolumu kesi…
Eee…
İşte dedektif sana söyleyecek diye korktum kendimi müdafaa
etmedim…
İçim cız etti…
Gerçekleri anlattım ama olayın iyi tarafı bir daha kavga –
dövüş olmadı!
J
Buna benzer daha neler neler…
Ama adalet duygusu ve dürüstlük hala büyük bir konu…
Anlatamıyorum, oğlum dürüst olana ekmek yok diye…
Anlamıyor, sanki ben farklıyım…
Nato mermer nato kafa…
Onun için de kızamıyorum ona…
Siyasi ve ekonomik sistemdeki adaletsizlikleri bana
anlatır durur!
Bugün saat bire doğru…
E-Mail geldi, oğlandan…
Hani geçen gün içişleri bakanlığında görüşmesi vardı diye
yazmıştım ya…
İçeriden bir duyum almış…
Notları açısından daha iyi adaylar varmış ama dürüstlüğü
ile o kadar etkilemiş ki…
İleride kesinlikle ekmek varmış içişleri bakanlığında
bizim oğlana!
25 senelik meslek hayatımda 4 işyeri değiştirdim…
Bunlarda birinden ben kendi isteğimle çıkış yaptım çünkü
daha iyi imkânla…
Daha yüksek kademelerde çalışma fırsatım doğdu…
Yine ikisinde ise ki Almanya’nın “Rhein – Main Gebiet”
dedikleri yerin Bilişim alanda en büyükleriydiler, iflas ilan
ettiler…
En son Hessen eyaletinin Merkez Bankasında, HELABA’ya
bağlı bir kurumda çalıştım. Buradan da kendi isteğimle ayrıldım,
dükkân açtım…
Çalışamadım, rahatsızlıklarım arttığı için, ameliyat ve
sonunda malulen emeklilik.
Anlayacağınız…
Bugüne kadar hiç bir işyeri bana çıkış vermedi. İster
özelim, ister meslek hayatım olsun bir birlikteliğe başladım mı,
sonuna kadar giderim. Gelelim dürüstlük konusuna…
Dürüst insana ilk anda gerçekten ekmek yok, yani çok zor…
Çoğu zaman dürüstlük başa bela…
Ama bir yere bir kere kapağı attın mı da, çıkış yok sana!
*
Güçlünün, gücün adaleti
Tek taraflı olur…
Teee eskilerden kalma, bu yana…
Hep böyleydi, böyle kalacak!
Misal…
Eski çağ Avrupa’sın da, güç sahibi…
Ius primae noctis denen haktan yararlanarak, hükümdarlığı
altında bulunan insanlardan…
Evlenmek isteyen ve gelin olan kız ile evlenilen gece
beraber olurdu…
Yani damada kalan hâlihazırda kadın…
Çok acımasızca değil mi?
Daha öncelerine gidersek…
Neandertal insanının zevk ilkesine göre…
Bunu ben söylemiyorum, kısmen bilimsel rivayet öyle…
Neandertal erkeği, hoşuna giden kadını topuzuyla bayıltır…
Saçlarından mağarasına çekip götürürmüş…
Gerisi hayal gücünüze kalmış…
Rivayet böyle, ben bilmem…
Hanımlar şimdi bana kızacak tabii…
Ama…
Bildiğim bu yöntemin günümüzde de uygulanması
gerektiğidir…
Birçok sorunu, mesela kadının naz ve niyaz etmesine…
Kestirmeden ve kati bir çözüm…
Günümüzde olmaz tabi böyle bir şey…
Ama erkek açısından bakıldığında hayal etmesi bile güzel!
J
Şaka bir tarafa…
Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’si…
1 Kasım seçimlerinde çoğunluğu sağlarsa…
Türkiye yeryüzü cehennemine dönecek!
***
19.09.2015
İnsandır insanın cehennemi ve yine insan yaşatır insana
yeryüzünde cenneti
*
Çay meselesi
Buralarda çay pek makbul değildir…
Türkler arasında bile, insanlar daha çok kahve içerler…
Birazda hayat şartlarıyla ilgili olsa gerek…
Türkiye’de yetişip buralara gelenler arasında bile bu
durumu gözlemleyebilirsiniz…
Ben mesela ayda – yılda, tavşankanı demlenmiş çaya hayır
demem…
Demi bol, suyu az, bir şeker…
Elbet bildik çay bardağında, ince belli…
Çay bardağı birde kristalden olursa değmeyin keyfime…
Nefret ederim o yeni moda koca koca bardaklardan…
Bazı konularda birçok insandan daha tutucu olabilirim ama
sadece bazı konularda…
Tercihim kahve…
Öyle makine kahvesi falan kesmez beni…
Türk kahvesi, buzlu su ile hazırlanmış yine bir şekerli…
On – on beş tane, klasik fincan olursa 20-25…
Kahve canavarıyım yani!
Buzlu su ile hazırlanan Türk kahvesinde…
Kahve pişerken aromalarını kahve suyuna yayması için daha
fazla zamanı vardır…
Yani daha lezzetli olur…
Hele bu kahve birde köz üzerinde pişerse…
Önder keyiften dört köşe!
Bazen…
Özellikle Türkiye’de, söz gelimi
deniz kenarında bir kafede…
Kahve geç gelince bir deyim vardır…
“Bu kahve Yemenden mi geldi?” diye!
İyi bir çayında demlenmesi için zamana ihtiyacı vardır…
Nasıldı?
Tamam, hatırladım “demlenir sabır ile sevgi ile”…
Vay anasına bir türlü demlenmek bilmedi...
Sabırda kalmadı, taş olsa çatlar!!!
*
İşkence
İnsanoğlu var olduğundan beri, insan insana işkence yapar…
Örneğin…
Kazığa oturtur…
Çarmıha gerer…
Erimiş, kızgın kurşun döker…
Mengene takar…
Rafa gerer…
İğneli fıçıya oturtur…
Uzatmayalım…
Ama hiç biri yârin yaptığı işkenceye benzemez!
*
Yağmur
Hava yine yağmurlu…
Severim aslında yağmuru, birde beraberinde getirdiği şu
ağrılar olmasa…
Şıpır şıpır yağan yağmurun altında yürümeyi…
İliklerime kadar ıslanmayı…
Aklıma hep nedendir bilmem, Frank Sinatra’nın, Strangers
in the night şarkısı gelir…
Çok severim o şarkıyı…
Ajda Pekkan, 1967’de Türkçe yorumu ile piyasaya çıkmıştır…
Yağmur sanki dertlerimi, tasalarımı alır gider…
Birde ıslanmanın ardından gelen o ürperti, o üşüme olmasa!
Ama o an aklıma gelir, nasılsa…
Yanına gidince alırım sevdiceğimi kollarıma…
Yaslarım başını göğsüme, okşarım saçlarını…
Öper, koklarım…
Kokusunu, taaa ciğerlerimin en son köşesine kadar içime
çeker, teneffüs ederim…
Tılsımlı bir yaz meltemi gibi o an ısıtır aşkın alevleri
içimi!
Frank Sinatra’nın, Strangers in the night
https://www.youtube.com/watch?v=hlSbSKNk9f0
Ajda Pekkan, 1967 Türkçe İki Yabancı yorumu
https://www.youtube.com/watch?v=30bL6ysCXZg
Bu da çok severek dinlediğim başka bir şarkı
http://www.gurbuz.net/Turk/Seviyorum seni.mp3
***
20.09.2015
Hayatın, kaderin cilveleri
Hava
kararmaya başlamış, delikanlı köşe başında bir sigarayı
söndürüyor… Bir yenisini yakıyordu… İki saat içeresine bir
paket sigarayı bitirmişti!
Yıl 1985 sonu 1986 başları…
Anlatmıştım Türkiye’den Almanya’ya benim yüzümden geri
dönmüştük… Ya ölecektim, ya öldürecektim veya hapishanede
çürüyecektim!
Müstakil evimizin bahçesi çok büyüktü…
Hayata bir kez daha sıfırdan başlamıştık, ailece… Yani maddi
– manevi zor durumdaydık… Buna rağmen birbirimize kenetlemiş,
mutlu ve nispeten huzurlu bir hayatımız vardı… Babam hafta
sonu alış verişe gittiği için bir Cumartesi günü olmalı…
Bahçeden bana sesleniyor: “Önder gel eşyalar taşı!” Geliyorum
baba. Bir dakika… Alış verişleri mutfağa taşıdım, babam
oturma odasına geçmişti… Yanına gittim, yorulmuştu, oturdum
yanına… “Önder”… Efendim… “Wiesbaden’e yeni bir dükkân
açılmış bugün oradan alış veriş yaptım çok güzel bir kız
çalışıyordu git bir bak istersen” Olur, baba bir ara gider
bakarım!
Pöh… Ben elimdekileri idare edemiyorum bir
yenisini eklemenin hiç zamanı değildi… Gerçekten de unuttum
babamın söylediklerini… Okuldan ayrılmış Mainz’de o zamanlar
bölgenin iki büyük bilişim şirketlerinden birinde işe yeni
başlamıştım… Yani babamın bahsettiği dükkân iyi kötü yolumun
üstündeydi… Bir gün babamın sözleri aklıma geldi… Hadi
gideyim bir bakayım dedim… Öfffffffffffffff, bu ne? Allah
var yukarıda rahmetli gerçekten güzel bir kadın ve insandı…
Girdim dükkâna, merhaba – merhaba… Bir – iki soru, ufak tefek
bir şeyler aldım çıktım dükkândan… Kıza bak!!! Hiç pas
vermiyor. Dur hele, sen bekle… El mi yaman – bey mi yaman
göreceğiz dedim kendime… Ertesi günü yine gittim, haydaaa…
Bu seferde kasada bir sarışın… Eh fena değil dedim kendime,
ne bilebilirdim ki, yeni tanıştığım ama ikimizin de birbirimize
hemen kanının ısındığı, ileride en samimi arkadaşlarımdan biri
olacak, şu koskoca Almanya’da kafamın uyuştuğu nadir insanlardan
olan Ahmet’le büyük bir aşk yaşadıklarını, sonu ikisi içinde
hüsranla bitecek bir aşk… Anlayacağınız kızı göremedim,
çıktım dükkândan… Altımda şirket arabası… Frankfurt,
Offenbach, Hanau, Mainz, Darmsatdt, Wiesbaden geziyorum bütün
gün… Soran eden yok, müsaittim yani. İşini gör kafan rahat…
Akşama yine uğradım bu sefer bir esmer… Bu da güzel…
Ulan oğlum nereye düştün böyle, arı kovanı gibi… Seç, beğen,
al, tip –tip, boy – boy… Oy, oy, oy… Ama ben kafayı kızıl
saçlısına takmıştım bir kere… Hem en güzelleri, hem hanım
hanımcık… Rahmetli babamda zaten onu görmüş, beğenmişti…
Öyle dedi bana sonradan… Neyse sonunda onu görmem mümkün
oldu… Ama kız buzdolabı!
Yok, bu böyle olmayacak…
Bir çare bulmalıyım, kızın ilgisini çekecek, kalbini fetih
edecek bir çare… Ama ne?
Gönül gerçekten arzuladıktan
sonra çaremi yok, buldum çaresini… Bir akşam öncesi kırmızı
bir gülü alır, mümkün mertebe kokulu… Suya koyardım ki güle
bir şey olmasın… Şimdi bu satırları yazarken düşünüyorum da
demek ki ben oldum olası böyleymişim… Uykuyla aram iyi değil…
Sabahın kör karanlığında gülü dükkânın kapısının önüne koyardım…
Kepenkleri açmak için eğilmesi lazım, gül önünde… Belki
inanmayacaksınız ama bu durum bir… Bir buçuk ay her gün,
Pazar hariç böyle tekrarlandı… Nerden bakarsanız bakın, kadın
yedisinde de kadın yetmişinde de… Ve merak kadının en büyük
zaaflarından biri… Tabi bu yetmezdi, işimi sağlama almam
lazımdı… Değil mi ki o bana karşı böyle bir tutum
içeresindeydi… Erkeklik gururum yerlerde… Ek bir önlem
almadan olmazdı!
Ek önlem pastırmadaydı!
Sonradan
öğrendim, bunlar dört kız kardeşmiş… Benim ki, iki numara…
En küçükleriyle rahmetli sanki birbirlerinin ikizi… Nasıl bir
işe anadan dogma… Sarışın, esmer ve kızıl saçlı!
Artık
ne zaman dükkânda olduğunu iyi kötü öğrenmiştim… Gül taarruzu
tüm hızıyla sürerken… Onun dükkânda olduğu saatlerde gider…
Ki, O hala buzdolabı… Pastırma isterdim… Yok, öyle
makinayla kesilmişinden değil… El ile kestirtirdim
pastırmayı… Ince ince… Tül gibi… Maksadım dikkatini
çekmek…
Sonradan bana anlatmıştı… Beni gördüğü zaman
tüyleri diken diken olurmuş… Yine geldi, pastırma isteyecek
diye… Pastırmayı el ile kesmek gerçekten çok yorucu… Kolay
değil!
Benim de artık pastırma yemekten içim dışıma
çıkmıştı… Ancak biliyorsunuz, zorla güzellik olmaz, hala aynı
kanıdayım… Gerçi oldum olası iyi para kazanıyordum ama bu
durum böyle devam edemezdi tabii… Değdiğim gibi artık
pastırma yemekten de gına gelmişti… Bir gün gittim yanına…
O gene soğuk, gayet resmi… Korkma pastırma istemeyeceğim
senden dedim… Güldü, ilk defa… Gözlerimle yandaki küçük
odayı işaret ettim… Korktu… Bir anlık tedirginlikten sonra
itaat ederek yan odaya geçti… Olur, olmaz, genç bir kızın
adını çıkaramam tabii, birisi gelir dükkâna… Böyle şeylere
karşı çok has hasımdır… Odanın kapısının önüne kadar gittim,
durdum… Ürkek bir ceylan gibi içeride bekliyordu, bir an onu
öyle seyrettim… Gülleri sordum ona, o an, o yüzünün halini
bir görmeliydiniz… Buz kütlesini eritmiş, burçları geçmiş,
kaleyi fetih etmiştim… Kalbi artık elimdeydi Sevda’mın!
Uzatmayalım… Arkadaşlık teklif ettim, kabul etti…
Önceleri bir avcı güdüsüyle hareket etmiştim… Sen nasıl
olurda beni kayda almasın diye… Tanıdıkça sevdim, âşık
oldum, evlilik teklif ettim… Kabul etti!
Evlenmemize
birkaç hafta kala… “Önder dua biliyor musun” diye sordu…
Hayda!? “İmam nikâhı olmayacak mıyız, imam nikâhı olmamız
için duaları bilmen lazım. İmam soracak sana.” dedi.
Elhamdülillah Müslüman bir ailenin Müslüman bir evladıyım ama
böyle şeylerde hiç ilgim olmazdı benim o yaşlarda. Gerçi annem
öğretmişti ama ben çoktan unutmuştum… İnançlı bir insanım ama
formalitelerle uğraşmaktan nefret ederim. Dua edeceksem, içimden
bildiğim dil ile dua ederim. Anlatmıştım rahmetli kelimenin tam
anlamıyla sofu bir aileden geliyordu…
Yok, bilmiyorum
dedim… “Öğrenmen lazım yoksa nikâhımızı kıymazlar” dedi…
Öğrenmem gereken duaları işaretlediği kitabı bana verdi…
Amentü, Elham gibi duaları ezberlememi istedi benden… Yapma
etme ezberleyemem dememe rağmen ısrar etti… Çaresiz…
Bahçede, elimde kitap duaları ezberlemeye başladım… Dilim
dönmüyor, kafam almıyordu bir türlü… Neyse sonunda zar zor
ezberledim!
Buraya dikkat… Meğer annemler, çok daha
önceden dünürleri ile durumu konuşmuş… Hocanın beni
zorlamaması gerektiğini söylemişler… Yani O… Bile bile
bana gene de zorla, korkutarak ezberletmişti!
Hoca
gerçekten de beni zorlamadı!
Kaderin cilvesine bak…
Gittiğim o ilk günü onu değil de kız kardeşlerinden biri görmüş
olsaydım… Zaten uğraşmazdım… Şimdi mezarlarının başında
onun bana >>> zorla, korkutarak <<< öğrettiği duaları okuyorum…
Ne O… Nede ben bu duaları gerçekten ne için öğrendiğimi
bilmeksizin… Ayın birinde yaş günü, on dokuz gün sonra öldü…
Yaş gününe yetişemeyeceğim ama ayın ortalarına doğru Türkiye’ye
gidip mevlitlerini okutacağım.
Demem o ki… İnsanoğlu
öylesine yaşıyor… Ne olacağını, nelerin yazıldığını…
Kaderin, hayatın insana neler, ne tür cilveler hazırladığını
bilmeksizin!
***
25.09.2015
Vay Allahsız tosba vay
Sabah yine iki gibi uyandım…
Bildik şeyler kahve – mahve, gazete, televizyon…
Sabaha karşı sigaram tükenmek üzere…
Neyse saat 7’ye geliyor birazdan evden çıkacağız…
Eşimde zaten son hazırlıklarında, elimi cebime attım…
Tühhh, hiç bozuk yok…
Hanıma seslendim, bak bakayım 5 Euro var mı? diye…
Biraz sonra geldi yanıma, koydu parayı masanın üstüne…
“Bak 5 Euro veriyorum sonra senden 10 Euro alırım!”
Haydaaa…
Hiç beklemiyordum böyle bir şeyi, şaşırdım tabii…
Ben, gayriihtiyari…
Vay Allahsız tosba vay, yüzde yüz faiz ha?
Başladık ikimizde gülmeye!
Şaka bir yana…
Gerçekten nefret ederim eşler arasında veya bir evin
içeresinde senin benim meselelerinden…
Olur mu öyle şey?
Bir evin içeresine her şey ortaktır, sen hayatını
birleştirmişsin…
Bir noktadan sonra geçmişin ortak, geleceğin ortak,
kederde ortak, sevinçte…
Ne geliyorsa eşlerin birinin başına diğeri de bundan bir
şekilde etkilenmiyor mu? …
Paranı pulunu, malını mülkünü mü, neyi ayıracaksın?
Çoluk çocuk…
Ben böyle görmedim, böyle yetişmedim!
Var böyleleri, biliyorum ama tasvipte etmiyorum!
Bilfiil bu durum aynı coğrafyada, aynı siyasi sitem,
kültür, gelenek ve görenek içeresinde…
Aynı kaderi paylaşan insanlar, insan toplulukları içinde
geçerli değil midir?
Bir kitlenin başına gelen, diğer kitleleri etkilemiyor mu?
Bir devlet içeresinde…
Nedir bu ayrılık gayrılık?
*
Kardeş
Umut ile umutsuzluk kardeştir…
Bir biri çıkar öne, bir diğeri…
Ve her şeye rağmen hayat devam eder…
Belki diye!
*
Var mı bunun ötesi?
Bir erkek…
Ama öyle koftiden değil, harbiden adam…
Özü, sözü bir…
Bir erkek, bir kadına…
Yürekten…
Canı gönülden kadınım derse…
Var mı bunun ötesi?
Ben sana bir kez…
Yürekten…
Canı gönülden kadınım demişim…
Var mı bunun ötesi?
***
Gelin güveyi
Bazen
insan kendi kendine gelin güveyi olur…
Dalar
hayaller âlemine…
Tatlı
bir rüyadır, kendi kendine…
Şöyle
olursa böyle olur diye!
İçinde
yaşar hayallerini…
Sevinir, korkar, tedirginlik yaşar…
Umut
ve umutsuzluk içinde gidip gelir…
Kendi
kendine!
Hepsi
içindedir…
Beyninde ve kalbine…
Tatlı
tatlı rüyalar ve hayaller…
Olur
kendi kendine gelin güveyi…
Sevinir, korkar, tedirginlik yaşar…
Hepsi
içindedir, kalbinin en dip köşesinde…
Kıskanır, kimse bilmesin görmesin ister, coşar…
Ve
yine korkar, ya hayallerim suya düşerse diye…
Benim
gibi, senin gibi, bizim gibi!
Gerçekler ise acımasızdır…
O
hayaller, ah o canım hayaller, rüyalar…
Hepsi
suya düşer!
“Bizimkilerde”…
Kendi kendine gelin güveyi olur…
Sanırlar ki böyle geldi hep böyle gider…
Millet bir gün uyanır…
Görür gerçekleri!
***
26.09.2015
Sığmam hiç bir
kalıba
Aklına şaşarım beni bir kalıba sokmaya
çalışanın… Kocaman bir oda… O kadar büyük ve aydınlık ki,
göz kamaştırırcasına… İçinde bir dolap, boydan boya… İrili
ufaklı, bin bir tane çekmece, saymakla bitiremesin… Orada,
sol üst köşede, sağdan sola ilk sırada… Küçücük bir çekmece,
bana ayırmışlar, sığmam ki ben oraya!
Her bir çekmecede
insan ait olan… Görüşler, düşünceler, huyu – suyu, karakteri,
saç ve göz rengi… Kaderi… Hayat tarzı, siyasi görüsü,
dünyaya bakışı, alışkanlıkları, boyu - posu… Alınyazısı…
Kalıp kalıp oracıkta bekliyorlar!
Üç… Herif üçle
aklını bozmuş, üç y, üç çocuk… Üç, üç, üç… Allah’ta onu
üçlesin diyeceğim ama korkarım… Biri bile fazla!
Benim
üçümse farklı… Saygı mı sevgiden, sevgi mi saygıdan doğar…
Orası biraz karışık, geceyle gündüz gibi… Hangisi hangisinden
doğar bilemesin… Evet... Saygı – sevgi ve güven… Benim
üçüm… Her biri birbirinden önemli… Bilecek ve değer
vereceksin, gerekiyorsa yeninden tahsis ederek… İster ikili
ilişkilerde, ister toplum genelinde!
Sığmam ben hiç bir
kalıba… Çünkü… Benim kalıbım, insanlık… Bu kalıp ki,
evrensel… Yetmez taşar uzaya… İnsan için, insana,
insancısına… Otur yüce bir dağin karşısına, kaldır başını bir
bak… Onun yanında küçücüksün, bit kadar, küçücük… Buna
rağmen o küçücük insan dünyayı değiştirebilir… Değiştiriyor
da zaten… Dön başını bir bak, aç gözlerini… Gör o cayırın,
çimenin yeşilini… O ağaçların güzelliğini, çiçek ise dalında
güzel… Her şey senin için, benim için, onun için…
Çocuklarımız için, geleceğimiz için… İnsanlığımızı
unutmayalım, komşu komşunun külüne muhtaç der atalar… Gözünü
aç, aklını kullan… Önce insan ol insan!
***
27.09.2015
Müptela
İnsan ne görürse, iyisiyle – kötüsüyle önce yakın
çevresinden ama özellikle sevdiği, güvendiği insandan görüyor. Bu,
hepimizin bildiği bir gerçektir, ne var ki ben buna rağmen, her şeye
rağmen umudumu muhafaza ediyorum. Yok, yapamıyorum işte. Benim
hayatımda, dürüstlüğün yanı sıra önem verdiğim üç değer vardır;
sevgi, saygı ve güven. Söz gelimi, hani derler ya “aşkın gözü
kördür”.
Sevdiğime >>> kayıtsız – şartsız <<<
güvenirim, beni aldatacağına veya misal duygularımla oynayacağına,
vakit geçirmek için – gönül eğlendirmek için beni oyalayacağına,
“oyun oynadığını”, kullandığını, aklıma bile getirmek istemem.
İnanın his ederim,
görürüm çünkü hayatımdan kadınıyla –
erkeği ile çok ama çok insan geçmiş, tecrübe sahibi olmuşumdur. Yine
de sevdiğim, güvenmek >>> istediğim <<< için “kazığı” yer g.tümün
üstüne otururum. Ve tüm bunlar bile bile olur!
Neden?
İnsan bile bile bunu yapar mı? Yapar!
Bir arayış içeresindeyse veya herhangi bir şeye ihtiyaç
duyduğu veya salt sevdiği, âşık olduğu için yapar. Yine kendimi
örnek alacak olursam, Allaha çok şükür, gerçekten sıra dışı bir
hayatım olsa da, aile hayatım, yaşantım nispi bir düzen ve disiplin
içeresinde geçer. Her şey, mümkün mertebe her şey, planlı –
programlıdır. Hayatın getirebileceği ”sürprizler” düşünülmüş,
gerekli önlemler alınmış veya hâlihazırda, gerektiğinde çekmeceden
çıkarılmak üzere bekler.
O halde ben manyak mıyım?
Yoo…
Manyak değilim, >>> güvenmek, inanmak istiyorum <<<. O
kadar!
Çünkü bu duygularımı yitirdiğimde ben kendimi, varlığımı
inkâr etmiş olurum. Çoğu insan bunu aptallık olarak algılar veya
beni saf sanabilir. Değilim…
Örnek mi istiyorsunuz?
Buyurun,
Fransızların bu gibi durumları tarif
etmek için kullandıkları ve dünya çapında bilinen, geçerli bir
sözleri vardır…
Déjà-vu…
Yani, öncelerinde görmüş olmak, bir olayın veya durumun
tekrar yaşanması, his edilmesi durumudur!
Yalanım varsa Allah belamı verin…
İki “maceranın” arasında yıllar…
İlginç olan, ikisi de aynı tahsili görmüş…
Aynı mesleğin mensubu olması…
İki birbirinden tamamen faklı kadın tipi ki benim tercih
ettiğim…
Hani 90-60-90 vardır ya…
Sarışın, esmer, kumral, kızıl saçlı fark etmez ama saçları
>>> mutlaka <<< uzun olmalı…
Yüz minyon, ilki öyleydi…
Ve mümkünse azami bir genel kültür…
İnsansın, tavşan değil. 24 saat, 365 gün yatak mı olurmuş?
Hayatımda, bu konuda, yatak ikinci sırada gelir. Evet, önemlidir ama
ondan çok daha önemli olan beni ruhen, fikren doldurabilmesidir!
O parmak ki, sarar, dolar…
Çevirir de çevirir, adamı serseme döndürür…
Kullanılan o sözler, tavırlar, o bir adım öne – iki adım
geri atmalar…
Göz kırpmalar, gülücükler, takdir etmeler…
O cilveler, afralar tafralar, kaprisler…
Nazlar, niyazlar…
Son anda bile, veda yazısında…
Oltaya takılmış sazan gibi debelenir durursun…
İlkinde…
Bu filimi gördüm, ikincisinde gördüğüm filmi hatırladım…
Hani sütten ağzı yanan çocuk misali “yoğurdu üfleyerek”…
Dur bakalım ne olacak diyerek izlemeye başladım, sevdim –
âşık oldum…
“Güvenmeme” rağmen takıldım peşine…
Bir oraya bir buraya savruldum durdum, yalvardım yapma,
oynama…
İnsanla, duygularla oynanmaz, kıyma bana…
Beni çocuk yerine, aptal yerine koyma…
Bak benim gözüm eğitimlidir dedim…
Hayatımda onca kadın geçmiş elimden, bilmem mi hangi
şartlar atında…
Ne zaman ne yapabileceklerini?
Allah var yukarıda, yazdı…
Kem küm etti, olmaz - molmaz falan ama hep bir şekilde
açık kapı bırakarak…
Tamam dedim!
Zorla güzellik olmaz. Tam noktayı koyuyordum, son bir
mektup daha…
Açık açık, yekten >>> her şeyi tüm çıplaklığı ile <<<
yazdım.
Erkek
gibi, adam gibi, insan gibi…
Ki, normalinde bir kadın bu mektup üzerine, duyguları
paylaşmasa bir daha benim yüzüme bakmaz, bakmamalıdır. Olmaz…
Hayda…
“Oyun”
yeniden başladı, SON NOKTAYI ben koyana kadar. İlkinde de,
ikincisinde de…
Oynandı hem duygularımla hem benimle…
Neticede önce insansın, sonra erkek…
Ve bir erkek olarak gel de dayan, dayanamasın, imkânsız,
takılırsın peşine!
Öne sürülen bahaneler aynı…
Aynı kelimeler vallahi billahi farklı dillerde ama anlam
olarak aynı kelimeler…
Biri bir dilde söyledi, diğeri başka bir dilde…
Olmaz bu kadar, kullanılan kelimeler aynı, tesadüfün bu
kadarı olur mu?
Duygularla, insanla oynanmaz…
Bence böyle bir şey ayıp ki ben bilinçli olarak bu
kelimeyi kullanıyorum…
Çünkü sevdim, gerçekten sevdim, hala seviyorum, seveceğim…
Kadınlar veya erkekler böyle şeyler yaptıklarında
gerçekten ayıp ediyorlar...
Kendi kendime düşünmüştüm, nasılsa Türkiye’ye gideceksin…
Gelirken ikisine de birer tektaş yüzük getirirsin diye…
Hem hanıma, hem kalbimin kraliçesine, neticede
hakkaniyetsizlik olmaz ikisi de benim için çok değerli…
Ama olmadı…
Günah kelimesini bu bağlamda kullanmak doğru mudur bilemem
ama sanmıyorum ki Allah bile böyle bir durum karşısında, insanın
duygularıyla böyle “oynanmasını” doğru bulmaz!
Demek istediğim her şeye rağmen, insana güvenmek, inanmak
durumundayız. İnsana olan güvenimizi, inancımızı yitirdiğimizde daha
neden yaşıyoruz ki?
Evet, benim hayatımda, dürüstlüğün
yanı sıra önem verdiğim üç değer vardır; sevgi, saygı ve güven…
Ben…
Müptelası olmuşum “kazık” yemenin!
***
28.09.2015
Dün gece bir şarkı
dinledim gece yarısından sonra
İlk
defa, defalarca…
Düşündüm
sabahlara kadar…
İçimdeki
yangını tarif etmek için bir kelime var mı acaba?
Kıvılcım
sıçrayamadıktan sonra içindeki yangın neye yarar?
Ateşi
körükleyen rüzgâr olmayınca…
Evet,
tutuşuyor gün – yanıyor geceler…
Yanıyor,
alev alev uykusuz geçen geceler!
Vakit
yok!
Zaman az
ve çok değerli, ölüm her an kapıyı çalabilecekken!
Hiç
şöyle etraflıca düşündünüz mü?
İnsan
gerçekten istedikten sonra ne için, hangi zaman geç kalmış sayılır
acaba?
*
Yüzük
Hayatımda birçok şey için kafa yormuşumdur…
Anlamlı
– anlamsız, önemli – önemsiz…
Mesleğim
gereği, iş kafa işi…
“Düşün, düşün b.ktur işin” diye bir söylem vardır ya, işte aynen
öyle…
Uykuyla
zaten küsüz, çevirmiş sırtını bana bakmıyor yüzüme ama bütün
kasvetiyle üzerimde…
Beyin
direniyor, uyumamak için direniyor…
Birçok
başka şeyde direndiği gibi…
Düşünüyor, yoruluyor kafa, aslında perişanları oynuyorum hem öyle
hem böyle…
İçimde büyük sıkıntı, kalbimde özlem…
Bir
sigarayı söndürüyor diğerini yakıyorum…
Yaktığım
aslında kalbim, öyle bakıyorum yükselen dumanın ardından…
Elimden
gelse benzini kafamdan aşağı döküp çakacağım kibriti…
Ama
sevdiklerim, sevdiceğim ve Allahtan korkum…
Çünkü
yazıyor Kur’an-i Kerim’de intihar eden asla buluşamaz ölmüşleriyle…
Sevda’m,
Metin’im ve babam ve tabii diğerleri, bekliyorlar öbür diyarda…
Ben ise
burada…
Annem,
hanım, oğlum, kardeşim ve ailesi, sevdiceğim, onu ve ona ait olanı
nasıl unuturum…
Aklıma
yüzük ve sevdiceğin sözü geldi…
Zaten
ikisine de tektaş, ne zamandan beri aklımda!
Hiç
yüzüğün anlamı ve önemi üzerinde kafa yordunuz mu?
Tektaşın, pırlantanın ve yüzüğün…
Her
birinin anlamları farklı…
Yüzük,
salt bir kadının parmağını süsleyen…
Güzelliğine güzellik katan bir aksesuar mıdır?
Elbette
değildir!
Tektaşla
başlayalım…
Aslında
her kadın bilir anlamını…
Ancak ve
ancak sen varsın, görmem, bilmem, istemem başkasını…
Benim
için, sonsuza kadar, benzersiz ve sadece sen varsın demektir…
B.k
“Benim için, sonsuza kadar, benzersiz ve sadece sen varsın” demek,
bal gibi başkası da olabiliyor işte. Bunun yaşayan ve kötü
örneklerinden biriyim, sadece bir insan işte! Zaafları olan,
yanlışları olan, iyisiyle – kötüsüyle sadece bir insan. Ne demiştim
bir zamanlar?
Yürek
dediğin bin bir oda, bazen ise bin iki olabiliyor!
Buna
rağmen tektaş emsalsizdir, yeter ki yürekten verilsin ve takan el,
bunun böyle olduğunu kabullenip taksın. Çünkü verilen mesaj
önemlidir…
Seviyorum seni, “tek” seni…
Sevgin
avuçlarımın içinde, tutum seni, sımsıkı tutum sevgini anlamını
içerir!
Gelelim
pırlantaya…
Pırlanta
yapısı itibarıyla >>> sonsuzluğa <<< kadar var olacağı düşünülen bir
taştır. Dünyanın en sert cisimleri arasındadır. Kırılmaz, bükülmez,
eğilmez…
Ve
pırlanta yine yapısı itibarıyla benzersizdir, aynı yapıya ve
özelliklere sahip ikinci bir pırlanta yoktur dünyada. Aşk gibi, en
azından bunun böyle olduğunu varsaymak ister insan. Yani aslında, bu
taş ile yaşadığım sürece seninle birlikte olmak, senle olmak
işitiyorum mesajını verirsiniz.
Ve
yüzüğün kendisi…
Yuvarlaktır, dairedir, bir çember…
Ne bir
başlangıcı vardır nede bir sonu…
Yine
sevgidir, aşktır konusu!
Ama
hepimiz biliriz ki bu dünyada her şeyin vardır bir başı ve de sonu…
En geç
ölüm ayırır, getirir beraberinde kaçınılmaz olanı…
Tecrübelerle sabit sevgisi, aşkı yaşar diğerinin kalbinde…
Ebediyette, sonsuzlukta, cennete…
Tekrar
buluşana kadar!
İşte
böyle dostlar…
Bir
kadının parmağına takacağınız bir tektaş…
Tüm
bunları ve daha da fazlasını ifade eder!
Neydi
sevdiceğin son sözleri?
“…bulursun hayat arkadaşını…”
Ben
bulmuşum ruh ikizimi, kafa dengimi, hayat arkadaşımı…
Bu
yaştan sonra bakar mıyım bir başkasına?
Takmak
isterim sonsuzluğun yüzüğünü o narin parmaklara!
*
Çarpma
Türkiye’ye Tayyip ve AKP’si çarptı, yamulttu koca ülkeyi…
Onu biliyorum da…
Bana ne çarptı dostlar?
Yok…
Öyle kamyon, TIR hafif gelir…
Hasar büyük…
Ne el tutuyor, ne ayak!
İn mi, cin mi, şeytan mı, bir melek mi?
Yoksa var olduğu anlatılan, cennet bahçelerindeki
hurilerden biri mi?
Belki de masallardaki bir peri!
Bilmiyorum…
Gece mi gündüz mü?
Bana bir şey çarptı dostlar…
Bugün onu göremediğimin ikinci günü!
*
Yüzyılın, belki de çok daha öncesinin bir sorunu
Yürümekten yeni geldim, hava o kadar güzel o kadar
aydınlık ki anlatamam. Yürüyüş yolumun tam ortası sayılabilecek bir
yerde masa ve bank koymuşlar. Oturdum oraya…
Çimenler, o yemyeşil çimenler rüzgârın etkisiyle ahenk
içeresinde dans ediyor…
Birkaç yüz metre ileride bir çiftçi binmiş traktörüne
toprağı belliyor…
Toprak kokusu ta oradan burnuma kadar geldi…
Birde güzel kokuyor ki, derin derin çektim içime…
Açtım cebin hoparlörünü, yaktım bir sigara…
Dün geceden beri, gına gelmeden dinlediğim şarkıyı aldım
replay’e…
Allah’ım bu kadar mı güzel olur bir şarkı, bu kadar mı
anlamlı, o sözler, o melodi…
Yumdum gözelerimi…
Sormayın kimin hayali geldi gözlerimin önüne…
O kendini bilir, bu satırları da okuduğuna eminim zaten!
Vurgunu yedim…
Tüm belirtiler var bende…
Denizin mavisi, laciverte dönüyor…
Gittikçe batıyorum dibe…
Uzakta lacivert karaya
çark
etmiş…
Uzat artık kadın elini, çek çıkar beni…
Yoksa Önder gidiyor...
Korkma, güven bana…
Çekmem seni karanlığa!
Her türlüsünü denedim, senin bana itimat etmeni, güvenini
sağlamaya yönelik yöntemlerin, centilmenliğin kitabında bu konuda
önerilenlerin (yani atadan kalma bana öğretilenlerin) hepsini
uygulamaya koydum. Sevdiğini biliyorum, ona hiç şüphem yok. Ama
güvenini yitirmişsin bir kere ve şüphesiz bunun için haklı
nedenlerinde var ama…
Evet, ama karşında herhangi birisi
yok. Ben varım ve benim kitabımda yazılanlar, herkesin kitabında,
her erkeğin kitabında yazmaz! Bu yüzden sana birde bu konuda
“bilimsel - mantıksal” açıdan yaklaşmayı deneyeceğim…
Hiç kendimizi boşuna kandırmayalım, bu satırları yazanda…
Okuyan da bir duygu manzumesinin eseridir. Varlığımızı
öncelikle bu iki duyguya borçluyuzdur.
Sevgi ve güven!
Sevgi kuramının fikir babası Psikanalist Erich Fromm,
sevgiyi insanlığın sorunlarına bir yanıt olarak, kişideki itici ve
yakartıcı gücün kaynağı bir dürtü olarak görüyor ve söz konusu
yaratıcılıkla sevmeyi bir sanat olarak değerlendiriyor. Ve buraya
dikkat lütfen, sanat olması dolayısıyla da uygulamada olgunluğu öne
sürüyor. Yani kişinin psikolojik olarak olgunluğa erişmesini
sevmenin yani sanatın icraatı için bir koşul olarak görüyor. Güven
konusuna felsefi bir bakış açısından yaklaşıldığında Erich Fromm’un
bu tanımı çok önemlidir. Evet, herkes âşık olabilir, bir süre sonra
sevgililer arasında bir tür güven duygusu oluşur ama sevmek bir
sanat olduğuna göre bu sanatı uygulayabilmek içinde bu konunun
erbabı, tecrübe ve bilgi sahibi olmak kaçınılmaz hale gelir. Peki,
bu saydıklarıma herkes gerçekten sahip midir?
Değildir Olamaz, özellikle genç yaşta. Çünkü bu bir bilgi
birikimidir! Tecrübeyle elde edilir, “hiç bir yerde okunmaz,
öğrenilemez”. Tecrübe, bilgi birikiminin kaidesiyse tecrübe bugünden
yarına elde edilebilir mi? Edilemez değil mi? Tecrübe edinmek uzun
yıllar gerektirir. Özellikle beşeri ilişkilerde bir mesele daha
vardır ki tecrübe ile el ele gider. İnsan karakterini, insan
tiplerini tanımak. Bir “bakışta” karşındakini değerlendirme yetisi,
çok önemli!
Tüm bu saydıklarıma insan özellikle genç yaşta sahip
değildir, olamaz. O halde yine genç yaşta yapılan acı tecrübelerin
hükmü de bir ömür süremez. Ola ki acı tecrübe orta yaşlarda yapılmış
olsun. Yani kişiler otuzlarında, kadınlar – kızlar daha küçük yaştan
itibaren erkeklere nazaran her alanda daha çabuk olgunluğa ereler.
Erkekler ise otuzlarında bile hala hamdırlar. Ancak ve ancak
kırklarda, ortalarında, erkek olgunluğundan bahis edilebilir ki bu
olgunlaşma elli, elli beşlere kadar sürebilir. Erkeğin bu yaşlarda
duyarlılık kazanması, empati kurabilmesi, kaybetmeyle – kazanmak
arasındaki denge ilişkisini anlaması, kaybolmanın ne demek olduğunu
fark etmesi, zarar etmenin maddi yönünden çok manevi anlamını idrak
etmesi, kabullenmeyi öğrenmesi, içtenlik kazanması olgunlaşmaya
başladığının birer göstergesidir. Ve olgun erkeğin bir kadına
yaklaşması her zaman farklı olur. Zaten bu saydıklarımın çoğu
kadınların erkeklerde arayıp da bulamadıklarıdır. Arıyorlar ama
erkekler daha o aşamaya gelememiştir. Yıllar sonra, bu arada
kadınlarda haliyle sukutuhayale uğrarlar. Demek istediğim kadın –
erkek ilişkileri dâhil, hayat denen muammada, rastlantılar ve şans
denen faktör önemli bir yer alır.
Bazıları buna yazgı veya kaderde der.
Ki şans faktörünün tanımını bir kez daha hatırlatmak isterim, şans
karşına çıkan fırsatların farkına varmak ve değerlendirebilmektir.
Ne demiştik? Değer vereceksin,
değerli olana. Bu bile yukarıda saydıklarımdan geçer. Sen, senin
şansızlığını, hayatın karşına çıkardıklarında yaptığın doğru –
yanlış tercihleri, hayata küsmek için bir bahane olarak kullanamaz,
tüm erkeklere mâl edemezsin. Bu hem yanlış olur hem de haksızlık.
Çoluk – çocuk, aile, akraba, çok yakın dostlar dahi olsa, akşam
olunca herkes kapısını kapar, yatağına girer ve sen yine yalnız,
dertlerinle baş başa kalırsın. Biliyorsun yazılarımda hep kendimi
örnek veririm, kimsenin dalına basmamak için. 26 senedir, ben,
kapıyı içten kaparım, onca insan içeresinde ki hepsi can,
yalnızlığımı, hasretimi yine kendi içimde yaşarım. Kimse uzatamaz
bana elini, kapasite meselesi anlıyor musun? Ama sende var bu
kapasite. Bir erkek olarak, bizim kültürümüzde dahi bu yazdıklarım,
alenen,
nasıl karşılanır tahmin edebilirsin. Bu
siyasi, özel fark etmez benim stres atma yöntemlerimden birdir,
içimi dökerim – düşüncelerimi alırım kaleme. Bir kadın olarak sen
bunu bile yapamazsın. Kimse benim ekmeğimi vermiyor, kim olursa
olsun fark etmez, bana bu konuda bir söz söylemeye cesaret edenin
ağzının payını verir, oturturum götünün üstüne. Bir insan dışında
kimsenin haddi değildir bana bu konuda > en ufak < bir söz söylemek.
Bir kişinin dışında, onun da görüşünü yazmıştım. İşte böyle, sen
kalkıp başkasının işlediği hatayı ona buna mâl edemezsin,
etmemelisin. Güven başka bir şeydir, dikkat başka bir şey. Evet,
insan her konuda dikkatli, tedbirli olmalıdır ama güvenini
yitirmemeli, hayata küsmemelidir.
Gelelim güven psikolojisine…
Bilirsin hep yazarçizerim, hayat beni gereğinden, olması
gerekenden çok ama çok daha önce olgunlaştırmaya başlamıştır. Ben
çocuk daha doğrusu genç olmaya fırsat bulamadan, doğrudan, hiç
beklemeksizin 30’lu, kırklı yaşlara geçtim. Daha 16 – 17 yaşlarımda
başladı bu. Ve ışık hızıyla sürdü, durulmadı, sakinleşmedi.
Anca şimdilerde…
Orda da sen çıktın karşıma, yine heyecan tüm hızıyla
sürüyor yani. Kalbim bu hıza daha ne kadar dayanır bilemem.
Gerçekten acısıyla – tatlısıyla çok güzel bir çocukluk yaşadım ama
sonrası (…)
Sıra dışı, kimi zaman olağanüstü…
Bunu herkes kendinden iddia edebilir,
iddia etmek başka bir şeydir bu iddiayı kanıtlayabilmek başka bir
şey. Ben kanıtlayabilirim!
Gel seninle, benim her şeye rağmen, tüm olumsuzluklara
rağmen neden hayat küsmediğimi…
İnsanlara inanmak, güvenmek isteğimin analizini yapalım.
Mesleğimi biliyorsun, bilişimciyim gerçi analiz işimin ağırlık
konularından biriydi ama olsun. Neticede psikiyatrist değilim ama
beni ilgilendiren bir konu olursa çok çabuk öğrenme yetisine de
sahibim.
Çocukluk
J…
Evet, insanın geleceği, kişiliği neredeyse her şeyi
çocuklukta şekillenir…
Ve benim olsun, kardeşimin olsun en büyük şansı, sahip
olduğumuz ebeveynlere sahip olmaktır. Allah var yukarıda…
Annem çok ama çok fedakâr bir insan, tahsili yok ama kendi
kendini eğitenlerden…
Babam hayat üniversitesinden mevzun, ordinaryüs profesör.
İşte bu iki insan o kadar ileri görüşlü, o kadar bilinçli bizi
yetiştirdi ki anlatamam. Sevginin tarif edemeyeceğim, aklına
gelebilecek en güzel şekliyle büyüdük. Sevgi ve şefkat içeresine…
Yani güven daha çocukluk yaşımızda (emotional attachment) bizimle
birlikte büyüdü. O kadar sevgi ve şefkat gördük ki içimizde (secure
attachment) oluştu. İnan annem olsun, babam olsun bize öyle bir
güven duygusu verdi ki genel anlamda yalnız olduğumuzda bile
(searching behavior) onların bizi himaye altında aldıklarını
biliyorduk, yani aranmamıza hiç gerek kalmıyordu. Biliyorsun tüm bu
anlattıklarım John Bowlby teoreminde yer alır. İşte benim insanlara
güvenmem ta o zamanlarda kalmadır.
Hiç mi güvendiğim dağlara kar yağmadı?
Sen neden bahis ediyorsun? Bırak kar yağmasını, usul usul, kar
fırtınası…
Ne kar kaymaları, karla birlikte dağdan inen o koca koca kayaları
gördüm, tahmin bile edemesin!
Buna rağmen yılmadım!
Güvendim, güvenmeye devam ediyorum. Daha dikkatli oldum, daha seçici
o kadar. Sık eleyip ince dokuyorum, çok ince. Hayatımda orospular
dâhil ki erkeğin orospusu en tiksindiğim en nefret ettiğimdir
hepsini, her şeyi gördüm diyebilirim. O iki orospu ki yüzlercesine
bedel. Yüzlerine bakmaya kıyamazsın, o kadar güzel. Bir vücutları
vardı, kadının kısrağı, ancak ve ancak tanrının kaleminden çizilirse
bu kadar güzel olabilir bir insan, sekizin hayal edebileceğin en
güzel şekli. O “kısa anlar” için bile olsa bastım parayı “sahip”
oldum. Çok büyük para, gerçekten büyük. Değer miydi, değerdi!
Yazmıştım, anlatmıştım hepsini. Bir erkek hayatında birçok şeyi
denemelidir, görmelidir ki tecrübe denen o ne olduğu belirsiz şeyi
edinsin. Demiştim ya, hani derdim yatak olsa…
Savaşta ve aşkta her şey mubahtır derler…
İster inan ister inanma…
Bu konuda hile hurda mı yok? Ne çiçekler, ne hediyeler, ne dil
dökmeler…
Ve ben bu konular iyiyi bilirim…
Aklını alırdım, aklını…
Ama yapmadım, biliyorsun…
Yapmadım!
Erkek gibi, adam gibi çıktım karşına. Bak kızım, durum bundan bundan
ibaret dedim…
Var mısın, yok musun dedim, dedim mi demedim mi?
Ve sen sevdiceğim, sen…
Yokum, “Sen ne diyorsun be adam?” diyebildin mi?
Söyle kalbimin kraliçesi, diyebildin mi?
Tamam, başında geçenleri, bunların muhtemel sonuçlarının
farkındayım…
Ama hayat bu, hayata, hayatın içinde kazanmakta var kaybetmekte…
Ama bu sana, hayata küsme, insana güvenini yitirme hakkını vermez!
Sıra dışı, olağanüstü dediğimde ne demek istiyorum?
Bak kalbimin kraliçesi…
Aç kalmak, öyle birkaç saatliğine değil…
Günlerce, aç kalmak dâhil cebimde kuruş yok, metelik yok anlıyor
musun, metelik yok!
Sigara almaya param yok! Neler geldi geçti neler…
Hayata bir kez daha sıfırdan başlamıştık, bilirsin, hani millet eski
eşyalarını atar…
Oralardan eşya toplayarak, hiç bilmediğim – tanımadığım insanların
yatağına yatmak…
Hayata tutunmak dâhil…
Deli para, masanın üstünde, beş yüzlükler deste deste…
Koca masa üzeri para dolu…
Koydular önüme, al elin iş tutsun, dükkân aç, yatırım yap…
Ne yaparsan yap diye. Dikkatini çekerim ne yaparsan yap. Bu para ki
bir ömrün birikimi, akşamdan koydular önüme, sabaha kadar düşündüm.
Sabah aldım parayı iade ettim. Çünkü kıyamadım, göze alamadım ya
işler ters giderse. Ben bana güvenenin, güvenini boşa çıkarmam.
Başlarını sokacak bir ev aldılar, gerisi bankaya…
Ve buna benzer daha neler neler!
Ömrüm ister insan ister inanma, istihbarat ve karşı istihbarat dâhil
çoğu insanın hayal bile edemeyeceği, aklına gelmeyecek “maceralarla”
dolu. Kavga gürültü, beyin işin beyin. Hiç bir zaman ayrıntısını
kimseye anlatamayacağım şeyler. Benimle birlikte mezara gidecek.
Çünkü insanlar bana güvendi, görev verdi, bende görevimi yerine
getirdim. Vücut kaza ve kavga izleriyle dolu. Bak elim mesela, 26
sene geçti öyle bir ışırmışım ki öldüklerini duyduğum da, izi hala
elimde. İnsan kendi kendini parçalar mı? Ben parçalarım, gerekirse
yaparım! Silahsa, silah. Kavgaysa, kavga. Aşksa, aşk. Acıysa, acı.
Var mı bu koca dünyada evlat acısından daha büyüğü? Var mı?
Benim bugün yaşadığım beden acısı ne ki yanında? Eroin alsan geçmez
acısı.
Yalan yok!!!
Elimde hem kurşun yarası hem bıçak yarası…
Toprağa, önüme pattır pattır kurşunlar düştü…
Bir, bir buçuk metre daha yukarı ve Önder eşek cennetinde…
Ne zaman, nerede?
Boş ver!
Ve evet, hiç bir şeyden pişman değilim. Hayatımı dolu dolu yaşadım.
Güvendim, güvenmek istedim.
Ve çoğu zaman kazandım, kaybetmedim mi? Kaybettim, defteri kapadım
ve hayatıma devam ettim.
Hayatımı boşa geçirmedim. Ardımda bırakacağım çok şeyler yaptım,
yaşadığım sürece de yapmaya devam edeceğim. Ve Allah’ın emanetine
hiç bir zaman hıyanet etmedim. Unutma benimde sende bir emanetim
var. Defalarca anlıyor musun, defalarca Azrail ile burun buruna
geldim değişik vesilelerle. Ama bir yerden dur daha değil dendi.
Bakalım ne zaman kadar!
Söyle sevdiceğim…
Okuyan mı daha çok bilir, gören - gezen mi?
Şüphesiz okumak güzel ama okumanın da bir sınırı var. Ama hayat dur
durak bilmez, dinlemez kafanın alıp almadığını. Yeter ki sen gözleri
açık yaşa. Her gün yeni bir şeyler öğrenirsin, görürsün
kahpeliği de, fedakârlığı da ve vefayı!
Tüm bu yazdıklarım deli saçması mı?
Olmadığını sende biliyorsun, abartı mı, yalan mı?
Hayır değil!
Benim yanımda, benimle kendini güvende his edebilirsin.
Kaygılarından, korkularından arınmış güvende! Benim sözüm
teminattır. Unutma, sevgi, saygı ve güven. Bu konuda ve daha birçok
konularda bana koşulsuz inanabilirsin. Kayıtsız, şartsız. Karşında
ben varım, başkası değil ve ben görevlerimin de, sorumluluğumun da
bilincinde bir insanim. Kaybettiğin güveni tekrar duyman için
elimden geleni yaparım. Evet, güvensizlik, itimatsızlık büyük bir
insanlık sorunu, salt sen yaşamıyorsun bunu. Farkındaysan,
bilmiyorum, farkındaysan benim yolum düz bir yoldur, düşüncelerim,
savunduklarım, inandıklarımdan sapmam. İstikrarlıyımdır yani.
Davranış, duygu ve düşüncelerimde…
Aslında neredeyse her şeyimde kararlıyımdır. Tek çelişki,
düşüncesizlik, vurdumduymazlık kendimdedir ama sevdiklerimde asla.
Yani kavgam kendimledir. Kinim, nefretim, sitemim kendimedir. Neden
ölmedin, neden hala yaşıyorsun diye. Ama kalbime girenlere karşı
asla. Ne fedakârlığımı, ne özverimi esirgerim. Elim sevdiklerim için
hep taşın altında! Böyle durumlarda ısrar etmek doğru mudur yanlış
mı bilemiyorum. Ne seni ne kendimi yıpratmak itemiyorum ancak senin
bu tutumun yani güvensizliğin kesinlikle anlıyor musun kesinlikle
doğru değil. İnsan güven duymadan, kendini bir nebzede olsa güvende
his etmeden nasıl yaşar? Olmaz, kıyamam, olmaz! Ben sevdiklerime
değer veririm, ben güvenirim ve karşılığında güven isterim. Güvenmek
risk almaktır, itiraf etmektir, açık olmaktır. Daha bir insan nasıl
açık olabilir, gerçekten bilmiyorum! İster ikili ilişkilerde olsun
ister toplumsal, samimiyet önemlidir ve ben sana karşı hep samimi
oldum. Çünkü benim kendime karşı özgüvenim ve özsaygım vardır ve
bunu etrafımda da yansıtırım. Ben karşımdakini anlamaya çalışırım
anlamama müsaade ettiği oranda. Bu da yine mesleğimin bir
getirisidir. Beklentilerimi, kendimi ona göre ayarlarım. Bak
sevdiceğim, bilinçaltı beklentilerin artık her ne ise bunları
kelimelere dökebilirsen oturur konuşuruz. Olur, olmaz o ayrı bir
konu. Ama konuşmak bir başlangıçtır. Otur bir dakika ve düşün, neden
bana bu kadar insan, tanımadığım veya yeni tanıştığım insan
güveniyor, neden?
Ve yine sen neden güvenemiyorsun, tanımadığın için mi? Sanmıyorum!
Ben sana hiç bir zaman gökten zembille indim demedim ki, benimde iyi
taraflarım var kötü taraflarım da. Hep sana söyledim,
ben, ne görüyorsan işte oyum. Ne bir fazlası ne bir eksiği, ne
görüyorsan o!
Ben sana bir kez kadınım demişim, var mı bunun ötesi?
Hiç kendine sormadın mı, neden benden o adımı atmamı bekliyor?
Çünkü sen başlattın, başlatman önemli değil. Gerisini ben
getirirdim. Eğer niyetim farklı olsaydı. Ancak gel gör ki ben seni
sevdim. Olan oldu bir kere ve ben sana kadınım diye hitap ettim. Bu
kelimenin benim için ne büyük bir anlam taşıdığını bir bilsen, bir
bilsen. Tüm bunlara zaten gerek kalmazdı ama bilinmiyorsun işte.
İstesem karşına da çıkarım, her türlü numarayı çeviririm ama yapamam
çünkü ben seni sevdim. Sevdiğim içinde o adımı atmanı senden
bekliyorum…
O adım ki gerisi yoktur, tek yön bir yoldur. Geriye dönüşü yoktur! O
adımı attığın an, seni kollarıma aldığım an, benimsin ve ben benim
olanı ancak ölünce bırakırım. Vefa sevgilim vefa…
Benim için kendi başına çok büyük bir konu. Bazen altından
kalkamayacağım kadar ağır bir “yük” omuzlarımda ama severek,
isteyerek taşıyorum bunu. Ben benim olanı ancak ölünce bırakırım. Bu
hep böyleydi. Hep böyle kalacak.
Onun için çok ama çok iyi düşün taşın…
Ben sana karşı hep samimi, hep dürüst oldum, ben bana uzanan eli
bırakan hiç bir zaman olmadım…
Yukarıda yazdıklarımın tümünü bir kez daha değerlendir, güvenin ve
güvensizliğin
getirisini – götürüsünü bir kez daha tartıya koy ve kararını ver
sevdiceğim.
Ben, ne görüyorsan işte
oyum. Ne bir fazlası ne bir eksiği, ne görüyorsan o! Bir insan…
İyisiyle, kötüsüyle bir insan ama hiç bir
zaman bir insanın, hele bana güvenenin ve özellikle kalbimde yer
alanın güvenini suistimal eden bir insan olmadım, olmayacağım ve
olmaya da niyetim yok!
***
30.09.2015
Âlemin evladı
Âlemin evladı düşüyor tek tek toprağa…
O ak pak alın secdeye varırcasına…
Kimin umurunda?
İnsanlar anlamayınca…
Anlamak istemeyince, sorumlunun sorumsuzluğunu…
Daha çok evladın alını secdeye varacak!
*
Yürek sızlayınca
Yürekten gelen, taaa içinden gelen olunca…
Oraya taht kuran unutulur mu?
Tüm hünerleri, yıllarca emek verip, acı çekip öğrendiğin sanatı…
Verilmeyince fırsat, öğrenilen sanatların en güzeli...
Uygulamaya konulabilir mi?
Of, Offf!
*
Ezan saati seçim
saati
Allah’ı…
Allah için olanı bile…
Geciktirir pezevenk yetişemeyince…
Seçim için saatlerin geri alınmasını mı geciktirmeyecek…
Kısada hisse, nasılsa alıştı millet, onu da geciktiriverdi işte!
*
Allah’ın gazabı
Ya arkadaş, Allah kadını cezalandırdı…
Çünkü yasaklı ağaçtan kopardı günahı…
“Hak” etti, Hava anamız Âdem babamıza elmayı uzattı…
Hınzırlar, zaten hep öyle yapıyorlar, başlatıyorlar…
Sonra adamı yarı yolda bırakıyorlar…
Anladık…
Her ay çekiyorlar ıstırabı…
İyi’de biz neden her gün çekiyoruz bu çileyi?
Saç – sakal yine birbirine karıştı…
Saç ayda birde, sakal tıraşı…
Her gün arkadaş, her gün. Bir hafta sonrası…
Yakışmıyor, çaresiz çekeceğiz gazabı!
*
Dünya suçlu
Böylesi ne görülmüş, ne duyulmuş…
Dünya, dünya olalı!
Herkes suçlu…
Dünya suçlu, Türkiye suçlu…
Paralel suçlu, Gezi suçlu…
HDP suçlu, PKK suçlu, asker suçlu…
Bizler suçlu!
Bir tek onarlın suçu yok…
Sütten çıkmış AK kaşık…
Devletten onlar sorumlu, başkası suçlu!
Şimdi de…
Yeni bir suçlu, PKK silahları, bombaları şehirlerde saklayınca…
Bürokrat, görevli suçlu…
Bir tek onarlın suçu yok…
Sütten çıkmış AK kaşık…
Devletten onlar sorumlu, başkası suçlu!
*
Kızdır nazdır, bir çuval altın azdır
Bir kızı bin kişi istermiş…
Bir kişi alırmış…
Kafaya taktım arkadaş…
O bir kişi ben olacağım!!!
Anasını satayım…
25 sene beklemişim…
Bulummuşum hayat arkadaşımı…
Bulmuşum kafa dengimi, kalbimin kraliçesini…
Gerekirse bir 25 daha beklerim…
Yeter ki bana güvensin!
Ben öyle kolay kolay pes edenlerden değilim…
Sevdim mi ölesiye ve ötesine…
Gerekirse kadınım…
Gerekirse beklerim!
*
Ruh
Özellikle siyasette ama bazı durumlarda özel hayata da, kurmalıdır
insan dengeyi, hesaplanabilir olmayı.
Karşındaki…
Seni bilen, seni tanıyan, sana güvenen ve seni seven bilecek bu bir
kaya…
Yüzlerce ton ağırlığında…
Ben bu kayaya sırtımı yaslayabilirim…
O beni korur, gerekirse kollar, o kaya hep var!
Yine karşındaki hayatın herhangi bir alanında sana rakip, işte o
seni hesaplayamamalı…
Bilmemeli, tahmin edememeli seni, atacağın bir sonraki adımı…
Ben bu dengeyi kurabilenlerdenim…
Benim nerede, ne zaman olduğum…
Hangi “delikten” çıkacağım, ne yapacağım bilinmez, hesaplanamaz…
Ruh gibiyimdir…
Bir bakmışın burada, bir saniye sonra çok başka bir yerde…
Aynı anda…
Her yerdeyim ve hiçbir yerde!
Gerekli hallerde programlarım…
Yoksa piyasada ihtiyaç duyulan, oturur programlarım…
Programcılar bir taraftan ihtiyaç olduğu, bir taraftan “adet” olduğu
için…
Hep bir arka kapı açık bırakırlar, Backdoor denilen!
Sevdiklerim için, kalbimde olanlar için her daim hesaplanabilen…
Yüzlerce ton ağırlığında bir kaya…
Diğerleri için…
Hesaplanamayan, nereden ne zaman çıkacağı bilinmeyen bir ruh!
*
Bir bu eksikti
İki - üç haftadır, her zaman değil bazen…
Hani insan binlerce defa günde göz kapaklarını açar - kapar ya…
Gayriihtiyari, farkında olmadan…
Göz kapağım takılmağa başladı…
Böyle salisenin binde biri, sanki tık edercesine, resmen his
ediyorum…
Her zaman değil bazen…
Geçenlerde doktora söyledim, şekerden şüphelendi…
Bugün için gel kanını alacağım dedi, yeme – içme gel…
Unuttum, sabah 4 – 5 kahve her biri, bir şekerli…
Doktor olmaz dedi Cumaya kaldı!
Ailede…
Seker var, kalp var, kanser var…
Var Allah var…
Sonum kötü…
Şekersiz kahvenin de tadı olmaz ki!
*
İlk göz ağrım
Yarın…
Kadın olarak değil ama eş olarak ilk göz ağrımın yaş günü…
Yaşasaydı 47 yaşına girecekti…
Arkadaşlık dâhil iki sene iki aylık bir beraberlik ama yirmi iki
seneye bedel…
İnsanın ancak gençken cesaret edebileceği çılgınlıklar…
Sokakta, durup dururken aldım kollarıma dans etmeye başlamıştık…
Cebimizde iki kuruşla gece yarısı kalkıp, salt kahve içmeye Paris’e
gitmeler…
Taunusstein nere, Paris nere…
Daha neler, neler…
Ne O ne sarı pipim benim için ölmediler, kalbimde yaşatıyorum
onları…
Yarın bana müsaade arkadaşlar…
Yarın sabah kalkıp abdest aldıktan sonra fizikken yanlarında
olamasam da…
Ruhen, tüm ruhumla yanlarında olacağım, olmaya çalışacağım……
Dua edeceğim, beni af etmeleri için…
Dua edeceğim!
***
02.10.2015
Gel, benim son göz ağrım ol
Şöyle…
Şu koca dünyada insanın, insana verebileceği, paylaşabileceği daha
büyük bir şey varmadır…
İnsan başka bir insanın acısını paylaşırsa, yanında olmasa bile…
Doğru zamanda elini uzatıp sıcaklığını his ettirirse, var mı bundan
daha büyük insanlık?
His ettirirse yanında olduğunu, kilometrelerce uzakta olsa dahi…
İnsan evladı olmak budur!
Gel son göz ağrımda sen ol!
Ciddiyim, çok, çok, çok ciddi…
Erkek sözü, şeref sözü, namus sözü…
Gel son göz ağrımda sen ol!
Ben bulummuşum hayat arkadaşımı, hayat ar-ka-da-şı…
Sevinçte de, üzüntüde de iki ortak, anca beraber – kanca beraber…
Eller birbirine kenetlenmiş, ölünceye kadar…
Yoruldum anlıyor musun? Yoruldum…
Hayat beni gerçekten çok yordu, ihtiyarladım, bıktım, usandım…
Kavgadan, gürültüden, mücadeleden usandım…
Hayatımdan bıkmıştım…
Sen çıktın karşıma, sen…
Ve ben senin kalbini sevdim…
Ruhunu, düşüncelerini, görüşlerini…
Elbet bir gün, sen isteyince bir kadın olarak da seveceğim!
Bazı konularda tam zıt kutuplarda olsak da…
Anayol aynı, istikamet aynı, düşünceler aynı…
Ben sana hep söyledim…
Tutamayacağım sözü asla vermem, veremem…
Hani demiştim ya nisanda…
Tesadüfün böylesi olmaz diye…
Nisanda seninle yeniden doğdum…
Ama bu cümleyi kurarken, bu sözü verirken hayal dahi edemeyeceğin
kadar ciddiyim…
Çünkü canı yürekten söylüyorum…
Gel son göz ağrımda sen ol!
Ancak…
Kadınım, senden beklediğim bir şey var…
Sakın anlıyor musun, sakın benden bekleme, gebersem bile aşkımdan
yap-mam…
Aramam, ben seni aramam…
Evet, bilinçli olarak senden bunu bekliyorum. Anlıyor musun
bekliyorum…
O adımı sen atacaksın…
Dönüşü olmayan, geri vitesi olmayan o adımı >>> sen <<< atacaksın…
Her şeye rağmen, tüm olumsuzluklara karşında yüreği sevgi dolu ama
sağlığını yitirmiş bir “adam”…
Bilinçli olarak, isteyerek, arzulayarak…
Sen beni arayacaksın ve ben sana geleceğim…
Alacağım seni kollarıma…
Öpüp – koklayacağım, saçlarını okşayacağım…
Eller kenetlenecek bir daha birbirini bırakmamacasına…
Allah ne kadar ömür verdiyse artık…
Güzeliyle, zoruyla, dertte de – tasada da, sevinçte de…
Sen beni arayacaksın ve ben sana geleceğim…
Bir şekilde hep yanında, beni görmesen de his edeceksin…
Bu kaya, yüzlerce ton ağırlığında, sırtımı yaslayabileceğim,
güvenebileceğim…
Beni koruyup – kollayacak…
İşte o hep var olacak!
Hani yazmıştım ya gökten zembile inmedim diye…
Hani bahsetmiştim bir zaman evvel…
Firari boğa
Yine kurban bayramı kapıda…
Yine sokaklarda firari boğa…
Kalbim firari boğadan yana…
Bende bir boğa…
Sonunda…
Bu boğada firar edecek…
Bir gidecek, pir gidecek…
Ara ki bulasın, firarda boğa!
Evet, bu boğa, tam boğa…
Kırmızıyı görmesin, önündekini çiğner geçer…
Öfkesi yakar, yıkar…
Ama…
Bir anda parladığı gibi bir anda da söner öfke…
Sinirli hav, hav derler bana…
Mutsuz eşek göbek adım…
Mutluluğu ise sende buldum…
İnan sende buldum…
Sağım solum beli olmaz benim…
Al sana olumsuz tarafım…
Kıskancımdır, sevdiğimi kendimden bile zaman zaman kıskanırım…
Birde dokunmaya gelmez, felaket gıdıklanırım…
Benimle her zaman her şeye hazırlıklı olacaksın, en kötüleri bunlar
yemin ederim!
Ancak…
Boğa firarda da olsa…
Veya kasabın bıçağı kelleyi gövdeden ayırmaya ramak kala…
Bu Boğanın gözleri hep sevdiklerinin üzerinde…
Bu boğa hep bir arka kapıyı açık tutar, gidip gizli gizli
bakar olup bitene…
Ne yapıyorlar, ne ediyorlar, o bilir, o denetler,
gerekirse müdahaleye hep hazırdır bu boğa!
Gir Google, yaz adımı…
Orada göreceğin cep numarası var ya…
20 küsur senedir değişmedi…
20 küsur senede cebi bile değiştirmemişim, kalbimin kraliçesi
dediğim insanı mı değiştireceğim?
Ve inan, yemin ediyorum sana, bu sıfatı senden önce hiç bir kadına
takmadım, kalbimin kraliçesi…
Kadının her türlüsünü, kadınlık hallerinin her türlüsünü görmüşüm,
kadına…
Gözümde, gönlümde, karnımda tok…
Ama bazı konularda açım…
Oturup konuşmak, konuşabilmek…
Gülmek, gözeri yumup müzik dinlemek, gerekirse birlikte ağlamak…
Paylaşmak, paylaşacak bir şeylerin olması…
Alıp sevdiceğimi elinden alacak karanlıkta çıkıp…
Yıldızlı gök kubbenin altında beklemek, güneşin doğuşunu beklemek…
O kızılı birlikte izlemek, iki kadeh güzel içki ile…
Şöminen karşısında, gürül gürül yanan o ateşin sıcaklığını his
ederek sohbet etmek…
Dünyadan, siyasetten, dinden – imandan, sanattan…
Yatıp sevdiceğin sıcak kucağına huzur içinde gözlerimi yummak…
Yakamozlu bir gecede, baş başa, göz göze kadeh tokuşturmak…
Meltemli gecelerde el ele tutuşup gezmek…
Karda, öyle lapa lapa yağarken, mangalı yakıp afiyetle Allah ne
verdiyse sevdiceğimle yemek…
Sonrasında o közde bir Türk kahvesi, öf,öf,öf…
Ben hep böyleydim, hep böyle kalacağım…
Gel >>> son <<< göz ağrımda sen ol…
Çünkü artık yoruldum, yürek pır – pır, genç ama beden iflas etti,
ihtiyarladım!
*
Özlem
Dün
Almanya saatiyle 7 -7.30 arası annem aradı…
Mezarlıktan geri dönmüş…
Gelinine
Kuran okumuş…
Hava
yağmurluymuş, çamur diz boyu, hoca mezarlığa gelmezmiş…
O an…
Öyle bir
boşandım ki, gayriihtiyari, elimde olmadan…
Gözyaşları sicim gibi!
Şu
dünyada…
Bunca
dil arasında…
Özlemimi
tarif edecek, özlemimin hakkını verecek…
Bir
kelime yok!
Her şeye
rağmen, hayat devam ediyor…
Acısıyla
– tatlısıyla!
*
Medeni
cesaret
Şu koca
dünyada…
İnsanın
insana miras bırakabileceği, gerçekten değerli, yüzyıllarca baki
kalan…
Ebediyete uzanırcasına ne var?
Söyleyin
ne var?
Para mı?
Pul mu?
Ev, bark
mı?
Yok, hiç
biri, hepsi eninde sonunda tükeniyor…
Veya
tabiat hakkını talep ediyor!
Gerçekten insandan geriye kalan…
Kalabilen ya düşünceler, görüşler ki bunun bile bir gün yok
olacağına inanıyorum…
En büyük
mimari eserler bile yok oluyor…
Çünkü
bakarsan bağ, bakmasan dağ olurmuş…
Ama
tabiata saygı, çevreye saygı, hayata saygı…
Nesilden, nesille insanın yaşamasını sağlayan!
Medeni
cesareti ile…
Tüm
çevreci dostlarım önünde saygıyla eğiliyorum!
*
Doktrinmiş
Önce
Gazi Paşanın altı ilkesini özümse…
Anla bu
altı ilkenin ne demek olduğunu, evrenselliğini, genişliğini…
Ondan sonra çık karşıma 9 ışık doktrinini konuşalım!
*
Esef ile
kınama
Dün
gazeteci Ahmet Hakan’a…
Ondan
önce Türk basın hayatının amiral gemisi sayılan Hürriyet gazetesine
karşı gerçekleşen saldırıları esef ile kınıyorum!
*
Ben, benim olanı bırakmam
İddia ediyorum ya hep…
Ben, benim olanı bırakmam diye…
Alın size ispati…
Doktordan yeni geldim, iki kolun ikisi de delik deşik…
Yok, kan çıkmıyor…
On beş dakika uğraştı iki damla kan için…
Sonunda bağırta bağırta aldı ama istisnalar kaideyi bozmaz…
Ben, benim olanı bırakmam!
*
Direksiyon
Bir değil, beş değil, on değil…
Sayısız defa!
Size güven konusunda başka bir örnek vermek istiyorum…
Herkesin anlayabileceği ve çok büyük bir ihtimalle kendi başından da
geçen
bir şey…
Bir arabada oradan buraya gidiyorsunuz…
Uyku bastırıyor ve gözlerinizi yumuyorsunuz. Uyku hali, insan
müdafaasız…
Direksiyonda oturan kişiye güvenmezsiniz, acaba gözünüze uyku girer
mi?
Yok yani, uyumanız mümkün olur mu, korkarsınız, tedirgin olursunuz
ve gözünüz uyku tutmaz!
Direksiyonda ben…
Korkma, güven!
*
Bir soru
7 milyar insan…
Şu dünyada, insanlar kendine günde en çok hangi soruyu soruyor diye
sorsanız…
Eminim…
Cevabı…
O da beni düşünüyor mu olacaktır!
Anlaşıldı…
Sen sırılsıklam aşık olmuşsun oğlum!
*
Tereciye tere satmaktır senin ki
Çok ama çok uzun bir yürüyüşten geliyorum…
Dinlene dinlene…
Arabayı bıraktım bir tarafa, yürümeye gittim…
Bu kiloların iki, en geç üç ay içeresinde verilmesi lazım…
Bu uyuşturucu meretinden en çabuk şekilde kurtulmam şart!
25 senede nasılsa alıştım ağrı çekmeye…
Ameliyattan sonra nadiren kalp ağrısı…
Onun yerini kalbimde bir sızı aldı…
Seni görememenin, seni kollarıma alıp…
Kokunu ta ciğerlerimin en son köşesine çekememe sızısı!
Ki…
Çektiğim kalp sancıları…
O bir anda sanki hayatın akıp gidiyor, boşalıyorsun, kendini
kaybediyorsun…
Hani diş ağrısı, sinir ucu ağrıları olur ya…
İşte
kalp sancıları
onun bin katı…
Nedir ki bu sızı yanında?
Okudum…
Mesajı aldım…
Anlatamayacağım kadar mutluyum…
Ne zaman, ne zaman, ne zaman seni kollarımın arasına alacağım…
Sevdiceğim, çok ama çok acı çekiyorum, inan!
Benim sözlerim bana geri dönüyor…
Zekice ambalajlanmış şekilde…
Zaten senin kalbini, senin zekânı, senin hayata bakışını sevdim…
Bir şey dışında!!!
Güven sevgilim güven esastır…
Her şey sevgiyle başlar…
Tanrıya aşk, vatana – millete sevda, okuma sevdası…
Evlada duyulan sevgi, ana – baba – kardeş…
Vesaire, vesaire, vesaire…
Her şey sevgiyle başlar, sevgi fedakârlık getirir…
Ve güven ile sürer!
Bana güvenmeye başladığın için teşekkür ederim!
Not: öğleden sonra işim çıktı, anaca 5 – 6’ya geri dönerim. Seni
gerçekten çok sevdim kalbimin kraliçesi, çok, çok, çok! O şarkı hep
kulaklarımda, hep...
Ara beni, lütfen ara. Korkma, çekinme, güven!!!
***
03.10.2015
Kelimeler
Hayvanlar koklaşa koklaşa insanlar konuşa konuşa…
Bu hep böyle kalacak, insan var olduğu sürece konuşacak…
Konuşmak ve bir orta yol bulmak zorunda…
Kelimelerin anlamını bilmek, kelimeleri bilinçli kullanmak zorunda!
***
Bu nasıl bir rüya?
Bilinçaltı kimi zaman insana oyun oynar…
Ve insan bilinçaltına, bilinçli bir şekilde erişemez…
Zorlar kendini ama olmaz…
Ancak ve ancak eğitimli insanlar bilinçaltına erişir…
Üçüncü şahıslar…
Genelde bunlar psikologlardır ama bazen tecrübeli bir insan bile
bilinçaltını gıdıklar…
Çıkar kimi gerçekler tüm çıplaklığı ile ortaya!
Dün yazacaktım, fırsat bulamadım…
İster inanın ister inanmayan…
Bilinçli olarak hayatımda duymadım, okumadım…
Perşembeden Cumaya…
Bir rüya gördüm, hatta gece uyandığımı görüyorum rüyamda…
Not etmem gerekiyor diyorum kendi kendime…
Unutmamam lazım, mutlaka bu sözleri bir yere yazmam lazım diyorum…
Rüyamda, bu nasıl rüya diye kendime hayıflanıyorum…
Bir yol gri, üstü ufak çakıl taşları dolu, köy yolu…
Ama bizim köy değil, Florya’da değil…
Etraf tanıdık – bildik değil…
Hafif bir rampa çıkıyorum…
Yoruldum…
Bir kadın sesi, Allah’ım bu nasıl güzel bir ses, şarkı söylüyor
arkamda…
Dönüp bakıyorum ardıma…
Kuzenimin boşandığı eşinin yüzü…
Gülümsüyorum kadına, hani tanıdık ya, selem verir diye bekliyorum…
Yok…
Kadının yüzü taş olmuş sanki,
en ufak bir gülümseme yok…
Ama şarkı söylemeye devam ediyor…
Uyanmadım tabii, kalkamadım…
O iki kelimeyi yazamadım, biri bildik, bir türlü hatırlayamıyorum, s
ile başlıyor…
Sevda, sevgi değil diğeri ise zühul!!!
Onu hatırlıyorum, bir tek onu!
Aptala malum olur derler ya, hadi hayırlısı!
*
Yalan
Uzun bir yürüyüşten geliyorum,
dinlene dinlene… Yolumun üzerinde mezarlık… İstesem de
istemesem de… Hemen yanından geçiyorum çocuklar ve bebeler
için ayrılan bölümün yanından… Aklıma gelir hep o fotoğraf,
saklarım ne zamandır!
Şu koca dünya bir başından bir
başına yalan… Anaya – babaya… Kardeşe sevgi yalan!
Girsin araya menfaat, girsin araya el; gör ne sevgi kalır ne
saygı…
Söz yalan, cümle yalan… Anlamaz insan, sözde -
cümlede saklı olanı… Anlar anlamak istediğini ki o bile
yalan!
Eş, dost, gülen yüz… Dara düştüğün an sana
uzanan el olsa bile… Dön arkanı, gör söylenen yalanı!
Evlada olan sevgi… Kimi zaman o bile koca bir yalan… Onu
bile gördü bu gözler, Allahtan yakın çevrem değil… Yoksa
ölürdüm kahrımdan!
Bir kadının erkeğe… Bir erkeğin
kadına duyduğu sevgi… Yalan(!) Kimi zaman!
Geçenlerde alman N-TV televizyonunda bir şeyler izledim…
Tüylerim diken diken oldu… Tekerlekli sandalyede Almanya’da
Landstrasse dedikleri köyler arası bir yol üzerinde… Bir
kadıncağız, 60 – 70 yaşlarında… Oğlu 40’lı yaşlarında ölmüş,
hayatta bir tek torunu varmış… Bakım evinde kalıyormuş,
kaçmış… Tekerlekli sandalye üzerinde iki köy ötede oturan
torununa bakmaya gidiyormuş… Düşünün 60 – 70 yaşlarında,
tekerlekli sandalye üzerinde toruna bakmaya gidiyor… Torunu
çok ama çok uzun süreden beri onu ziyarete gelmemiş…
Anlatırken gözlerinden sicim gibi gözyaşı akıyor!
Bende
eşim ve oğlum arasına mermerden beyaz, tertemiz bir kalp
yaptırmıştım… Oydurdum içini, kocaman… Yazdırdım onları ne
çok sevdiğimi, sanki kelimeler yetermişçesine… Çaldılar biliyor
musunuz, çaldılar… Mezarlıktan çaldılar uzun yıllar önce!
Aşağıda gördüğünüz resmi dayanamadım fotoğrafladım…
Almanya’da… Yavrunun ismini sildim, daha küçücük, bebe!
Şu koca dünya yalan, yalan üzerine kurulmuş… Gel de
güven… Var, yok değil. Az sayıda ama... Dürüst, özü –
sözü bir insan hala var… Ama onlarda koca bir yalanın
arasında kaynayıp gidiyorlar… Yazık oluyor, yazık!
Güvenmesen de güvenmek zorundasın… Yaşıyorsun yalanın içinde
buna rağmen… Bile bile, göre göre yalana katlanıp
güveneceksin… Alışacaksın yalana da, dolana da, riyakârlığa
da!
Rahmetli babam yaptırmıştı mezarı, mermerden…
Ben komada, en
arkada
gördüğünüz benim mezarım…
Çukur açılmış, tahtalar döşenmiş beni bekliyorlardı…
Ölmedim, 26 senedir zombi gibi yaşıyorum…
Varla yok arası…
Arkadan öne doğru, ben, eşim, yavrum…
Her sefer kendime küfür ederim çukuru doldurmadım diye…
Geçen sene yıktırdım tümünü siyah granitten yeniden
yaptırdım…
Yağmur, çamur mezar çok yıpranmıştı!
***
04.10.2015
Hançer
Hani vardır ya
kimi zaman his edersin;
Hani birisi kalbinin tam ortasına hançeri
saplar ya…
Hani arkanı dönersin sevdiğine, vurur seni arkadan…
Hani kuşlar taşır seni gökyüzünün mavisine
ve sen birden bire düşmeye başlarsın ya…
Hani insan kimi zaman rüyasında görür,
düşer dipsiz uçuruma…
Hani o his vardır ya bulutların üzerinde
yürürsün sanki sonsuzluğa…
İşte sevgilim…
Bu yaştan sonra bunları bana yaşatın ya…
Allah senden razı olsun!
Çok ciddiyim…
Ben ne başka erkeklerden daha iyi ne daha
kötüyüm… Ama
ben, benim…
Bir erkek…
Onuru, namusu, şerefi, gururu için, ailesi, sevdikleri için yaşar…
En azından bana öyle öğretiler…
İki kez sana
hoşçakal dedim, dedirtin…
Sakın bana üçletme…
Kadınımmm…
Dilim bile, elim bile varmıyor söylemeye,
yazmaya…
Hani dinen erkek, kadınına der ya…
Boş ile başlıyor, işte o kelimeler var ya…
Sakın bana üçletme…
Çünkü seni kalpten sevdim, kaybetmek
istemiyorum!
***
06.10.2015
Pazarlama ustası
Herif
anasından balı doğmuş…
Gene
buldu uzanan bir elli…
Para
gani gani…
Avrupa
zaten bir kale, ister mi içten fetih edilmeyi…
Basacak
parayı tutacak derdi sur dışı…
Garip
Türkiye’m ne yapsın, çekecek çaresiz çileyi!
Bilmem
hatırlar mısınız?
Eskiden
çok eskiden Türkiye’de açıkgözler alırdı Batının sanayi atıklarını…
Zehirli
maddesini, çerini çöpünü…
Gömerdi
Türk topraklarına, millet zehirlenmiş, toprak perişan, kimin
umurunda?
Şimdilerde…
Ayaklı
bomba barındırılacak ülkede…
Eninde
sonunda sosyal bir patlamaya vesile…
İnsan
çerçöp değildir ama sağlayamazsan insanca bir yaşam, olur ayaklı
bomba…
Yardıma
muhtaç insana, hele çoluk çocuğa el uzatmak insanlık gereğidir…
Ama
küvet taşmaya görsün…
Her yeri
alır seller sular, patlar kaçınılmaz bombalar!
***
14.10.2015
Dolma kalem
Günümüzde dolma kalem pek kullanılmaz…
Güncel
hayatımızdan kaybolma yolundadır, yazmak için başkaca araçlar
kullanılır…
Hâlbuki
dolma kalem ile yazılanın ayrıcalıklı yeri vardır…
Mesela
hala iş hayatının bazı yerlerinde, yükseklerde…
Siyasette, diplomaside, büyükelçiliklerde…
Hepsini
görmüştür bu gözer, bu kör olası gözler, yaşamıştır bire bir,
oralarda hala yerini korur…
Ucu
narindir, gelmez zorlamaya, özeldir ve ne kadar işçiliğine emek
harcanırsa o kadar değerlenir…
Dolma kalemin sırrı, hikmeti ucundadır…
Dolma
kalem kalitenin göstergesidir, eskinin eskimeyen yüzüdür…
Kullanmasını, değerini bilmeli!
Bilmem
biliyor musunuz?
Dolma
kalem, sahibinin kişisel el yazı karakterini alır…
Bir
nevi sahibinin yazan uzantısı olur, uç kişilik sahibi olur…
Dolma
kalemi başkasına verirseniz, bu kişilik eğilir, bükülür ve sonunda
bozulur…
Bu
yüzden dolma kalem asla başkasının eline verilmemelidir, eskiler der
ya hep; at, avrat ve silah kimseye emanet edilmez diye, aslında bu
cümleye dolma kalemi de eklemeli. Mesela sevgiliye yazılacaksa
mektup, mutlaka dolma kalem ile yazılmalıdır…
Ve
sevgili eğer bunu görebilecek ve anlayabilecek bilince sahipse,
mektubun değeri katlanır!
Çünkü o
mektup çok özeldir…
Yazanın
istisnai kişiliğini gösterdiği gibi, mektubun sahibi, hani derler ya
anlayana sivrisinek saz anlamayana davul zurna az misali, bu ince
dokunuşu, bu ince zevki görebiliyor ve anlayabiliyorsa o da özeldir.
Her zaman dediğim gibi değer vereceksin değerli olana…
Daaa…
Ancak ve ancak değerli olduğunu onu “tanıdığında” anlarsın, tanımak,
alın size Türkçemizin yetersizliğini gösteren kelimelerden biri
daha. Kimi, neyi tanıyorsun arkadaş? 20 – 30 sene aynı yastığa baş
koyuyorsun da an geliyor, karşındakini hiç tanımadığını onu hiç
bilmediğinin bilincine varıyorsun. Kelimenin kendisi yetersiz, tarif
edici niteliği değersiz…
Söz
konusu insan olduğunda…
Her
şeyi hesaba katmak durumundasınız. İyiyi de, kötüyü de, güzeli de,
çirkinliği de…
Ve
hatta kahpeliği, kalleşliği, bazen vefasızlığı, kimi zaman
anlayışsızlığı…
Aşk bir
kumardır, kaybedersin de kazanırsın da. Şansa kalmış, hani derler ya
bahtı kara…
Evet, ben yazgıya inanırım. İyi bir Müslüman olmayabilirim ama
temiz, Allah’ın varlığına birliğine, büyüklüğüne canı gönülden
inanır ona göre yaşamaya çalışırım. Yalanı, hile – hurdayı bilmem.
İster inanın, ister inanmayın ben böyle yetiştirildim, baba
ocağından bilmem böyle pislikleri.
Almanların çok sevdiğim bir deyimi vardır…
Alte
Schule…
Birebir
tercüme edersek “eski okul” anlamına gelir. Türkçemizde eski toprak
ile kıyaslayabiliriz. Bende eski toprak, yaş 50. Yok, eski toprak
deyiminin yaş ile ilgisi yoktur! Yetiştirilmeyle, görgüyle
ilgilidir.
Bu
toprağı kimler çiğnemedi ki, kimler üzerine, affedersiniz, işemedi,
sıçmadı ki…
Bu
toprak neler gördü neler, sömürdüler…
Ne
acılar yaşadı bu toprak, gömdü evladı, aldı içine Sevda’sını ve de
yavrusunu…
Gömdü,
ta derinlerine, bağrına…
Bu
toprakta neler yetişmedi ki, ne çiçekler açtı, narin ve ince, ulu
çınarlar ve ne seller sular geçti üzerinden, sildi süpürdü güzele
dair ne var ne yoksa. Ama bu toprak, eski toprak…
Nadasa
kaldı, toparladı kendini, diz çökmedi ne hayata ne insana…
Ve yine
bu eski toprağa ne temeller atıldı, bu temeller üzerinde ne binalar
yükseldi, eski toprak, eski…
Güvenini yitirmedi hiç bir zaman, sevgi, saygı ve güven ile
insanoğlu denen ne olduğu belirsiz varlığa kendini emanet etti,
ediyor…
Ve
insanoğlu devam ediyor üzerine işemeye, sıçmaya ve sömürüyorlar!
Sömürsünler bakalım ne zamana kadar? Bu toprak, eski toprak!
Kadın
denen bilmece mesela…
Çöz,
çöze biliyorsan!
Her
zaman olmuştur hayatımda. Kadınsız yapamam. Delikanlılığımdan beri…
Her
zaman olmuştur hayatımda, adeta müptelasıyımdır kadının…
Ama
anlamamışımdır, anlayamamışımdır, çözememişimdir bilmeceyi, hangi
erkek çözdü ki?
Çoğu
zaman kadını…
Ayırmışımdır, biri yatak için…
Diğeri
kalbim içindir…
Yok,
bunun sadakatsizlikle, vefasızlıkla, sevgiyle, aldatmayla ilgisi
yoktur!!!
Çünkü
tüm güzellikleri bulamasınız bir arada, bu dünyada…
Ve ben…
Estetiğe, inceliğe, narinliğe, kibarlığa, bilgiye, kültüre,
hanımefendiliğe ve daha birçok şeye…
Ve
maalesef gerçek şu ki, ince bele, güzel göze, minyon yüze, uzun saça
ve 90-60-90’a…
Su
gibi, hava gibi muhtacım…
Yok
işte, tüm güzellikleri bir arda bulamazsın bu dünyada…
Ararım
ama bulamam…
Haliyle
kalbim için olana sevgim, saygım, vefam sonsuzdur. İster inanın
ister inanmayın…
O benim
kadınımdır, onun yeri ayrıcalıklıdır, kıymetlimdir, kıymetlim…
Namusumdur, sevgilim, aşkım, her şeyim, damarlarımda akan kan…
O benim
kadınımdır, kadınım…
Sırtımı
yasladığım o koca dağ, sonsuz güvendiğim, sığındığım…
O koca
dağdan alırım gücümü, onsuz hiçbir şeyimdir…
Ancak
kadınım olmak, kalbime girmek kolay değildir…
Kadınımdan çok şeyler beklerim, bildikler zaten…
Ama vardır beninim çok ince, kıl gibi kurallarım, şartım şurtum. Her
kadının harcı değildir bunlar…
Giren,
bunu başaran bir daha çıkmaz oradan…
Bu
beden iflas etmiştir, varla yok arası, araf da…
Ama
maneviyatımla, irademle dimdik dururum hayatta…
Zayıf
tarafım, kalbimde olana sonsuz ama sonuz güvenmemdir…
Ve
maalesef o tarafımdan yerim kimi zaman darbeyi, beklemem çünkü
ummam…
Ve o
darbe beni çok, çok ama çok yaralar, tükenirim, biterim, yok olurum
adeta!
Vardı,
hala var. Kalbimin kraliçesi…
Bu
sıfat onundur, bugüne kadar söylememişimdir başka bir kadına…
Ben
gerçekten böyleyim…
Çiçekler mesela…
Beyaz
gül, Metin’imdir. Küçücük bebe ne anlar çiçekten – böcekten. Ama
beyaz gülü asla hediye etmem başkasına. Her gidişimde koyarım
mezarına. Pembe gül eşimindir çünkü rahmetli kırmızı ve kokulu gülü
çok severdi…
26 sene
kimseye, hiç kimseye, hele başka bir kadına hediye etmemişimdir…
Anlayan, anlar ne demek istediğimi, kadir kıymet bilir inşallah,
tabii bunu anlarsa aslında şüphem yok anlar anlamasına ama yüreğinde
his etmelidir, yüreğinde!
Kadın
çiçektir, ince ve narin…
Ve
kalpten gelen, çiçeğine çiçek hediye eder canı gönülden…
Soluk
kalır gerçeği, kadın denen çiçeğin yanında, yürekten…
Yürekten olmalı, yürekten gelmeli kadın denen çiçeğe, çiçekten olan,
benim ta içimden!
Söylemişimdir…
Ben
benzemem ne tanıdıklarına, ne bildiklerine nede duyduklarına…
Karşında ben varım, ben!
Benim
gibi erkekler bakmaz üçe – beşe…
Parayı,
pulu görmez göz…
Söz
konusu aşk veya intikam olursa…
Bazen
gerektiğinde, gerçekten çok ama çok yaralandıysam, ta kalbimin
içinden…
O
zaman…
Çiçek
hançer olunca, ahhh yaparım o aşkın timsalini, çiçeği hançer…
Yolarım
çiçeği ve yine dolma kalemle yazılanı…
Ben
seni değil, sen beni kaybettin…
Çoğu
zaman yeter, hançer gibi saplanır bu sözler, eğer o da seni
seviyorsa, sevdiğinin kalbine!
İsterim
bilmesini, isterim yaşamasını benim çektiğim acıyı!
Ama
hayat bu…
Kahpe
feleğin ne yapacağı belli olmaz…
İntikam
için, sevdiğinin kalbini bir yandan sevindirmek öte yandan kırmak
için çıkarsın yola…
Her şey
tamamdır ta dolma kalemle yazılana…
Kimi
zaman gelir o güzel gözler aklına, bazen son anda sevgiliden gelen…
Sevdiceğin bir sözü, yumuşatır seven kalbi...
İçin
umut dolar, el vermez yürek yazılanı yollamaya, yoktur dolma kalem
yanında…
Karalamak istersin beyaz bir kâğıda duygularını…
Çünkü
duyguların da saftır, temizdir yoktur kahpelik, art niyet ardında…
Yoktur,
yazarsın bulduğuna…
Beklersin umutla, hayalle…
Ve
gelir kahır eden, yıkılırsın çünkü gerçekten seversin…
O
kalbin bin bir parça, hayaller yıkılır başına!
Yok
sevdiceğim, yok aşkım, yok kalbimin kraliçesi…
Bir
tanemmm…
Artık
dönmem!
Sen
döneceğimi bildiğini sansan da ben dönmem…
Eğer
seviyorsan, eğer yaşanana saygı duyuyorsan…
Sen…
Anlıyor
musun sen…
Beni
bulacaksın, sen yapacaksın aslında artık imkânsız olanı…
Bu
kalbi, kırdığın, derinden çok derinden yaraladığın…
Onu sen
onarmaya çalışacaksın…
Ben
artık dönmem!
Ben,
bir tanem…
Aldatmam, kimseyi sırtından bıçaklamam…
Ben
çıkarım çıkacağımın karşısına ve derim böyle böyle…
Senin
karşına çıktığım…
Eşime
yaptığım, izin istediğim gibi, onun seni bildiği gibi…
Niyet
etmiştim, gidecek konuyu anneme de anlatacaktım çünkü o da benim
için çok önemli…
Açık
açık, biliyorsun konuyu, anlatacaktım ve o beni anlayacaktı…
O benim
yalnız annem değil, arkadaşım…
Ve O,
önce kızacaktı sonrasında kızgınlığı geçince benimle gelecek ve
alacaktı sana sonsuzluğu…
Çok
ince bir zevki vardır, duyarlıdır, bakalım beğenecek miydi benim
beğendiğimi…
Özellikle bu konuda ona çok güvenirim…
Neler
almıştır O, benim kalbimde olanlara neler, neler…
O da
bana güvenir, bilir ince eleyip sık dokuduğumu…
Ve eğer
bir şey yapıyor veya söylüyorsam bunun mutlaka düşünülüp
taşınıldığını, bilir kararlılığımı…
Bile
bile, anlıyor musun bile bile, seni bir nevi gelini kabul edecekti…
Yapmasında göreyim, yapacaktı!
Ben
dediğimi yaptırırım, kabul ettiririm beni sevene…
Sevmeyeninde ağzına … bilirim ve istediğimi yine kabul ettiririm…
Ben
böyleyim bir tanem, ben böyleyim…
Ve
nasıl yapacağımı, nasıl olacağını şu an bilmesem de, bir fırsatını
bulup sizi tanıştıracaktım…
Çünkü
ciddiyim, çok ciddi, sana kadınım demişim bir kere…
Ve sen
onun elini öpecektin…
Biliyorum ana – baba bir tanedir, vardır her şeyin ikincisi,
üçüncüsü…
Ama
anne – baba bir tane…
Ama
O,
inan sana da anne olurdu, çünkü kara Medişim böyle bir insan…
Bilir
beni, tanımaz mı insan 50 senelik oğlunu? Bilir benim nasıl
olduğumu!
Gerisi
sana kalmış…
Düşün -
taşın, oyun, oynaş değil bu…
Seni
sevsem de, çok ama çok sevsem de, gururumu çiğneyip gelmem…
Ben
artık geri dönmem…
Sen
bulacaksın tekrar kalbimin yolunu…
Sen!
Son göz
ağrımsın dedim sana…
Son
kalacaksın çünkü…
Yoruldum, ihtiyarladım artık böyle şeylerle uğraşmak istemiyorum…
İnan
usandım…
Aslında
aradığımı asla bulamayacağımı biliyorum…
Ama
sende bulduklarım doldurdu kalbimi…
Huzura,
mutluluğa var ihtiyacım…
Kalan,
artık Allah ne kadar ömür biçtiyse sen…
Yalnız
sen olacaktın…
Tıkla
bundan sonrasına ve oku, buydu aslında sana çiçeklerle yollayacağım.
Açık kapı bıraktım, koymadım SON noktayı, yalnız uyarmak istedim
çünkü seni yürekten sevdim, çok düşündüm yukarıda yazdığım o cümleyi
kullanayım mı diye, kıyamadım, kalbim izin vermedi. Bundan sonrası
sana kalmış, sen beni arayacaksın, sen atacaksın o adımı. Ve bak
bunu >>> şart <<< koşuyorum ya telefonla yada eMail ile. Ara bul ne
yaparsan yap, bana ne, çok kırıldım sana!
sevdiceğim
*
Allah
kimseyi sevdiğinin zulmüne terk etmesin
İnsanın
insana işkence etmesi gibi bir şeyi
tasvip etmek, hoş görmek mümkün değil…
Ama
işkenceyi sevdiğinden görmesi...
Ve daha
da kötüsü onunda seni sevdiği bildiğin halde, sana işkence etmesi
dayanılacak gibi değildir…
Kalbide
gördüm, Türkçeyi de…
Bunun ne
demek olduğunu ikimizde gayet iyi biliyoruz değil mi, sevdiceğim?
Ve yine
kendime soruyorum…
Neden,
neden, neden bu işkence…
Ben sana
bunu hak edecek ne yaptım?
Buna
rağmen, her şeye rağmen, dediklerimi dikkate alman, dinlemen…
Kadınımdan beklediğimde zaten budur…
Kadınımmm, gel ben ne ettiysem artık, bilmiyorum ya, sen etme…
Biliyorsun senden ne istediğimi…
Gitmedim, insan sevdiğini bırakıp gider mi hiç?
Unuttun
mu? Ben, yüzlerce ton ağırlığında kaya…
Öyle
kolay kolay hareket ettirebilir misin bu kayayı?
Ver
istediğimi, sende – bende, el ele, eller kilitlenmişçesine…
Birlikte
yürüyelim bilinmeyene doğru…
Ne
olacaksa bundan böyle, ikimize birden olsun!
Ama
beklediğin yere gelmeyeceğim…
Sen bana
geleceksin bu sefer, bir yolunu bulup sen bana ulaşacaksın…
Ve ben
geldiğimde (…)!!
Biri
yolladın, ikiyi de…
Ama ben
senden başka bir şey bekliyorum ve sen onu bana vereceksin!!!
Bilmiyorum kaç yüz defa dinledim
***
20.10.2015
Ölmüşüne de, yaşayanında değer vereceksin
***
20.10.2015
Karıların arasında kaldım
Karı
milletinden
korkmayan, çekinmeyen bu dünyanın en aptal (…)
Boşuna
dememiş atalar:
Kadın,
erkeği rezilde eder vezirde
Ömrüm
boyu bir elimde karılar, diğer elimde silah yerine tercihen kalem…
Karılar
ağasına döndüm arkadaş!
Düşmez
kalkmaz bir Allah…
Bundan
yıllar önce dara düştüm, çok dara…
Allah razı olsun ister
anam, ister eşim olsun, ben söylemeden çıkardılar boyunlarındaki,
ellerindeki, kollarındakilerini koydular önüme. Çok şükür geride
kaldı zor günler.
Gün borç ödeme günü…
Eyvallah…
Anlamadığım, bir verdiler…
Ulan
senelerden beri al, al, al bir türlü borcumu ödeyemedim…
J
Helali
hoş olsun, gerçekten severim ailemin kadınlarına ziynet almak!
Bugün,
çok ama çok güldüm sevdiceğin yaptığını görünce…
Aslında
gülecek halde değilim, bugün ilk göz ağrımın ölüm yıldönümü…
Allah’ımmm…
İsyan
değildir benim ki, sana, senin takdirine başkaldırmam, kaldıramam…
Aldın
genç yaşta ilk göz ağrımı elimden, gık çıkarmadım…
Nasıl
çıkarabilirdim ki?
Anlamadığım…
Neden
son göz ağrımı bana çok gördün?
Doktor,
doktor cıvanım…
Sen
benim ruhuma, kalbime derman olacağına…
Soktun
beni çıkmaza…
Verdin
acı, verdin özlem ve de hasret!
Ya nedir
benim bu kadın denen varlıklardan çektiğim…
Bir
lokma huzur, bir lokma mutluluk çok mu Önder kuluna?
Ben tüm
bunları hak ettiğimi düşünmüyorum.
Bu
yaştan sonra…
Ah ne
güzel olur karşılıklı cana…
Can olsa
canan bana…
Çok mu
Rabbim? Çok mu?
Ancak
demişimdir, ben benim, benzemem başkasına…
Vardir
benim kıl kadar ince kurallarım…
Ve ben dahil, benim koyduğum kurallara
uyarım!!!
Erkek,
kalbindeki kadın etrafında miyav, miyav…
Var mı
bu dünyada sevdiğine kur yapmaktan güzelli…
Tatlı
dili şeytan olmadım ki olabilirdim isteseydim…
Kurmadım
süslü cümleler, sevdim seni kadın dedim…
Ve sevgi
kelimesini mananın tam anlamıyla kullandım…
Ancak…
Arslan
da bir kedi, hele bu arsalanın bir de boğa tarafı var…
Allahtan
başkasından korkmaz…
Aile
büyüklerinden başkasının önünde boyun eğmez!
***
https://www.youtube.com/watch?v=UlCkEmra7mQ
https://www.youtube.com/watch?v=qstMPkP7fSw
***
21.10.2015
İnsan üzerin
Benim kitabımda…
Yazmaz birinin olmadığı yerde diğerinin olması…
Ve öyle inanıyorum ki erkek neredeyse kadını da orada
olmalı!
Atadan kalma görgüdür, artık zamana pek uymasa da…
Erkeğin sözü dinlenmeli…
Gerektiğinde oturulup konuşulur, orta yol bulunur, o
başka…
Tıpkı bir zamanlar dediğim gibi…
İnsani ilişkilerde, insani dürtülerde…
Esas olan sevgi, saygı ve güven ise…
Kadın – erkek ilişkililerinde özellikle…
Aşk ile başlar her şey…
Bir kıvılcımdır, küçücük ilkinde…
Bu sevgi getirir ardından fedakârlığı…
Fedakârlık, kendinden vazgeçmeyi…
Sevdası uğruna kendinden vazgeçen…
Gösterir özverinin en güzel örneklerini!
Sevda…
Boş bir kelimeden ibaret değilse…
İçi doldurulmalıdır…
Ve bu asla tek taraflı olmamalıdır…
Olmazda zaten, bu yüzden kadın – erkeğin, erkek – kadının
peşinden gider…
Ve öyle sevdalar vardır ki bu dünyada, kendinden
vazgeçmek, özveride bulunmak ikisinin ölümüyle sonuçlanır!
Bu hayalden ibaret değildir…
Sayısız örnekleri vardır…
Ama tabiat kanununa karşıdır, çünkü tabiat üremeyi,
yaşamayı öngörür…
Ve her şey dönüp dolaşır…
Sevgi, saygı ve güvende kilitlenir!
Cuma sabaha kadar bu böyle kalmalı…
Cuma…
Açılmalıdır kapalı olan, gönderilmelidir davetiye istek
ile…
Veee…
Tabii bizzat istenilenler!!!
*
Gülüm…
Aç
kapalı olanı…
Ve
gönder hasrete bekleneni…
Anla…
Bir
anlık öfkeye kurban edileni…
Çok
önemli anlatılması, konuşmamız gerekenler var…
O
gerçekten anlamsız çıkısından sonra görmek istemedim sonsuzluğu…
Israr
ettiler göstermek istediler, bakamadım, kalbim el vermedi…
Bugün…
Hemen aç
ve gönder bekleneni!
***
27.10.2015
Yastık fısıltı, ten teması
Bu konuda çok yazmış çizmişimdir…
Benim gibi neler neler, kimler bu konuyu işlemiş ama
anlatamamıştır…
Çünkü insan anlamak istediğini anlama “özrüne” sahiptir!
Geleneksel anlamda din, çağdaş anlamda “ayakta kalan” ve
toplumsal yaşamı düzenleyen
demokrasi dedikleri kurgu üç temel üzerine kurulmuştur…
Yasam, yürütme ve yargı…
Bu iki öge, din ve demokrasi insanların toplumsal
yaşamını, birbirleriyle ilişkilerini düzenlemeye çalışır ve bunu iyi
– kötü başarmaktadır da. İkili ilişkilerde ise durum farklıdır.
Benim mesela hayat felsefem, yaşam anlayışım üç temel
kaide üzerinde durur. Sevgi, saygı ve güven. Çok olmadı daha
geçenlerde…
Çok sevdiğim bir insandan öyle bir darbe yedim ki,
yıkıldım, çünkü güvenmiş, sevmiş ve saymıştım. Çok az insanın
bildiği özelimi emanet edecek kadar. Hayatımı üzerine inşa ettiğim
bu üç ilke aslında yerle bir olması gerekirdi. Ama olmadı, olmasına
müsaade etmedim. Çünkü bu üç ilkeyi inkâr etmem, yıkmam, yıkılmasına
müsaade etmem, kendimi, aslımı inkâr etmekle eş anlamda olacaktı.
İnsan özünü, kendini inkâr ederek yaşayabilir mi? Sevgi dediğin,
tutku dediğin bugünden yarına unutulabilir mi?
Ancak söz konusu insan olduğunda akla gelebilecek her şeye
de hazırlıklı olmak gerekir…
Hiç unutmam hocalarımdan biri, çok saydığım, sevdiğim
yaşını başını almış bir insan bana demişti ki:
Önder, hazırlıklı olmak, her şeye
hazırlıklı olmak, hayatın sana vuracağı darbeleri daha hafif
atlatmana vesile olacaktır!!! Son derece haklı ve yerinde bir
tespiti.
İnsan dediğin menfaatperesttir…
Menfaat doğrultusunda beklenti, insanın iç dinamiğini
harekete geçiren dürtü…
Allah’ın insanoğluna, kızına bahşettiği belki de en güze
duygulardan biri olan ten teması ve ardından gelen yastık
fısıltısını örnek alacak olursak ne demek istediğim anlaşılacaktır.
Öz çok önemlidir, çekirdek, tohum dediğin çok ama çok
önemlidir…
Dışı, kabuğu, kalıbı, ambalajı farklı olabilir, içine
bakmalıdır insan. Öz ve söz birbirinden farklı ise bu eninde sonunda
meydana çıkacaktır. Affetmek büyüklüğün şanındandır ve şüphesiz
Allah en büyüktür. Dürüstlük ise bir erdem. Bile bile aldatmak,
karşındakini, hangi sebep veya gerekçeyle olursa olsun kandırmak,
insani ilişkilerde aslında affedilmesi mümkün olmayan, telafisi
neredeyse imkânsız olan. Buna rağmen yanlışı anlamak, yanlıştan
dönmek ve gerektiğinde özür dilemesini bilmek, insanın kendini
aşabildiğini göstermektedir. Gerisi aldatılanın, kandırılanın
insaniyetine, büyüklüğüne kalmış.
Zaman amansız olan…
Zaman gerçekleri yüzeye çıkaran…
AKP’nin, Recep Tayyip Erdoğan denen kişiliksiz, şerefsiz
despotun yalanlarını…
Bir bir, tek tek meydana çıkaran zaman!
Kabataş yalanı…
Cami yalanı…
Paralel yalanı…
Ekonomik yalanları ve daha niceleri, zaman amansız olan!
Sevindirici olan…
İnsanların menfaatleri de olsa gerçekleri görmesi, tatil
yerine sandığı tercih etmesidir!
***
Gül
Gülü seven dikenine katlanırmış derler…
Ben, ben olmazdım beni rahatsız eden dikeni, dikenleri
kırmasam…
Buna mecburum, özümü inkâr edemem!
Bu dünyada fetih edilmeyen kale…
Açılmayan kapı…
Yıkılmayan duvar yoktur…
Her kilidin vardır bir anahtarı…
Ve ben tüm zorlukları yüreğimle ve aklımla aşarım…
Dayanmaz olsa da acılar…
Katlanırım, hayat bana katlanmayı, dayanmayı zorla da olsa
öğretmiştir…
Severim gülü, onsuzluğa dayanamam…
Ve kalp dayanamaz bir bakar ve gördükleri…
Daha önceden var olmayanı gördü bu gözler…
Evladı, yeğeni…
Demişimdir hep;
evlat
bir yana, dünya bir yana…
Yeğen…
Canımı istesin benden, onundur, kardeşin yavrusu, yoktur
farkı evlattan, insanın canına can katan!
Sormuşumdur kendime…
Ayna karşısında yüzüme tükürmüşümdür…
Sen…
Nasıl olurda bu kadar yanılabilirsin?
Ama kalbimin bir köşesinde hep
biliyordum, ufacıkta olsa bir ışık hep vardı…
Asla sönmedi!
Kalpte olan…
Can çıkmadıktan sonra taht kurduğu yerden çıkar mı?
Çıksa eğer buna aşk denir mi? Sevda denir mi? Sevgi midir
çıkarsa eğer?
Ve ben Önder Özler Gürbüz…
Gülü severim, onsuz olmak istemem artık…
Onsuzluğa katlanmaya çalışırım ama…
İstediklerimi almadan, beni rahatsız eden dikenleri
kırmadan edemem...
Ben, beni…
Aslımı, kimliğimi, inançlarımı inkâr edemem, yok sayamam!
Gülüm damarlarımda akan kan…
Alyuvarlar, ak yuvalar beni sarıp sarmalayan,
bana nefes almamı sağlayan, beni koruyan…
Yaşamam için bana gereken gücü – kuvveti veren…
Ben gülsüz olamam.
***
28.10.2015
Siyah ve beyaz! Peki, gri nerede?
Kimi insan vardır hayata ya siyah ya da beyaz bakar…
Ömrüm orta yolu bulmakla geçmiştir…
Hep griyi aramışımdır…
Gel gör ki hayat değdin beni hep ya bir uca ya da diğer
uca çekmeye çalışmıştır…
Hâlbuki ben hep terazide, dengede kalmaya çalışmışımdır!
Dünyada ne kadar manyak varsa…
Şu koca dünyada ne kadar abuk subuk iş varsa hep gelip
beni bulmuştur!
Okul hayatım…
İş hayatım…
Özelim…
Siyasi yaşantım…
Ulan arkadaş gebermeyi bile beceremedim…
Yüzde doksan dokuz ölmüş bir insan tekrar hayata gözlerini
açar mı?
Ben açtım!
Ben böyle bir sapığım!
Herkes gider Mersine, Önder gider hep tersine!
Annem hep anlatır, ben komada yatarken rahmetlinin annesi
başımda demiş ki:
“Eğer ölmez yaşarsa bu çocuğun ya çekecek cefası ya da
sürecek sefası var” diye…
Cefayı, çok şükür bol bol çektim, çekiyorum…
İyi de bu hayatın sefa tarafı nerede kaldı?
Nerede benim ilk veya son göz ağrım?
Evet, çok şükür…
Halime şükür etmeliyim, ediyorum da zaten, günde yüzlerce
defa…
Yatalak olabilirdim, tekerlekli sandalyeye mahkûm
kalabilirdim…
Ayaktayım, ne hayat nede insan bana diz çöktürebildi…
Allah bir şekilde hep yanımda ve ben bir şekilde yine
sevdiklerim için varım…
Ayaktayım, hala ayaktayım ama gücüm tükenmek üzere!
İlk göz ağrım…
Ve gerçekten son göz ağrım…
Ortası yoktur artık benim için…
Bir tek sevda konusunda istisna yaparım ama istinsahlar
kaideyi bozmaz…
Sonbahar misali yürekten sevdiklerim kaybettim, yapraklar
sarardı ve döküldü…
Ve kaderin cilvesine bakin ki hep sonbaharda kaybettim
sevdiklerimi…
Ağaç kaldı çıplak, dalar kurudu…
Kaldı tek başına, ilkbaharı bekler yeniden doğmak, yeniden
yeşillenmek için…
Benim ilkbahar umudum da kalmadı…
Verilen hayat öpücüğü, ölümün nefesine döndü!
Dün geceyi aklınıza gelebilecek en kötü şekilde geçirdim…
Bugün bu satırları zor yazıyorum ama içimi dökmeliyim…
Beden ağrısı bir taraftan, kalp diğer taraftan, beynimi
boşaltmasam yakında deliririm…
O kadar şiddetli ağrılar ki artık tahammül sınırlarını
aştı…
Kendime çoğu zaman sormuşumdur:
Var mı acaba benden manyağı bu dünyada?
Ulan oğlum bir sor, bir sor…
Bu kadın sana ne verdi?
Bir bak, oku…
Yok, güvendim mi, sevdim mi…
Kayıtsız şartsız inanırım, sorgulamama!
Doktor sana ne verdi?
Türkiye’de gece yine ağrılarla uyanmıştım, açtım
televizyonu…
Zap, zap buldum bir program, polisiye bir filim…
Konu uyuşturucu falan, güzeldi…
Bir kelime geçti filimde, Oxycodon, kafamda şimşekler
çaktı…
Okumuştum ama dikkat etmemişim işte, benim morfin
bildiğim…
Filimde “fakirlerin eroini” diye geçiyordu, baktım, okudum
bu sefer…
Dünya sağlık örgütü, ağrı kesicileri sınıflandırmış…
Üç derece var, Oxycodon üçüncü dereceden çok ağır ağrıları
olanlara veriliyormuş…
20mg…
Yok, o bile fayda etmiyor çoğu zaman…
Hele yağmurlu havalarda hiç, sıfırrrrr…
Gabapentin 300mg, günde üç defa…
Yardım ediyor, sara ilacı ama bende yaratığı yan tesirleri
anlatamam…
Tam bir felaket…
Gücüm kalmadı, ilk ve son göz ağrım…
Özledim…
Allaha yalvarır oldum al emanetini…
Gücüm kalmadı, tükendim…
Hayat öpücüğü, ölümün nefesine döndü!
https://de.wikipedia.org/wiki/Oxycodon
https://tr.wikipedia.org/wiki/Oxycodone
*
Çaresi yok!!!
O adım atılacak…
Çaresi yok, benim dediğim olacak.
***
29.10.2015
Senin gibi
Bu yaşa gelene kadar senin gibi neler geldi geçti elimden…
Ama sana kadınımmm dedim, sana kalbimin kraliçesi dedim,
sana sevdiceğim dedim…
Sana…
Son göz ağrımsın dedim!
Eğer sana farklı bir niyet ile yaklaşmış olsaydım…
İnan…
Buna inan “ruhun bile duymazdı”, her şey çok faklı
gelişirdi…
Dediğim gibi senin gibi neler geldi geçti elimden…
Ama seni…
Çok yalın, çok sade ve yürekten gelen bir ifadeyle,
sevdim…
Anlıyor musun? Sadece sevdim, yürekten!
Sana yazdığım son sözlerim canının açıtı…
Biliyorum, bilerek yazdım…
Bekledin veee…
Tepkin ona göre oldu…
Sen bilirsin!!!
Ben sana, sana tutamayacağım sözü veremem dedim…
Bu sözler kalbimin ta içinden geldi…
O çiçekler…
Yürekten, sana sadece o kadarcık çiçekler değil…
Dünyanın tüm çiçeklerini ayağının altına sermek isterdim…
Ve yine dünyanın tüm çiçekleri…
Kadınımın güzelliğinin yanında soluk kalırdı!
Buna rağmen…
Dedim değil mi sana…
Kadın olarak tipim değilsin…
Ama senin kalbini, senin düşüncelerini, hayat anlayışını
sevdim…
Kalbimin ta içinden…
Çünkü dış güzellik gelip geçicidir, asıl olan içinde
taşıdıklarındır…
Ben kadına kıza doymuşum…
Aradığım, insan…
Önemli olan insan, insan evladı olman!
Çok canımı yaktın kadın…
Bunu bil…
Çok canım yanıyor, ben sevdim mi…
Ölesiye…
Ve ölümden de öte…
Evet, belki haklısın, her şey çok hızlı gelişti…
Ama zaman en değeli olan ve hayatta her şeyi israf
edebilirsin…
Her şey bir şekilde, ama iyi ama kötü gelir yine yerine…
Ama zamanı geri getiremezsin…
Boşa harcanan, israf edilen zaman…
Kaybettin gitti, gelmez bir daha geriye!
Sevdim seni yürekten…
En saf, en temiz haliyle, ben…
Belki inanmayacaksın ama sözümün eriyimdir…
Yalanı sevmem, gerekçelerini de sana anlatmıştım, hatırla…
Biliyor musun, bu dünyada gerçekten hala erkekler vardır…
Sözü sözdür, teminattır, güvencedir…
Benim için söz ağızdan çıkan her hangi bir ses değildir…
İçi doldurulması gereken, düşünülerek ardında
durabileceğin kelimeler dizinidir…
Ve ben boş konuşmasını sevmem!
Doğrudur bu beden iflas etmiştir…
Zor ayakta duruyorum, ilaçlarla…
Ama maneviyatım, iradem…
Bedensel özrümü kapatacak kadar güçlü…
Kalbim temiz, ister inan ister inanma…
İzin vermedim zehirlenmesine, belki bu yüzden Allah hep
yanımda…
Ve ben, tüm benliğimle inanırım ona ve tüm kitaplarına…
Benim için, benim kitabım da yoktur ayrı gayrı, o mezhep
bu mezhep…
Esas olan yürektir, Allah’tır ona
imamdır ve ben inanırım
Kadere, kısmete, nasibe ve alınyazısına!
Bugün 29.10 değil mi?
En sevdiğim, en değer verdiğim sözlerden biridir…
Kendisi himmete muhtaç dede, nerede kaldı gayrıya himmet
ede…
İnsan önce kendisi güçlü olmalıdır, özü sözü bir, birlik
ve dirlik olmalıdır ki…
Etrafına faydalı olsun.
Biliyorsun ben bilişimciyimdir…
Tanımam yasak veya engel…
İstediğim zaman istediğim yere girip çıkarım yeter ki
elektronik ortam olsun…
Ama ilkelerim vardır, inandıklarım…
Hayat felsefemi biliyorsun…
Sevgi, saygı ve güven…
Sen bilirsin sevdiceğim, sen bilirsin…
Sen bana bir adım at, ben sana on adım atayım…
Ama yok çaresi sen o adımı atacaksın…
Çok canımı yaktın kadın…
Bunu bil…
Çok canım yanıyor, kadınımmm, çok!
***
30.10.2015
Prensipler ve ilkeler üzerine
Prensip, Türkçemizde kural, norm ve standart anlamında
kullanılır…
İlke ise yukarıda belirtiğim kelimler ve anlamlarını
içerdiği gibi ayriyeten kaide anlamını taşır!
Az biraz melek, bolca şeytan…
İnsan!
Hiç hoşlanmam aptal yerine konmaktan veya aldatılmaya
çalışılmaktan…
Kim hoşlanır, kim kabul eder ki böyle bir durumu?
Ömrüm…
Hacker denilen çok özel insanlarla mücadele etmekle geçti,
bu insanlaralar o kadar özel, o kadar akıllı ve bilgili ki tanısanız
ağzınız açık kalır. Kimisiyle baş başa, kimisiyle o tek başına, biz
ekip olarak mücadele etmek durumunda kaldık.
Demek istediğim göründüğüm kadar aptal değilim. Her şeye
rağmen, az buçuk akıl kaldı bende de! Saf taraflarım var yalansız,
mesela kara Medişim bunu bilir ve son derece zekice kullanarak beni
ikide birde kandırır. Annemdir, yalnız bana değil ayni şekilde
rahmetli babama da çok oyunlar oynamıştır. Mesela, rahmetli o
zamanlar kahve sahibi, sen üşenme kalk gece yarısı adamın ellerini
ojele, gün boyu müşteriler dalga geçmişler babamla.
Veya bilmem hiç kullanmak durumunda kaldınız mı, hani
kremler vardır omuza, sırta sürülen, yakar deli gibi. Babamın beli
ağrıyormuş, o kremden sürdürmek istemiş. Annemle öncesinde kavga mı
ne etmişler yani araları limoni. Annem beline kremi sürmüş, dur
demiş daha bitmedi, sık sen koca tüpü eline, sürmüş rahmetlinin
poposuna, yanak aralarına!!!
Babam daha ne oluyor demeye kalmadan…
Can havliyle, avazı çıktığı kadar bağırarak fırla
yataktan…
Annem tabii hemen arazi, evi barkı terk etmiş sokaklara…
Bir saat kadar sonra dikkatlice eve geri dönmüş babam yok
ortalıkta, ses seda yok…
Birde oturma odasına bakmış, koymuş rahmetli koca leğeni
odanın ortasına soyunmuş çırılçıplak…
Su dolu leğene oturmuş…
Manzarayı bir gözünüzünüz önüne getirin…
J
Tam sopalık, vallahi billahi tam sopalık…
Buna benzer daha neler neler, belki bir gün yazarım,
katılırsınız gülmekten, özellikle babama yaptıklarıyla. Bana en son
oynadığı oyunda az kalsın kalp krizi geçirecektim. Nisan bir şakası,
o gün bugündür yapmaz oldu. Çok korktu. Kötü ama son derece zekice
bir şakaydı. Hınzır kadın ya, vallahi billahi hınzır.
Benimde var başımda öyle bir tane, o da tam sopalik, hak
ediyor yani…
Dur bakalım her şeyin vardır bir zamanı
J
Severim akıllı insanı, akıllı kadını…
Severim zekice hınzırlığı…
Severim işveyi, cilveyi, nazı – niyazı ama yerinde,
mahremde…
Severim saflığı, sadeliği, temizliği!
Sütten ağzı yanan çocuk yoğurdu üfleyerek yermiş…
Severim Azrail’le dans etmeyi. Ben, her Allah’ın günü
cehennemin alevleri içeresinde cayır cayır yanarken artık ateşten mi
korkarım? Severim ateş ile oynamayı!
Sevmem kapılı kapıları, engelleri…
Hiç sevmem! Her şey olmalıdır şeffaf…
Yürek ve dil ayni dili konuşmalı,
hareket ve tavırlar ise özü – sözü tamamlamalıdır…
Ateş parçası elimde…
Hınzır ve zeki ama…
Âmâsı var işte, insan kendini çok akıllı sanmamalı vardır
daima bir daha akıllısı!
Kadın olmak kolay değil bu dünyada…
Gerçekten kolay değil ama erkek olmakta kolay değil…
En azından benim anlayışımla…
Her erkeğin vardır kuralları, kaideleri…
Hayatını bu temeler üzerine kurar…
Ve erkek dahil onu sevenler, bağlı olanlar koyulan bu
kurallara uymalıdır…
Genelde insan dediğin ama özelde ve ille de erkek
olmalıdır prensip sahibi…
Olmalıdır ilkeleri, inandıkları, yaşamalıdır, yaşatmalıdır
buna göre…
Koruyucu ve kollayıcı olmalıdır, sevdiklerinin
göremediğini, düşünemediğini…
Görmelidir, düşünmelidir, sahip çıkmalıdır yaşayanına da,
ölmüşüne de…
Uymalıdır onu sevenler ona, yoktur başka çaresi!
Ve son bir hatırlatma…
Gizli saklı olmaz, olmamalıdır hayatta en azından ailem
dediklerin arasında!
*
1 Kasım
Eller birbirine kenetlenmiş, bir
daha birbirinden ayrılmamacasına… Allah artık ne kadar ömür
verdiyse, yürekler bir, tek vücut, bir bayrak altında… 1
Kasım hepimiz için yeni bir başlangıç olması umuduyla… Sevgi,
saygı ve güven ile yarınlara!
Allah, cümlemizin
yardımcısı olsun… Gördüm ana ile oğlun fotoğrafını, ne mutlu
bir tablo, Allah tüm oğulları – kızları analarına bağışlasın…
Ayırmasın seven kalpleri, ayırmasın et ile tırnağı, ayırmasın –
ayrıştırmasın bu vatan… Ve bu milleti, ezanıyla – çanıyla,
kimse bakmasın sen ondansın ben bundan… Sen şusun ben buyum
diye, kalsın geride kötü günler, kardeşliktir esas olan…
Birlikten dirlik, dirlikten güven ve huzur doğar. Anam – anan,
babam – baban… Hep kardeştik, birdik, birlik aklı, imanı ve
bilimi hakim kılan!
Yetti gayri yalanlar, dolanlar,
hırsızlıklar ve de hurafeler… Gelsin artık o günler, hasretle
- özlemle beklenenler… Olmaz – olmaz deme, neler gördü bu
gözler neler… Yeter ki sen iste, kalbini ve de aklını dinle,
hayaller… Gerçek olur yeter ki sen iste!
Not: Demin
yemek için bir şeyler almaya gittim… Sırada beklerken, bu
mevsimde uğurböceği kondu yanı başıma… Hayırdır inşallah!
***
02.11.2015
Köle ruhu
Bir insan köle ruhlu olmaya görsün, kendini feda
edercesine kullandırır…
Bunun sevgiyle, ilgiyle alakası yoktur, kişi köle ruhludur
ve efendisine kayıtsız şartsız bağlıdır…
Bizim insanımızın, başka bir değişle toplumumuzun bir
kısmada öyle…
Köle ruhlu…
Nasıl olmasın ki?
Doğruyu gösteren, söyleyen olsa bile düşünme özürlü,
bilgisiz ve bilinçsiz insanlar…
Kişilik yok kişilik, benlik yok. Kul doğmuş, kul ölecek!
Muhalefet yok…
Muhalefettin gücü yok, delegelerin kendisi köle…
Sözde liderler onun bunun maşası…
Kendi ihtiraslarının kölesi!
Köle ruhlu bir toplumuz vesselam, köle ruhlu!
***
03.11.2015
Suriye, Türkiye ve dünya
Kafam pek yerinde değil, gelişmeleri yakından takip
ediyorum ama yazmaya halim yok.
Kafa darmadağın, özel meseleler…
Sağlığımda iyileşeceğine her gün daha kötüye gidiyor.
Doktorlar nedenini biliyor ama yapabilecekleri bir şey yok. Ha
beyin, ha omurga…
Çaresiz böyle yaşamayı öğreneceğim. Schmerz terapi
dedikleri veya psikoloji…
Hadi oradan, gidin başımdan. 26 senede kendim oldum
neredeyse doktor. Neymiş efendim yatacakmışım hastaneye ilcalarımı
>>> deneyerek <<< düzene sokacaklarmışmış(!)
Benimde böyle oyunlara vaktim var!
Kendim, kendimi zaten yapmışım kobay…
Evire çevire üzerimde deniyorum. Tabii okuyarak, bilinçli
bir şekilde!
Dikkatinizi çeketimi bilmem geçenlerde Iran dahil dünyanın
ileri gelen devletleri Avusturya’da toplantı yaptı. Suriye ve Esad
görüşüldü…
Hani samimi gerçekten Suriye halkı için bir şeyler yapmaya
çalışsalar yüreğime su serpilecek ama öyle değil işte. Herkes kendi
menfaatleri peşinde. Ölen kadın, çocuk kimin umurunda?
Keza Türkiye…
Savaştan kaçan, sefaletten kaçan insanlar Tayyip’e yaradı…
Allahsız vampir, kan emici pezevenk. Şans yine yüzüne
güldü!
Bu oyunda…
Özellikle PKK ve göçmen Suriyeliler, Afganlılar…
Ve Alman parmağı(!)
Almanları yabana atmamalı (…) çünkü yine dikkatinizi çekti
mi bilmem…
Seçimlerden bir gün öncesi herif bir açıklama yaptı. O
kadar emin konuştu ki sanki seçim sonuçları daha o gün belliydi.
Tamam dedim, bu iş bitti!
Bu ne demek oluyor? Kamuoyu anketleri mi?
Sanmam…
Oyunun içinde oyun var…
Birileri kuklaların iplerini çekiyor ve istedikleri gibi
oynatıyor…
Sömürü düzenine bildik şekilde devam…
Bedelini Suriyeliler, Türkler ödesin…
Bakalım ne zamana kadar?
***
05.11.2015
Muhtar, muhtar civanım, sensin benim kurtaranım!
Bakıyorum öyle, okuyorum, izliyorum…
Herkes
şaşkın, muhalefet başkanlık koltuğunda oturan kodoşlar, yüzsüz ve
arsız…
Pişkin, pişkin oturuyorlar yerlerinde!
AKP
nasıl yine seçim kazanı?
Kardeşim, arkadaşım bundan kolay ne var?
Buda
bir tür sınav değil mi? Çalışmadığın, bilmediğin yerden sordu
hoca(!)
Devletin tüm imkânları, örtülü ödenekler senin elinde değil mi?
Topla
muhtarları…
Adamlar seçmeni bizzat tanıyor, mahallerinde, köylerinde,
semtlerinde…
Ver
tatlıyı, tuzluyu…
Adamlar temele çalışıyor, temele…
Taban
çalışması, senin gibi yüksek perdeden ötmüyorlar…
Vatanmış, milletmiş, istikbalmiş kimin umurunda, sen önce insanını
tanı…
Seçim
öncesi…
Boşuna
mi yapıldı bunca muhtarlar toplantısı?
*
Duvar
Kaç çeşit duvar var değil mi?
Bahçe
duvarı…
Evin
duvarları…
İstinat duvarı…
Dış
duvarlar, iç duvarlar, sınır duvarları…
Var
Allah var…
İnsanların kendi beyinlerinin içinde ördükleri duvarlarda var
mesela!
Duvarlar koruyucu olabilecekleri gibi ayırmak içinde kullanılır…
Duvar
dediğini…
Zaman,
yağmur, rüzgâr kısaca genelde dış etkenler yıpratır…
İnsanı
ise genelde yine insan!
Ah
şu
duvarların bir dili olsa, kim bilir neler anlatırlardı neler…
Ya
beynimizin içine ördüğümüz duvarlar?
Onlarında dili olsa anlattır mıydı acaba? Kim bilir ne öyküler
saklanır bu duvarların ardında…
Beynimizin içine dış telkinlerle örülmeye çalışılan duvarlar, değil
midir bizi, düşüncelerimizi sınırlandırmak için, özgürlüğümüzü
kısıtlamak için örülenler, örülmeye çalışanlar?
Yıkılsın şu dünyadaki kimi duvarlar, insan mahremiyetini koruyanlar
değil…
Gereksiz olanlar!
İki
nokta arasında en kısa mesafe düz olanıdır derler…
Peki,
insan neden zikzak çizer?
Şu
insan dediğin nedir Allah aşkına? Bir tarif eder misin?
Edemiyorsun değil mi? Edebilsen bile yanı başındakinin tarifi ile
senin ki uyuşmaz…
Vardır
evrensel ilkeler, vardır cihanşümul tarifler…
Yine
de her birimiz eşsiz ve tarifsiz!
Zor
insan olmakta zor, insanla olmakta zor…
Tanıdığını sandığın, onlarca yıl birlikte olduğun, bir bakmışsın…
Seni
can evinden vuran, gel de güven(!)
Daha
iki gün önce öyle bir darbe ki…
Dünya
başıma yıkıldı, atsam atamam, satsam satamam…
Ayrılsam, ayrılamam. Onlarca yıldır beraber
yaşadığımın duvarlarını görememişim.
İnsandır insana engel koyan, çelme takan…
Daha
dün bir hanım arkadaş, engele engele bitmiyor diye serzenişte
bulunmuştu…
Ne
diyeyim hanım arkadaşım, Allah insanı kötüyle karşılaştırmasın!
Art
niyettir, menfaattir dürtü…
Dürüstü…
Ara ki
bulansın, insanı, insandan olanı…
İnsanı
tanıdıkça, insan itmiştir, hapis etmiştir kendi küçük dünyama beni.
Ömrümün 26 senesini geçirdim…
Aradım, bulamadım, bulduğumu sandım, belki de ben insanlıktan
çıktım…
Belki
de…
İnsan
denileni, insandan olanı…
Öyle
yüksek duvarlarla ördüm ki kafama da…
Su
sızmaz, hava geçmez, insanı, kendimi kendi ellerimle öldürdüm…
Ben bu
dünyanın insani değilim, saflık mı – aptallık mı bilemedim!
***
06.11.2015
Perennializm
Felsefenin geneli hep ilgimi çekmiştir. Oldum olası yüzeysellik
itmiştir beni…
Hangi
konu olursa olsun…
Daima
perde arkasını görmeye, derinlemesine inmeye, konuyu anlamaya
çalışmışımdır…
Duyduğum bir müzik parçası olsun, okuduğum bir kitap, karşıma çıkan
bir insan…
Bir
kadın, din…
Özellikle insanların inandıkları, inançları. Dış görünüş, ambalajı,
uygulaması…
İlgi
alanımın dışında, anlatabilmek için anlamak gerek…
Anlamak anlamaya çalışmak benim Aşil (Akhilleus) topuğum, güvenmek –
inanmak!
Perennial felsefe, insanlığa özgü kimi ilkelerin, hakikatlerin
kültüre, topluma, insana bakmaksızın ortak olduğuna dair felsefi bir
bakış açısıdır. Ve bu bakış açısını doğrulayan nice bilimsel olarak
araştırılmış bulgular vardır. Mesela Nuh tufanı…
Kıtalar arası, arkeolojik bulgular. Belgelenmiş, kanıtlanmış.
İsimler değişebilir, mekân değişebilir ama gerçekler…
Hele
evrensel doğruluk kabul gören ilkeler insanlığa özgü ve insanlığın
ortak kabuldür!
Evrensel insan hakları, herkesin yaşamaya, okumaya, öğrenmeye hakkı
vardır mesela. Var olduğu sanılan dört Hak kitabından günümüze gelen
üçü. Özellikle Kur’an-ı Kerimi ve İncili felsefi açıdan
incelemişimdir. Dediğim gibi uygulamalar umurumda değildir çünkü yok
başımı örtmüşüm, affedersiniz kıçımı açmışımın bir önemi yoktur.
Özellikle din denilen olguya geçmişten bugüne çokça hurafeler, batıl
inançlar tüm bunlar dine karışmıştır. Üç hak dininde de bu tür
uygulama ve inançlara rastlayabilirsiniz. Hele bir konu var ki beni
çileden çıkarıyor…
Mezhepler…
Bence,
İslamiyet’te Peygamber Efendimizden sonra, dört ana akım diye tabir
edebileceğimiz mezhepler bölünmeye vesiledir…
Keza
Hristiyanlıkta üç ana kol!
Allah
bir var mı bunun ötesi?
Sünni
mezhepler mesela, ben ve ailem Hanefi mezhebine bağlıymışız!?
Bana
soran oldu mu? Veya ben kendi irademle Müslümanlığı seçebildim mi?
Midye…
En
sevdiğim deniz ürünlerinden biri. Hanefi mezhebine göre yemek caiz
değil!
Derin
konular, çok derin mevzular…
Birileri çıkacak bir şeyler atacak ortaya, bende uysal koyun gibi,
düşünmeden, sormadan, sorgulamadan ardından gideceğim öyle mi?
Mantığımın kabul etmediği, bana doyurucu ve
ikna edici deliler sunulmadıktan sonra (…)
Alevilikte Sünni mezhepler arasında ama Alevilik ülkemizde “oldum
olası” bir konu…
Sorun!?
Allah’ın kelamlarında, Allah’ın Peygamberleri vasıtasıyla
insanoğluna “söyledikleri, ilettikleri” esas olan!
*
Öf, öf, öf. Sıçtı sıvadı, öf, öf, öf
Dün akşam doktordaydım…
Hanım rahatsızdı, onu götürdüm, hadi bende seninle geleyim
dedim…
Hay demez olaydım…
Bundan bir süre önce kan vermiştim, sonuçları için
gitmedim…
Zorla köpek ava gider mi?
Benimki o hesap, yaşamak zor geliyor, istemiyorum ama
dinleyen yok…
Doktor hanımı bıraktı…
Resmen benden hesap sordu, sıçtı sıvadı, öf, öf, öf…
Ağrı ilaçlarını hep alıyorum ve reçete olarak ondan
alıyorum ama…
Diğerleri…
Kalp. Bana ne ya? Zor geliyor hayat, bana ne?
Her an şeker komasına düşebilirmişim…
Acil ilaçlar verdi, dün aksam aldım, bu sabah unuttum
J
Öyle şeker çocuk değilim aslında, tatlıyla – tuzluyla pek
işim yok…
Yani gerçekten çok yemiyorum ama kahve…
Cola…
Bakalım ne olacak?
*
Lazımdı böyle bir köpek
Allah daha beter etsin diyeceğim ama…
Henüz çok erken, bu köpek öyle bir canınızı yakmalı ki…
O kadar çok acı, o kadar çok çile çekmelisiniz ki…
Bende gönül rahatlığı ile Allah daha da beter etsin
diyeyim!
Yok manyaklaşmadım…
Tam aksine, ne zamandan beri söylediğimi aslında daha
yalın bir dile ile ifade ettim o kadar…
Bildiğin insan, sokaktaki adamın ufku…
Yaşadıklarıyla, gördüğünü sandığı, doğru olup olmadığına
bakmaksızın doğru bildikleriyle sınırlı…
Ne gerisi vardır ne berisi…
Bu yüzden yaşamalıdır, kan kusmalıdır ki…
Anlasın birliğin, cumhuriyetin, laikliğin, hak ve hukukun
değerini!
İnsanız, her şey biz insanlar için…
Hayatta kazanmakta var kaybetmekte…
Kimi zaman ayrılmak, sevdiğini, kendine ait olduğunu
sandığını yitirmek iyidir…
Özellikle beşeri ilişkilerde, sevgililere fırsat tanır bu
ayrılık, duyguları…
Düşünceleri derleyip toplamaya, diğerinin kendi
hayatındaki önemini idrak etmeye…
İyidir, üzse de, can yaksa da…
Sevgi, aşk dediğin insan omzunda yük değildir…
Ama insana bir ağırlık başlılık kazandırır, güven verir…
Kısacası güzeldir, yaşanasıdır…
Sonu
iyi olacaksa başında üzülmek iyidir, hayırlısıdır…
Önemli
olan Allah son gürlüğü versin. Ne verirse hayırlısını versin!
Zaman…
Kimi
zaman uzadıkça ayrılık koyar ortaya soğukluk…
Kısa
bir ayrılık döneminden sonra ah ne güzeldir yine birleşmek…
İnanırım…
Canı
gönülden inanırım kadere, kısmete, alın yazısına…
Demem
o ki…
Başından bilse insan değer, bilse kadir kıymet…
Boş yere
çile çekmez, gözyaşı dökmez!
Her
şey biz insanlar için…
Hayata
kazanmakta var kaybetmekte…
Ayrılmakta var birleşmekte…
Fakirlikte, zenginlikte…
Gülmekte var, ağlamakta…
Her
şey biz insanlar için!
***
***
***
|