Herifin sayesin

 

| Hinweis | Home | Impressum | Download | Son Yorum |

| bir yanlış anlama ile her şey başlamıştı | 2007 | 2008 | 2009 | 2010 |

 

11.01.2011

Diyarbakır’dan Maastricht’e

 

Yine gurbete çıktım…

İkinci vatan Almanya’dayım!

 

Bunca senedir yazar çizer, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ilke ve inkılaplarını savunurum.

İlk defa Ocak 2011’de Diyarbakır’dan sitemde misafirler ağırlama onurunu yaşıyorum.

Diyarbakırlı kardeşlerim hoş geldiniz, sefa getirdiniz!

  

İstanbul, Ankara, İzmir, Manisa, Adana, Bursa, Sivas, Mersin, Alpaslan, Kayseri, Muğla, Eskişehir, Antalya, Edirne, İzmit, Nevşehir, Beyoğlu, Trabzon, Batman, Isparta, Çanakkale, Zonguldak, Balıkesir, Urfa, Ordu, Konya, Denizli, Samsun ve Rizeli kardeşlerim sizlerde hoş geldiniz, sefa getirdiniz!

 

Moskova, Viyana, Dallas, Seattle, Frankfurt am Main, Washington, Nürnberg, Hamburg, San Diego, Pekin, Dresden, Amsterdam,  Stuttgart, Heidelberg, Sarajevo, Dortmund, Köln, Paris, Essen, Leipzig, Saint Petersburg, Chicago, Berlin, Montreal, Londra, Münih, Roma, Bremen, Maastricht, Heilbronn, Toronto, Redmond, Los Angeles, Haifa, Bonn, Uppsala, New York, Mumbai, Boston, Crawley, Cheltenham, Chelyabinsk, Houston, Seoul, Graz, Abu Dhabi, Kiev, Erbil  ve daha düzinelerce küçük kasaba ve şehirlerden, kısacası dünyanın dört bir tarafından gelen okurlarıma sağlıklı, bereketli ve huzur dolu bir yıl dilerim.

Yukarıda isimlerini saydığım şehirler on gün içersinde sanal ortamda, sanal misafirlerimin yaşadığı yerler. Hepinize ilginizden ötürü teşekkür ederim.

Mustafa Kemalin yaktığı ateşi söndüremeyecekler.

                                                                         *

2010’un ardından Türkiye izlenimlerim

 

1. Türk Silahlı Kuvvetlerini hafife alanlar

 

Sorular benden cevaplar sizden olsun. Laik Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının resmi konutu Çankaya köşküdür. Madem bu adamlar bu kadar muktedir, siyasal İslam’ın Cumhurbaşkanı neden Çankaya köşkünde ikamet edememektedir?

 

Lütfen resmi basın açıklamasını okuyun.

http://www.tccb.gov.tr/aciklamalar/252/78580/basin-aciklamasi.html

 

Soruyorum: Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1932 tarihli, tarihi Pembe Köşk’ü tadilat edemeyecek kadar bilim, ilim ve gereken maddi kaynaklardan yoksun durumda mıdır? Madem “yorgun ve bakımsız” bulunan Pembe Köşk ikametgâh olarak kullanılamayacak bir vaziyettedir, neden gereği bunca senedir yapılmıyor? Siz bu basın açıklamasında sıralanan nedenlere gerçekten inandınız mı?

Sizce bu zihniyet, inadına diğer tüm uygulamalarını da göz önünde bulundurmak şartı ile Pembe Köşkte ikamet etmek istemez mi?

 

2. Kemal Kılıçdaroğlu’na iki uyarı

 

Olan oldu!

2011’de…

Meydan doğru ve yanlışın, güzelin, lider olanın vizyonunu sıradan insanlara anlattığı divandır.

Dedikoduların değil!

Sen, sen ol…

Aklını başına devşir.

 

Mustafa Kemal Atatürk yol gösterdi…

Mustafa Kemal, Türk kadının önemini her fırsata dile getirdi…

Eğer bu seçimleri kazanmak istiyorsan…

Gönülleri fethet…

Önce Türk kadınının onayını al!

CHP kadın kolları kesinlikle yetersiz çalışıyor!

  

3. Anadolu, Kadın, Kömür ve Nohut

 

Anneannem Hamdüne hakkında daha önce de yazmıştım. Siteyi takip edenler belki hatırlayacaklardır…

Bu sene yine onu sağ salim gördüğüme sevindim. İhtiyarlar teker teker göç ediyorlar ve sıra bizlere geliyor… Allaha çok şükür elden ayaktan düşmeyen anneanneme belediye “yardım” etmiş! Anımsarsanız Ali Cengiz oyunu ile AKP belediyelerine bağlanan birçok yerleşim yeri gibi, ezelden beri CHP yurdu olan bizim köyde AKP’li oluvermişti. O da yetmiyormuş gibi adını taşıyan barajdan su alacağına, köye Terkos’dan su getiriyorlarmış. Duyduğumda ne kadar şaşırdığımı tahmin edebilirsiniz. Neyse, ilk defa basında yer alan o meşhur yardımları kendi gözümle görme fırsatı buldum. Evin avlusunda odunlar istiflenmiş. Evin bodrumunda kömürler çuval çuval… Soba gürül gürül yanıyor. Senelerdir sobaların kendine has o sıcaklığını his etmemiştim. Kalorifer çocuğuyuz tabii. Dikkatimi çekti kadıncağız ha bire odun atıyor sobaya!

 

Anneanne yeter, cehennem gibi sıcak oldu…

Piliç gibi kızardım, yeter!

 

Neyse insafa geldi, bir süre sonra sobaya odun atmaktan vazgeçti. Bir ara sordum kömürü niye kullanmıyorsun diye. Gülümsedi…

Yatacağımıza yakın kovaya kömür doldurmuş girdi odaya. Kömürleri sobaya boca ettikten sonra iyi geceler diyerek çıktı. Ertesi günü uyandığımızda, barajında getirmiş olduğu iklim değişikliği ile oda buz gibi. Soba sönmüş! Ben sabahları çok erken uyanırım. Gece kaçta yatarsam yatayım genelde erkenden ayaktayım. Hadi dedim millet uyanmadan sobayı yakayım…  

Benim bildiğim kömür, kor sonra da kül olur! Arkadaş sobadan öbek öbek taş çıkardım…

Sağ olsun anneannem yatmaya giderken, sessiz sedasız, ertesi sabah kömürü neden kullanmadığının yanıtını vermiş oldu. Yalnız bizim köye dağıtılan kömür değil, sorduğum diğer semtlerde de benzer manzaralar görülüyormuş. Dağıtılan gıda “yardımlarından” da bir örnek vermek gerekirse, bir sonra bir buçuk gün ıslatılan – saatlerce pişirilen nohut; pişmek bilmiyor!

Ancak düdüklüde, nispeten yenir duruma geliyormuş. Anadolu’nun her köşesinde düdüklü bulunur mu bilmem… İnşallah vardır!

Devam edecek…

 

 

                                                                        ***

12.01.2011

 

4. Enflasyon rakamlarına hangi “temel ihtiyaç maddelerini” temel aldıklarını gazeteler çarşaf çarşaf yazdı, tekrarlamama gerek yok. İşçi bir ailenin, işçi evladıyım. Allaha çok şükür hala orta sınıf diye tabir edilen ve gerek Türkiye’de gerekse Almanya’da gittikçe eriyen bir tabakaya mensubuz. Yani gelir gider dengesine çok dikkat etmemiz gerekiyor. Belirli bir bütçeyle izine geldim ancak…

 

Heyhat! Bu ne?

 

Almanya’da rahatlıkla bir ay geçinebileceğim para, güneş gören buz gibi avuçlarımın içinde eriyip gidiyor! Yemin ediyorum herhangi bir fuzuli harcama yapmadım. İki defa pazara çıktık, sebze meyve, çarşılardan yeğenlerime, oğluma bir iki küçük hediye – yarım elma gönül alma misali!

İnsan özlüyor tabii biraz kahvaltılık falan… Boğazda bir kaç defa çay içtik. İki çay 8 TL! Restoran’a gitmek ne mümkün, balık ekmek idare ettik! Boğazda balık ekmeğin keyfi gerçi başka oluyor ama olsun. İnsan bir aksam eşini alıp da boğazda bir kaç kadeh rakının yanında balık keyfi yapmak istemez mi? Kendi karınlarını doyurmaktan aciz bırakılan insanlarımız, eşini dostunu dahi eve davet edemiyorlar. Arkadaş enflasyon rakamları koca bir YALAN!!!

 

5. Beşiktaş bizim gibi orta halli insanların yaşadığı semt. İki sene öncesi ile kıyaslayacak olursam, önceleri Fındıkzade’de gözlemlediğim gelişmeleri orada da yaşamaya başlamışız. Yavaş, yavaş alıştıra alıştıra…      

Beşiktaş’ın yerlisine sesleniyorum aman dikkat!

    

6. Çok bağıran haklı olsaydı memleketi ramazan davulcuları yönetirdi.

 

                                                                        ***

15.01.2011

 

Sazan

 

Bizimkiler yine oltaya geldi…

Zokayı yutan sazan gibi…

Bir bu yana – bir o yana zıplayıp duruyorlar.

İçki yasaklanacak mı?

Yasaklanacaksa nasıl olacak?

Yine bir sürü entel, dantel tartışma!

Bizim “entelektüel aydınlarımız” tartışa dursun, kendi toplumlarını – siyasi rakiplerini hiç tanımadıklarını bir kez daha kanıtlamış oldular. Arkadaş önümüzde ne var?

Seçimler!

İçkiden illallah diyen kim?

Kadınlar!

Yalnız Türkiye’de değil, dünya nüfusunun büyük çoğunluğunun cinsiyeti nedir diye sorsam; yanıtınız şüphesiz ki kadınlar olacaktır. Yeşil sermaye, şeriat savaşçısı mücahitler yani kara kilitler…

Bir kez daha maharetlerini sergilemeyi başardılar. Gerçi yapmadıkları bir tek şey, beş vakit namaz ama onu da bildiğiniz gibi şeytan bırakmaz…

Kimseyi sevmek hatta saymak onun düşüncelerine katılmak zorunda değilsiniz, insanlara gösterdiğiniz saygının onların değil, kendi seviyenize işaret ettiğini asla unutmayın. Şikâyetçi hatta yıkıcı olmak kimseye fayda getirmediği gibi, insanı söz sahibiyken sözünden eder. Bu yüzdendir ki yapıcı olmak gerekir. Eliyle hırsız, diliyle edepli, sözüyle tövbekâr olanı…  

Mahcup etmek boynumuzun borcudur çünkü küskünlük, bıkkınlık kimseye yakışmaz, sakın üstünüzde taşımayın! Atatürkçü bıkmaz, korkmaz ve atamızın bizlere göstermiş olduğu çağdaşlaşmak ve akılcılık yolundan şaşmaz. Herkes kendi terazisiyle tartmaya kalktığında, iş, içinden çıkılmaz bir hal alır. Akıl birdir, ölçüde öyle! Hatta bulmak istersen, bulursun; seninde hatalarını bulurlar… Derman olmak istersen, sana da derman olan olur!

Kendini yapılan hayrın sahibi sanan…

İbadet ve hayrı bağıra çağıra yapan düzenbaza…

Tarafından bu ketumluk neden?

 

Çıkar bir kara cahil der ki:

 

Yaşam tarzınızın güvencesi benim…”

 

Bitişin arifesidir bu cümle. Sen kimsin, nesin ki…

Bu dünya koskoca Sultan Süleyman’a kalmamış! Bre kör cahil…

Sen gittikten sonra kim verecek teminatı?

                                                                        ***

18.01.2011

 

Bitti ama bende’de hal kalmadı

 

 

Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi 1923 – 2010 v2

Tam 1300 sayfa.

 

116      Klasör

1385    Dosya

32.000 Sayfadan daha fazla bilgi ve belge

6          Saate yakın, beklide daha fazla Video

400      küsur fotoğraf

 

Türkiye’de izindeyken Türkiye Cumhuriyetinin tanınmış yayın evlerinden birine Cumhuriyet Kronolojisinin bitmiş halini ve taslak bir DVD’sini sundum. DVD, yani ekler Allaha çok şükür bitti. İnanın bende’de hal kalmadı.

Günde ortalama, günlük yaşam tarzımdan hariç - düzenli bir şekilde 5 – 10 saatlik bir çalışmanın ürünü. Allahtan uykuyla pek aram yok da, yoksa imkânsızdı! Bileşim bilgisi olan, nerede ne ve nasıl arayacağını bilen bir kişi derlemiş olduğum eklere ulaşabilir. Mesele kronolojiyi hazırlamakta değil ek bilgileri derlemede…

Diyeceğim şu ki ekler bir istisna dışında yasal ve herkesin ulaşabileceği yollardan derlenmiştir. “Yasadışı” derlemelerimi tabii ki yayınlamayacağım. Burada yasadışı kelimesini tırnak içine almamın nedeni bu bilgilere yine yasal ama normalin üstünde bir bileşim bilgisine sahip olmanız gerektiğinden kaynaklanıyor. Ama şunun da altını çizmeden geçemeyeceğim;

 

Türkiye Cumhuriyetinde bileşim güvenliği eşittir sıfır!      

 

Sitemi takip edenler bilir, kendimce Sayın Deniz Baykal’ı yermesini de övmesini de bildim. Deniz Baykal’ın skandal video görüntülerini kronolojiye dâhil edip etmeme konusunda kendimle muhakemeye girdim ve dâhil etme kararı aldım; neticede kendisi Türkiye Cumhuriyetinin önemli insanlarından biri. Skandal görürlülere ilişkin iki not düşmen gerekir:

 

- F tipi örgüt lideri Fethullah Gülenin sonradan tekzip etse de “Bizim çocuklara sordum. Bizimle ilgisi yok. İktidara baksınlar” ifadesidir.   

- İnternette iki tip video mevcut. Türkiye’den “ulaşılamıyor”. Biri üç diğeri altı dakikanın üzerinde. Türkiye’deyken iki görüntüyü de defalarca izledim. O kadar amatörce hazırlanmış ve görüntü kalitesi o kadar kötü ki ancak ima yoluyla Sayın Baykal olduğunu tahmin ediyorsunuz. CHP bu görüntüleri engelleme yoluna gideceğine adam akılı bir Forenzikciye verseydi, bir ihtimal bu görüntülerin sahte olduğunu ispatlayabilirdi. Zaten bu görüntüleri yayınlama kararımda en büyük etkende bu olmuştur.   

 

Velhasıl kelam, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi 1923 – 2010 v2’yi yayın evine sunmamdaki nedene gelelim. Belgenin kendisini ilkinde olduğu gibi yine sitemden yayınlayabilirim ancak ekler, ekleri ne yapacağım?

 

4,7 GB

 

One Click Hoster benim işim değil!

                                                                        ***

19.01.2011

 

Bak yeşil, yeşil…

 

Ama mümkünse Dolar yeşili olsun!

 

Atatürkçülüğü Katletme Partisi…

Amerika’nın Kurduğu Parti.

Arap Kapitalizminin P

Doları gözde…

Avroyu kuma bilen.

Ekonomide pembe tablolar çizen…

Makyajlı, süslü ama türbanlı avrat seven.

Islaman şartı beş diyen:

Soygun…

Vurgun…

Yalan…

Talan…

Ve Fesat ile kendi kaymak tabakasını yaratan…

Recep Tayyip Erdoğan.

 

Kaymak tabakanın bereket tanrıçası…

Sihirbazların ve illüzyonistlerin piri…

Seyircinin dikkatini, sahnede görünene çekerek asıl oyunu gizleyen…

David Copperfielde, beş basan…

Başbakan!

                                                                        ***

22.01.2011

 

Cumhuriyet notları

 

Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi 1923 – 2010 v2’yi derlerken dikkatimi çekenler:

 

Hepsinden ve her şeyden önemlisi elimizden gelse, affınıza sığınarak; kıçımızdaki donu dahi Internet’e koyma eğilimimiz var, bunu öğrenmiş oldum! Arkadaş bu ne?

Çeyrek asır bileşim, ağa güvenliği, kişi ve kurumların özel bilgilerini koruma ve çok ciddi anlamda -gizlilik esaslarına dayalı bir meslek anlayışıyla şaşkınlığımı hatta dehşete düştüğümü belirmeliyim. Bu konuyu daha öncede defalarca sitemde dile getirdim. Ancak devletin resmi kurumlarının da bu denli gaflete düşeceklerini hayal bile etmemiştim! Çünkü Almanya’da bu tür bilgilere yasal yoldan ulaşmanız imkânsız! Buradan kroki sapıklarına ve iftiracılara seslenmek istiyorum. Yalan, yanlış haberler ve sözüm ona ele geçirilen krokilere hiç bir surete ihtiyaç yok! Zaten “yönetim” anlayışınıza uygun bir şekilde her şey ayan beyan ortada. Türkiye’de, İnternete girerek yasal yollardan, kısa bir aramadan sonra elde edemeyeceğiniz neredeyse hiç bir bilgi yok!    

Sitemi takip edenler bilir, özellikle Türk Hackerleri (Black-Hat) ile yakın irtibatım var. Kendim Hacker miyim? Değilim! Olsam olsam White-Hat Hackerim (!?) buda mesleğimin getirdiği bir zorunluluktan ötürüdür!

 

1.    Türk Silahlı Kuvvetleri

 

a)    Türk Silahlı Kuvvetlerinin sözde soykırıma bakış açısı ve olaylara yaklaşımı değişiyor mu?

Bu soruyu sormamın nedenleri var. Uluorta nedenlerini sıralayamayacağımı anlayışla karşılayacağınızı umarım. İnşallah değişmiyordur, inşallah yanılıyorumdur! İktidarda olanların etkisiyle, tarihi gerçekler hiç bir zaman değişmez.

b)    Dünyada düzenli bir şekilde takip ettiğim siteler vardır. Bunlardan birisi Genelkurmay Başkanlığı resmi Internet sitesidir. Tabii bu kuruma bağlı bazı siteleri de. Özellikle '''''''''''' ''''''''''' ''''''''''''''''''''' yayınladığı bazı bilgilerin kötü amaçlar için kullanılabileceğinden tedirgin oldum! Rica ediyorum gerekli güvenlik önlemleri alınsın. Bildiğiniz üzere bilgi iyi ve kötü amaçlı kullanılabilir.

c)    Yine resmi sitelerden '''''''''''' '''''''''' '''''''''''''''''''''''' hangi '''''''''''' '''''''''' '''''''''''''''''''''''' kullanıldığı, güvenlik açısından bir zafiyet teşkil etmektedir.   

d)    Tam olarak emin olmamakla birlikte sanki öyle hatırlıyorum; Genelkurmay Başkanlığının da etkisiyle Google gibi sitelerden ''''''''''' ''''''''''''''''' '''''''''''''''''''''''', görüntü vs. engellenmişti! Ancak yine gerçekten çok kısa bir araştırma sonucunda başta ''''''''''''''''''''''''' olmak üzere '''''''''''' dâhil uydu görüntülerine dahi ulaşabilmek mümkün. Gereğinin yapılması dileği ile.

e)    Karakollara, askeri tesislere saldırılar yapılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti devleti, ulusal güvenlik gerekçesiyle, başta Google olmak üzere gerekli girişimlerde bulunmalıdır.

25 senelik mesleki tecrübelerime dayanarak iddia ediyorum: Google güvenlik açısından başlı başına bir sorundur! Bireysel, kurumsal ve en nihayetine devletler için.

 

2.    Diğer resmi kurumlar

 

Başta Adalet Bakanlığı olmak üzere yukarıda saymış olduğum bazı konular diğer kurumlar için de geçerlidir.  

 

3.    Türkiye Cumhuriyetini içten fetih etmek isteyenler

 

Türkiye Cumhuriyetinde salt toplumsal bir değişim göze çarpmamaktadır. Toplumsal değer yargılarında, gerçekleri algılamada, eğitim sisteminde ve hayatın birçok allanın da his ettiğimiz yıpranma artık tarihimizi aşındırma sürecine girmiştir. Tarihi değiştirmek en azından ama gençlerimizin yoğun olarak kullandığı İnternetten faydalanarak çocuklarımızın zihinlerini bulandırmak için hazırlanan sitelere dikkatinizi çekmek istiyorum. O kadar çoklar ki, hangi birini sıralayayım?

Ancak Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi 1923 – 2010 v2’yi hazırlarken özellikle dikkatimi çeken bir siteden bazı alıntılar yapma ihtiyacı duyuyorum. Google - Türkiye’ye girdiğinizde ve Cumhuriyet Tarihi diye bir arama yaptığınızda genelde ilk sayfalarda beliren bir “tarih sitesi”;

“ADB’li diplomatların gözünden Mustafa Kemal ve İsmet İnönü”, “Lozan’ın onayı için hilafetin kaldırılması beklendi” gibi başlıklar altında neler, neler yazıyor. Mustafa, Hür Adam gibi görüntülerin ne amaçla hazırlandığı sanırım artık sır olmaktan çıkmıştır.

                                                                        ***

23.01.2011

 

Etme bulma dünyası

 

Hünkârım Sultan Recep Tayyip Erdoğan han hazretleri, hanedan-ı âliye Osman ve cümle Osmanlı mülkü sizi bekler. Büyük Ortadoğu Projesinin keskin kılıcını kuşan!

Allah mahcup etmesin bizi, Osmanlının gücünü, AKP’nin adaletini dünyaya göstermesini nasip etsin!

Allah sana, tahtına, tacına uzun ömür versin. Ben senden razıyım, inşallah rabim de razı olur.

 

Ben Erdoğan,

 

George Walker Bush’dan olma…

Graham E. Fuller’den doğma…  

1954 kışında Kasımpaşa’ya şenlik…

Doğduğu yere barış, bereket getiren…  

Ama kardeşlerine hasret!

Ölümle cenk de…

Turhan, Erbakan, Unakıtan…

Zalim ve amansız talan saldırılarına kurban veren…

İktidarını Gül acısıyla büyüten Erdoğan!

    

Ben Erdoğan,

 

Amerikalı hocalarla kırk üç yaşında derse oturan…

Dağları, zirveleri, yıldızları seven…

Rakamlarla oyun oynayan…

Kırk yaşında İstanbul da Enderun’a giren…

Rahleye bilgiyi değil şiiri koyan…  

Okudukça entelektüellerden nefret eden…  

Neden bana oy vermezler diye soru soran…

Bulduğu cevaplara ikna olmayan…

Sır olanın aşikâr kılan…

Öfkeyi hitabet sanatı sayan…

Cehaleti mücevher yapan…

Doların ve Euro’nun ışığını buluşturan…

Gördüğü ışıkta gözleri kamaşan…

Kıymetliyle kıymetsizi ilk bakışta anlayan…

Anladıklarını hiç unutmayan Erdoğan…

 

Ben Erdoğan,

 

Kırk dokuz yaşında başbakan olan…

Bugün babam George Walker Bush’dan kalan şerefli mirası devir almak için yürüyen…

Yürüdüğü her adımda adalet arayacağına söz veren…

Osmanlı İmparatorluğunun son sultanı.

 

Dün biz devşiriyorduk!

Bugün devşiriyorlar.

 

                                                                        ***

25.01.2011

 

Pentagon

 

Yanlış anlaşılmalara meyil vermemek için ufak bir düzeltme yapmam gerekiyor. Bildiğiniz üzere insanoğlunun aptallığının sınırı yoktur.

22.01.2011 tarihli yazımda bazı resmi Türk sitelerini “eleştirmiştim”. Aslında bu site yöneticilerine yönelik bir uyarıydı. Bilmem duydunuz mu, geçenlerde “koskoca” Pentagon gizli bilgileri yayınladı!?

 

Ama nasıl?

    

Tabii ki bilinçli olarak değil. Yayınladıkları evrakta gizli kalması gereken bazı bölümleri kendilerince, elektronik olarak karalamışlar! “Bizim” akıllılar bu karalama işleminden sonra derin bir OHHH çekerek ilgili evrakı PDF olarak internet üzerinden yayınlamışlar! Buraya kadar her şey normal!?

Düşünmedikleri, dikkate almadıkları bir husus Pentagon gibi ulusal güvenlik açısından son derece önemli bir kurumun, böyle basit hatalar yapabilmesiydi.  

Türkçesini bilmiyorum. Galiba pano deniliyor. Ben her ihtimale karşı İngilizcesini de yazayım da, Clipboard. Gözle görünen, karalanmış kısmın altında kalan yazı, basit karalama işlemi yapıldığında Clipboard vasıtasıyla tekrar görüntülenebiliyor!!!

 

Karalanan içerik elektronik olarak farklı içerikle tekrardan yazıldığında Clipboard etkisiz kalır! Bir deneyin, ben gereken kurumlara 22.01.2011’de dikkatimi çeken konularda, bir vatandaşlık görevi olarak, gerekli uyarılarda bulundum. Benim karaladığım kısımları işaretleyin bakalım ne olacak?

Sizi duyar gibi oluyorum: “Bu nasıl yapılır?”  

 

J

 

Meslek sırı!

Şaka bir yana vaktim olursa bir gün yazarım!           

Not: Yazımda Almanya’da imkânsız demiştim biliyor musunuz neden?

Çünkü bileşimin bazı dallarında “dört göz +” prensibinden asla taviz verilmez!   

                                                                        ***

27.01.2011

 

İstanbul’un farkında olmak

 

Bitti... bir, iki gün uğraştırdı ama sonunda bitirdim.

İstanbul da yaşayıp da İstanbul’u görmeyenler var.

Tıpkı Türkiye’de yaşayıp da Türkiye’nin farkında olmayanlar gibi.

 

Ben Tuncelili İbrahim’den olma Ayşe Sevdiye’den dogma…

Manisa’da kırk yedi yaşında devşirilen, dönme Bülent…

Adım neydi, hangi dilden ne anlama geliyordu unuttum!

Unutmak özgürlük.

Yoksa…

Bırakmıyor kalbini adını aldığın dil…

Üzerinde yürümeği öğrendiğin toprak!

 

Ben Bülent…

Manisa’da kırk yedi yaşında devşirilen, dönme Bülent…

Dönmek nasıl bir şey?

İnsan nereye döner?

Döndüğün yer neresidir?

Geriye dönmek var mıdır?

Mümkün müdür?

Yoksa kader sadece ileriyi mi gösterir!

Geldiğin, döndüğün yer orda mıdır?

Bekler mi?

Baksan görür müsün?

Kalbin dönerken pusulan mıdır?

Geçtiğin yerleri unutmadan, aynı yerlerden geçerek yine evin yolunu bulabilir misin?

Yoksa döndüğüm, değiştiğim, geldiğim dediğin her yerde ve dilde ve de dinde hala dönme misin’dir?

Dönme kabiliyet değil, zaruret midir Bülent?

 

Evet, Türkiye Cumhuriyetinin farkında olmayanlara atfedilen bu dokümanla İstanbul’u ve Türkiye’yi keşfedin.

 

Sanal Âlem

                                                                        ***

28.01.2011

 

Ben Erdoğan,

 

George Walker Bush’dan olma…

Valide sultandan Graham E. Fuller’den doğma…  

Devleti Aliye’nin otuz yedinci hünkârı…

Türk, Kürt, Sünni ve Alevi…

Müslüman, Hıristiyan ve de Yahudi…

Laik Türkiye Cumhuriyeti…

Balkanlardan, hicaz mülküne, ipek ve baharat yoluna…  

Denizlere, çöllere hüküm eden Osmanlı mülkünü ve bağnazlığını ebedi kılan mirasın yegâne sahibi!

 

Ben Erdoğan,

 

Doğudan batıya yorulmadan, usanmadan koşan monşerlerim ile…

F-Tipi polisle…

Yumurta atan örgencilere…

Aş ve iş istiysen Ahmet, Mehmet ve Ayşe’ye…  

Şark usulü, garp müfredatı - darp ile…

Sancağımı Avrupa Birliğine kadar götürmeye yeminliyim!

 

Aklanan yalan – talan ve de her daim…

Kula kul olan yandaşlarımın refahı için…

Palazlanmasına asla müsaade etmeyeceğim bağımsız adalet için yeminliyim!

 

Ayağımın değdiği her toprağa…

Yandaşlarıma huzur, güven, bereket getirmeye yeminliyim!

 

Bu menzilden kefeni giyip gelsem de…

Sağ dönmeye…

Geride bıraktığım servet ve saadeti yaşamaya yeminliyim!

                                                                         *

Aldatmak ve aldanmak bu kadar kolay mı?

 

Sekiz yıldır iktidarda olan bir hükümet, yıllardır müzminleşmiş ve TÜM TÜRKIYE tarafından bilinen bir konuya el atmamakla kalmayıp, bir de bu konuda kendi çıkarları doğrultusunda hareket ediyor.

  

29.Kasım.2009 tarihli bir habere göre:

 

Türkiye'de yargı teşkilatı daima kadro yetersizliğinden kaynaklanan sorunlarla gündeme geliyor. Hakim ve cumhuriyet savcısı açığının büyüklüğü yargı teşkilatının etkin ve makul bir sürede çalışabilmesini engelliyor. Kadro azlığı ise uzmanlaşabilme ve yargılama konusu olaylara tam olarak hakim olabilme olanaklarını ortadan kaldırıyor. Adalet Bakanlığı'nın verilerine göre Türkiye'de her 100 bin kişiye 9 hakim düşüyor. Avrupa ülkelerinde ise bu sayı 20'yi geçiyor. Ceza infaz kurumlarında toplam 116 bin 867 hükümlü ve tutuklu bulunuyor. Yargı mensuplarının baktığı yıllık dosya miktarı ve kişi başına düşen hakim ve savcı sayısı da bu ölçüyü değerlendiriyor. Avrupa Konseyi Etkin Yargı Komisyonu'nun (CEPEJ) 2008 yılında yayınlamış olduğu verilere göre 100 bin kişiye düşen hakim sayısı Almanya'da 24,5, İngiltere'de 16,6, Yunanistan'da 28,4 iken Türkiye'de 9.

Avrupa'da bir hakimin bakacağı azami iş sayısı yaklaşık 200 iken; Türkiye'de bir hakim yıllık ortalama 1078, Cumhuriyet savcısı 1417 hazırlık ve 447 ilamet dosyasına bakıyor. Türkiye'de mevcut 14 bin 694 adli ve idari yargı hakim ve Cumhuriyet savcısı kadrosundan halen 3 bin 483'ü boş bulunuyor.

 

Parlak bir Devlet planlama örneği!

                                                                        ***

29.01.2011

 

Allah rızası için bir işi de doğru yapın

 

Şüphesiz Ergenekon iftiranamesi adli yönden Türkiye Cumhuriyetinin önemli hukuk davalarından biri. Gazeteler çarşaf çarşaf iddianamelerin fotokopilerini, resim olarak, PDF formatında yayınlamışlar. Takdir edilecek bir çaba!?

 

“Okuma özürlü, keyfine düşkün ve zahmet düşmanı” kitleler, binlerce sayfayı okuyacaktır. Bunu  “kendilerini ve ufuklarını geliştirmek” namına yapacaklarını, bunun bulunmaz bir fırsat olduğunun bilincinde olacaklarına şüphem yok!

 

Arkadaş, siyasetçiler milletle dalga geçiyorlar - bari siz yapmayın!

 

İki ihtimal var, ya bilmeyerek veya nasıl yapılacağını bilmediğiniz için yapıyorsunuz ya da “WebSpace” kapasiteleriniz yeterli değil ki ikinci ihtimali düşünmek bile istemiyorum. Takdir edersiniz ki benim gibi kendisi ve bütçe imkânları küçük – kısıtlı bir insan bile çareler üretebiliyorsa, sizler bunu haydi - haydi yapmanız gerekir diye düşünüyorum. Hadi diyelim ki benim gibi “one click Hoster’lerine” karşı bir antipatiniz var (Rapidshare, Megaupload, Uploaded, Netload gibi), arkadaş başka çareler mi yok?

 

Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi 1923 – 2010 v2’yi bildiğiniz üzere bir yayınevine sunmuş bulunuyorum. Bana verilen bilgilere göre bu süreç üç ay kadar sürebiliyormuş. Mesleğim gereği her zaman birden fazla ihtimali, bunlara karşı alınacak önlemleri ve her şeyin en kötüsü demeyelim de. olumsuz olanını düşünmek ve gereken tedbirleri almak zorundayım. Diyelim ki yayınevi olumsuz bir karara vardı, ben bu bilgileri ekleriyle birlikte sizlerle paylaşmaya kesin kararlıyım!

 

Çünkü paylaşılmayan bilginin kalıcı bir değeri yoktur!

 

Neyse, biz yine gazeteci arkadaşlara ve onların webmasterlarına dönemlim. Yukarıda söz ettiğim dokümanları okuma zahmetine katlanmadınız diyelim ama bir konuda bu belgelerde araştırma yapmanız gerekti – yapamazsınız!

Yapamazsınız çünkü bunlar resim, resimde PDF formatında – ara – diyerek bir bilgiye ulaşmanız mümkün değil. Peki, ne yapmanız gerekiyor?

 

 

J

 

OCR işlemini yaptıktan sonra resmi, metne dönüştürmüş oluyorsunuz. Ancak bu zahmetli bir iş ve ne yazık ki, bir ihtimal tarayıcıdan bilgisayara geçirilen dokümanların kalitesi - bu dokümanları tarayanın bilgisi düzeyinde olsa gerek. Neyse…

 

Cumhuriyet Kronolojisi ekinde siz arayabileceksiniz!

                                                                        ***

 

30.01.2011

 

Hayat hep ileriye doğru akar fakat hayat hep geriye doğru bakılarak kavranabilir

 

Dün:

 

1993 Refah Partisi MKYK üyesi sıfatıyla Recep Bey:

 

Başkanlık sistemi bize Amerikan emperyalizminin tavsiyesi

 

Ağustos 2001’de Ümraniye’de Tayyip Bey:

 

Laik demokratik Cumhuriyet aleyhine yaptığı konuşmalarda devleti yıkmak için insanları kıyama yani ayaklanmaya çağıran konuşması TV yayınlanınca paniklemişti.

 

Bugün:

 

Erdoğan, gazetecilerin başkanlık sistemiyle ilgili sorusu üzerine:

 

Bence demokratik parlamenter sistem içerisinde halk tartışmalı, tartışılmalı. Benim halkım başkanlık sistemi nedir, bunu bilmeli. Eğer bugün Amerika bunu uyguluyorsa, nedir, nasıl bir şeydir? Dünyanın çeşitli ülkelerinde yarı başkanlık sistemi var. Nedir, ne değildir? Şimdi tabi değişik yaklaşımlar filan var. Bunlar olabilir. Ama bunun milletin tartışmasından kaçmak, çekinmek bu demokratlığa terstir. Bunu da özellikle ifade etmem lazım

 

CHP'nin "toplumsal direniş" çağrısına sert tepki gösteren Erdoğan, "Mahalle mahalle direnmek ne demek, eşkıya mısınız siz?" diye seslendi

 

CHP’nin toplumsal direniş çağrısına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan çok sert cevap geldi.

49 tesisin açılışını yapmak için gittiği Burdur’da konuyu değerlendiren Erdoğan, CHP’nin direniş çağrısını, "Mahalle mahalle direnmek ne demek, eşkıya mısınız siz? Anarşi ne zamandan beri CHP politikası oldu" sözleriyle eleştirdi.

 

Erdoğan şöyle devam etti:

Bir bildiri yayınlıyorlar. Halkı sokak sokak, mahalle mahalle direnmeye çağırıyor. Ya böyle sorumsuzluk olur mu, düşüncesizlik olur mu, böyle siyasi parti olur mu? Bu kadar milletvekili sağduyudan uzak olabilir mi? Bir genel başkan partisi, milletvekilleri üzerinde kayıtsız, ilgisiz olabilir mi? Siyasi parti değil yolgeçen hanı. Partisine sahip çıkamayan bir genel başkan Türkiye’ye ne verebilir?

 

İslamcılar öyle hızlı dönüyorlar ki, onların bu hızına bir sağ bir sol, şanzımanlı Arçelik bile yetişemiyor. Bu kadar medeniyet ve ileri demokrasi bana fazla geliyor!

                                                                         *

Biliyordum

 

Biliyordum, içimde hep böyle bir his vardı…

Yanılmamışım!

 

Benim gibi düşünen milyonlarca Atatürk milliyetçisi insan var. İlginizden ötürü hepinize teşekkür ederim. Duygu ve düşüncelerinize bir nebze tercüman olabiliyorsam ne mutlu bana. Bu siteye ilginiz beni cesaretlendiriyor, umutlarım tekrar filizlenmeye başlıyor.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yakmış olduğu o muhteşem medeniyet ve çağdaşlaşma ateşinin asla söndürülemeyeceğini, Türk ulusunun pes etmeyeceğini biliyordum. Bu ulusu yok sayan, bizi bize yabancılaştırmaya – düşman etmeye çalışanların çabalarını boşa çıkaracağımızdan emindim.      

Kürt’üyle, Türk’üyle, Ermeni’si, Laz’ı, Çerkez’iyle, Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi’siyle biz bir ulusuz!

 

Biz Türk Milletiyiz!

Ne Mutlu Türküm Diyene!

 

İster Türk, ister Kürt…

İster Yahudi, Hıristiyan veya Müslüman…

Bizler Anadolu toprağının evladıyız. Bizler Anadolu çocuğuyuz!

Biz kocaman bir aileyiz!

Bizler kardeşiz.

 

Biz ulu bir çınarın irili, ufaklı dallarıyız. Ve bu koca çınarın kökleri Anadolu topraklarının taa derinliklerine kök salmış, oradan beslenip büyüyor. Bu çınarı tarihten bu güne çok kez yakmaya, yıkmaya hatta kesmeye çalıştılar ve çalışıyorlar…

 

Ama Anadolu’nun o verimli toprağı bu çınarı her defasında besleyerek tekrar canlandırdı, canlandırıyor. Bu çınara verebildikleri yegâne zarar onun ötesinde berisindeki zayıf dallardan ibaret. Gerçi bazen bu ağıcı güçsüz düşürebildikleri de oluyor ama kurban olduğum, gözünü sevdiğiminin Anadolu toprağı, tıpkı bir ananın göğsünden fışkıran o besleyici sütün yavrusuna verdiği güç gibi, bu çınarı dimdik ayağa kaldırıyor.

 

Gurbetiyim ama Türkiye Cumhuriyetinin her köşesinden gelen insanlarla iç içe yaşıyor, konuşuyor, gülüyor ve gerekirse ağlıyorum, ağlıyoruz. Tıpkı geçen hafta hakkın rahmetine kavuşan yaşlı bir amcamızda olduğu gibi. Kürt kökenli komşumun başına bir felaket geldiğinde; geçmiş olsuna gider yardımı mı teklif ederim. O da öyle…

 

Hıristiyan komşumun Paskalya veya Noel bayramını kutlar, yunanlı dükkân komşuma sabahları hayırlı işler dilerim. Onlarda bizim bayramlarımızı unutmaz, bizlerin hal ve hatırını sorarlar!

Bu Anadolu’da yüzyıllardan beri süre gelen bir adettir. Yüce Türk milletinin Anadolu medeniyeti - görgüsüdür.

                                                                         *

Teveccühünüze teşekkür ediyorum. İnanın Ranking için yazmaktan, düşüncelerimi açıklamaktan başka hiç bir şey yapmadım.

Google Türkiye Serverlarından biri 29.01.2011 saat 10.30 suları

Google Türkiye Serverlarından bir diğeri 29.01.2011 saat 11 civarı 

 

                                                                        ***

31.01.2011

 

Recep Beyin Şeytanı

 

İki tür büyüme vardır!

Ya uzarsın…

Yada genişlersin…

 

Türkiye bunca sene ne uzadı nede genişledi.

Ya yandaşlar?

 

Recep Beyin Şeytanı

                                                                        ***

31.01.2011

 

Bana bak İngiliz, tepemi attırıp bacağına sıçtırma

 

İngiliz Televizyonu BBC Recep Beyin hayatını konu alan bir belgesel hazırlıyormuş.

İngiliz bu…

Amerikalıda gayret gösterecektir tabii!

Seçimlere kadar bu belgeseli yetiştireceklermiş.

Neden şaşırmadım acaba?

 

Öyle seçimi meçimi bekleyemem!

Arşivimden bir belgeselde ben hazırlayayım. Gecemi gündüzüme katarak, kısmetse en geç iki haftaya kadar bitter. You Tube, mu-tup anlamam. Sildiriyor, sansürlüyorlar. Kendi siteme koyarak yayınlayacağım. Oraya da mı kolları uzandı!?

 

Hiç önemli değil!

 

Wikileaks örneğinde olduğu gibi kendi web sunucumu koyarım internete. Sıkıysa mekan basıp sunucuya el koysunlar bakalım neler oluyor!!!

   

Not: Öyle salt video olmayacak tabii. Video ve iddianın kanıtı niteliğinde ulaşabildiğim belgelerle birlikte

                                                                        ***

01.02.2011

 

Sanata ve güzel olana dair

 

Biri zibidi ya öteki ne?

Türk siyaset örneklerinden midem bulandı artık!

Gelin sizinle birazda güzel olana bakalım. Ne yazık ki burada bile istendiğinde siyaset aranabilir. Nasıl mı?

Söyle - eğer Google iki haftaya kadar Türk Google’de de bu hizmeti sunmazsa eğer, yazacağım!

 

Art Project

                                                                         *

Evladım

 

Madem, hem laik hem Müslüman olunmaz!

O halde bize de şu soruyu sorma hakkı doğuyor:

Müslüman olarak, insan Hıristiyan emperyalizminin savunucusu nasıl oluyor?

Madem Avrupa Birliğine girmeyeceğimizi bile bile neden milleti aldatıyorsunuz?

Evladım bu ne iş?

                                                                         *

68 kuşağı

 

Üniversiteler üniversiteyken…

Özgür eğitim, özgür düşünce, hürriyet ve eşitlik, daha güzel bir dünya için üniversite örgencileri sözleşmişlercesine tüm dünyada sokaklara dökülürken… 

Zifiri karanlık bir zihniyet bugünlerde meyvesini vermek üzere, bu zihniyetin karanlık tohumlarını Türk yurduna serpmeye başladı. BBC’e seçim 2011 öncesi cevap niteliğinde derlediğim videoların ilkini sizlerle paylaşmak istiyorum. 

 

Menüye “iştah açmak için” AB(D)ullah Gül ile başlayalım.

 

İzleyin ve kendi kararınızı verin  

 

AB(D)ullah Gül biyografisini incelediğinizde gerçekten Exeter üniversitesinde eğitim gördüğünü okuyabilirsiniz. Ne eğitimi gördüğü hakkında bir fikrim yok ama videoda iddia edilenlerde eğer gerçeklik payı varsa bunun doğrudan vatan hainliğine gireceğinden kuşkum yok.     

Ayrıca şu konular üzerinde düşünmenizi rica ederim:

 

1. Recep Tayyip dururken AB(D)ullah Gülün cumhurbaşkanlığına getirilmesinde o zamanlar iddia edilenler sizi ikna etmiş miydi? Yoksa bunun arkasında başka nedenler aramak daha mı doğru olacaktır?

2. Başkanlık sistemi konusunda neden ikisi arasında fikir ayrılığı var?

                                                                         *

Unutmadan – unutturmadan

 

Deniz Feneri…

Darbecilerden hesap sorma…

Ve bir türlü açılamayan Açılım projeniz ne oldu?

                                                                        ***

03.02.2011

 

AKP’nin içyüzü

 

Ayrıştırmanın ne için gerektiğini izleyin

 

AKP

 

Acı gelse de bir takım gerçekler ile yüzleşmeliyiz!

Karşınızdaki insanın da düşünceleri en azından sizinki kadar önemli ve dikkate almaya değerdir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk yolunda olduğunu iddia eden bir insan, asla halkçılık ilkesinden taviz veremez. Vermeyeceğiz de, hatalar yapmış olabiliriz ama hataları telafi ederek altı ok prensibinden yola çıkarak iktidardaki bu zihniyeti, kendi deyimleri ile bertaraf edeceğiz.      

 

"Düşmanımın düşmanı dostum değildir"

 

Ama gerekirse ondan faydalanabilirim. Tıpkı bu videoyu hazırlamak için ondan faydalandığım gibi. Doğrular, gerçekler birdir! Birden fazla gerçek olamaz.

Teori aksi ispatlanmadığı müddetçe teoridir ve pratik yaşamda ancak o denli değeri olur. Tıpkı AKP’nin teorik “iktidar” başarıları gibi.

Kırk beş dakikalık bu videoyu hazırlamak için saatlerce izlediğim görüntüler zihnimi bulandırdı. Nihaiyi işlemi yapmadan önce bu videonun boyutu 1,96 GB gibi, Internet üzerinden yayınlanması neredeyse mümkün olmayan ebatlara erişti. Endişelenmenize gerek yok, 130 MB’a kadar düşürebildim!

Hafızası kuvvetli bir toplum değiliz. Onun için AKP gidiş hattını baştan alarak perde arkasındaki görüntülere kadar süren bir süreci sizler için hazırladım.

   

Not: Her ne kadar kesip, biçsem de ancak bu kadar oldu.

Milli görüşçüler filmin orijinalini hazırlarken süreçleri biraz karıştırmışlar ama bunun pekte önemi yok. Recep Tayyip zihniyeti bana ne kadar uzaksa, Erbakan zihniyeti de bana bir o kadar uzak. Ama gelişmeleri anımsamak bakımından bulabildiğim en “iyi” filmlerden biriydi.     

                                                                        ***

07.02.2011

 

Türkiye

 

İstanbul’un farkında olmayanlar tabii Türkiye’nin de farkında olamaz.

Türkiye Avrupa kültürünün beşiğidir. Bunu ben söylemiyorum!

Aksine bilimsel çalışmalar bunu bizzat ispatlıyor. Türkiye’nin birçok yüzü var ve biz bu yüzlerden ancak birkaçını ya tanıyoruz ya da tanımıyoruz. Ama eloğlu gelip, bize bizi anlatmasını biliyor. İnanın utandım!

 

Boğaz…

İstanbul boğazı hem doğal bir engel hem de bir kıtadan diğer kıtaya geçiş, binlerce yıldır değişik kültürlerin odak noktası. İstanbul boğazı iğne deliği misali eski çağlardan günümüze hem iki denizi, hem de iki kıtayı birleştiren, öte yandan Türkiye’nin kaderini günümüze kadar belirleyen bir öneme sahip. İki kıtaya yayılmış olan İstanbul metropolü dünyadaki tek örnektir. İki kıtaya yayılmış başka bir metropol yok!

Aynı zamanda kimi zaman söylenerek, kimi zaman kavga gürültü geçtiğimiz boğaz köprüleri de iki kıtayı birbirine bağlayan interkontinental köprülerdir ve biz bunun bilincinde miyiz, şüpheliyim!

Evet, boğaz köprüleri iki farklı dünyayı birbirine bağlayan unsurlardır. Yani İstanbul’dan İstanbul’a geçerken bir dünyadan öteki dünyaya da geçiş yaptığınızın farkında mısınız?

İstanbul boğazı dünyanın en tehlikeli geçişlerinden biridir. Her gün yaklaşık 150 gemi geçiş yapmaktadır. Bu rakama vapurlar, irili ufaklı tekneler dahil değildir. 

 

Bir zaman tüneline girerek yedi bin yıl geriye gidebilsek, şu anda boğazın olduğu yeri yemyeşil bir alan olarak görmemiz mümkün olacaktı. Zamanında üç kıtanın göç eden hayvanları burada buluştu ve buradan dağıldılar.

 

Mevla’m Nuh Peygamber, ailesini ve her cinsten mahlukatın çiftini korumak için emir verdiğinde…

Boğaz diye bir şey yoktu. Tüm Hak dinleri Nuh Peygamberi anlatırlar…

Peki, Boğazın oluşumu bilimsel olarak açıklanabilir mi?

Evet, bu tür bulgular var.

 

Türkiye Karadeniz’e en uzun sahile sahip ülkedir. Ve bugünkü araştırmalar bilimsel olarak ispatlamıştır ki, bugünkü deniz seviyesinin altında, yani çamurun içinde ancak 100 metresine kadar tuzlu su canlılarının kabuklarına rastlamak mümkün. Daha derinlerine gidildiğinde ise tatlı su canlılarının kabukları vardır. Üst tabakalar tuzlu su, alt tabakalarda ise tatlı su canlılarının kabukları…

 

Bilimsel açıklama: Karadeniz’in derinlilerinde nehir yataklarının varlığı tespit edilmiştir. Bunlardan biri Tuna nehir’ine aittir ancak denizde nehir yatakları yoktur, artırılan araştırmalar yedi bin senelik sahil ve bitki örtüsünün varlığını ispatlamıştır. Dolayısıyla Karadeniz eskiden bir gölmüş. Bu göl bugün bildiğimiz tüm göllerden daha büyüktü.

 

On bin sene önce buzul çağı sona ermiş, eriyen karlar deniz seviyesini yükseltmişti. Araştırmalar boğaz ile “Karadeniz” arasında doğal bir engelin olduğu kanısında. Bu engel artan su basıncına dayanamayarak yıkılmış ve bilimsel hesaplamalara göre Marmara denizi bir sene içersinde bugün bildiğimiz Boğazı doldurmuş, Karadeniz ile birleşmişti. Bu kuram bilim adamları arasında tartışmaya neden olsa da gittikçe daha kuvvetli bir ihtimal olarak kabul görmektedir.

   

Devam edecek…

                                                                        ***

10.02.2011

 

Breh, Breh , Breh

 

Cumhuriyet Tarihi Kronolojisi 1923 – 2010 v2’yi hazırlarken bile…

Bu kadar zorlanmamış, bu kadar tiksinmemiş, bu kadar iğrenmemiştim!

Toplumumuzda küçük kız çocuklarına karşı uygulananlar beni dehşete düşürmüştü ama hazırlanmakta olan BBC belgeseline yanıt anlamında hazırladığım, Recep Tayyip Erdoğan filmi beni alt üst etti.

 

Film bitti…

 

16 yaşından küçük çocukların seyretmesini kesinlikle tasvip etmiyorum!

Yetişkinlerin ruh ve akıl sağlığı zaten yeterince zorlanıyor birde çocuklarımıza kötülük etmeyelim.

Kötülük etmeyelim ama gerçeklere karşı artık gözümüzü fal taşı gibi dört açarak, evlatlarımıza hep birlikte yaşamaya değer bir gelecek hazırlarken – istisnasız – tüm sorumlulardan da hesap soralım!

Recep Tayyip Erdoğan 

18 dakikalık bu videoyu beğeneceğinizi umarım. Söz verdiğim gibi belgeleri de aşağıda bulabilirsiniz:

 

ABD'ne Ait Destek Hamulesinin Ithal/Ihraç ve Ülke Içi Nakil ve Tevziine Dair Teblig

                                                                        ***

11.02.2011

 

Beş, on, on beş…

 

Sene…

 

Hatırlamıyorum, gerçekten hatırlamıyorum ama en son YouTube’a girip bir film yüklemek istediğimde 100MB sınırını aşmış, filimi yükleyememiştim. Kızdım bir daha da denemedim.  

Sitemde aklıma gelen yeni bir proje için kapasiteye ihtiyacım var. Yer açmak zorundayım.   

Malumunuz benim gemiciklerim, pırlata başta olmak üzere kuyumcu dükkânlarım, medya veya hastane ortaklıklarım yok!

Zor geçiniyorum…

 

Şaka bir yana Almanya’da işler gerçekten çok kötüye gitmeye başladı…

Neyse konumuz bu değil, dikkatimi çeken bir hususu sizinle paylaşmak istiyorum. Türk siyaseti, eğer buna siyaset denilebilirse tabii gündemi o kadar meşgul ediyor ki…  

Dünyadaki gelişmelerden Türk medyasında tık yok gibi!

 

Neden?

 

Siz, siz olun dünyadaki gelişmeleri takip etmeye çalışın!!!

Benden söylemesi, yakında dengeler yine değişirse hiç şaşırmayın!

Adım adım…

Hazım ettire ettire…  

 

                                                                        ***

12.02.2011

 

10 milyon Atatürk Milliyetçisi

  

Yok mu?

 

Çok olduğumuzu biliyorum ama ne kadar olduğumuzu bilmiyorum!

10 milyon insan…

300 ölü…

Haftalarca süren amansız bir direniş…

Ve malum son!

 

Ben aranızda olsam inanın ölmeye razıyım, bu yolda ölüme gözüm kapalı giderim!

45 yaşına kadar ölümün soğuk yüzünü…

Sonu mutlak ölüm olanı

Üç kez yaşadım.

Mevla’m daha zamanı değil dedi!

  

Süheyl Batum’a en azından kısmen hak vermemek mümkün mü?

Kanunen hakkı ve vazifesi olduğu halde harekete geçmeyen…

Yıllarca F-Tipi sızmalara maruz…

Eli kolu bağlı gelişmeleri izlemekle kalan…

 

Ama bugün konumuz şanlı ve şerefli silahlı kuvvetlerimiz değil. Mehmet’ime itimadım sonsuz, harekete geçmiyorsa vardır bir bildiği…

Gerçi önümüzdeki günlerde fırsat bulursam, bu konuda son zamanlarda uluslararası çok önemli bir gelişmeye değinmek istiyorum ama…

  

Dün sitemde son notumu düştükten bir kaç saat sonra olanlar olmuştu. Aklıma bundan 15 – 20 sene önce tuttuğum notlardan biri geldi! Arşivimde onu aradım.

 

Eğer bu notta tutuklarım gerçekleşirse…

 

Bundan sonra özellikle Iran ve Suriye’ye dikkat edin!

Çünkü nihaiyi hedef Türkiye!

 

Atatürk milliyetçileri, ey Türk evladı…  

Hazırlıklı ve duyarlı ol!

 

İlmi yönden baktığımızda iktidardaki bu zihniyet tartışmaya açılmalıdır

 

Democracy is like a train. We shall get out when we arrive at the station we want

                                                                                    Recep Tayyip Erdoğan1

 

İnsan bilmediği için hata yapabilir!

Vahim olan insanın bile bile, göz göre göre karşısındakini aldatmasıdır!

 

Ve belgesi:

Alman der Spiegel

                                                                        ***

13.02.2011

 

Amerikano

 

PKA

AKP’nin tersi…

PKK

Doğrusu!?

 

Bir harf fark var…

Eh artık…

O kadarcık da olsun canım!

 

Neticede hedef aynı

Mustafa Kemal ve arkadaşlarının kurmuş olduğu cumhuriyeti yıkmak!

 

Biri Marksist-Leninist…

Diğeri Amerikano İslam takılıyor!

Biri ateist, diğeri ılımlı İslamcı…

Böyle tezatlar bizi bozmaz.

 

Peki, ılımlı İslamcı nasıl olunur?

Bakın burası çok hassas bir konu…

Öyle kolay iş değil bu iş…

Aman haa…

İhtisas gerekiyor!

 

Önce bir renklere bakalım…

Yeşil…

Mümkün mertebe Dolar yeşili…

 

Dolar yeşili dedikte aklıma geldi…

Oğlum sen ne yaptın?

Yakışıyor mu sana!

Bak Mübarek milyar Dolar sahibi…

Garibimle Mübarek arasında çok Dolar farkı var çok…

Garibimin daha çok yemesi lazım çok…

Öyle fırın – mırın – kırın senin dişinin kovuğunu doldurmaz…

Sonra…

Sonra, Fethullah hoca gibi sözü, özü ve de yönü…

Tayin edecek bir yiğit lazım!

Lazım ki, sen kıbleni bilesin!

Lazım ki, teşekkür edesin – destek göresin…

Kıblenin koordinatları artık 38.898275,-77.036575

 

Yaradan ile kendisi arasına…

Kimseyi sokmayanlar…

Önce Allah sonra insan ve vatan diyenler…

Bizlerin kıblesi değişmedi, değişmezde zaten.

>>> 21.42252,39.826174 <<<

                                                                        ***

14.02.2011

 

Din bezirgânı öküzler

  

Kıblesini şaşıranlar…

Sözüm size…

Belki vicdana, insafa gelirsiniz!

 

Üslubu lisan, ayniyle insan.

 

Bilirim, sözüm zaten meclisten dışarı…

Yine bilirim ki “Din bezirgânı öküz” tümcesini kimse üstüne alınmayacaktır.

Tıpkı kimsenin kıblesini şaşırmayacağı gibi…

 

Kavrama yeteneği adeta felç olmuş kamuoyunun suskun seyredişi

 

Herkes gibi beni de fazlasıyla üzmekte. Kendisi kıyama davet ederken cici olan…

Başkası aynına davet ettiğinde kaka oluyor. Ancak bilin ki, şeytan ayrıntıda gizlidir!

Gazi Mustafa Kemal’in sözlerini birlikte bir kez daha dinleyelim. Ama dinlerken güncel gelişmeleri de aklımıza getirerek…

 

Yazık, Allahın balyozu yok ki tepelerine, tepelerine insin!

 

Ve istiklal marşımız

                                                                        ***

15.02.2011

 

Kullanmasını bilirsen…

 

Çok ama çok güçlü bir silah olabilir!?

 

Bu belgeyi indirin. Nasıl kullanılacağını bilmeseniz de indirip, tekrar bulabileceğiniz bir yere kayıt edin. Bu tür bilgiler gerçekten kamuoyuna pek açık değildir ve bulmakta zorlanabilirsiniz!

 

Vaktim dolmadan, kapı çalmadan…

Nasıl kullanılacağını yazacağım!

 

Akıl tutulmasına karşı panzehir ve İrtica ile mücadele eylem planında…

Internet ortamı ile ilgili birtakım bilgiler vermiştim. GeoISPIP ile nasıl saldırı gerçekleştirebileceğinizi değil ama kendinizi nasıl gizleyebileceğinizi, saldırıların nereden geldiğini ve yasak olan sitelere yinede nasıl girebileceğinizi sizlere anlatacağım. Biz bugünden tedbirimizi alalım da…

 

Çünkü önümüzdeki seçimlerde bu zihniyet tekrar iktidara gelirse…

Esas yasakları ondan sonra hep birlikte yaşayacağız!

 

GeoISPIP

                                                                         *

 

 

Alıntı

 

ODATV Yayınladığı Bu Görüntüler Nedeniyle mi Basıldı?

 

Bu görüntüler Ergenekon Davası’nın kaderini değiştirecek

Yarbay Mustafa Dönmez, Zir Vadisi’nde bulunan askeri mühimmatın sorumlusu olarak 2 yıldan beri tutuklu. Ergenekon üyesi olmakla suçlanıyor. Dönmez bugün savunma yapmaya başlayacak.

Aşağıda Dönmez’in yargılandığı davayla ilgili olarak sizi şok edecek 3 video bulacaksınız.

 

Ancak videolardan önce bugün davada savunmaya başlayacak yarbay ile ilgili önemli bilgiler verelim…

SAKINCALI PİYADE

Yarbay Mustafa Dönmez, TSK’nın içindeki “sakıncalı piyade”lerden. 68 kuşağından gelen bir babanın çocuğu olan Dönmez, 1980’de ODTÜ’de öğrenciydi. Üniversitede sol görüşe yakın olan Dönmez, bir eylemde yaralandı. Bundan sonra okulu bıraktı. Ailesinin desteği ile Kara Harp Okulu sınavlarına girdi. Sınavda 6. oldu. Harp Okulu’na girdi ve 1985 yılında mezun oldu.

Mustafa Dönmez, muharip değildi. Karargahta görev yapıyordu. Tutuklandığında “ikmal subayı” olan Dönmez, bugüne kadar milyonlarca liralık satın alma gerçekleştirdi ve bilinen usulsüzlüğü olmadı. Aziz Nesin’den Attila İlhan’a kadar pek çok isimle tanışıklığı olan Dönmez’in kendisinin de pek çok dergi de yazısı çıktı. Dönmez’in son yazısının başlığı “Mustafa Kemal ve Tam Bağımsız Türkiye”. Dönmez’in yazdığı dergi, tutuklanmasının ardından kapatıldı.

Peki Dönmez’in başına bunların gelmesini sağlayan başka bir özelliği var mı?

TSK’DAKİ CEMAATE KARŞI

Mustafa Dönmez, orduda cemaate karşı kişiliği ile biliniyor. Cemaate mensup pek çok subayı deşifre eden Dönmez, TSK içinde mevcut yapılanmanın ev toplantıları ile örgütlendiğini ortaya çıkardı. Cemaate alternatif olarak TSK’da kültür çalışmaları yapan Dönmez’in hayatı 2009 yılının Ocak ayında önce Sapanca’daki yazlık evinde, ardından da orada bulunan bir kroki aracılığıyla Zir Vadisi’nde askeri mühimmat bulunduğu iddiasıyla değişti. Dönmez bu nedenle tutuklandı.

Şimdi size Dönmez’in adının gündeme gelmesine neden olan Zir Vadisi kazılarıyla ilgili üç görüntü izletelim…

AMERİKALILAR KURS VERDİ

İlki Zir Vadisi’nde bulunan bir mühimmat ile ilgili. Bombanın adı “datasheet” okunuşu “detaşit”. Zir Vadisi’nde bulunan malzemenin içinde çıkan bu bomba türünü Türk polisi tanımaz diyebilirsiniz. Gerçekten de polisin bu bombayı aldığı eğitimle tanıması mümkün değil. Ancak aşağıda izleyeceğiniz görüntülerde bu bombayı tanıma konusunda polisin Zir Vadisi kazısından sadece 2 gün önce Amerikalı uzmanlardan eğitim aldığını bizzat polislerin ifadesi ile izleyeceksiniz.

 


 

İnsan sormadan edemiyor. Polis iki gün önce ABD’lilerin aldığı eğitim sayesinde tanıdığı bombayı iki gün sonraki kazıda nasıl buluyor? Bu ne tesadüf. Mustafa Dönmez de kazının olduğu gün Zir Vadisi yakınlarındaki 5 ABD’li istihbaratçının ne işi olduğunu soruyor haklı olarak?

Bu kadar değil…

YOUTUBE’A BİZDEN ÖNCE KOYMA

Aşağıda izleyeceğiniz görüntülerde ise polis, Amerikalı eğitmenlerine “Abi” diye hitap ediyor. Ve içlerinden biri cep telefonuyla mühimmatın görüntülerini çekiyor. Bir diğer polis çeken polisi uyarıyor: “Youtube’a bizden önce atmayın!”
(Mühimmatlarla ilgili bir başka polis videosu haberimiz için tıklayın )





Mühimmat ile ilgili olarak ilginç bir ayrıntı verelim. Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin başına gelenlerin bir benzeri Yarbay Mustafa Dönmez’in de başına geliyor. Polisin gönderdiği belgelerde Dönmez’de bulunduğu hakkında rapor verilen 472 adet merminin, gerçekte Dönmez’de bulunmadığını Emniyet mahkemeye yazdığı yazıyla kabul ediyor. Kısacası 473 mermi “sehven” Mustafa Dönmez’de bulunuyor.

MALZEME “SIFIR”

Son görüntülerimiz ise Zir Vadisi’nde bizzat kazıların yapıldığı noktadan. Kazıya tanık olan bir binbaşı ile bir başçavuşun konuşması. İkili arasında geçen konuşmadan hem bulunan malzemenin hem de kutularının “sıfır” olduğu anlaşılıyor. 7 Ocak 2009 günü yapılan konuşmada yapılan tespit, bulunan mühimmatın henüz kar görmediği hatta hiç ıslanmadığı. Sadece bir hafta önce Ankara’da okulların kar nedeniyle tatil edildiği hatırlanırsa bu biraz garip bir durum. Buradan hareketle iki asker malzemelerin “en fazla iki günlük” olduğu sonucuna varıyor. Malzemenin üzerindeki gazetelere bakıldığında ise gazetelerin de yeni olduğu görülüyor. Binbaşı kazıyı inandırıcı bulmadığını “eski kitaplar bunlar” sözleriyle gösteriyor.





KAZILAR NEDEN GECE YAPILIYOR

Son olarak şunu söyleyelim. CMK’nın 118. Maddesi yapılan aramalar için şu kısıtı koyuyor: “(1) Konutta, işyerinde veya diğer kapalı yerlerde gece vaktinde arama yapılamaz. (2) Suçüstü veya gecikmesinde sakınca bulunan hâller ile yakalanmış veya gözaltına alınmış olup da firar eden kişi veya tutuklu veya hükümlünün tekrar yakalanması amacıyla yapılan aramalarda, birinci fıkra hükmü uygulanmaz. (CMK 118. Madde)” Bu kazılarda 2. Fıkraya dair hallerin olmadığı açıkça ortada olmasına rağmen, polis bu aramaların tamamını gece yapmayı tercih ediyor. Aramaların gündüz gözüyle yapılmasını nedense uygun bulmuyor.

Bugün savunmasını yapmaya başlayacak “sakıncalı piyade” Mustafa Dönmez, ne zaman ağzını açsa kendisine bir “polis komplosu” yapıldığını anlatıyor, TSK ve emniyette cemaat örgütlenmesine vurgu yapıyor.

Görüntülere bakınca Mustafa Dönmez’e “haksızsın” demek mümkün mü?

Barış Terkoğlu
Odatv.com

                                                                        ***

16.02.2011

 

Proje

 

Yeni bir proje üzerinde çalışıyorum…

Beğeneceğinizi sanıyorum.

Bir aksilik olmazsa yarın, öbür gün bitter.

                                                                         *

KOM

 

Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı…

Sanırım ilk etapta KOM’un bileşim suçları devreye giriyor. Bir ihtimal MIT’in ilgili bölümü!

Bileşim suçları dünyada da, Türkiye’de de artıyor. Ancak artık Türkiye’de Atatürkçü olmak çok ama çok büyük bir suç! En son Soner Yalcın…

Sayın Yalçın’ın 4 bilgisayarı!

 

Sanırım onlarca Terabyte’lık bilgi bankam…

Düzinelerce kişisel bilgisayar…

Ve yaklaşık bir düzine Server’da…

Bileşim suçları dairesinin yarısını meşgul edebilirim!

 

J

 

Saka bir yana…

Sabit diskleri şifrelemenin zamanı geldi de geçiyor!

Akıl tutulmasına karşı panzehir ve İrtica ile mücadele eylem planında…   

Yapılması gerekenleri anlatmaya çalışmıştım. Sizlerin alacağı ek önlemlerde güvenliğinizi arttıracaktır. Takdir edersiniz ki daha açık yazmam mümkün değil!

 

Şu kadarını söyleyebilirim dünyada ne bileşim şubeleri nede istihbarat teşkilatları, hangi şifreleme yöntemlerini etkisizleştirdiklerini açıklamayacaklardır!!!

Aranızdaki bileşimciler daha doğrusu forensik’ciler bilir…

Bu bir nevi satranç oyunu…

Zekâ ve strateji…

Hamleye karşı hamle…

 

J

   

Aşağıdaki videoyu İngilizceniz varsa izleyin ve almanız gereken tedbirler üzerinde düşünün. Bu çalışmayı yapanlar Princeton Üniversitesinin bilim adamları.

                                                                          *

Sanal meydan

 

Bana beyhude saldırmaya uğraşma…

Ben çalıştım mı piyasanın en iyileriyle çalışırım

Bu bir!

 

Az çok bilgiişlemden anlarım…

Buda iki!

 

Sen değil…

Ağabeylerinin abisi gelsin…

Gelsin ki birlikte güreşelim…

Buda bir nevi er meydanı…

Kaba kuvvetin değil…

Bilginin ve stratejik derinliğin galip geldiği sanal meydan!  

                                                                        ***

17.02.2011

 

Ya istiklal, ya ölüm

 

İşte, gerçek kurtuluş isteyenlerin parolası bu olacaktır!

 

Nutuk, Türkçesiyle Söylev!

Okudunuz mu?

Birçoğumuzun okumadığına eminim!

 

Okumayı sevmediğimiz için MP3’ünü çıkardılar…

Olmadı görüntülü sürümlerini…

Etkileşimli CD’lerini…

 

Parasızlığın gözü kör olsun!

İstedik de alamadık!?

Internet sağ olsun…

Bazılarımız İnternete koydu…

Emeğe saygı şöyle dursun…

Telif hakkı, hak getire…

 

Bunların “hiç biri önemli değil” de…

Biliyor musunuz neye kafam bozuluyor…

Madem bir işi yapıyoruz…

Neden doğru yapmıyoruz?

 

Yok, 75 dakika izledin yarım saat bekle…

Yok, bilmem kaçıncı bölümü izledin devamı için ya tıkla…

Yada devamını ara…

 

Telif sahibi kim bilmiyorum…

Beni mazur görsün…

Yaptığım yegâne işlem, videoları tek parça haline getirmekten ibaret…

Copyright’ımı zaten koymadım, koymamda…

Emeğim, arama ve birleştirme…

Amacım, milletime hizmet!

Bilgilendirmek, “doğruları göstermekte” bir hizmettir!

 

Beni Face’de…

Beni Twitter’de…

Beni Youtube’da…

Beni WhoIs’lerle arama…

Hesaplarım var ama çoğunu kullanmıyorum.

 

Ne takma ad…

Nede çakma adres!

Adım Önder…

Soyadım Gürbüz…

Açık adresim ve iletişim…

Sorun değil, ulu orta!

Neysem oyum.

 

Arayacaksan eğer…

Beni sitemde ara!

Fikirleri çatıştıralım…

Doğruları birlikte bulalım.

Ben senin düşmanın…

Dinsiz, imansız değilim,

Hele kafatası sapığı hiç değilim.

 

Yaptığım, yazdığım suç olamaz…

Düşünceler hür…

Ahlak kurallarına…

Ve genel kabul gören toplum inanışlarına,

Fazlasıyla aykırı düşmediği sürece…

Ne kadar zifiri karanlıkta olsa…

Kabulümdür…

Bilirim, bir anlık dahi…

Aydınlatır kıvılcımın ışığı gecenin karanlığını…

Uzaklardan görülür karanlıkta küçücük bir ışık…

Ve her gecenin ardından doğar güneş yeniden.  

Nerede görülmüş karanlığın daimi zaferi…

Aydınlıktır düşünce ve emellerimiz!

Atatürk’ün evlatlarıyız…

Osman’dır dedemizin adı…

 

Kabul etmeyiz bağnazlığı ve tembelliği…

Din bizim gözümüzde…

Yaradan ve kul arasındadır…

Özeldir, mahremdir…

Onun için vurmayız dışa!

 

Ben Osman’a düşman değilim…

Hem nasıl düşman olurum ki?

Değil midir bu aslını inkâr etmek?

Bizlerinde yanlışı olmuştur elbet…

Ama iddia ederim, kanıtlarım…

Osman’ın evlatları gerçekten çok büyük yanlışlar yapmıştır…

Eminim, bizlerde yanlışlarımızdan gereken dersleri çıkardık!

 

Allah, Allah – yallah, yallah değildir amacımız…

Yanlışa sarılmak, tutunmak…

Hem Allah katında, hem de kul kapısında…

Doğrumudur sence?

 

Hazreti Mevlana’nın deyimi ile:

Gel, Gel, ne olursan ol, gel!

İster Türk, ister Kürt, ister Ermeni ol, gel!

Gel, iman dolu bir göğsün varsa…

Gel, Atatürk sevgi ve saygısı yüreğini ısıtıyorsa…

Gel, milletini ve vatanını seviyorsan…

Gel, bu ulusa inanıyorsan…

Gel…

Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir.

Kim olursan ol, gel! 

 

 

Derlediğim ya da hazırladığım videoları izlemek istiyorsan…

Tek parça olarak buradan izleyebilirsin.

 

http://www.gurbuz.net/Turk/YouTube

 

Nutuk “belgeselini”  iki bölüme ayırmak zorunda kaldım.

Only Two - Part
 Tam 27 saat!!!

 

 

                                                                        ***

18.02.2011

 

Anlamıyoruz…

 

Basın özgürlüğü…

Amerikalı elçi konuya parmak bastı!

Beşir Atalay açıklama yaptı:

“Basın, Amerika’dan daha özgür”

 

Osman Baydemir ne demişti?

Hah, şimdi hatırladım; Ha …tir!

                                                                        ***

19.02.2011

 

Acemi

 

At etti…

Eşek etti…

Sattın!

Yediler…

Hatta bu yüzden tutuklanmışsın bile!

 

ABD dışişleri bakanlığı…

Dünyanın en güçlü devletinin çok önemli bir bakanlığı

Kalkıp Türkiye Cumhuriyeti gibi jeostratejik bir öneme sahip ülkeye…

Acemi elçi gönderecek!

Bak (…)!?

Bak, bak!

Sonra kalkıp bu dışişleri bakanlığı “elçimizin sözlerinin arkasındayız” diye açıklama yapacak…

Sende kalkıp “acemi elçi” diyeceksin!

Millette bunu yiyecek!?

Yerse tabii…

                                                                        ***

20.02.2011

 

YYD 

 

Yalaka…

Yandaş…

Dalkavuk…

 

Sağlık bakanlığı açıkladı, Türkiye şişmanlıyormuş!?

Hiç şaşırmadım!

Hatta inanırım…

Çünkü Türkiye’nin yaklaşık yarısı Recepozite hastalığına yakalandı!

Bir Megalomanyak…

Taktı milleti peşine koşturuyor…

Ama nereye?

    

Geçenlerde bir alman siyasetçi, Türkiye’nin eski Osmanlının şaşalı günlerine doğru hızla yol almakta olduğunu zırvalayacak kadar kendinden geçmişti. Sizin hiç aklınız alıyor mu buna AB(D)’nin müsaade edebileceğine? Maksat bir kaşık bal…

Neyse…   

 

Zat-ı şahane, içinde bulundukları güçlükler dolayısıyla zor durumda!

Biz buna odaklanarak teşkilatlı bir şekilde, milletimize yönelmemiz; insanlarımıza gerçekleri anlatmamız, göstermemiz lazım.

 

Dünkü “Vardiya Bizde” alman basınında yer aldı!

Ve ben, bu Vardiya değişikliğini canı gönülden desteklediğimi buradan açıklıyorum.

                                                                        ***

21.02.2011

 

Tanı

 

Dünkü yazımda Recepozite türevini kullanmıştım.

Araştırdım gerçektende benden önce bu türevi kullanan olmamış, en azından ben bulamadım. Onun için kendimi bu yeni kelimenin sanal babası sayıyorum!

Madem sanal babasıyım, tanısını da koymak bana düşer. Recepozite; Recep ve Obezite kelimelerinin birleşiminden oluşan ve bir tür ağır ve amansız hastalığı tanımlayan bir kelimedir.

 

Hastalığın tanısı ve tedavi yöntemlerine geçmeden önce, dünya ve ülkemizdeki duruma bakmamız faydalı olacaktır. Ülkemizde bu hastalığın belirtileri ilk defa 1970li yıllarda İstanbul’da görülmeye başlandığının bilinmesinde fayda var diye düşünüyorum. Yani bu “salgın” hastalık dünden - bugüne Türkiye’yi etkisi altına almamıştır. Salgın kelimesini tırnak içine almamın sebebini daha sonra irdeleyeceğiz. Recepozite, ilk defa ambivalenz vakası Recep Tayyip Erdoğan isminde bir şahısta görülmüş olup, yavaş ama amansız bir şekilde – müsait ortamda – yayılmaya başlamıştır. Ülkemizde, bu “salgın” hastalığın ilk farkına varanlarından biri olan Prof. Dr. Necmettin Erbakan tüm müdahalelere rağmen bu hastalığın önüne geçememiş, hastalığı kontrol altına almak için hastaya Bülent Arınç’itus isimli aşıyı uygulamıştır. Bu aşı, ülkemizde hastalığın yayılmasında frenleyici bir görev almakla birlikte süreç içersinde etkisini yitirmiştir. Şimdi dünya genelindeki duruma birlikte bakalım;  Bu tıbbi durum kapitalizmin - yani eski adı ile G7 yeni adı ile G8 ülkelerinin - yenidünya düzeni diye ifade ettikleri bir tür ideolojik virüs olan ve kendi ülkelerinden yola çıkarak pandemi halinde dünyaya yayılması durumudur. Coğrafi açıdan bakıldığında bu pandemi ile Büyük Ortadoğu Projesi denilen bakterinin mutasyona uğraması ile genelde Ortadoğu, özelde Türkiye üzerindeki etkisi, kelimenin tam anlamıyla feci olmuştur. 

 

Hastalığın tanısı:

 

Recepozite, tıbbi açıdan ender görülen bir vakadır. Ender görüldüğü için yetkililer tarafından çok ama çok geç tanınır. Bu durum maalesef pandeminin yayılmasında en büyük etkendir. Zamanında gerekli müdahalelerin yapılmaması durumlarında, çok büyük oranda can ve mal kaybına sebebiyet verebilir. Söyle ki; bu mutasyona uğramış ve GDO’su G8 tarafından değiştirilmiş bakteri türünün etken maddesi Kapitalizm olduğu için, genelde bu hastalığa yakalanan ülkelerde önceleri mal kaybı, sonraki aşamalarında yüksek derecede sömürü, hastalığın son safhalarına gelindiğinde can kayıpları görülebilmektedir. Diğer çok önemli bir özelliği de bu hastalığa yakalanan halk kitlelerinin, mal kaybın da etkili olan özelleştirme virüsünün; yerli ve yurtdışı virüslerle birleşmesi ve ülkede sömürü ateşinin yükselmesine bağlı olarak halkta ileri derecede melankolik bir durum yaratmasıdır.

 

Hastalığın tedavi yöntemleri:

 

Öncelikli önlem olarak insanları bilinçlendirilmenin yolları aranmalıdır. 

Teşkilatlı ve geniş kapsamlı bir şekilde, ivedilikle halka milliyetçilik aşısı uygulanmalı.

Teşkilatların başındaki sorumlular “mahalle karısı” edalarından vazgeçip, sorumluluk duygusu içersinde hareket etmelidir.   

 

                                                                        ***

24.02.2011

 

Ne mutlu…

 

Ülkede üç beş domuz sürüsü,

Tutturmuş bir “Büyük Ortadoğu Projesi” türküsü,

Eline almış bayrak diye yüce İslam ülküsü,

Satsan bu herifleri beş para etmez ne dirisi ne de ölüsü!

 

Soyu soysuz olan sensin, vatan senin neyine?

İtle İtlik yapıp, kafa tutma bu milleti millet edene,

Anlasa dediğimi sokaktaki köpek ağlar haline,

Duy ulan soysuz,

Ne mutlu Türküm diyene!

                                                                         *

Proje bitti

 

Yanılmışım!

Küçümsemişim…

Özür dilerim.

Bir - iki günlük iş değilmiş…

Olsun!

 

Hayata hiçbir şeyi, hiç kimseyi küçümsemeyeceksin, ama hiçbir şeyi – hiç kimseyi gereğinden fazlada gözünde de büyütmeyeceksin. Bildiğim halde, zaman zaman düştüğüm hatalardan…

 

Yukarıdaki YouTube videosundan, Nutuk diğer adı ile Söylev’in mp3’ünü çıkardım…

Amaç bu mp3’leri Cumhuriyet Tarihi Kronolojisi 1923 – 2010 v2’ye dâhil etmekti. Yarına Proje notları…

 

Gazi Mustafa Kemal Atatürk neden Nutuk’u kaleme alma ihtiyacı duydu?

Bu konuyu hiç düşündünüz mü?

Günümüzde Nutuk’tan nasıl faydalanabiliriz?

                                                                        ***

25.02.2011

 

Yerim sizin bileşimciliğinizi

 

Aslında bugün konu Nutuk olacaktı…

 

Yılmaz Özdil yazdı…

Papağan gibi birçok site tekrarladı!

 

İtiraf etmeliyim ki Türkiye’deki bileşimci meslektaşlarım işlerini yapmış…

Beni biraz zorladılar!

 

Ama…

 

İstersem bulurum!

Gerçi haber duyulunca müşavirlikler.gov.tr’de de silmişler ama…

İşlerini doğru yapsalardı, istesem de bulamazdım!?

 

Haberin aslı:

 

Müsterih olun!


“Türkiye farkı...”
“İşte bu kadar!”

“Dütkdu05nyaj13k9y bipr2lrdze molai0haycm2rebranp0i2dj.”cj49hl

*tkdu05

Nedtkdu05ir j13k9ybu?pr2lrd
Yantkdu05daşj13k9y mepr2lrddyamolai0 cm2reb
mantkdu05şetj13k9ylerpr2lrdi.molai0

*tkdu05

Libtkdu05ya’j13k9ydakpr2lrdi vmolai0atacm2rebndap0i2djşlacj49hlrım3064imızıst8484 tek3b26kreytmly1mağıb4l532ndakn053un km0lpnjıl b8eiwbçekteyp2eer whe6sbgibkf65izi kjhdgjhurtl02yo8armabyzsyışıj08r3ez, f4hii2şööeuiu9kylepdoww6 şauo4zwthanpuklzre diwkekeevlokem5uetmft3y4jişidk4mk6z, hjcjlaböö28rulaöyl85barme mdcmg4yuhtuoo2sheşewt0g8km hbvdlujükütk2lv1mety3d4spmişt8p4mmiz z9jo06fila6z35pan.8n4tgp.. 1fisiz
Onutkdu05n mj13k9yanşpr2lrdetlmolai0ericm2reb.p0i2dj

*tkdu05

Şimtkdu05di j13k9ybakpr2lrdın.molai0..cm2reb
Birtkdu05 mej13k9yktupr2lrdp, molai0okucm2rebyunp0i2djcj49hltfe3064imn.st8484

*tkdu05

“Çotkdu05k sj13k9yaygpr2lrdıdemolai0ğercm2reb bap0i2djkancj49hl!3064im
Anktkdu05araj13k9y’dapr2lrd yemolai0rlecm2rebşikp0i2dj 25cj49hl3064imyükst8484elçk3b26ki, tmly1mbenb4l532im kn053urefm0lpnjakab8eiwbtimteyp2ede,whe6sb bakf65izkanjhdgjhlığl02yo8ınıabyzsyz tj08r3earaf4hii2fıneuiu9kdanpdoww6 oruo4zwtganpuklzrizeiwkeke edokem5uileft3y4jn ödk4mk6zelhjcjla28rulaak 85barmiledcmg4y Eruoo2shzurwt0g8kum’bvdlujdaktk2lv1i Uy3d4spnivt8p4mmersz9jo06iada6z35pe a8n4tgpçıl1fisizışıolskpana futtlgkata0ud20ıldtdh8peık.htv4n2 Anego1jgkaryvhyi1a’drpniskan k4v2bugecwuwuf5ikm2fjpw0elie2a0kp hahbfrprvalis13cvandgvdl0vık.n8uoww Pi4mud2fstibzy6s5n tmayokdemiwczw19zledb843snmef2ybupsi d0rnbciçizrhuvkn hdr20w4avaaipursda 62jmldyargva6tkım 6lrrb0saae1fpdmt ttf1auuur rpjogsattv518ceık.fyz5c0 Bi0duknbzi ushvmustao48fngda jbcsb5götlv3bieüresmlokccek3yb3lm olfib12fan tlog1vototdnv4ybüsfv5k1v, bi2uwdhellcm5irti k9p6a6pi, p1rssoErznymg0nurulz9phjm’u526pe2n y09yb0fabagycclgncı4w8teusıy3kpam3dı,1mrinr zit4yh6bra 2p8owayolh9w20ju uydrpknzatla3ukatı,lat4cs Ba56ya6kşbalzil42kanorj9ut’ınjczuhr das88ynmvetodjy8oineobcnad ka56iorftılwv4abfama50idindığyh8ae4ımıwafiz3z gzu048hibienbr6k, a93mvatçıla0f1asış mirmjotör6kcgo6enicri4cnne nsnbg8de iwzylnyetw6cfslişenepzkwmed8o9dweik.zl9dkk Stjibkyeadameiujg ge5yi3kllincpuka4ce,dkdldu ye5b56r4r aink13ryrıing2r4lma1nhlcfdığ166gcsınıah6b4c9am5u3rdü43l9dmk, u5eiickalfznmj8abaopsjkrlığeausjzın 5dwl90ortclyf2fasın3dmnana 9t31nebıre83j5oakı1599dcldıc1eku4k, nt94bwhiçbf55e2bir2v365llrbmdyven31m169likopnf5g kocn5hcrntrygygltolüuufkg4ne lwu4z1tab08kh9ci tl1i4rlutun4nd6jlmavczliryan51ki9v kaz5ggkklabvsok8calıbfncinklarcsoar bi209ub6rli9b39hcktepjdgik, mst9nblüca95nybsdel6amrv2e eu4jifjder95crsnek,m2f2d1 sty88ouwadau5k5jv gi23d0dprdi2g3tdnk, a8r300uzabrrc03k bh9bcomir eeuhw2köşec346leyejl42tr otv9yzzourddi86d6uk,g93g09 himwtu5wçbiu4b3nzr yhv9fb1etk35jb3vilig1yaul bieedk5kzimyvimngle fp2zl0tema6cse4as 3561mtkurzdz1mumadotzku1ığıd1o69y gisssantbi,betdal 3.s9wy6i5 sp5l8z5aatu1bb30 suc08rw9 biof08atle snn481verekftfeilm88t599edirtrcbo. Db92cycönügu4n6kş ivfg32nçinymp8nf kaz4krf1rga99k8tmşay5wh4zvla itil21otoskejjbbüsebsja5e b2358egind6potguik,vu5fhf otzgda9uobüslcbbfs ş1hwrojofö5aiwo2odeab8büytmzh6zükebglyo1lçiui0br8lerpicmpkin j832zltamafvfcbam jg02gholu53eahzp ov6a45ulma36yuawdığlkgmr9ına8gm5kf bac1iza9kmapmazo2danpc0pvi han3vdparekjv9jn6et skrhruetm1ts8e9eye1kylom ka35ups3lkt5ln2nzı, e8p2undışg8uoldard48rvrsa kt9jj39alabwkijanlavd8zr2r oj2e8ywlduw4ws0l, zgauz65or jaeenpdur0ne2oddur99rdebuldbjzw98u. o52aa3Özei200kfl uevsnjrçağly1lgaa g0jda6heldweiffaik,ety10i orkg6zc4adatg9jceki u9uzf0perz9cd6asonevihvneliwon2kln e3b3ulklin5wvw80de d2uh0wbiz0okaibe aigyzzpit pm8dfzolm35vsbmayan1wd8pn, pokyrobaşz9f6aaka i63wfwisidl1fzumlebu1528re 32j0jmaitcu032o bilfwf48nişkmsdy9 kabb3aflrtlcsy3ikarı5nkzfy vaouc8hlrdıinfcbi. Hclcyk6içbigj9w2ir 3bg4kmbagoa9g2waj,wsafpojz23bdven59grlzlik0vpdwk vezkskcwya 5uhkbnisimg13csm k8vjsg0ont4pdt8lrol5bnh2oü ybgsvj2apıurgsoplmalbog1sdan23nd0j, bygrbwdinipotr0eş ky3d4ozarthhugv9ı b8dzwpuiletkjns5 isp3k55rtenhmcobtmedg9gevnen,5z3a82 iso1evksteyemocgfen 5acbddher9wmthfkeswce0rd adtk4ewnetas54u6e yabaejrnrışun08m2ırceifjevasıfpkwacna m1viw0uçarhh2a3ğa 46u55wbin2im8f9di.ty06gh Ha1ku61ctta5fjowr, T8ma3brBMMjag3d6 Bafu5k34şkaf29uobb0te0pda 8piyd1büy15ipvvükeb4lf0nlçiml9p52ler0m1ztuin ww6y3löze6nwscdl u5lrh9jçağcbdmusınawpzjgn bio3llj1nenped9r3lerfz3nmh arsb8e4uasızfc0msnda6no3a1ydıj2bzur. Uzh44ntçaği2j5wsın vs36jpiçijj4wgvndebvjrym 1.gp53rv5 snb869yaatlacmgf, pthocunistdhsg9zte 3l5811bek3lnw9dledaycslbik.urmfbub402v5

*tkdu05

Kimtkdu05 buj13k9y?pr2lrd
Heitkdu05demj13k9yaripr2lrda Gmolai0ürecm2rebr.p0i2dj
Avutkdu05stuj13k9yryapr2lrdmolai0yükcm2rebelçp0i2djisicj49hl.3064im
Su tkdu05gibj13k9yi Tpr2lrdürkmolai0çe cm2rebkonp0i2djuşucj49hlr.3064im
“Mitkdu05llij13k9y gepr2lrdlinmolai0cm2rebimitkdu05zdij13k9yr.pr2lrd
Eşitkdu05j13k9yrk.pr2lrd

*tkdu05

Sontkdu05unaj13k9y pr2lrd“üntkdu05lemj13k9ypr2lrdkoytkdu05araj13k9yk pr2lrd“çotkdu05k sj13k9yaygpr2lrdıdemolai0ğercm2rebp0i2dj hitkdu05tabj13k9yıylpr2lrda rmolai0esmcm2rebi mp0i2djektcj49hlup 3064imyazst8484dığk3b26kı ktmly1mişib4l532 iskn053ue, m0lpnjTürb8eiwbkiyteyp2ee Cwhe6sbumhkf65izurijhdgjhyetl02yo8i abyzsy
Devtkdu05letj13k9yi’npr2lrdin molai0devcm2rebletp0i2dj bacj49hlkan3064imı.st8484

*tkdu05

Yantkdu05i?j13k9y

*tkdu05

Miltkdu05li j13k9ygelpr2lrdinimolai0mizcm2reb, zp0i2djaricj49hlf b3064imir st8484dipk3b26klomtmly1mat b4l532oldkn053uuğum0lpnjb8eiwbin teyp2ewhe6sbYuhtkdu05 bej13k9y kapr2lrdrdemolai0şimcm2reb!” p0i2djdiytkdu05emij13k9yyorpr2lrd...molai0 cm2reb

“Dotkdu05st j13k9yacıpr2lrdmolai0ylecm2rebr” p0i2djmistkdu05alij13k9y pr2lrd“Öntkdu05görj13k9yü vpr2lrde omolai0rgacm2rebnizp0i2djasycj49hlon 3064imrezst8484alek3b26ktistmly1minib4l532z”kn053u ditkdu05yorj13k9y. pr2lrd

*tkdu05

Ve,tkdu05 Avj13k9yustpr2lrdurymolai0a Acm2rebnkap0i2djra cj49hlBüy3064imükest8484lçik3b26ksi’tmly1mninb4l532 bukn053u mem0lpnjktub8eiwbbu teyp2eyazwhe6sbmaskf65izındjhdgjhan l02yo8taaabyzsya bj08r3eir f4hii2ay euiu9köncpdoww6e, uo4zwtAvupuklzrstuiwkekeryaokem5uft3y4jşişdk4mk6lerhjcjlai B28rulaaka85barmnlıdcmg4yğı,uoo2sh Liwt0g8kbyabvdluj’datk2lv1 yay3d4spşayt8p4mman,z9jo06 ara6z35pala8n4tgprın1fisizda olskpaçiffuttlgte a0ud20vattdh8peandhtv4n2ego1jgTüryvhyi1klerpniskrink4v2bu dewuwuf5 bu2fjpw0lune2a0kpduğhbfrpru tis13cvüm gvdl0vvatn8uowwand4mud2faşlbzy6s5arımayokdna wczw19mekdb843stupf2ybupd0rnbcndezrhuvkriydr20w4or.aipurs.. 62jmld“Kadhjg6irışku1doyıklvrpkljık clvwyhçık1br951ars6a6uf5a, 5d90cnşun2ds81tlars8fn5rı şbzvdw2unl68mgtgarıjy1ccb ya8k1pdrpacfkfooeaksgffb56ınıu99eiuz, algf54şu n98ve4şu 2lned4numss2yr0ara94s596larvv6w6eı awycaukrayu526dkaca4fls6mksı64cv0nnızc9wsna, şyol9ryu ş9sew9zu n1echn9oktf2mitsalacvumygrda5hmm4e Tr2krdpyabl2sshlwus nyn0fhElçt8i8scilie3m3wkğimtnahy1iz’k9maffin 93ki9nşu hbpdclşu ufe8uiyetj90lg8kilg2zmjkilehgb3tyri gt3c6milevcfcsd buuwgrjrluşl3nfwracavtcwtfksı68rp1znızo4do0efgh6rvdiydhjg6ior.ku1doy Davrpkljha clvwyhMıs1br951ır 6a6uf5pat5d90cnlam2ds81tamıs8fn5rş, bzvdw2Tun68mgtgus’jy1ccbta 8k1pdrbilfkfooee çgffb56ıt u99eiuyokalgf54kenn98ve4...2lned4 ss2yr0“Lidhjg6ibyaku1doy’davrpklj kaclvwyhrış1br951ıkl6a6uf5ığı5d90cnn 2ds81t
elidhjg6i kuku1doylağvrpkljındclvwyha, 1br951hab6a6uf5eri5d90cnniz2ds81t ols8fn5rsunbzvdw2, p68mgtgozijy1ccbsyo8k1pdrn afkfooelıngffb56u99eiu
diydhjg6ior.ku1doy

*dhjg6i

Sondhjg6ira?ku1doy
Tundhjg6ius ku1doyyanvrpkljıyoclvwyhr.1br951
Mısdhjg6iır ku1doypatvrpkljlıyclvwyhor.1br951

*dhjg6i

15 dhjg6iŞubku1doyat’vrpkljta,clvwyh Li1br951bya6a6uf5’nı5d90cnn k2ds81tarıs8fn5rşmabzvdw2sın68mgtga sjy1ccbade8k1pdrce fkfooe48 gffb56saau99eiut kalgf54alan98ve4, T2lned4ürkss2yr0iye94s596 Cuvv6w6emhuwycaukriyu526dketi4fls6m’ni64cv0nn Tc9wsnarabyol9rylus9sew9z1echn9yükf2mitselçcvumygili5hmm4eği,2krdpy re2sshlwsminyn0fh int8i8sctere3m3wknettnahy1 sik9mafftes93ki9nindhbpdcle,ufe8ui “Ldhjg6iibyku1doya’dvrpklja yclvwyhaşa1br951yan6a6uf5 va5d90cntan2ds81tdaşs8fn5rlarbzvdw2ımı68mgtgza”jy1ccb badhjg6işlıku1doyğıyvrpkljla clvwyhduy1br951uru6a6uf5 ya5d90cnyın2ds81tlıys8fn5ror.bzvdw2 Ay68mgtgnenjy1ccb ak8k1pdrtarfkfooeıyogffb56rumu99eiu...algf54

*dhjg6i

“Büdhjg6iyükku1doyelçvrpkljiliclvwyhğim1br951iz 6a6uf5ile5d90cn te2ds81tmass8fn5ra gbzvdw2eçe68mgtgn bjy1ccbazı8k1pdr vafkfooetangffb56daşu99eiularalgf54ımın98ve4z, 2lned4bazss2yr0ı M94s596ağrvv6w6eib wycaukülku526dkele4fls6mrin64cv0nde c9wsnayaşyol9ryana9sew9zn o1echn9layf2mitslarcvumyg so5hmm4enra2krdpysın2sshlwda,nyn0fh Lit8i8scbyae3m3wk’datnahy1ki k9maffasa93ki9nyişhbpdcl haufe8uikkıj90lg8ndag2zmjk sohgb3tyrulgt3c6mar vcfcsdyönuwgrjreltl3nfwrmekvtcwtfted68rp1zir.o4do0e Lifgh6rvbya18jbnu’datulr3ypjg6w5vengi5yy5liki6o10g ve2sl0eg isrp48j3tikruhzberar1t5pg0 ba8p94otkımoy0vlyınd13m5sban sorye2sıkr1a3hpınthissftı yvu3wk8aşaydgiz5nmae0zitmmakwpdbd4tadbzrm4kır.ywu14g Litkl9frbyaku9ags’dawy40sg0kwgkh yaget285panat03ur şid12ao1rkegdnwhstlehkr3vnrim4c63d5izie68zkcn emwtsfandi29h8ryşe 6k2y8vduyb5n50jmalskftjbarıj00u99kanfpeger98wh6tektaeerg3irez1n4avcekduwfyu due2cmfcrumvep1sc yoe9yrjkktushak9mr. i21ov2Vate46wazandtzz15başlog0na4arıwrgw36mızergtc6ın 6bzu6imüseoa59eter15wa8rih u02n6aolmv4efvralaylyw9m8pau8mtavbf0dihsiy9zf2d8e orlbggplung06fceur.m5yev8i3ecvm

*dhjg6i

Vatdhjg6iandku1doyvrpkljdiyclvwyhor 1br951ki:6a6uf5
“Kadhjg6içalku1doyım vrpkljmı?clvwyh1br951
Büydhjg6iükeku1doylçivrpkljliğclvwyhimi1br951z d6a6uf5iyo5d90cnr k2ds81ti:s8fn5r
“Müdhjg6isteku1doyrihvrpklj olclvwyhun.1br9516a6uf5

Gördhjg6idükku1doy ebvrpkljemiclvwyhzin1br9516a6uf5ste5d90cnrih2ds81tinis8fn5r!bzvdw2

NOTdhjg6i:ku1doy

Hükdhjg6iümeku1doyt, vrpkljdışclvwyhişl1br951eri6a6uf5 ve5d90cn is2ds81ttihs8fn5rbarbzvdw2at 68mgtgrezjy1ccbale8k1pdrtimfkfooeiz gffb56ortu99eiuayaalgf54 çın98ve4kın2lned4ca,ss2yr0 sa94s596yısvv6w6eınıwycauk biu526dklme4fls6mdiğ64cv0nimic9wsnaz kyol9ryada9sew9zr v1echn9ataf2mitsndacvumygşım5hmm4eız 2krdpysil2sshlwahlnyn0fharıt8i8scn oe3m3wkrtatnahy1sınk9maffda 93ki9nmahhbpdclsurufe8ui kaj90lg8lıng2zmjkca,hgb3ty gt3c6m
bazdhjg6iı vku1doyatavrpkljndaclvwyhşla1br951rım6a6uf5ız 5d90cntut2ds81tukls8fn5ranıbzvdw2p, 68mgtg“şijy1ccbmdi8k1pdrlikfkfooe” bgffb56ir u99eiuvatalgf54andn98ve4aşı2lned4mızss2yr0 öl94s596dürvv6w6eülüwycauknceu526dk...4fls6m 64cv0n
Yukdhjg6iarıku1doyda vrpkljanlclvwyhatt1br951ığı6a6uf5m s5d90cnkan2ds81tdals8fn5r dubzvdw2yur68mgtgu, jy1ccbTra8k1pdrblufkfooes Bgffb56üyüu99eiukelalgf54çiln98ve4iği2lned4’niss2yr0n r94s596esmvv6w6ei iwycauknteu526dkrne4fls6mt s64cv0nitec9wsnasinyol9ryden9sew9z ap1echn9ar f2mitstopcvumygar 5hmm4esil2krdpyind2sshlwi!nyn0fh

ANTdhjg6iİ Nku1doyOT:vrpklj

Niydhjg6ie sku1doyildvrpkljileclvwyhr? 1br951“Bö6a6uf5yle5d90cn bi2ds81t dus8fn5ryurbzvdw2u y68mgtgapmjy1ccbadı8k1pdrk, fkfooeyalgffb56an u99eiusöyalgf54lüyn98ve4orl2lned4ar,ss2yr0 if94s596tirvv6w6ea awycauktıyu526dkorl4fls6mar”64cv0n dec9wsnamekyol9ry9sew9zin 1echn9silf2mitsdilcvumyger.5hmm4e An2krdpycak2sshlw...nyn0fh Bat8i8scşbae3m3wkkantnahy1lıkk9maff’a 93ki9naithbpdcl olufe8uian j90lg8“müg2zmjkşavhgb3tyirlgt3c6miklvcfcsder.uwgrjrgovl3nfwr.trvtcwtf” a68rp1zdreo4do0esinfgh6rve g18jbnuiritulr3yn, pjg6w5Libgi5yy5ya’i6o10g2sl0egtıkrp48j3layruhzbeın,1t5pg0 “L8p94otibyoy0vlya’d13m5sba isorye2stir1a3hpkrahissftr vu3wk8vardhjg6i” bku1doyaşlvrpkljığıclvwyhyla1br951, k6a6uf5aba5d90cnk g2ds81tibis8fn5r, obzvdw2rad68mgtga djy1ccburu8k1pdryorfkfooe...gffb56 Onu99eiuu salgf54ilmn98ve4eyi2lned4 unss2yr0utt94s596ulavv6w6er çwycaukünku526dkü!4fls6m

Hürriyet link

 

Habere konu olan metin:

Büyükelçiliğimiz ile temasa geçen bazı vatandaşlarımız, bazı Mağrib ülkeleri ve Ortadoğu’da yaşanan olaylar sonrasında Libya’daki asayiş durumu hakkında sorular yöneltmektedirler.

Libya’da hâlihazırda güvenlik ve istikrar bakımından bir sıkıntı yaşanmamaktadır. Bu konuda, vatandaşlarımızın müsterih olmaları tavsiye olunur. Vatandaşlarımızın can ve mal güvenliklerine ilişkin konular ve gelişmeler, Büyükelçiliğimizce yakından takip edilmektedir.

Libya’da iş yapan şirketlerimizin faaliyetlerinin geleceğine yönelik endişe duymalarını gerektirecek bir durumun bulunmadığı, mevcut ortamın, Libya’da gerçekleştirilmesi düşünülen ticaret, yatırım ve müteahhitlik faaliyetlerinin hayata geçirilmesinde bir engel teşkil etmediği değerlendirilmektedir.

Her hal ve kârda, vatandaşlarımızın, bundan önce olduğu gibi bundan sonra da acil durumlarda derhal Büyükelçiliğimize haber vermeleri önemle rica olunur. (Büyükelçilik tel.no: 021.340.11.40, Büyükelçilik Müsteşarı Ertuğrul Demirci Cep tel.no: 091.831.28.71)

Tüm vatandaşlarımıza ve şirketlerimize saygıyla duyurulur.

T.C.Trablus Büyükelçiliği

Gelelim habere konu olan linke

 

Hardcopylerini yaptım, kanıt olarak!

http://www.counsellors.gov.tr/haberdetay.cfm?HaberID=11756&dil=TR&ulke=LIB

                                                                        ***

26.02.2011

 

Vatanı – milleti pazarlayana DUR de!

 

Gençler sözüm size, beni bir ağabey olarak kabul ederseniz sevinirim. Üniversitelerden sitemi takip ettiğinizin farkındayım. Ve buna gerçekten çok seviniyorum, teşekkür ederim. Bu zihniyete karşı mücadele azminizi de tüm gönlümle takdir ediyorum. Ama…

 

Daha gençsiniz ve gençliğinizin verdiği heyecan ile haklı davanızda haksız duruma düşmeyin, lütfen!

 

Ana, babalarınızı da düşünerek - oldukça geç kalmış – eylem ve tepkilerinizi daha farklı bir şekilde ortaya koyun. Etki ve tepki kanunlarını göz önünde bulundurun! Şiddet, şiddeti doğurur. Türk polisi ve ne yazık ki Türk Silahlı Kuvvetleri, F-Tipi örgüt liderinin sızmalarına maruz kalmış olabilir. Bu bize Türkiye Cumhuriyetinin iki önemli kurumunu toptan yargılama hakkı vermez. Türk Silahlı Kuvvetleri ve emniyet güçlerinin içersinde nice vatan evladı var ki içleri kan ağlıyor…

 

Bundan eminim!

 

Size Mohandas Karamçand Gandi usulü bir direniş tavsiye etmek istiyorum. Bu yetmezse zamanı geldiğinde gereken tedbirler şüphesiz alınacaktır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin yeri, Mustafa Kemal Atatürk’ün ilke ve inkılâplarına gönül verenlerin gönlünde bambaşkadır. Şüphesiz halkımızda Mehmetçine sahip çıkarak arkasında, gerekirse önünde duracaktır. Atatürk ve silah arkadaşları istiklal mücadelesine çıktıklarında…

 

Düzenli bir orduyla mı çıktılar emperyalizmin ve onun uşaklarının karşısına?

   

İman dolu bir göğüs, vatan ve millet sevgisi yetti. Yetti de artı bile!

Çıkmış bir pabucumun ekonomisti hariçten gazel okuyor…

Çıksın, hiç önemli değil! Rakamlar ve hayatın gerçekleri ortada – yeter ki görmesini bil. Matematik, Fizik, Biyoloji bizlere tabiat kanunlarını öğretir. Dünyanın neresine giderseniz gidin matematik, fizik be biyoloji kanunları değişmez! Çünkü gerçektir, doğrudur. Doğru olandan şaşma!

 

Atatürk, düşünerek – danışarak, disiplinli ve teşkilatlı bir şekilde çıktı yedi düvelin karşısına.

 

Bilmem anlatabiliyor muyum?

                                                                         *

                                                                         *

26.02.2011 saat sabah 5.30

                                                                        ***

27.02.2011

 

Ar damarı

 

Ben artık utanıyorum!

 

Gerçekten utanıyorum. Dün, Almanya saati takriben 15 – 16 suları Ticaret müşavirliğinde söz konusu metin olduğu gibi duruyordu. Akşam tekrar kontrol ettiğimde silinmişti. Saat 21 civarı!

Bu zihniyetin ar damarı çatlamış, milleti aptal yerine koymakta ısrarlı!

 

25.02.2011 saat 15.24’te Sayın Özdil’e yolladığım mailde linki bildirmiştim. Sitemde yayınladım. Hardcopy’sini aldığımı ifade ettim. Buna rağmen utanmadan, sıkılmadan siliyorlar! Bu nasıl bir rezalet?

                                                                         *

H.A.A.R.P

 

Bu yazdıklarımı aslında 06.02.2011’de yayınlayacaktım. Fırsat olmadı…

Kısmet bugüneymiş.

 

Dün gece yeğenlerim geldi, çocuklar hastalanınca uyku haram oluyor!

Gece 01 sularında NTV Almanya’da ilgimi çeken bir program yayınladı. Araştırdım, konunun derinliklerine inmeye, anlamaya çalıştım ve dehşetli bir korkuya kapıldım!

 

İnsanoğlunun tövbeler tövbesi, kendini Allah yerine koyma çabaları (…)

 

Şimşekler, fırtınalar, depremler, kasırgalar, görülmemiş derecede yağmurlar…

İnsanlık artık bunları denetimi altına sokma çabalarında. İlan edilmemiş bir savaş, kullanılan bir silah yok! Kimse saldırıya uğradığının farkında bile değil çünkü!?

 

Amerika üzerinde değiştirilen Jetstream bu ülkede bir buzul çağı yaşanmasına sebep olabilir mi?

Evet.

 

Amerika Birleşik Devletlerinin yaşadığı Katrina kasırgası insan eliyle, bu devlete yönelik bir saldırı mıydı?

Öyle, kuvvetle muhtemel, veriler bunu göstermekte. En azından bilim adamlarının iddiaları bu yönde. Geleceğin silahı tabiat!

 

Biz buna hazırlıklı mıyız? Bilmiyorum!

Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu yönde bir çalışması var mı? Onu da bilmiyorum!

Bildiğim ABD’nin ve Çin’in bu yönde çalışmaları olduğudur.

 

Elissa Eastvedt adında bir meteorolog, New Mexico Tech isimli bir şirket adına simsek araştırmalarında bulunuyor. Askeri bir kullanım için araştırmalarda bulunmayan bu şirket…

Şimşeklerin sırını çözebildiğinde, bu bilgi ve veriler hiç şüpheniz olmasın, askeri amaçlar için de kullanılacaktır. Çünkü bir şimşeğin uzunluğu 8 kilometreyi bulabildiği gibi, 28.000 derece ısıya sahip olabiliyor. Güneş yüzeyinin yaklaşık 5500 derece olduğunu düşünürsek…

Askeri değerini anlayabiliriz. Şimşek, bulutların elektriksel bir boşalmasıdır. Bulutlar 100 ile 300 milyon Volt arasında bir gerilime sahip olduklarında, toprağa karşı bir potansiyel boşalımı eğilimindedir. Bu akıl almaz derecede büyük bir enerji demek.       

 

Devam edecek…

                                                                         *

Bu ateş sönmeyecek

 

Türk’ün yumruğunu yiyen…

Türk’ü kolay - kolay unutmaz!

Avrupa ülkelerinin birçoğunda, Türk’e dair özdeyişler vardır.  

Kimisi aşağılamak amaçlı…

Bazısı Türk’ün gücünü ve çevikliğini gösteren!

Bu sözler boşuna söylenmemiş, içlerinden kimisi günümüze kadar gelebilmiştir!

 

Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, ister Kemalist - ister Atatürkçü diyin…

Bizlerden çekinirler!

Niye?

 

Yaşama azmi, güç, çeviklik, aile ve vatan tutkusu, kıvrak bir zekâ…

Akıl ve bilim ile birleşirse…

Neler olmaz ki?

 

Cumhuriyet öncesi…

Atatürk’ten sonra…

Günümüzde, iktidardaki zihniyet…

Bu zihniyetin yurtdışı ve perde arkası…

Hep Kemalistlerden – Atatürkçülerden çekinir.

Bir avuç Atatürkçü dahi kalsak…   

Onlar Atatürk’ün evladından daima çekinecek, korkacaklardır!

 

İlginiz ve teveccühünüz için teşekkür ederim.

 

Önder

                                                                        ***

28.02.2011

 

Türk’ün yumruğunu yiyen dedikte aklıma geldi…

 

Türk, Türk’ün yumruğunu yerse ne olur?

 

Recep Tayyip Erdoğan’ı bir tarafa bırakalım…

Onun soyu, sopu hakkında rivayetler muhtelif…

Zaten beni kimsenin soyu sopu ilgilendirmiyor. Bana ne; insan evladı olsun yeter!

 

Ama…

 

Ya öz be öz, Türk’ün evladı olan…

Türk ulusunun mensubu…

 

AKP milletvekilleri…

AKP seçmenleri…

Onları nereye koyacağız?

Onları ne yapacağız?

 

Sorumu tekrarlamak istiyorum:

Türk, Türk’ün yumruğunu yerse ne olur?

 

Hatırlarsanız rahmetli Atatürk bu konuda da fikrini beyan etmişti.

O halde bize rahat batıyor! Canımız sıkılıyor, birbirimize düşüyoruz…

Biz bu yolun ortasını bulamayacak mıyız?

                                                                         *

Siyasetin ve siyasetçinin ikiyüzlülüğü

 

Ölenin arkasından konuşulmaz.

Sevenlerine başsağlığı ve sabır, ölene ise Allahtan rahmet dilerim.

Yinede iki çift lafım olacak…

Riyakâr siyasetçilere.

 

Dilinizden Allah kelimesi düşmez…

Ama Allahtan korkmadığınızın da farkındayım. Siyaset ve iş hayatının dışında pek görülmeyen “başkasının sırtından zirveye ulaşma” sevdalıları…

Sözüm size. Önce çiğneyip geçtiğiniz, ardından timsah gözyaşları döktüğünüzü millet bilmiyor mu sanıyorsunuz! Ha, diyeceksiniz “yalnız biz mi yapıyoruz?”

Haklısınız dünyada örnekleri çok, mesela Merkel – Helmut Kohl’ün sırtından zirveye ulaştı!

Hadi kulu kandırdınız…

Yarın, öbür gün Yaradan’ın karşısına çıktığınız da…

“Onu” da mı kandırabileceğinizi sanıyorsunuz?

Ayıp, gerçekten çok ayıp!

                                                                         *

Sizlerle (Pamuk ellerle) gurur duyuyoruz

 

Türke…

Türken raus!

Alamancı…

 

Bosna – Hersek dediniz…

Pamuk eller gitti cebe.

Milli nizam – milli görüş dediniz…    

Pamuk eller gitti cebe.

Din, iman, Allah, Peygamber dediniz…

Pamuk eller gitti cebe.

Trilyonları kayıp ettiniz!

 

Alman vatandaşı olun, memlekete haklarınızı kaybetmeyeceksiniz dediniz…

Konsolosluk önlerinde uzun, uzun kuyruklar…

Konsoloslukta, pamuk eller gitti cebe.

 

Verdiniz elimize önce bir pembe kart…

Ardından mavi oldu…

Gittik vatan toprağına…

Önce pamuk eller cebe dediler, ardından bu kartlar geçmez!

İşini yaptırabilene aşk olsun.

 

Türkiye zorda…

Birikimlerinizi Türkiye’de değerlendirin dediniz…

Yüksek faiz vaat ettiniz…

Merkez Bankası dediniz…

Pamuk eller gitti cebe.

 

Ardından verdiniz Almana hesap numaralarını…

Binlerce pamuk eller zor durumda kaldı!

 

Faiz haram dediniz…

İslami Holding dediniz…

Deniz Feneri dediniz…

Milyonlarca Mark’ı topladınız…

Geldi elin almanı…

Nein! dedi…

Milyonlarca Mark’ı kayıp ettiniz...

Gitti giden gelir mi bilmem!

 

Heyt beee…

Nasıl gurur duymasınlar ki…

Yıllar yılı, sağmal inek gibi sağdınız!

                                                                        ***

04.03.2011

 

Seçime giderken… Tesadüflere bak!

 

İngiliz BBC, Recep Tayyip Erdoğan belgeseli hazırlıyor.

İngiliz mahkemesi, İngiliz gazetesinin haberini bir nevi yalanlayarak - AKP’nin Irandan para yardımı almadığını ve gazetenin AKP’ye tazminat ödemesi gerektiğine karar kılıyor.

ABD büyükelçiliği seçime hazırlık için kolları sıvıyor…

Muhalif yazarçizer ne var ne yoksa susturuluyor!

Ama…

Buradan tüm dünyaya ilan edilir ki; son Atatürk milliyetçisi nefesini vermeden…

Ne yurtiçindekilere nede yurtdışındakilere rahat bir nefes almak yok!

Biz var oldukça siz eninde sonunda yok olacaksınız!!!

  

Bir kaç gündür sesim soluğum çıkmıyor. Kalbim gene teklemeye başladı!

Boş durmuyorum tabii…

Bir hazırlık içindeyim, son tutuklamalar gösterdi ki bu hazırlık boşuna değil!

Yakında yayınlayacağım!

 

Dokuzu beş geçe

 

Programın adı bu, beğeneceğinize inanıyorum.

                                                                        ***

05.03.2011

 

Ümmeti müslimin

 

Yer: Almanya…

Eyalet: Hessen…

Şehir: Wiesbaden…

Nüfus: Yaklaşık 280.000

Toplam yabancı nüfus: Yaklaşık 50.000 civarı, en büyük yabancı kitle Türk!

Dün, Cuma…

Vakit, öğle vakti. Ümmeti müslimin Cuma namazına gidecek!

Sırf benim bildiğim şehirde 4 tane Türk Camisi var. Cami cemaati, öldürsen diğer camiye gitmez. Tabii bir sürü Türk olmayan ama Müslüman insan da var…

 

Tanrı her yerde!

 

İbadet edeceksem, Allah her yerde ve beni her yerden duyar. Ama “Müslüman” kendi cemaatinden kendi zihniyetinden “farklı” olana tenezzül etmez!

Pakistanlıların bile kendi camisi var. Cami, Kilise, Sinagog (Havra) her yerde dua etmişimdir. Hepsi Hak dini ve Allah birdir!!!

 

Ölenin ardından konuşulmaz, cenaze töreninde – ölene son vazifede, saygıda – Hakka uğurlayışta – Türk bayrağı yok! Bir tane bile…

Ama ümmeti müslimin Cuma namazında kendi cemaatini, kendi zihniyetini ve kendi dilini arar ve bulur!!!

 

Peygamber efendimiz, bize böyle mi öğretti?

Kur’an-ı Kerim böyle mi yazıyor?

 

Yerim sizin ümmeti müslimin anlayışınızı, Baydemir (…) Baydemiirr kulakların çınlasın!

Böyle … ne denir?

Ha …tir!

                                                                        ***

07.03.2011

 

İzmir’den bakınca

 

Kemal Kılıçdaroğlu İzmir’den bakınca güzel şeyler görüyor. İzmir, en son gittiğimde yine hayran kaldığım bir kent. İzmir, şüphesiz ki Akdeniz’in incilerinden biri…

Ama illa da İstanbul!   

Nedendir bilmem, ben İstanbul’a delice tutkun…

Çıldırasıya aşığım!

 

Ben Almanya’dan Türkiye’ye bakınca ne görüyorum biliyor musunuz?

Yüzlerinde acı bir tebessüm ile aç kalan…

Bırakın yarın ne yiyeceğini, faturaları nasıl ödeyeceğini…

Bu akşam çocuklarına, nereden bulup da bir lokma ekmeği önlerine koyacağını bilmeyenleri…

şerefi ve izzetinefis’i için intihar edenleri, Vatan sağ olsun diyerek evlatlarını kara toprağa yatıranları, doğru bildiklerini korkusuzca yazıp çizenlerin hapishanelerde çürütülmesini, ağlıya - ağlıya köşeyi dönenleri ve onların yalakalarını, utanmadan - sıkılmadan gerçekleri çarpıtan ve yalan söyleyenleri görüyorum.

 

                                                                        ***

08.03.2011

 

Kıvırma Recep

 

Kıvırma. Benim diyen dansözü bile geçtin, yeter artık kıvırma. Millet yavaş yavaş da olsa artık senin ne mal olduğunu görmeye başladı. Demokrasinin senin için bir ceplerini doldurma, zihniyetini olabildiğince vahşi bir şekilde yaşama aracı olduğunu biliyor.

 

Nerdesiniz ey millet?

 

Sayın Süleyman Demirel,

Sayın Necdet Sezer,

Sayın Tansu Çiller,

Sayın Mesut Yılmaz,

Sayın Kamuran İnan ve diğer milletvekilleri…

 

Bari sizlerin sesi çıksın!  

Neden susuyorsunuz?

                                                                         *

Bitti…

Program ya da yazılım, mantıksal bir takım komutların ardı ardına dizilmesi…   

Nadiren programlarım çünkü her önüne gelen bir yazılım sürüyor piyasaya…

Tıpkı her önüne gelenin bileşimciyim dediği gibi!

Bir yazılım üretme sebebime gelince; ya piyasada bu tür bir programın olmaması, benim bulamamam (!?), ya da olanın yetersiz kalmasıdır. Kullanım kılavuzunu yazayım yayınlayacağım.

 

Yazmış olduğum programın belirleyici iki özelliği var:

 

1. AKP zihniyetinin dijital ortamda “sehven” yaptıklarına önlem olarak sabit disk(lerinizin) çıktısını (yüzde yüz) bir dokümana alabilir, güvendiğiniz birisine verebilirsiniz.

2. Sabit disk(leri) yüzde yüz (!?) sildiğini iddia eden birçok program var! Sürüsüne bereket…

Ancak gerçekten işe yarayan bir avuçtan daha az yazılım var. Benim amacım mevcut sabit diskleri tamamen silmek değildi. Daha çok çalışan bir Windows sistemini, çalıştığı halde daha güvenli kılmaktı. Yani sizce sakıncalı bir belgeyi çalışan bir sistemde sildiğinizi farz edelim. “Basit” şartlar altında bu belge geri dönüştürülebilir. DOD 5220.22-M veya Gutmann sabit diskinizi tamamen siler ve siz çalışamazsınız!            

Adını açıklamayacağım bir zararlı yazılımın mantığından yola çıkarak ve Windows sistemlerinin bir özelliğini göz önüne alarak bu soruna bir çözüm ürettim.

Not: Bu zararlı yazılım bir virüs değil. Amacı bilgisayarı kilitlemek, bilinçsiz ve bilgisiz insanları korkutarak paniklemelerine sebep vermekti. Bu yazılımları bilinçli olarak ana yazılımdan ayırdım. Yani kendi başına kullanabilirsiniz.

                                                                        ***

09.03.2011

 

Başbıktıran’dan siyasi inciler

 

Dün yine hayal âleminden bülbül gibi şakıyan…

İleri demokrasiden dem vuran…

İleri demokrat Başbıktıran zırvalamaya devam ediyor!

Geçelim…

 

Dün Türkiye’deki kuzenimden temiz bir fırça yedim!

Neymiş 8.Mart Kadınlar gününü kutlamamışım. A benim saftirik kuzenim…

Dünyanın neresine gidersen git, Kadın olmak zor!

Ama…

İktidardaki zihniyetin “yönetimi” altında…

Hem Kadın hem Türk olmak daha da zor!!!

Bu zorluğun zirvesini ise hem Kadın, hem Türk ulusuna mensup, hem de güneydoğu Anadolu başta olmak üzere Anadolu’da yaşayan insan 2011 Türkiye’sinde çekiyor.

                                                                        ***

10.03.2011

 

Kimsenin başlığına karışmayan zihniyet…

Basın özgürlüğüne saygılı olduğu iddiasında…

Ama özgür köşe yazarlarının kâbusu olmaya devam ediyor…

Gazete sahiplerinin ona keza…

Bizler ne zamandır avazımızın çıktığı kadar haykırıyoruz…

Bu ve benzeri konulara parmak basıyoruz…

Başbıktıran…

Atatürkçülüğü Katletme Partisi mensupları…

Ve tüm yalakaları…

Hadi biz abartıyoruz!

Hadi biz yalan söylüyoruz!

 

A be göbeğini kaşıyan, takunyalı zibidi zihniyeti…

O kadar övdüğünüz Avrupa Birliği…    

Bilmem ne müfredatı diyerek milleti aldattığınız ve kendiniz ve yandaşlarınızın menfaatine çıkardığınız bunca yasalara rağmen…

Gireceğiz diye takunyalarla göbeğinizi kaşıya kaşıya, göbecik atan zihniyet…

Bak!

Adamlar ne diyor…

Bu güne kadar yayınlanan en sert açıklamaymış!?

Anında süklüm püklüm cevap vermişsin!

Vay bee… 

 

Dışişleri Bakanlığı

Avrupa Birliği

                                                                         *

Dokuzu beş geçe v1.0

 

Dokuzu beş geçe, Atamızın Hakkın rahmetine kavuştuğu saat.

Bizim gibi insanlar var oldukça, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının, gelmiş geçmiş tüm gazi ve şehitlerimizin değeri bilinecek ve tarafımızdan takdir edilecektir. Aramızda nankör gelenlerde var tabii… Ama bu konuda vefa bizlere özgü!

 

Olur, böyle vakalar. Türk polisi sabah saat beş buçuk da yakalar…

 

Bu zihniyete karşı mücadelemin bir parçası olarak Dokuzu beş geçe v1.0 programını kullanımınıza sunuyorum. Bu program Windows XP, Vista ve Windows 7 üzerinde denenmiştir.

Orijinal Windows XP, Windows Vista veya Windows 7, ayrıca orijinal Microsoft Office xx ve Internet Explorer’ı kullandığınızı farz ederek sözlerime devam etmek istiyorum.

 

Yine elimden geldiği kadar basit bir dil kullanmaya çalışarak sizlere programın işlevini tanıtmaya çalışacağım. Önce konuya bir soru ile başlayalım:

 

Neden orijinal yazılım?

 

Aslında bu sorunun iki cevabı var ve ben birincisinin cevabını verirken ikincisini de cevaplamış oluyorum. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki ben bir pazarlamacı değilim. Yani orijinal bilmem ne pazarlama gayreti içersinde değilim!

Ama bu işin perde arkasında olan birisi olarak şu kadarını söyleyebilirim ki, her hangi bir yerden temin ettiğiniz bir yazılım, mevcut sisteminizde “Backdoor” yani sizin bilmediğiniz ve “gören bir göze” sahip değilseniz kesinlikle anlamayacağınız güvenlik risklerine yol açabilir. Bunu her hangi bir yerden temin ettiğiniz tüm yazılımlar için söyleyebilir miyiz?

 

Hayır

    

Bu tür elde edilen yazılımlar, mesleğin erbabı olanlar tarafından özel prosedürler sonrası ya sakıncalı bulunur, ya da kullanmak üzere izin verilir. Neyse konumuz bu değil!

Windows daha doğrusu Microsoft Update size birçok tür saldırıdan koruyan temel unsurlardan biridir. Ücretsizdir, tek şartı orijinal yazılım kullanmak!

Bir kullanıcı olarak sizin yapmanız gereken tek şey bilgisayarınızı güncel tutmaktan ibarettir (salt otomatiğe güvenmeyin aralıklarla kendiniz bakın). Bunu yani sıra Anti virüs, Firewall vs. ihtiyacınız olduğunu belirtmeden geçmek istemiyorum tabii.

 

Daha önceki yazılarımda da defalarca belirttiğim gibi dijital ortamda harcayacağınız nakit ve zaman oranında neredeyse her şey geri dönüştürülebilir. Buna rağmen ve bu yüzden bizler elimizden geleni yapmalıyız. Çünkü saldıranın aleyhinde, sizin lehinize olan zamandır. İşleyen bir demokrasi ve hukuk devletinde de zaman sizin lehinize işler. İstinat edilen suç, iddia makamı tarafından belirli bir süre içersinde kanıtlanmak zorundadır. Ancak karşınızdaki bu zihniyetin yönettiği bir devlet olunca durum “doğal” olarak değişiyor…      

Artık asıl konumuza geçelim; 

 

AKP temizliği yap başlığı altında

 

- Internet Explorer’in tüm geçmişini, geri dönüşüm bakımından riski azaltmak için o güne kadar yazdığınız tüm şifreler dâhil olmak üzere silinecektir.

- Gelelim Microsoft Office başta olmak üzere Windows programlarının birçoğuna özgü bir “güvenlik riskine”. Anlatması ve anlamsı biraz zor bir konu. Geçmişten günümüze gelen ve aslında kullanıcının menfaatine olan bir uygulama. Şöyle ki, diyelim Word üzerinden uzun uzadıya bir yazı yazıyorsunuz. Süreç içersinde elektrikler kesilebilir veya bilgisayar takılabilir ve siz mektubunuzu aralıklarla kayıt etmeyi ihmal ettiniz…

Otomatik kayıt ayarını kendinize göre uyarlamadınız vs. Bu durumda çalışmanız olduğu gibi heba olacaktır. Bildiğiniz üzere günümüzde vakit, nakit demek. İşte bu yüzden yazılım üreten büyük şirketler, başta Microsoft olmak üzere geçici dosya uygulamasını hayata geçirmiştir. Yine Word örneğinden yola çıkarak devam edelim. Bir Word dokümanı açtığınızda, açtığınız yerde:

 

~wraxxxx.tmp

~wrcxxxx.tmp

~wrdxxxx.tmp

~wrfxxxx.tmp

~wrixxxx.tmp

~wrlxxxx.tmp

~wrmxxxx.tmp

~wroxxxx.tmp

~wrsxxxx.tmp

~wrvxxxx.tmp

 

Tipi geçici dokümanlardan biri veya birden fazlası otomatikman açılacaktır. Yazınızı başarılı bir şekilde bitirerek kayıt ettiğiniz takdirde bu geçici dosyalarda kapatılır (openfile handling)!  

Ancak yukarıda saydığım nedenlerden veya başka bir nedenden dolayı yazınızı başarılı bir şekilde kapatmadığınız da bu geçici dosyalar Word tekrar açılana kadar bilgisayarınızda kayıtlı kalacaktır. Belki görmüşsünüzdür; bazen Word, Word’ü açtığınızda xxx dosyasını geri dönüştüreyim mi diye sorar?

 

İşte bu bir saldırı alanıdır. Ve kullanılır!!!

 

Bu yüzden bu tip dosyalar imha edilmelidir. Yazılımımda .tmp ile bitten her şeyi ve tüm Microsoft Office geçmişini siliyorum!? Buna rağmen yeri geldiğinde bu konuyu tekrar ele alacağım. Önemli olan benim yazılımımı kullandığınızda hiç bir Microsoft ürününün açık olmamasıdır. Bundan sonra yazacaklarımı kısa geçerek sonra nedenlerine tekrar değineceğim.

- Sabit diski temizle işletim sistemine özgü bir yazılımdır ve gereksiz dosyaları temizlemeye yarar.

- Kullandığınız işletim sistemine göre Geri Dönüşüm Kutusu dosyasının adı ya Recycle.bin yada Recycler olabilir. Siz sakıncalı Microsoft Office dosyalarını silseniz dahi Geri Dönüşüm Kutusu dosyasında iz bıraktığı için bu dosyanın da silinmesi lazım. Bu dosya bir sitem dosyasıdır ve bugüne kadar hiç silinmediyse çok büyük ebatlara ulaşması muhtemeldir. Yani salt bu geri dönüşüm dosyası bir kaç Gigabyte büyüklüğünde olabilir. Sistem dosyası dedim yani siz silseniz dahi kendiliğinden ayni isim altında yeni bir dosya açılacaktır. Ve açılır açılmaz bu dosyanın ebatları ancak bir kaç byte ile sınırlıdır. Bu konuya yeri geldiğinde tekrar değineceğim.

- Sanal bellek dosya sistemini Pagefile.sys başlı başına bir güvenlik sorunu olabilir. Normal şartlar altında sakıncalı bir durum teşkil etmez ama özellikle işletim sistemi şifresini içinde barındırdığı için aralıklarla silinmesinde fayda var. Pagefile.sys kendi başına koca bir kitap eder. Şu kadarını söyleyelim; silip tekrar çalıştırmadığınız takdirde yukarıda belirttiğim güvenlik sorunu olmayacak, sistem his edilir bir şekilde hızlanacak ancak bilgisayarın güvenilir ve sağlıklı bir şekilde çalışması yine his edilir bir şekilde “engellenecektir”. Bu yüzden Pagefile.sys’ü aralıklarla silmenizi, bilgisayarı açıp – kapattıktan sonra Pagefile.sys’ü çalıştırmanızı ve tekrar açıp – kapamanızı öneriyorum. Bu açıp kapamalar, daha doğrusu kapatıp açmalar arasında en azında beş dakika geçmelidir. Neden en azından beş dakika sorusunu yanıtlamayacağım çünkü bu yazının sınırlarını fazlasıyla zorlar. Aranızdaki elektronik mühendisleri bilir. Ama bu süreye dikkat etmek gerçekten ÇOK önemli. Unutmayın, en azından beş dakika!

- Windows Live OneCare varsa bilgisayarınızdaki işletim sistemi sorunlarını gösterir ve çözüm önerilerinde bulunur. Özellikle güvenlik açısından çok önemli ve ücretsiz bir Microsoft hizmetidir.

 

AKP yargısına teslim olma başlığı altında

 

- Windows Update sistemi günceleştirir.

- XP’den sonra adı değiştiği için Defragmentation’ın yanında XP kutusu vardır. Yani Windows Vista ve Windows 7 kullanıcıları Defrag, XP kullanıcıları XP kutusuna tıklamak zorunda.   

- Gelelim otokontrole, devam etmeden son denetimi kendin yap meselesine. Öncelikle Windows gezginini kullanırken görmenizi sağlamanız lazım. Benim gördüğümü göreceksiniz ki önlem alabilesiniz. Windows XP’den yola çıkarak aşağıdaki resimlerden kendi Windows gezginini ayarlayın. Vista ve 7 için örnekten yola çıkarak aynı ayarları yapabilirsiniz. Yerleri farklı olabilir o kadar Muhtemelen Windows gezginini açtığınızda bu görüntüyle karşılaşacaksınız:

 

 

Bu görüntü ve buna benzer görüntüler bir nevi kör olduğunuz anlamına gelir.

 

 

 

 

Uygula ve Tamam ile işlemi gerçekleştirin. Artık Windows gezginci böyle görünecektir:

 

Windows gezgincide son bir ayar daha yapalım:

 

 

Artik çalışabiliriz:

 

Böylelikle bir klasöre baktığınızda tüm içeriği görebilirsiniz. Kullanıcı profiline kayıt edilen bazı veriler sizin aleyhinizde delil olarak kullanılabilir. Diyelim ki Ergenekon.doc isimli bir Word dosyası veya Ergenekon.pdf gibi sakıncalı bir dosyayı bilgisayarınızda açtınız veya bu dosya üzerinde bir işlem yaptınız…

Bilgisayarınız standart bir kurulum ise ki bu ihtimal neredeyse yüzde yüz, yazılımlarınızın kullanıcı profilinde bir şekilde iz bırakma ihtimali oldukça yüksektir. Siz ana dosyayı silseniz bile, yani Ergenekon.doc, Ergenekon.pdf, geri dönüştürülebilecek bir izin kalıp kalmadığını denetlemeniz gerek. Windows bir multi user, multitasking işletim sistemidir. Kullanıcı profili demek belirli bir klasör altında kişiye (yani kullanıcıya) özel verilerin kayıt altına alınması demek. Yani Documents and Settings, kullanıcı adı altında Belgelerim vs.

 

Lütfen benim burada tarif etmediğim her hangi bir klasörü, dosyayı değiştirmeyiniz veya silmeyiniz. Kendinizden yüzde bin beş yüz emin değilseniz aman, aman…

Freeware yazılımlarına ve kılavuzlarına özgü yasal sorumluluk gereği sizin, yazılımın veya benim yapabileceğim herhangi bir yanlışlıktan dolayı, doğacak zarara yönelik sorumluluk kabul etmediğimi bilmenizi istiyorum.

 

Bu yasal uyarıyı yaptıktan sonra devam edebiliriz. Yukarıdaki resimde kırmızı kare içine aldığım Time Stamp konusuna daha sonra tekrar değineceğiz. Ben şimdilik dikkatinizi bu yöne çekeyim de sonra kendiliğinizden hatırlarsınız.

 

Daha önceden belirttiğim gibi *.tmp ile ilgili her şeyi silmeye çalışıyorum. Çalışıyorum diyorum çünkü kullanımda olan bir dosya (openfile) kullanıldığı için silinemez!

Bu kullanıcı siz veya sistemin kendisi olabilir, bunu bilemem. Bilemediğim için son bir denetim yapmakta fayda var diyorum. Yani siz Windows gezginciyi açarak; sağ tarafta Bilgisayarım’a sağ tıklayarak, ara’ya sol tıklayarak, Tüm dosya ve klasörleri seçerek, Dosya adının tamamı ya da bir kısmına - denetlemek istediğiniz dosyayı yazın. Örnek:

 

Ergenekon.doc            doğrudan bu dosya adını arar

Er*.*                           er ile başlayan tüm dosyaları gösterir

*.doc                           salt .doc ile biten tüm dosyaları arar

tmp                             TMP ile başlayan veya tmp uzantılı dosyaları

*recyc*.*                    içinde recyc harf dizini geçen

*are.*                         sonu are ile biten her türlü dosya uzantısını arar gibi

 

 

Farz edelim ki ~ergenekon.tmp gibi bir dosya bulunduğunuz da ne yapmanız gerekir?

Bakın burası çok önemli, bu konu hakkında sayfalar dolusu yazabilirim…

Kısaca toparlamak gerekirse, siz her hangi bir şeyi sildiğinizde Windows sistemi sildiğinizi geri dönüşüm kutusuna kaydırır. Bu kaydırma demek; sildiğinizin Recycle.bin dosyasına yazılması demektir. Buna izin vermemeniz gerekir! Peki, “bir şeyi iz bırakmadan nasıl sileceğim?” sorusunun bir kaç yanıtı var:

 

1. Windows Gezginci üzerinden sileceğiniz objeyi işaretleyin. SHIFT ve Delete tuşuna bastığınızda geri dönüşümsüz silmek istediğiniz hakkında bir uyarı gelecektir. Silin!

Önemli not: Num tuşunun ışığı yanıyorsa uyarı gelmesine rağmen geri dönüşüm kutusuna aktarılarak silinir. Bununda ne anlama geldiğini biliyorsunuz.

2. Tüm programlar, donatılar, komut sistemi üzerinden sileceğiniz obje klasörüne gidin (kısa yolları bilmeyenler için zahmetli bir iş) del ~ergenekon.tmp veya erase ~ergenekon.tmp dediğinizde yine geri dönüşümsüz silinecektir.

3. Benim en sevdiğim yöntem ise ağ üzerinden silmektir ki, bu en güvenilir yöntemdir!

Diyelim ki bilgisayarda bir klasör açtınız. Adı ulusal medya 2010 olsun! J

Windows XX Professiyonal ve Windows XX Home Edition arasında önemli farklar vardır ve bu farkların tarafınızdan gözetildiğini farz ederek, yukarıda önerdiğim klasör ve dosya ayarlarını yaptığınızı varsayarak devam edelim. Gizli saklı, sakıncalı ne var ne yoksa bu klasöre kayıt ettiğinizden yola çıkarak ve bu klasörü paylaşıma açtığınızı düşünerek…

Ağ bağlantılarından, kendi bilgisayarınıza bağlanarak ulusal medya 2010 klasörü altında sakıncalı dosyayı silebilirsiniz. Ağ üzerinden silinen bir dosya, klasör kesinlikle geri dönüşüm izi bırakmaz. Dikkat: Windows Server 2008 R2 ve Active Directory bir istisna olabilir. Administrator’ünüze sorun. Sabit disk üzerindeki izleri nasıl olsa yok etmeye çalışacağız.

 

Biliyorum bütün bu işlemler zahmetli, ben daha zahmetsiz bir yöntem uygulayacağım ama bilmenizde fayda var diye düşündüm onun için bu üç noktaya değinmek istedim. Bakın salt bir dosyayı ve o dosyanın silinmeden önce işgal ettiği sabit disk üzerindeki sektörleri imha etmek için örneğin; ERASER diye OpenSource bir yazılım var. Ve bu yazılım imha etmek için birçok standart önermekte. İyi güzelde…

Dosyanın izlerini ne yapacağız? Daha önce de belirttiğim gibi sürüsüne bereket faydalı, faydasız bir çok yazılım var ama ben bu “özel” durum için bir yazılım bulamadım! 

 

 

Devam edecek…

 

Not: Kullanım kılavuzu bitince program ile birlikte yayınlayacağım.

                                                                        ***

12.03.2011

 

Herifler götle, başla akıllarını bozmuş

 

Fiş prize eşit değildir

                            N. Özgenç (KOBIDER)

 

Örtüsüz kadın, perdesiz eve benzer. Perdesiz ev ya satılıktır ya da kiralıktır.

                                                                                                          Süleyman Demirci

 

Soruyorum:

 

İslam anlayışı bu mudur?

İslam’ın felsefesini anlamayan, İslam’ı yaşayabilir mi?

                                                                        ***

13.03.2011

 

Yaz…

 

Atatürkçü, laik…

 

Nam kâfir,

Ulusalcı Türk, fermanıma 8 yıldır direnen sen bilesin ki, nice yalakalar saadet kapımın toprağına yüz sürmüş, cihan sığınağı dergâhımıza kulluk göstermişlerdir. Sen, vücuduna ok saplı avımdın. Lakin oy sandığına birlik gelmedin. Yüce, soylu atalarımın kaçanı kovalamak, zayıf düşeni öldürmek adetleri olmadığından, kılıcımız altında can kurtarmana aman verildi. Niçin, cihan sığınağı dergâhımıza, göklerden farkı olmayan divanıma adam gönderip kulluk arz etmediniz?

Bu eksik aklınız yüzünden, otağımızın Ankara’da kurulması kararlaştırıldı. Karınca gibi küçücük olup yer deliğine girseniz, yırtıcı kuş gibi olup yüksekte uçsanız dahi sizi bırakmayıp, Allahın yardımı ile Türkiyeliler toprağını sizin pis varlığınızdan temizlerim (en azından ama Silivri’ye yollarım).   

Sözü dinlenen güçlü fermanıma cevap yollayıp, vakti geldiğinde hazır olasınız.

 

Vesselam

                                                                        ***

14.03.2011

 

Elem tere fiş, kem gözlere şiş

 

Yılda ortalama 10.000 defa dünyanın herhangi bir yerinde deprem oluyor…

Çağımızın gördüğü en şiddetli depremlerinden birini yine Japonya yaşadı…

Dokuz ve sekiz virgül dokuz. Allah yardımcıları olsun. Allah cümlemizin yardımcısı olsun…

 

1906

1952

1957

1960 dokuz buçuk şiddetinde

1964

1965

2004

2005

2010

2011

 

Yıllarında dünya, sekiz ile dokuz buçuk şiddeti arasında sallandı! Boşuna demiyorlar:

 

Tedbir kuldan, takdir Allahtan” diye…

 

Depremden yaklaşık 1 dakika önce dünyanın en gelişmiş erken uyarı sitemlerinden birine sahip olan Japonya’daki bilgisayar ağı, ülkenin önemli tesislerine sinyal yollayarak, gerekli tedbirlerin alınmasını sağlamıştır…

Depremden hemen sonra, yaklaşık üç dakika içersinde, vatandaşlara Tsunami uyarısı yapılmıştır…

Buna rağmen aksaklıklar olmamış mıdır?

Örneğin nükleer santralde…

Dedik ya; “Tedbir kuldan, takdir Allahtan” diye…

Japonya’da ölen insanlar, depremden maada Tsunami faciayası’nın bir “eseridir”.

Türkiye’de de bir erken uyarı sistemine sahibiz, elem tere fiş - kem gözlere şiş!

Yıllardan beri iktidardaki zihniyetin çabaları sonucu bu sistem…

Elem tere fiş - kem gözlere şiş!

Ve bu sisteme bağlı bilgisayar ağı, hala çalışır vaziyette değildir!

Elem tere fiş - kem gözlere şiş!

Bırakın ağda birbirlerini tanımayı ve görev taksimi yapmayı, mevcut bilgisayar kendisinin ne yapması gerektiğini bilmiyor!?

Elem tere fiş - kem gözlere şiş!

 

İstanbul

      

Türkiye’nin ekonomik can damarı desem bana kim itiraz edebilir?

İstanbul’un yerle bir olması demek…

Çok, ama çok uzun yıllar, Türkiye Cumhuriyetinin belini ekonomik olarak doğrultamaması demek!

Ölecek insanlarımızın vebali kimin boynuna bilmem!

Yıllardan beri İstanbul’u yöneten zihniyet…

Elem tere fiş - kem gözlere şiş!

Yıllardan beri Türkiye’yi yöneten zihniyet…

Elem tere fiş - kem gözlere şiş!

Son yıllarda defalarca yaşadığımız “derenin intikamı”…

Elem tere fiş - kem gözlere şiş!

Bu zihniyetin “denetimi”, “yönetimi” altında başımıza gelmemiş midir?

Elem tere fiş - kem gözlere şiş!

Önümüzde seçimler var…

Eminim, milletimiz…

Elem tere fiş - kem gözlere şiş!

Bu başarılı yönetime hak ettiği takdir ve teveccühü gösterecektir!

Kaçınılmaz son…

Adeta simgemiz…

Ne demiş büyüklerimiz?

Herkes hak ettiği şekilde yönetilir.

                                                                        ***

15.03.2011

 

Laf söyledi balkabağı…

Laf ola beri gele, laf ola torba dola…

Önemli olan dikkat çeken bir manşet…

Önemli olan reyting…

Hadi oradan, git işine…

Kendimi zor tutuyorum…

Ulu orta okkalı bir küfür edeceğim…

 

Ben bu cahil kafamla…

Kazalarda oraya buraya vura vura kalan…

İki dirhem aklımla…

 

Böyle bir şeyin, bu şartlar atında imkânsız olduğunu bilirken!

Siz kalkmış ne manşet atıyorsunuz!?

Utanmaz…

 

U=2x6370 Km x p ≈ 40024 Km

Yedi kat…

Hani derler ya “seni 7 kat yerin dibine” diye…

Yedi çarpı iki eşittir 14 kat…

 

Eriyecek de…

Binlerce kilometre katmanlar arasından yol alacakta…

Gravitasyon, mıravitasyon engellerine takılmadan dosdoğru akıp gidecek…

6.650 derece olduğu tahmin edilen iç çekirdekten geçecekte…

Yine binlerce kilometre katman aşacakta…

Dünyanın öbür tarafından çıkacak!

 

Baydemir’i tekrarlamama gerek yok değil mi?

 

Basit bir laf safsatası ile dünya çapında insanların beyninde yer eden…

“Gereksiz” korkular ve kaygılar yaratanlar… 

Yine “basit” bir tercüme hatasını kullanarak…

Araştırmadan, sorgulamadan, düşünmeden…

Çin sendromu diye manşet atanlar!

 

China, İngilizcede porselen anlamında da kullanılan bir söz. Salt Çin’i tarif etmiyor yani.

Ve aslında geçilmesi, aşılması zor katman anlamında kullanılmış; hatta filmde bu konuya kısaca değinilmiştir bile!

 

Okumanızı önermek istiyorum

 

Yukarıdaki siteden alıntı yaptığım bu grafik konumuzla ilgili çok önemli bir olguyu göstermektedir.

Özellikle Pasifik okyanusundaki fay hattını çok güzel bir şekilde görebilirsiniz.

                                                                         *

Bugün balkabaklarından gidiyoruz, bari devam edelim…

 

Türkiye’de esip gürleyerek milleti korkuttuğunu…

Uydurnameler ile bağımsız ve hür yaşamaya alışmış milletimizi sindireceğini sanan…

Avrupalıları da…

Esip gürleyerek korkutacağını düşünen (…)

Gün gelecek neye uğradığını şaşıracak!

                                                                        ***

16.03.2011

 

Lay, lay lom

 

Biz buyuz.

Gerçekler bu.

Kabul etmemiz lazım!

 

Günlerden beri…

İbrahim aşağı, İbrahim yukarı…

Allah şifa versin…

Sevmem, dinlemem ama sanatını beğenenler – sevenleri, dinleyenleri var…

Salt bu gerçek yüzünden ve okuduğum kadarıyla yardım sever bir insan evladı olduğu için kendisine saygı duyarım…

Geçelim…

Köşe yazarları başta olmak üzere…

Gazeteler manşetten…

İbrahim Tatlıses!

 

Ne oldu Ergenekon?

Ne oldu Balyoz?

Ne oldu Deniz Feneri?

Ne oldu yaşadığımız ekonomik sıkıntılar?

Ne oldu işsizlik ve buna bağlı olarak parasızlık?

Ne oldu Avrupa Birliği?

Ne oldu gençlerimiz?  

Ne oldu akademisyen işsizlerimize?

Ne oldu ulusal basın 2010?

Ne oldu…

Ne oldu?

 

Dünya Japonya ile uğraşırken…

İnsanlık yeni bir nükleer faciadan korkar, onun sıkıntısını yaşarken…

Biz…

İbrahim Tatlıses aşağı, İbrahim Tatlıses yukarı…

Biz böyle olmaya devam ettiğimiz sürece…

Sözüm ona siyasetçilerin, ekonomistlerin işi çok ama çok kolay!

   

Sözüm ona siyasetçi, ekonomist dedik de aklıma geldi…

Nadir…

Çok nadir kendisiyle hemfikir olduğum bir gerçektir. Tüm felaketlere rağmen, Türkiye Cumhuriyetinin başta güneş ve rüzgâr enerjisi olmak üzere atom enerjisine de ihtiyaç duyduğu fikrindeyim. Başta nükleer enerji üretimi için ama en nihayetinde mutlaka askeri amaçlar içinde nükleer santrallere ihtiyacımız var. Şimşekleri üzerimize çekeceğimi biliyorum ama siyaset coğrafyasını da, yaşadığımız coğrafyanın kendisini de göz önünde bulundurmak zorundayız!

                                                                        ***

17.03.2011

 

Yenidünya düzeni, ulus devletlerinin sonu ve küreselleşme faciası

  

Bugün borsacı bir müşterim geldi…

“Bizimkiler” lay, lay lom ile gününü gün ederken…

Dünya nefesini tutmuş endişe ile Japonya’yı izliyor!

 

Japonya dünya borsaları içersinde önemli bir yere sahip.

Avrupalı bu facianın insani boyutlarını düşündüğü kadar…

Kendi cebini de düşünüyor çünkü.

Allahtan gelene karşı (!?) çaresiz olan insanoğlu…

(Ne yazık ki fırsat bulup H.A.R.P. başlıklı yazımı bitiremedim)    

Ölenle ölmüyor.

 

Öyle bir sömürücü dünya düzeni yarattılar ki…

Bir milletin başına doğal yollardan ya da insan eliyle gelen felaket, kısa bir süre içersinde küresel bir faciaya dönüşüyor.

 

Tokyo da nükleer bir facia…

Tüm dünyayı etkileyecek 10.10 şiddetinde bir deprem olacak!

Benden söylemesi.

                                                                        ***

18.08.2011

 

Business as usual

 

Türkiye Cumhuriyetinin üç tarafı deniz!

Dolayısıyla rüzgâr ve deniz dalgası enerjisinden elektrik üretimi akla gelebilir…

Ortalama yılda 250 – 300 güneş gören günü ile güneş enerjisinden elektrik üretimi akla gelebilir…

Ama illa da Nükleer enerjide lazım!

Yeri Mersin mi?

 

Orasını bilemem. Bildiğim yaşadığımız coğrafyada ve dünyanın yeniden paylaşıldığı çağımızda, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyetinin bir Atom gücü olması şartıdır. Ermenistan, Bulgaristan ve Iran…

Yani komşularımızda Nükleer santraller var. Orada bir şey olduğunda bizim kontrolümüzde mi?

Haddi bizi bırakın, bakalım onlar kontrol edebilecekler mi?

Japonya örneğinde yaşayarak görüyoruz.

 

Herhangi bir güç…

Denetimden çıktığında…

Tehlike demek!

 

Bileşimden bir örnek vereyim, kıyas kabul etmez biliyorum.

Mutfak tüpü ile Atom enerjisinde kıyaslamıyorum…

Bizim meslekte denetimden çıkan bir bilgi bankası…

Oracal, SQL vs…

Bizlerin Worst Case’sidir.

Tekrarlıyorum…

Herhangi bir güç…

Denetimden çıktığında…

Tehlike demek!

  

Mollanın, Ermeni’nin, Bulgar’ın veya herhangi başka birisinin…

Örneğin İsrail’in tepesi attı ve tehdit etti diyelim…

Bu tehditte karşılık bizim elimizde ne var?

NATO mu?

Kendi menfaatleri olmadığı sürece parmaklarını bile oynatmayacaklarına emin olabilirsiniz!

  

Ama olağanüstü bir tehlike diyeceksiniz!

Doğru.

20 milyar Dolar veren bir ülke…

Bir 10 veya 20 milyar daha yatırım yaparak güvenliği için çareler arayabilir.

Badem bıyıklıların o kadar sevdiği…

F-Tipi imamın ayrılamadığı ülkede…

Atom bombası saldırılarına dayanıklı sığınaklar yapıyorlar…

Türk bilim adamları, Türk mühendisleri ne güne duruyor?

 

Bakın…

Sizin ne düşünüyorsunuz bilmiyorum ama…

Bağımlı olmak kadar insan onurunu rencide eden bir şey benim aklıma gelmiyor!

 

Türkiye…

Türkiye’de hükümet…

Türkiye’de basın…

Nedendir bilmem bu faciayı hafife alıyorlar gibime geliyor!

Arabanızda kullanılan elektronikten tutun, akşamları karşısına oturduğunuz televizyona,  muhtemelen cebinizde taşıdığınız USB-Sticke kadar…

Know-How ve malzeme Japonya’dan geliyor olabilir!

Bunun ne demek olduğunu düşündünüz mü?

 

Bağımsızlık…

Ve Hürriyet…

Özgürlük ve kardeşlik, milletimizi tanımlayan terimlerdir!

                                                                        ***

21.03.2011

 

Evet, ne demiştik

 

12.02.2011 tarihinde dikkatinizi Suriye ve Irana çekmeye çalışmıştım.

Haftalardan beri pür dikkat Ortadoğu’yu izliyorum...

Dün aksam beklediğim haberi Alman ARTE televizyonunu verdi.

Suriye'de ayaklanmanın ilk adımları atıldı. Bir ölü...

Bakalım nasıl devam edecek. Magrep ülkelerinde başlayan ve Ortadoğu’ya yayılması beklenen gelişmeler...

Tüm hızıyla sürüyor. Günde 1 milyar dolar deniyor.

Bir milyar dolar...

Eder yılda 365 miyar dolar!

Birçok dünya ülkesinin toplam devlet bütçesinden çok...

Amerika Birleşik Devletlerinin günlük askeri harcamaları...

Babasının hayrına "diktatör Kadafi'ye" saldırıyor...

Hatırlarsınız yine babasının hayrına "diktatör Sadam'a" da saldırmıştı...

Demokrasi...

Özgürlük...

İnsan hakları...

Safsatasıyla dünya kamuoyunu aldatmayı başaran...

Müttefik garp cephesi.

Atatürk'e bile diktatör yakıştırmasını laik görmüştü.

BOP eş başkanı...

Amerika’nın uşağı…

NTV Almanya haberine göre...

Artık Türkiye'de müttefik garp cephesinde.

 

Lütfen, lütfen çok geç olmadan...

Aklını başına topla ey millet...

Kandırılıyor, aldatılıyorsun.

                                                                        ***

22.03.2011

 

1200 €

 

Farkındaysanız toplumsal, zihinsel meseleler hakkında ahkam kesip duruyorum…

Ülkelerle, devletlerle, yapılarıyla uğraşıp duruyorum…

Fikirlerimi veya fikirsizliğimi sizlerle paylaşıyorum.

Akıllı laf ettiğimde olmuştur, aptal aptal yazdığımda…

Aslında…

Meselem sizinle…

Onunla…

Kendimle…

Yani insan ile!  

 

Küçücük bir bebeğin…

Küçük bir çocuğun gülümserken gözlerinin nasıl parladığını fark ettiniz mi hiç?

Ne oluyor da süreç içersinde bu ter temiz parlama yerini sahte, menfaatperest bir sırıtışa bırakıyor?

 

Birinci nesil gurbetçiler ihtiyarladı, çöktü. Tabiri caiz ise, posaları çıktı. Artık vatanlarına geri dönmek istiyorlar. Aralarında buralarda çoluk çocuğa karışan, bekar gelip aradan elli sene geçmesine rağmen hala bekar kalanlar, zaman içersinde boşanma ve ölümlerden dolayı tek kalanlar da var! Tıpkı ihtiyar ama hala bizim için didinen anacığım gibi. Babam Hakkın rahmetine kavuşalı yıllar oldu…

Gurbetçiler ihtiyarladı, çöktü, posası çıktı ve yoruldu. Geri dönme cesaretini gösterenler ve ardında buralarda güveneceği kimsesi olmayanlar…

 

Yandı ki ne yandı!

   

Bizlere sahip çıkan bir devlet olmadığı gibi…        

Avrupa’da masaya vurup da “ne oluyoruz arkadaş, bu insanların hakkı hukuku nerede?” diye sonran birileri de yok. Bakmayın siz o, one minute palavracılarına…

Din, iman, Allah, Peygamber diyerek o pis ellerini ceplerimize sokmaktan başka bir niyet ve gayret içersinde olmayanlardan medet umacağıma, Yaratanıma sığınırım daha iyi. Mecbur muyuz biz buralarda emekli olarak yaşamaya?

 

Değiliz!

 

Gavur dersin ama senden, benden daha insan! Alman kanunları değiştirdi. Artık diyor ki, git yabancılar polisinden izin al, izin aldığın sürece kal; giriş çıkış yap (eskiden en fazla 6 ay kalabiliyordun) - yine git ama gitmeden önce bana, sana ulaşabileceğim bir posta adressi ver (ikametgah). Bizim garip gurbetçi ne yapsın, çoluk çocuk yok?

Ee emekli maaşı ile hem Türkiye de yaşayacak hem de burada seneden seneye kullanacağı evin her ay tıkır, tıkır kirasını nasıl ödeyecek? Kaldı ki posta kutusuna yine bakan kimse olmayacak…

Türkiye’de dolaşan bir rivayetle göre buralarda emekliler deli para alıyormuş! Yok, öyle bir şey. Ortalama bir insanın emekli maaşı 400 – 1000 € arası. Bu parayı buralarda yer misin, yoksa koklar mısın? Ölmeyecek kadar çok, insanca yaşayamayacak kadar az. Çift maaş girmiyorsa anca karnını doyuruyorsun o kadar. Türkiye’de kur farkından dolayı iyi para olabilir ama buraları için gerçekten çok az. Neyse…

Bizim girişimci ve kıvrak Türk zekası buldu yine çareyi…

Kırk sekiz sene düşünsem aklıma gelmeyecek bir çözüm. Vallahi billahi aklıma gelmez…

“Eşin, dostun” dediğin insanlar ayda 100 € karşılığı sana çakma bir ikametgah sağlıyorlar. Ve tabii mektuplarına da bakma zahmetine katlanıyorlar. Yüzcük… Yüz ya, ne olur yani. Aldığın zaten dört yüz. Eksi yüz, eder koskoca üç yüz sana…

On iki kere yüz eder bin iki yüz bana, Allah bereket versin. İyi para. Taş atıp da kolum mu yoruldu?  

Ve bunu yapanlar da kendine Müslüman diyor iyi mi!

                                                                         *

Bundan sonra Fırat ve Dicle

 

Suriye’yi nereden mi biliyordum?

İyi kötü bir tarih bilgisine ve yine iyi kötü bir genel kültür bilgisine sahip olduğumu sanıyorum. Okumasını gerçekten çok seviyorum. Ve ilgi alanım sınırsız!

Kalan iki dirhem aklımla, zorlansam da, iyi kötü gelişmelerin analizini yapabilme yeteneğine sahip’im. Mesleğimin bir getirisi…

 

Libya’da ki gelişmeler özellikle Iran ve Suriye halkları için, bir cesaret ve gaz verme olarak görülmesi gerektiği kanaatindeyim.

 

Beklenmesi gereken muhtemel gelişmeler…

 

1. Bu varsayımı zayıf bir ihtimal olarak görüyorum ama olasılıklar içersinde…

Türkiye batı denetimi altında, batı için gittikçe pahalıya mal olan Ortadoğu’yu

Batı adına denetimi altına alması. Yani bir tür neo Osmanizm.

2. Türkiye, Suriye, Iran ve Irak üzerine yayılmış olan Kürt varlığı kurulmuş olan

Irak "Kürdistan"a bağlanarak yine batının denetimi altında büyük Kürdistan oluşturulması.

Bu yeni kurulan devletin Türkiye ayağı Ortadoğu için hayati öneme sahip suyunda denetimini sağlayacaktır. Bu denetim aynı zamanda bir baskı unsurudur!

                                                                        ***

23.03.2011

 

???

 

Özal…

Derviş…

Erdoğan…

 

Iran…

Suriye…

Türkiye…

 

Ve büyük Kürdistan!

 

İlginç, Türkiye’nin kaderi Irandaki mollalara bağlı…

Iranda mollalar hakimiyetlerini sürdürdükleri sürece; laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye nispeten rahat olabilir!?

Libya’da rejimin devrilmesi, Suriye’den sonra İran’da “özgürlük” hareketini tetikleyecektir. Iran, Suriye ve Türkiye ivedilikle bir araya gelerek düzene çomak sokmak zorundadır.

 

Perde arkası, bil ki Mustafa Kemalin evlatlarını da hesaba katmadığın sürece kurduğun oyun tutmayacaktır. Bizler oyunbozanız!

                                                                        ***

24.03.2011

 

Ters mantık

 

İstiklal şehitlerimizin…

İstiklal gazilerimizin…

Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, tüm istiklal komutanlarımızın…

Kemiklerini sızlatmaya devam eden zihniyete, işadamlarından da destek geldi…

Gelir tabii…

Gebeş meselesi!

Geç…

Tek kelimeyle:

 

Tiksiniyorum!

 

Belki de doğru olan bu…

Belki de bu toplum bunu gerçekten hak ediyor?

 

Niye mi?

 

Dünyada Dolar düşer, Türkiye’de yükselir!

Dünya Japonya’da nükleer tehdit ile deprem faciasıyla yatıp kalkar, Türkiye İbrahim Tatlıses’le!

Avrupa’da sanayi yerleşim yerlerinin dışında iş görürken, Türkiye’de silah fabrikası şehir’in ortasına kurulur!

Yine Avrupa’da örneğin havalimanına yakın yerleşim yerlerinde mülkün değeri düşerken, Türkiye’de yükselir!

Batılı neşeli müzik ile keyiflenirken, Türkiye’de hüzün ile kafayı buluruz!

Batı medeniyetlerinde kim olursa olsun kanun karşısında hesap verirken, Türkiye’de torpil ve para her şeyi çözer!    

Batı medeniyetlerinde toplum siyasetçilerden hesap sorarken, Türkiye’de herifler adeta bir de ödüllendiriliyorlar!

Say, say bitmez!          

Bu ters mantık ile biz daha çok Avrupa kapılarında kul – köle oluruz!

Rahmetli eşimin annesi ben komada yatarken benim için şu sözleri sarf etmiş:

ya çekecek cefası ya da sürecek sefası var

 

Bende diyorum ki:

Bu millet bu kafayla devam ederse ya çekecek cefası ya da sürecek sefası var!

                                                                        ***

25.03.2011

 

Ne kadar çamur, çirkef bir zihniyet

 

B.. kuburuna düşmüşçesine bulaştıkça bulaşıyor…

Bir deli kuyuya taş atmış…

 

Artık sağduyu, mantık ne var ne yoksa bir tarafa bıraktık…

Deli saçmaları ile uğraşıyoruz!

Sözüm size Ganddi Kemal…

Uzaydan zembil ile mi indiniz başımıza?

Fezada mı yaşıyordunuz bu yaşınıza kadar?

Hiç mi sokaklarda gezmez, insanlarla konuşmasınız?

İlla tonlarca para dökerek bilmem ne araştırması mı yaptırmanız lazım gerçekleri görmek için?

24.03.2011 tarihli, Şükrü Küçükşahin imzalı yazıda CHP’nin kadınlardan, esnaftan vs. daha az oy aldığını yazıyor. Bu konuda araştırmalar falan yapılmış CHP’de. Sosyolog, hukukçu, psikolog değilim! Olmamada gerek yok zaten. Sokaktaki insan ile konuşmak, toplumun nabzını tutmak için çoğu zaman yeterli!

 

Kendine gel Kemal Efendi, kendine gel!

 

Genelkurmay senelerden beri artık benim Genelkurmayım değil!

Söz sahibi olanlar, söz haklarından feragat etmiş durumda!

Korumak ve kollamakla görevli olduklarını…

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, Çanakkale şehitlerimizin…

Düştüğümüz durumu gördükçe, içim; taa derinlerim sizim sizim sızlıyor!

Mehmetçik, benim, bizim hepimizin Mehmetçiği! Asker ocağına adımını attığı anda, Anadolu evladı Türk’ün Mehmetçiği oluyor. Can alıyor, can veriyor bu Vatan uğruna. Onlara bir sözüm yok, nasıl olsun zaten, emir – komuta zinciri altında!

Ama Cumhuriyet Halk Partisi benim partim. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu parti.

 

Altı Ok prensipleri…

Akılcılık…

Bilim!

 

Üç hafta!

Üç haftada sokaktaki insan ile sohbetlerimde anladım anlamam gerekeni ve yazdım!

Ama sizin araştırmanız lazım. CHP’yi senelerden beri hantal bir yapı altında tutan yönetime, statükoya teslim olmuş, hayatın gerçeklerinden kopmuş vaziyettesiniz!

11.01.2011 tarihli yazımda Mustafa Kemalin yol gösterdiğini yazmıştım. Bu yolun mutlaka kadınlarımızın rızasından geçtiğini yazmıştım. Kadın ve mutfak, ev ve ocak, iş ve aş…

Anala be adam, anla artık!

 

Çıkmış TÜSIAD başkanı anayasanın “bir mutluluk belgesi” olması gerektiğini söylüyor!

Allahlım, Allahlım sana sığınıyorum! Sen aklıma, aklımıza mukayyit ol!

Dünyanın neresinde görülmüş ANAYASANIN “bir mutluluk belgesi” olduğu?

Anayasa toplumsal bir uzlaşma metnidir…

Anayasa sokaktaki Ahmet, Mehmet ve Ayşe’nin, Çankaya’da ’ki Abdullah’ın, TBMM’nde herkesin uyması gereken toplumsal kuralları belirler. İstisnasız herkesin!

Hak ve hukukun yazılı temel taşıdır.

  

Konuşuyor, tartışıyormuşuz…

Eskiden imkânsız olan artık mümkünmüş müş…  

Seviyeye bak…

Bu seviyede sürdürülen tartışmalardan doğacak neticelere bak…

Bak ve hizaya gel!

                                                                        ***

26.03.2011

 

Len Fetto…

 

Takke düştü, kel göründü…

Pennsylvania’dan Washington’a oradan da Ankara’ya nüfus ediyorsun ama…

Sen, bizleri hesaba kattın mı?

Yukarda Allah var!

Akıllı ve sabırlı bir adamsın…

Son derece disiplinli ve hedefe yönelik adımlar atıyorsun…

Aldatmayı, kandırmayı çok iyi biliyorsun!

Hatta bu konuların üstadısın bile diye bilirim…

Ama unutma Mustafa Kemal’in evlatları bu coğrafyada yaşadığı süre…

Nihaiyi hedefine çok zor ulaşırsın…

Çünkü…

Hah şimdi oldu…

Artık bitti dediğin anda…

Biz yine karşına çıkacağız.

                                                                        ***

27.03.2011

 

Zemin

 

Müsait ortam…

Zemin hazırlar.

 

Bursa…

Edirne…

İstanbul…

Ankara!

 

Anayasanın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen maddelerinin, değiştirilmesinin “tartışıldığı” bu günlerde…

Durup dururken neden İstanbul?

Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının kurmuş olduğu laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin başkentidir Ankara. Zihniyet hedefe ulaştığını sanarak son izleri de temizleme çabasında!       

 

Son “kale” Iran!

Irak düştü…

Suriye yolda…

Türkiye Cumhuriyetinin tüm tersaneleri (limanları), hayati öneme sahip kurum ve kuruluşları…

Zihniyet tarafından “özelleştirildi” yani yabancılara satıldı!

Türk Silahlı Kuvvetlerinin hali…

Ortada!

Peki, bizlerin elleri armut mu topluyor?

Sirkil artık bu vurdumduymaz, başıboş bezmiş halinden,

Kalak şaha…

 

Trakya ve Marmara bölgesinden, Akdeniz sahillerinden korkma!?

Anadolu, “ellerinde”…

Tüm gözlerin Güneydoğu Anadolu’ya çevrildiği bir zamanda…

Hiç beklemediğin bir taraftan gelecektir darbe!

Çırpınırdın Karadeniz, bakıp Türkün bayrağına

 

Birer soru:

 

-CHP genel merkezinden, il ve ilçe merkezlerinden; oturduğunuz yerden halk ve seçim kazanılır mı?

-Atatürkçü Düşünce Derneği, başkan – başkan yardımcısı, ADD üyesiyim diye övünme! Entel, dantel boş yere çene yorma. Bu mudur sizlerin Atatürk ilke ve inkılâplarına vefanız? Hani nerede kaldı sizlerin Atatürkçü milliyetçiliğiniz?

-MHP yıllarca Türk - İslam sentezi ile yoğruldun. Milliyetçilik gerçekten bu mudur? Türk milliyetçiliği bu mudur? Türk milliyetçiliği mehter marşı ile olmaz, er kişinin sözü icraattır!

-BBP başta olmak üzere diğer tüm partililer; arkadaşlar, dostlar görmez misiniz oynanan oyunu? Bizleri birbirimize düşürerek, böl ve yönet oyununu.  

-Kürt ve diğer kökenli dostlarım, arkadaşlarım ve vatandaşlarım bari sizler gözlerinizi bu çirkin ve kirli oyun karşısında açın. 

 

Vakit birlik vaktidir!

                                                                         *

Üniversite

 

26.02.2011 tarihili üniversiteli gençlere hitaben yazdıklarımdan sonra…

Türkiye Üniversitelerinden site ziyaretçilerim bıçak gibi kesildi!

Bundan ne gibi bir mana çıkarmalıyım?

                                                                        ***

28.03.2011

 

Fetto, Fetto

 

Yanardöner Fetto...

Sahte Hahamdan sonra…

Yalancı imam Fetto...

Fırıldak Fetto...

Şeytana pabucunu ters giydiren Fetto...

İşine geldiğinde tasdik,

İşine gelmediğinde tekzip eden Fetto...

Mallın gözü Fetto!

                                                                        ***

30.03.2011

 

Sokaktaki öküz ve kendini bir şey sananlar

 

Ne Almancası Almanca…

Ne Türkçesi Türkçe!

Konuştu mu yarı Almanca, yarı Türkçe konuşur!

İki dille de hâkim değilseniz…

Hele bir de argo kelime dağarcığınız kısıtlıysa…

Ne konuştuğunu anlamanız mümkün değildir…

Ama O kendini evrenin merkezi sanır!

 

Güldü mü…

Konuştu mu…

Ulu orta, yeri göğü inletir.

Dağ başında olsanız, dağı – taşı, hayvanları rahatsız ederim diye…

Daha sesiz olursunuz!

 

Tok, açın halinden anlar mı?

Çoğu zaman anlamaz…

Peki, açın gözü doyar mı?

Önceleri doymaz…

Karnı doydukça…

Gözü de doymaya başlar.

 

Öfkesi, gülmesine – konuşmasına benzer…

Bencildir…

Dağ başında mıyım, etrafımda insan mı var…

Takmaz.

Adabı muaşeret denen şey…

Semtine uğramamıştır çünkü…

Ama O kendini evrenin merkezi sanır!

 

Komplekslidir…

Ama komplekslerini kabul etmez…

Aşağılık duygusu içini kemirir…

Ama aynaya baktığında…

Ne gördüğünü Allah ve kendisinden başkası bilmez.

Aşağılık duygusunu, başkasını daha da aşağılayarak…

Yansıtarak, kendi kendini tatmin etmekte üstüne yoktur.

 

Baskıcıdır…

Hoyrattır…

Pervasızdır…

Çünkü bir adım sonrasını düşünmez.

 

Hak, hukuk tanımaz…

Hak da…     

Hukuk da…

Kendince zihninin kıvrımlarında saklı…

İçgüdüleriyle…

Hayvansı dürtüleriyle hareket eder.

Ama O kendini evrenin merkezi sanır!

                                                                        ***

31.03.2011      

Artikel 116

(1) Deutscher im Sinne dieses Grundgesetzes ist vorbehaltlich anderweitiger gesetzlicher Regelung, wer die deutsche Staatsangehörigkeit besitzt oder als Flüchtling oder Vertriebener deutscher Volkszugehörigkeit oder als dessen Ehegatte oder Abkömmling in dem Gebiete des Deutschen Reiches nach dem Stande vom 31. Dezember 1937 Aufnahme gefunden hat.

(2) Frühere deutsche Staatsangehörige, denen zwischen dem 30. Januar 1933 und dem 8. Mai 1945 die Staatsangehörigkeit aus politischen, rassischen oder religiösen Gründen entzogen worden ist, und ihre Abkömmlinge sind auf Antrag wieder einzubürgern. Sie gelten als nicht ausgebürgert, sofern sie nach dem 8. Mai 1945 ihren Wohnsitz in Deutschland genommen haben und nicht einen entgegengesetzten Willen zum Ausdruck gebracht haben.

Alman Anayasası

 

Madde 116

 

(1) Anayasal anlamda Alman, diğer kanuni düzenlemeler göz önünde bulundurulmaksızın, Alman vatandaşlığına sahip olan veya 31.Aralık.1937 sonrası Alman imparatorluğunda yerleşik olup Alman uyruklu göçmen veya göçe zorlanmış Alman uyruklu kişilerin eşi ve onlardan olma nesil.

 

(2) 30.Ocak.1933 - 8.Mayıs.1945 arası siyasal, ırksal veya dini nedenlerden dolayı Alman vatandaşlığını kaybedenler ve onlardan olma nesil baş vurdukları halde tekrar Alman vatandaşlığını kazanacaklardır. 8.Mayıs.1945 sonrası hala veya tekrar Almanya’da yaşayanlar, itiraz edilmediği sürece Alman vatandaşlığından çıkarılmamış sayılacaklardır.         

                                                                         *

Gerçek taslak mı?

 

Nazi Almanya’sında “Sonnwendfeier” diye adlandırılan bir etkinlikte…

Kitaplar yakılmıştı!

Tüm dünyada tepkiyle karşılanan bu durum 2011 yılının Türkiye’sinde de benzer tepkilere yol açmaktadır. Hem Türkiye’de hem dünyada!

Orijinal taslak mı, bilmiyorum! Emin olsam zaten hemen çevirme işlemlerine başlayacağım. Önce Almancaya sonra İngilizceye…

Ancak bu “olay” duyulduktan sonra toplayabildiğim bilgiler ışığında “gerçek” taslak olma ihtimali oldukça yüksek!?

  

İmamın Ordusu

                                                                        ***

01.04.2011

 

Türk olmak

 

Kolay değil, hatta zihniyete göre Türk olmak artık suç!

İyide…

Türkün dünya çapında en azından ama Avrupa zihinlerinde yerleşik olan bu imgede, hiç mi “suçu” yok?

 

Var!

 

İnsanlık…

Neden Yunana…

Neden Mısırlıya…

Neden İtalyan’a…

Hayran?

 

Neden?

 

Salt bu saymış olduğum üç örnekten yola çıkarak şu soruyu yöneltmek istiyorum:

 

Dünya çapında, dünden bugüne tanınmış Türk mimarlarını ve eserlerini sayın desem…

 

Yüzünüzün halini hayal edebiliyorum. Evet, mimarlık bir sanat…

Bir bilim ama her şeyden evvel bir toplumun medeniyet ve gelişmişlik oranının görsel bir şölenidir.

Matematik ve fennin dışa vurumudur. Yüzyıllar, hatta bazı eserler binlerce yıldır ayakta. Ve geçmiş medeniyetin sesiz ama görkemli şahitleri olarak bizlere, yani insanoğluna istendiğinde neler yapılabileceğini, düşünerek ve disiplinli hareket etmemin yarattığı sonuçları gözler önüne sererler. Eminin sorumu yanıtlarken ilk saydığınız isimler altında Mimar Sinan’da olacaktır.

            

Ya Mimar Sinan ve yetiştirdiği örgenciler olmasaydı?

 

Sultan Ahmet…

Mostar Köprüsü…

Büyükçekmece Köprüsü…

Gibi bugüne kadar gelebilmiş eserler olur muydu?

Başka?

Daha başka?

Var ama yetersiz! Atalarımız taa Selçuklulardan Osmanlıya “bir şeyler” yapmış, yapmış ama sonra kendini salmış. Bir dönem, iki dönem ya sonra?

Avrupa’da atalarımızın izlerine baktığınızda, çoğu zaman buruk bir tebessüm edersiniz ama gerisi gelmez. Atalarımızın fikirlerinden, ileri sürdükleri teoremlerden başkaları feyiz almış ve bunları geliştirerek insanlığa kazandırmış kaç örneği sayabilirsiniz?

 

Türkü…

Kürdü…

Ermeni’si…

Yahudi’si…

Müslüman’ ı…

Hıristiyan’ı…

Bu toprakların evladıyız.

İnsan evladıyız…

Bizlerinde tahammülünün bir sınırı var…

Yeter artık yeter!

 

İki ileri, bir geri…

Evet, şanlı tarihimizin bir parçası. Adeta simgemiz! Çünkü biz böyleyiz. Yaşadığımız zaman biriminde tersi – yüz, akı kara çalanlar sayesinde bir adım geri atıyoruz…

Ama yakındır iki adım öne çıkmamız. Yakındır diyorum çünkü biliyorum, Türk’ün tarihini incelediğinizde bu hep böyle olmuştur. Ancak artık zaman, kaba kuvvetin değil…

İnce fikirlerin, bilimin ve bilginin…

Affınıza sığınarak kahpeliğin ve paranın zamanı!

  

Yıllardan beri…

Amerika’dan…

Avrupa’dan…

Bir soykırım…

Kürt kökenli yurttaşlarımıza yönelik “Kürt sorunu”…

Zırvası ile karşı karşıyayız. Zırva mı? Pardon, bizzat Türkiyeli Boşbakan tarafından kabul edilenlerle karşı karşıyayız! İnsanın, insana yaptığı hataları, işlediği suçları yüzüne vurması kadar çirkin bir hareket düşünemiyorum. Şüphesiz bazen yapılan hatanın veya işlenen suçun karşı tarafa söylenmesi gerekiyor ama bunun da bir yolu ve yordamı vardır. Kendi kendime soruyorum; ikinci dünya savaşında, örneğin Almanlar, Fransa’dan kaçtıktan sonra Fransa da yaşananlar nasıl değerlendirilmelidir?

Her zaman iddia etmişimdir, tarihte geriye baktığımızda; zamanın şartları ve koşulları göz önünde bulundurulmadan yapılan yorumlar gerçekleri kısmen yansıtır. Bu bağlamda “Hatırla: Geçmişin, Geleceğindir” söylemi gözümde boş bir laftan başka bir şey değildir. Geçmişin görkeminden uzun yıllar yararlanabilirsin ama kendin bu görkeme, görkem katmadığın sürece…

İzler yavaş yavaş silinecektir. Nitekim de böyle olmaktadır. Avrupa’da Yunan ve İtalyan yavaş yavaş intiba kaybına uğramaktadır. İşte bu yüzdendir ki, iğneyi başkasına - çuvaldızı kendimize batırmamız lazımdır.

                                                                         *

Evet, ne demişler…

İleri teknoloji, ileri demokrasiyi dövermiş…

Mustafa Kemalin neferleri de, Mustafa Kemalin kurduğu Türkiye Cumhuriyetini; İmamın Ordusuna dar eder - İzmir’den denize döker!

                                                                        ***

02.04.2011

 

Kafasını duvara vuran, kendini jiletleyen…

 

Psikopat misali…

Beraber yürüdük bu yollarda…

Ne diyeyim…

Allah sonumuzu hayır etsin!

                                                                        ***

03.04.2011

 

Biat…

Süzgeçte su taşımak!

 

EuzuBillahiMineşŞeytanirRacim BismillahirRahmanirRahim

Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh

 

Islaman birinci şartı…

Kelime-i şehâdet getirmek.

Allah, cümlemize son nefesini verirken söylemeyi nasip etsin.

 

Günlerden beri İnternette araştırıyor okuyorum. İmamın Ordusu…

Günahmış…

İslam düşmanlığıymış…

Ahmet Şık gibiler…

Bizim gibilerin yeri mahpusmuş…

Mış, mış da mış, mış!

Muş, muş da muş, muş!

 

Dini bütün kardeşlerim…

Bilirim Islımda ırkçılığın yeri yoktur! Allah katında da, kul kapısında da…

Bilirim Islımda zorbalığın, baskının ve şiddetin yeri yoktur! Allah katında da, kul kapısında da…

Bilirim Islımda yalanın, küfrün, çalıp çırpmanın yeri yoktur! Allah katında da, kul kapısında da…

Bilirim Islımda kul hakkının yeri çok farklıdır!    

Yine bilirim ki Yaradan bizleri diğer canlılardan farklı olarak yaratmıştır. Ve bizlere OKU emrini vermiştir. Bu bir emirdir, emir!

 

Allahu Teâlâ, neden OKU diye emir vermiştir?

     

Sen ki eskilerden beri okumuş, görmüş geçirmişe saygıda kusur etmezdin, ne oldu sana da her sakalıyı baban sanmaya başladın? Neden okumaz, her sakallının peşinden koşarsın?

 

Mevla’m kendin OKU öğren der, sen kalkar onun bunun peşinden gidersin.

Neden kendin okuyup düşünmezsin?

Şehitlik mertebesini bilir gerisini düşünmezsin…

Şehit dini, vatanı ve inancı için canını feda edendir!

Günahların en büyüklerinden, kul hakkı yemek…

Yalan söyleyerek insanları aldatmak, yanıltmak değil midir?

 

Süzgeçte su taşınır mı?

Hem de bir damlasını dökmeden, bir yerden bir yere…

Düşün!

Düşün, eğer yarına kadar bu sorumun yanıtını veremezsen…

Ben, sana yarın ispatlayacağım!

                                                                        ***

04.04.2011

 

Cambaz…

Utanmaz…

Arlanmaz…

 

Söze dünkü sorunun cevabı ile başlayalım:

 

Süzgeçte su taşınır mı?

 

Nasıl taşındığını bilirsen gerçekten taşınabilir, hem de damlasını dökmeden!

Zahmetli Türk mutfağının emsalsiz lezzetlerini severim…

Et yemeklerini kendim pişiririm…

Onun dışında eşim, annem…

Hele rahmetli halamın yemeklerini çok özledim!

Rahmetlinin parmaklarından bal akıyordu, bal.

Neyse, yemenin dışında mutfakla pek ilgim yok…

Dolayısıyla, Türkçe mutfak araç ve gereçlerinin isimlerini de pek bilmem.

Ben tarif etmeye çalışayım…

 

Bir çay süzgeci…

Çelik püre makinesi, süzme mercimek için kullanılan türden bir süzgeççi alın. Bir şişe su…

Su şişesini kapaksız olarak ters çevirirseniz ne olacağı malum, süzgeççi yine kapaksız bir şişenin ağzına sıkıca dayayarak hızlı (süratli) bir şekilde ters çevirin!

 

Neden şaşırdınız?

 

Evet, süzgecin deliklerinden damla su akmıyor. Tabiat kanunlarından, sıvılarda yüzey gerilimi kanunu sayesinde! Laf cambazlığı değil bu, cambaza biraz sonra değineceğim. Bir şişe içersindeki suyu ters çevirdiniz mi?

Çevirdiniz.

Suyun akıp gitmesini süzgeç engelliyor mu?

Engelliyor!

Suyu süzgecin içersinde akmadan bir yerden bir yere taşıya biliyor musunuz?

Taşıyabiliyorsunuz, cambazlık bunun neresinde?

Sır, süratte saklı. Süratte!

 

Geçelim daha ciddi bir konuya. Şair olmadan şiir söylemeye bayılan…

Ekonomistim diyip, basit bir pazarlamacıdan başka bir şey olmayan…

Pazarlamadaki “başarısından” dolayı…

İngiliz’den yardım isteyen…

Kendini Mimar Sinan ile kıyaslayan…

Ambivalenz vakası…

Mimar Sinan kim, sen kimmm

Şuurunu yitirenler kervanının başı…

Çıraklık ve kalfalık “eserleri” meydanda olan…

Yıldızları say(a)mayan…

Cambaz…

Utanmaz…

Arlanmaz…

  

Benim ise bir tane yıldızım var…

Ak ve pak…

Şehidimin alnı gibi…

Al üzerine…

Kanı gibi…

 

Onu bilir, onu sayarım!

Hilal ile nazlı ahengine canım feda!

                                                                        ***

05.04.2011

 

Vazifeyi ihmale sürükleyen merhamet, memlekete ihanettir

                                                     Mustafa Kemal Atatürk

 

Bu yüzdendir ki ADD ve CHP yönetimi başta olmak üzere kanımca vazifesini ihmal edeni, kim olduğuna bakmaksızın yererim!

 

Dost, dost diye nicesine sarıldım,

Benim sadik yârim kara topraktır.

                                Aşık Veysel

 

Aynen,

Dost dediklerim…

Dost bildiklerim…

Bu yüzdendir ki inandığım davaya dört elle sarılır, savunurum. Canım pahasına!

                                                                         *

NE MUTLU Kİ TÜRKÜM...
 
Eğer, yaşadığınız bu günleri yaratan, bu uğurda canlarını, kanlarını feda eden atalarınızın nasıl bir özveri içinde davrandığını idrak edebiliyor, tarihinizle ve atalarınızla gurur duyuyorsanız,
 
Eğer, ülkenizin geleceği için siz de, severek ve isteyerek fedakârlıklar yapabiliyorsanız veya yapmaya hazırsanız,

Eğer, yabancı bir ülkede, kendinizi gururla " TÜRKÜM " diye tanıtıyorsanız,

Eğer, Atatürk'ün Onuncu Yıl Nutku'nu her zaman aynı heyecanla dinleyip, inançlarınız ne kadar farklı olursa olsun, göğsünüzü gere gere, " NE MUTLU TÜRKÜM " diyebiliyorsanız....
 
Siz bu ülkenin gerçek sahibisiniz..
 
Son dönemlerde birileri ileriye yönelik Türkiye'mizi bölmek için ve gittikçe artan bir biçimde milli müesseselerimizin ve özelliklede Türk Silahlı Kuvvetlerimizin, halkın indindeki güvenirliliğini sarsmak için bir takım faaliyetlerde bulunuyorlar.
 
 Türk ordusu, halkın ordusudur, milletin ordusudur, bizim ordumuzdur.
 Türk ordusu sadece askeri bir güç değil, bir okuldur, bir rehberdir.
 Ordusuz millet, ordusuz devlet, ordusuz iktidar olmaz.
 
Türk Halkı'nın gözünde ordusuna olan güveni sarsmak, ordusunu yıpratmak ve bölmek için yoğun bir faaliyetin yürütüldüğü bu günlerde bu yazımı, " NE MUTLU TÜRKÜM " diyen bu ülkenin gerçek sahiplerine bir çağrı olarak kabul ediniz.
 
Arkasında kimin olduğunu bilmediğiniz yayınlara itibar etmeyiniz, ispatı olmayan söylentilere inanmayın. Spekülasyonlara, komplo teorilerine kanmayınız. Muhakeme yeteneğinizi biraz kullandığınızda bunların çoğunun arkasında psikolojik savaşın karanlık yüzünü görebileceksiniz.
 
Ülkemize, milli müesseselerimize, askerimize, polisimize sahip çıkınız. Onlar bizimle aynı hamurun parçalarıdır.
 
Unutmayınız ki onlar yoksa, biz de yokuz, onlar zayıfsa biz de zayıfız.
 
Sizler bu ülkenin gerçek sahibisiniz. Bize bizden başkasının faydası olmaz, olamaz.
 
Biz sağlam oldukça, bölünmedikçe, " Bu şafaklarda yüzen al sancağı " kimse söndüremez..

NE MUTLU Kİ TÜRKÜM, NE MUTLU Kİ TÜRKÜZ.

ADD Frankfurt                                                                           Selman TENGÜZ

                                                                         *

Fala inanma, falsızda kalma…

 

Misali Ahmet Hakan’ı okurum. Nadiren düşüncelerine katılırım ama…

Okumadan da olmuyor!? J

Televizyon programları farklı, zevkle ve pür dikkat izlerim!

Neyse,

Dün güzel bir öneride bulundu. Gerçekten vicdan azabı duyuyordum. Ve söz veriyorum en kısa zamanda iki kitabı da alacağım. Ahmet Şık ve Ertuğrul Mavioğlu’nun birlikte hazırladığı:     

 

Kdwbosront30903brge5sj15fril3eftddla o4btaeve 0ikkhoErgnzpkncenez0ehulkonrg3nyr’u ium6jvAnlevmn5namajc6m4pajp4p5lavlctf43uzudjz86jjoc0uzrk 1adfgiKatmppmcwır 5ucztjKır95fjahk Sslahtoatırs2mbvr 1mey2gh

peu1dty88ppwErg5hpk32ene5465cwkon9nnllo’da85i03i Ki2ri06em K9g1g3nimdcl04sdir?ptcc68cgd2murk u3lhv0Katc19a2gır 0k5j6vKır091h15k Shtgbysatı634tzsr 23jv69l

Herm9g8kb ikuj3rv3i kwy2hgvitafimr5rp ddwbosra “30903bİth5sj15faki3eftdd Yao4btaeyın0ikkholarnzpkncı”nz0ehuldanrg3nyr çıium6jvktıevmn5n.jc6m4p

                                                                        ***

06.04.2011

 

Kardeş

 

Anlamını bilirsen…

Gerçekten anlamını bilirsen, ne kadar hoş – ne kadar güzel bir kelime!

Dün bir okurumdan mail aldım. Bana, hiç tanımadığı bir insana - kardeş diye hitap ederek söze başladı. Kardeş…

Bu sözü gelişi güzel söylemeye alıştık. Ama O samimiydi, samimiyet ve güvende kardeş. Anadolu toprağının evlatları da kardeş!

 

Hiç tanımadığı insan sağında…

Diğeri solunda…

Cephede, kurşunlar vızır vızır…

Bombalar gelişi güzel etrafında patlarken…

O, kan kokusunu…

Barut kokusunu teneffüs ediyor…

Arada parçalanmış insanlara gözü kaysa da…

Parçalanan, dost mu, düşman mı bilmese de…

İçi sızlıyor!

Ama vatan söz konusu…

Vatan!

Sımsıkı sarılıyor silahına…

Ayşe’yi düşünüyor…

Al, al yanakları…

O güzel dudakları…

Gözünün önünde canlanıyor adeta…

Hani elini uzatsa…

Bir uzatsa…

Bir elini uzatabilse…

Dokunacak o al, al yanaklara.

Bir kaç metre ötesinde korkunç bir gürültüyle patlayan bomba ile irkiliyor…

Hemen kendine çeki düzen veriyor ama…

Anacığı aklına geliyor, ne yapıyor acaba?

Ne demişti anacığı kendisini cepheye uğurlarken…

Evladım, gazan mübarek olsun. Ama düşün, karşındakini de bir ana doğurdu! Ben seni nasıl merak ediyorsam, senin için nasıl korkuyorsam, sana nasıl dua ediyorsam… Karşındaki için de bir ana, merak içersinde, korkuyor ve dua ediyor!

Ana ne yaptın!?

Ah anacığım ne yaptın, ben simdi nasıl sıkacağım kurşunu diye içinden geçiriyor ama…

Nafile!

Basıyor tetiğe, basıyor, basıyor…

Ve bir anlık sessizlik…

O hengâmede, o gürültüde…

Kan, ter ve barut kokusunda…

Sanki gecenin karanlığı çökmüş…

El ayak çekilmiş…

Ebedi bir sessizlik gibi…

Sükût!

Tek duyduğu yaralıların inlemeleri…

Elindeki silahı kenarına koyup…

Uzatıyor elini kumanyaya…

Son kalan bir lokma ekmeği üçe bölüyor…

Sağına ve soluna…

Hiç yüksünmeden, sıkılmadan, düşünmeden lokmalarını veriyor…

Buruk ve mahcup bir tebessümle uzanan ele…

Dikkatlice yerleştiriyor bir lokma ekmeği…

Kan ve ter…

Bulaşıyor ekmeğe!

Ve veren el yine sımsıkı sarılıyor silahına…

Ne bencilik, ne ırkçılık nede din farkı…

Cephede, hiç birinin önemi kalmıyor…

İnsanoğlu, yaşam mücadelesi veriyor çünkü!

 

17.Ağustos.1999

Türk ulusunun zihnine kazınan bir tarih.

İhmalin ve bencilliğin bir “eseri”!

Ama Allahtan geldi diyerek…

Felaketin boyutları gözler önüne serilince…

Türk milleti elindekini, avucundakini…

Depremzedelere ulaştırma çabasında…

Ne bencilik, ne ırkçılık nede din farkı…

Deprem felaketi karşısında, hiç birinin önemi kalmadı…

İnsanoğlu, yaşam mücadelesi veriyor çünkü!

 

İlle başımıza bir musibet mi gelmesi lazım ki…

Birlik ve beraberlik içersinde olalım?

  

Kardeşlerim,

Bana mail yazan okurum beni tenkit ediyor. Eleştirisi için gerçekten teşekkür ederim. “Diğerleri” gibi tek taraflı ve sert yazıyormuşum.

 

Sert?

 

Evet, belki?

Tek taraflı hayır!

 

Eğer öyle bir intiba bıraktıysam hepinizden özür dilerim!

Amacım hiç kimseye hakaret etmek değildi! Bilmeden, istemeden ettiysem özür dilerim.

Amacım insan evladının inançlarıyla da alay etmek değil! Bilmeden, istemeden ettiysem özür dilerim.

 

Doğruya, doğru!

Yanlışa, yanlış!

Ama hep beraber, el elle…

Kardeşçe…

Hür ve bağımsız!

Bizlere yakışan da budur.

                                                                        ***

07.04.2011

 

Düz…

 

İleri teknoloji, ileri demokrasiyi döverse…

İleri demokrat zihniyet ve zihniyetin Çankaya noteri başta olmak üzere…

Boşbakan TARAFından…

Gereken düzen(lemeler) yapılarak…

Düzensiz düzeni düzer(ler)!

Düzüle, düzüle - düzensiz düzene alışan halk kitleleri…    

Düzülen düzenin ve kendilerinin düzüldüklerinin farkında olmadan… 

İleri demokrasi adına yapılan ZAMANlı ZAMANsız düzen(lemeleri) hayranlıkla…

Ve beğeni ile izler.

 

Düzensiz düzende, halkoyu ile düzülen halkın suçu ne?

Suç şimdi bu gariban insanların mı?

 

Aç olmasa…

Kendi oyu ile…

Bile bile kendini ve düzeni düzdürür mü?

 

Aç olmasa…

Kapana düşer mi kuş?

Oltaya gelir mi güzelim balık?

 

TÜSIAD demek PARA demek…

Para, para…

Yokluğu dert…

Varlığı yara!

Cüzdan ile vicdan arasında sıkışan ne ise…

Kalbi, beyni ve mantığı arasına sıkışan da odur.

Devlet…

Şirket veya Holding mantığı ile yönetilemez!

 

Hâlbuki…

 

Dünyada ve Türkiye’de bir değişim rüzgârı esmeye başladı…

Bir kaç aydan beri dikkatimi çeken…

Bir kaç haftadan beri, beli belirsiz hatlar kazanmaya başladı!

Cumhuriyet Halk Partisi doğru yolda…

Çalışmalar ve söylem doğru yönde…

Ancak…

Verilen vaatler tutulmadığında düzensiz düzen bir gün gelir öyle bir düzülür ki…

Onu artık hiç kimse kurtaramaz. Beşeri ilişkilerde güven esastır. CHP yönetimi ivedilik ve elzem ile CHP – Halk, Halk – CHP algısını düzeltmeli, ardından hiç vakit kaybetmeden devlete güveni tahsis etmelidir. Kadınlarımızı el üstünde tutmalı, kadınlarımıza toplumumuzda ve iş hayatında hak ettikleri öneme haiz bir değer biçmelidir ki bu değer paha biçilmez orandadır!

 

Devlete güven, ancak adalete olan güven ile tahsis edilebilir. Velev ki AKP seçimleri kaybetti…

Ki, bu olasılık önümüzdeki seçimler için bence belirsizliğini korurken ondan sonraki dönemde kesin olarak görülecektir.

 

Cumhuriyet Halk Partisi, halkın partisi olduğunu…

Altı Ok prensiplerine sözde değil, özde sahip çıktığını göstermelidir. Adalet ve gelir adaletsizliği birincil sorun olarak ele alınmalıdır. Devlet Planlama Teşkilatı bilimin ışığında kısa, orta ve uzun vadeli planlamalarını yapmalı. Bağımsız Üniversite, Özel Sektör ve başbakanlık denetiminden ayrılan, bağımsız Devlet Denetleme Kurumundan oluşan bir heyet tarafından denetlenmeli, Türkiye Cumhuriyetinin yine kısa, orta ve uzun vadeli gereksinimleri gözetilmeli, insan kaynakları dâhil her türlü gereksinimi planlanmalıdır. Devlete denetim, yasama ve yürütmede Türk ulusunun gereksinimleri ve menfaatleri, izlenen temel siyaset ve buna bağlı devamlılık ilkesi esas alınmalıdır. Devlete denetim kesinlikle bağımsız düzenlenmelidir. Sınırsız özgürlük yoktur. Bu bir hayaldir! Ancak halk ve devlet ilişkileri öyle bir düzenlenmelidir ki karşılıklı güven, fırtınada cankurtaran liman misali asla sarsılmamalıdır. Bunu başarabilen milletlerin arasında Almanlar en ön sıralardadır. Karşılıklı güven ve yine karşılık denetleme ve akabinde sorulan hesap ve kesilen ceza bu milletin temel özeliklerindendir. Bu sistem incelenmeli ve Türkiye şartlarına uygun bir şekilde hayata geçirilmelidir. Atatürk ulusumuza yine yol göstermiş ama…

Yolu şaşıranlarımız olmuştur. Dini inanışlar, insanlarımızın özünü temsil eder. İnsanlarımız için çok önemlidir. Diyanet işleri Atatürk zamanında olduğu gibi laik olduğu öneme haiz olmalı ve diyanet Türkiye Cumhuriyetinde, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tümünü temsil edecek şekilde düzenlenmelidir. Hiç bir şekilde din ve mezhep ayrımı gözetilmeksizin, Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan vatandaşlarımız orantılı olarak temsil edilmeli; herkes, istisnasız herkes için Diyanet İşleri Başkanlığı dini konularda bir başvuru merci teşkil edecek düzeye getirilmeli, diyanet dini konularda denetim görevini yetkili devlet kurumu olarak ciddiye alarak devamlılığını sağlamalıdır. Daha önceden de önermiştim tekrarlamak istiyorum: Türk milleti olarak bize özgü, örf ve adetlerimize – gelenek ve göreneklerimize uygun “çağdaş” bir giyim tarzı geliştirilmeli, başını örtmek isteyen vatandaşlarımızın beğenisine sunulmalıdır. Bu milli bir mutabakat çerçevesinde gerçekleşeceğinden fazlaca bir tepkiyle karşılanacağını sanmıyorum. Bu durumda buna bağlı birçok sorunda kendiliğinden çözülecektir. Bu çabalara rağmen ve bu yüzden kılık kıyafet kanunu titizlikle uygulanmalı ve gerekliliği insanlarımıza anlatılmalıdır. Eğitim sisteminde acil reforma gidilmeli ezberden maada, özgür düşünce ve mantık dizini içersinde hareket öğretilmelidir. “Çağdışı” YÖK gibi kurumlar kaldırılmalı onun yerinde kurumlar içinde otokontrol sağlanmalıdır. “Tutturduğun” puan oranında eğitim sistemi kaldırılmalı onun yerine daha çocuk yuvasında başlayan bir izleme ve çocuğun ilgi ve kabiliyeti yönünde yönlendirme izlenmeli, beli bir yaştan sonra bu yönlendirilmeye aile ve yetişmekte olan gençte dâhil edilmelidir.       

Türkiye Cumhuriyetinin temel felsefesini oluşturan laiklik, ister Kemalizm – ister Atatürkçülük diyin  

İnsanlarımıza doğru anlatılmalıdır. Atatürkçülüğün dinsizlik ile uzaktan yakından bir ilgisi, kendisinin ise asla ve katta bir “din” gibi algılanmaması gerektiği yaşanarak kanıtlanmalıdır!

 

Unutulmamalıdır ki Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları Türkiye Cumhuriyetini yoktan var etmiş, Osmanlı mirasından devir almak zorunda kaldığı birçok uygulamayı, büyük Önder Atatürk’ün aramızdan çok erken ayrılması sonucu, çağdaş ve yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetine yakışan bir şekilde düzenleyememiştir. Atatürk Türkiye Cumhuriyetini kurmuştur ancak Türk Ulusunu yaratmaya ömrü ne yazık ki yetmemiştir. Bu ulusu, bu birlikteliği bizler yaratacağız!

                                                                        ***

08.04.2011

AKP şifresi

 

Ergenekon’dur…

Ergenekon!

Siz derslerinize çalışmaya devam edin.

                                                                         * 

Koruma Ordusu

 

İmamın ordusu var…

Boşbakanı koruma ordusu var…

Türkün ordusu tasfiye süreci yaşıyor ki…

İmamın ve boşbakanın ordusuna zorluk çıkarmasın!

Bu arada benim anlamadığım bir şey var…

Yok, yani kendi kendime soruyorum nasıl olur diye…

Bugüne kadar görülmemiş bir şekilde şişirilen Boşbakanı koruma ordusu…

 

Neden bu kadar şişirildi?

 

Göstere, göstere…

Medya ve şak şakçılar eşliğinde Cuma Selamlığına giden bir Boşbakan…

Bilmez mi; Allah insan evladının alnına ne yazdıysa ol olur!

Din, iman, Allah ve Peygamber efendimizi dilinden düşürmeyen birinin…

Ölümden bu kadar korkması normal mi sizce?

                                                                        ***

09.04.2011

  

Önce alıştırırlar…

 

Görüntülere…

Görüntülerle seslere…

Görüntülü seslere ve hareketlere…

Yavaş yavaş alışırsınız sessizliğe, tepki vermemeye…

Beyaz takkeyle gezenlere…

Türbana, çarşafa ve peçeye…

Çokeşliliğe…

Sevgisizliğe…

Tahammülsüzlüğe…

Oğulların gemiciklerine…

Çevrenizde olup bitenlere yavaş yavaş alışırsınız.

 

Sonra…

Evlatların televizyonlarına…

Gelinlerin ve eşlerin ortaklıklarına…

Erkeklerin, kadınların ayrı ayrı oturmasına…
Taş yapıya...
Yakınlarının ve kendilerinin yaptığı yolsuzluluğa…

Çevrenizde olup bitenlere yavaş yavaş alışırsınız.

 

Sonra da uyuşursunuz…
Yavaş yavaş uyuşursunuz…
İçinizden bile tepki duymaz olursunuz…

Demokrasi dedikleri buda, ben mi yanlış biliyorum diye kuşkulanırsınız…

Burası Türkiye, Türkiye’de olur böyle şeyler diyerek gülüp geçersiniz…

Bizde böyle deyip boş vermeye başlarsınız…
Geçmişe dalıp gitmişken, geleceği kaybetmekte olduğunuzu fark edemezsiniz...
Alışırsınız…
Uyuşursunuz…

Bir yandan istiklalimizi, hürriyetimizi kazandık diye kutlarsınız…
Öte yandan Çanakkale savaşını yıllar sonra kaybettiğinizi bile fark etmezsiniz...
Çevrenizde olup bitenlere yavaş yavaş alışırsınız.


Kaybetmek mi?!

Nasıl yani?

Neyi kaybediyorum?

Neyi kaybediyoruz?

 

Kurgu…

Önce alıştırma…
Sonra uyuşturma…
Yüzünüze demokrasi derler, arkanızdan iş çevirirler...

Yüzünüze çok kültürlülük derler, arkanızdan bölerler…
Yüzünüze değişim derler, arkanızdan soyarlar…
Yüzünüze gelişim derler, arkanızdan bakarlar!
Çevrenizde olup bitenlere yavaş yavaş alışırsınız.

                                                                        ***

10.04.2011

 

İnterneti gördüm

 

www

www2

www3

Vesaire…

 

Örneğin www2 ilk defa telaffuz edildiğinde www üzerinden erişilebilen hizmetlerin ki, ücretsiz bilgi paylaşımı da bir hizmettir, “yeterince” ücretlendirilemediğinden yakınanlar düşünülmüş, www2 üzerinden daha da fazla para kazanılması amaçlanmıştı. Akabinde, dünya çapında doğan çok yoğun bir söz dalaşı uzun süren tartışmalara neden olmuş, belli bir neticeye varılamamıştı…

Bu tartışmaları bir süre takip etmiş, sonra sıkılarak “siz yolunuza, ben yoluma” demiş, bir daha da bu konuyla ilgilenmemiştim.

 

Alladılar, pulladılar…

Evirdiler, çevirdiler…

Neticede “gözünü toprağın dahi doyuramadığı” kimseler…

Üç kuruş için kendilerini maymuna çevirdiler.

 

İnternette istendiğinde her şey bulunabilir. Tabii, nasıl araman gerektiğini bilirsen…

 

Aşk…

Şiddet…

Şiir…

Müzik…

Siyaset…

Yemek…

İçmek…

Bilgi…

Ve bilgisizlik.

 

Her şey ama her şey var. Ve bir şekilde para ile bağlantılı. Tabii benim gibi idealist manyaklar da var ama neyse, geçlim…

Haberlerde - orda burada;

Tıklanma rekorları kırdı…

En çok izlenen…

Falan diye “habercilik” yapıyorlar!

İnternette en çok aranan kelime hangisi biliyor musunuz?

Milyar Dolar kazandıran kelime… 

Seks…

Türkçe yazılışı, Sex ise İngilizce…

Bunu biliyor muydunuz?

Almanya’dan, Türkiye Google Serverlarından birine Türkçesini yazarak baktığımda…

Saat 11:07 itibarıyla 210.000.000 sonuç bulundu. Sex diye ararsam 1. 710.000.000, Almanya Google bakarsam…

1. 730.000.000 sonuç bulunabiliyor. Sanal - manal değil, hayatın ta kendisini bulabilirsiniz internette. İlinti PARA!

Para demek güç ve saygı demek. Neye saygı?

Paraya…

İnsana değil paraya saygı. Para icat edildiğinden - bugüne bu durum değişmedi. Değişmeyecekte, kendi hayatınızdan biliyorsunuz; parasız “adım dahi atılamıyor”. Evine para getiremeyen Baba önce ağırlığını, etkisini sonra da söz hakkını kaybediyor! Ana keza…

Hoş Türkiye’de kadınlarımızın evde oturması, üretememesi – düşünmemesi, okumaması olağan karşılanıyor ama… Derin mevzular bunlar, çok derin!

Cumhuriyet Halk Partisini veya iktidara gelecek başka bir patiyi bekleyen en büyük görevlerden birisi tüketen toplumdan – üreten ve düşünen bir toplum yaratmak olacaktır. Ya, gözünüzün önüne bir getirmeye çalışın, çoğumuz için önemli bir olguyu dahi tüketme eğilimindeyiz. Din!

Dini inançlarımızda dahi tüketim eğilimindeyiz. Okuyup, düşünerek üreteceğimize, dinleyip tüketiyoruz! AKP’nin elinde fırsat vardı! Vardı ama birçok başka örnekte olduğu gibi bu gibi konuları da eline yüzüne bulaştırdı. Sonra…

Sonra rahmetli Mustafa Kemal Atatürk’ün çok isteyip gerçekleştiremediği bir konu gündeme gelmesi lazım: Toprak reformu!

AKP bunu da yapabilecek bir güce sahipti, yapmadı – yapmayacak! Ağalar ve cemaat sistemi vs. buna engel – kendisi paraya tamah etti çünkü.     

 

Hiç şüpheniz olmasın…  

 

Gün gelecek…

Devran değişecek…

Recep ve imamın orduları gidecek…

İmralılının sesi kesilecek…

Türk halkı iktidara gelecek…

Ve Recepgillerden hesap sorulacak!  

                                                                        ***

11.04.2011

 

Neyin vekili?

 

İleri demokrat Recep ve gilleri…

Gandi Kemal ve yenilikçilileri…

 

“Liderler” demokrat değil ki…

Gerisi demokrat olsun!

Demokrasi, halk kitlelerini sokağa dökerek:

 

ha şundadır, ha bunda;  hel-va-cı-nın kı-zın-da!

Uy, babu… Helvacının kızı mı?

Bugün araba kimdeyse manitada onda!  

 

Yaptırmak mıdır?

Yoksa meclise halkın iradesinin - düzgün bir şekilde - yansıtılması mıdır?

Yüzde on…

Yüzde beş olmalı!

Lider vekilliğinden…

Milletvekilliğine geçiş sağlanmalıdır!

Tıpkı hâkim ve savcıların, kararlarını verirken kanun ve vicdanlarına karşı sorumlu olmaları gerektiği gibi… Vekilde, aldığı vekâletin hakkını verebilmelidir.

Parti disiplini, birlik ve beraberlik içersinde hareket etmek başka bir şey – vekilin vicdan muhasebesi yaparken… Parti liderinden bağımsız olarak karar ver(ebil)mesi başka bir şeydir.

Parti lideri ve seçim bölgesi arasında sıkışan bir vekil kimin ve neyin vekilidir?

                                                                         *

Sayın Kılıçdaroğlu,

 

Kısa bir süre içersinde üst üste cereyan eden olaylar karşısında fırsatınız veya zamanınız olmamış olabilir. Buna saygı duyarım ama…

 

Yeni CHP ne demek?

Yenilikçilik ne demek?

 

Ortodoksluğun her şekline karşıyım!

Fakat…

Cumhuriyet Halk Partisi…

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu…

Dünden bugüne adında da HALK kelimesini taşıyan halkın partisidir!

Altı ok…

Altı ilke…

Yeni…

Yenilikçiliğe ihtiyaç yok!

 

Altı ilkeye sahip çıkılmasına…

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesine sahip çıkılmasına gerek vardır!

                                                                        ***

12.04.2011

 

Kaykay

 

Çıraklık, Kalfalık ve en nihayetinde “büyük” ustalık dönemi…

Liderler, lider vekillerinin seçimini yaptı…

Sizin adınıza

Koyun sürüsü gidip oy versin diye!

Öyle canım…

Son “gerçek” Padişah dememiş miydi “… çoban lazım” diye.

Yok, çakması değil, “gerçeği” söylemişti.

“Yeni” bir yalan, dolan ve talan arifesindeyiz…

Vatana, millete hayırlı olsun…

Kaydıra kaydıra…

Vatana, millete döşüye - döşüye...

Milletin gözüne baka - baka…

Utanmadan, arlanmadan…

Vatana, millete hayırlı olsun…

                                                                         *

                                                                        ***

13.04.2011

 

Bahtsız bedeviyi çölde kutup ayısı öpermiş

 

İlginç olan Türk milleti bahtsız değil…

Akılsız!

Ve hafızası sorunlu bir millet.

 

8 yılda 5000 kadın öldürülmüş…

Yanlış anlaşılan “namus davası” uğruna!

Ferdi veya aile meclisi kararıyla!?

Dini sömüren, irtica’nın odağı olduğu anlaşılan ama her nedense kapatılmayan AKP “iktidarsızlığı” altında!!!  Önümüzdeki seçimlere tüm partilerin seçilebilecek yerden aday gösterdikleri kadın sayısı, toplam olarak yüzün altında. Yani beş de bir oranında bile değil, TBMM temsil edilmeyen kadınlarımız!

Kadınlarımızdan söz açılmışken bir noktayı tekrarlamakta fayda görüyorum:

Samimi dini duygular içersinde başını örtmek başka bir şey. Türban denilen siyasi simge başka bir şeydir! Başörtüsü başka, türban başka bir şeydir. Din sömürülerek, tüketilerek siyaset yapılmaz, yapılmamalıdır. Din tacirlerine, simsarlarına dikkat! Ve inanıyorum ki samimi duygular ile hareket eden kadınlarımızın ihtiyaçlarına eninde sonunda bir çözüm üretilecektir.

 

Son bir iki gün içersindeki gelişmeleri izliyor, okuyor ve düşünüyorum. Eskilerden kalma ama toplumumuzda bir geçerliliği olan; yiğitlik, mertlik gibi kavramlar halen var. İyi ki de var! Sanırım PKK ve onun siyasi uzantısı BDP karşısındaki tutumumu biliyorsunuzdur.

 

- Tüm partilerin içersinde en mert hareket eden BDP, bu bir!

- Son zamanlarda takındığı tavrı takdir etsem de, Sayın Bahçeli Türk toplumunun yaşadığı ahlaki ve sosyoekonomik çöküntünün asıl sorumlusudur! Seçimler öncesi hatırlatmak istedim ve 367 diyorum başka bir şey demiyorum. Bu iki!

-  Recepozite mucidi, Recep Bey onunla bununla kaykay oynayacağına kendi kafasını değiştirseydi…

Yok yani, benim bildiğim milletvekili dediğin, kendi doğduğu büyüdüğü yerden - onu “tanıyan” ona güvenen insanlar tarafından seçilir. Hiç bilmediğim benim yaşadığım yer ile uzaktan yakından bir ilgisi olmayan birini niye seçeyim? Aman ya, unuttum yine bunlar milletvekili değil, lider vekiliydi. Dur, dur bir dakika vazgeçtim; en iyisi Recep Bey kendisini yok, en azından ama tasfiye etseydi daha iyi olurdu diye düşünüyorum. Gerçi bir dahaki dönemde kendisinin üstünü çizdi ama daha yüce bir amaç uğruna! Adam devletin zirvesine geçmek istiyor ve bunu başkanlık sistemi ile başaracağını sanıyor. Böylesine şark kurnazlığına ne denir onu da sizin takdirlerinize bırakıyorum.

Bu üç!

- Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu partiyi yenileyim derken, ilke ve inkılâplarına sahip çıkmayanın alnını karışlarım! Gençlere yol vermek, partiyi gençleştirmek, yeni fikir ve yöntemleri izlemek hepimizin vazifesidir. Ama…

Neue besen kerhen gut” eski bir alman özdeyişidir. Bu özdeyişi kullanan bilinçli alman aynı anda şu sözü de söyler:

 

Aber, die alten kennen den winkel

 

Gelelim Türkçe tercümesine:

Yeni süpürgeler iyi süpürür

ve

Ama eskiler süpürme açısını bilir.

 

Süreç içersinde köhne ve hantal bir hal almış olan bir yapılanmayı değiştirelim. Devrimcilik, yenilikçilik bizim damarlarımızda akan kansa bu kan içersinde yüzen ak ve alyuvarların olduğunu unutmayalım. Nezaket ve zarafet…

Saygı ve güven ile kırmadan – gücendirmeden  “eskilerin” de tecrübelerinden faydalanalım. Bu da dört!

                                                                         *

Kaydıra kaydıra…

Vatana, millete döşüye - döşüye...

Milletin gözüne baka - baka…

Utanmadan, arlanmadan…

Tatmin oluyorlar!

Kullanılıyorsunuz…

Farkında mısınız?

 

Kullanılıyorsunuz ve “işi” bittiğinde…

Bir köşeye atılıyorsunuz…

Kirletilmiş, kullanılmış olarak!

 

Yok artık?

Terbiyesiz…

Çüş

Demeyin!

 

Kullanıldığınızın…

Farkında mısınız?

Gerçeklere karşı gözlerinizi kapatmayın!

Daha açık…

Daha yalın…

Nasıl yazayım bilmiyorum ki.

                                                                         *

Önce insan

 

Siyaset anlaşılabilir ve şeffaf olmalı.

Önce sağlık…

Sonra…

İnsan ve vatan!

İnsansız vatan olabilir mi?

Olmaz!

Ama vatansız insan olabilir!?

 

Kötülük yüzeyseldir…

Kötülüğün derinliği yoktur…

Derinliğe ihtiyacı da yoktur zaten!

Kötülük, temel içgüdülere dayanır…

Hepimizin içinde vardır ve zaman zaman dışa vurur!

 

Dil ve lehçe…

Babil kulesi!

 

Türkiye Cumhuriyetinin evlatları…

Genç beyinler…

Bari siz yapmayın, biz ettik - siz etmeyin!

Konuşun, anlaşın…

Ve teşkilatlı hareket edin!

Bir elin nesi var?

İki elin sesi var!

Birlikten güç doğar…

Mutlak doğru, tabiat kanunları – doğal olandır…

İnsan ve insandan olanda…

Mutlak doğru diye bir şey olmaz, nasıl olsun ki?

İnsanız, mümkün mü?

O halde konuşun, anlaşın ve orta yolu bulun!

Ayrılmayın, ayrıştırmayın…

Vatansız insan, köksüz ağca benzer…

Rüzgâr bir oraya, bir buradan savurur gider!

Kök topraktadır…

Toprak ise insan demek…

Toprağa değen kan ve ter…

Toprağı insanoğluna vatan eder!

 

Not: :  Aşağıda bilinçli olarak seçtiğim linklerden yola çıkarak: Atatürkçü Düşünce Derneği Gençlik Kolları, Fikren Bağımsız Kemalist Gençler ve Kemalist Gençler sakın şaşırmayın şimdi yazacaklarıma; AKP gençlik kolları başta olmak üzere diğer tüm gençlik kollarına da gidin, olmadı yazın. Buluşun, konuşun ve anlaşın.

 

Dökülen kan bizim kanımız…

Ona buna peşkeş çekilen milli varlıklarımız, sizlerin istikbali…

Heba edilen zaman, milli kaybımız…

AKP’li bir genç ne yazmıştı?

Gerçekten çok hoşuma gitti, onu da yarın sizlerle paylaşacağım.  

                                                                        ***

15.04.2011

 

Mona Lisa, Sümeyye Erdoğan’ı görürse ne yapar?

 

 

 

 

 

AKP’li genç yana yakıla şikâyet ediyor, bizim Atatürkçülüğümüzden nasıl kuşkulanırsınız diye.

Çok doğru!

Biz birbirimizden kuşkulanmamalıyız. Biz, bizim imanımız sorgulandığında nasıl küplere biniyorsak, karşı tarafta öyle kızıyor. Peki, bunun çaresi ne?

Konuşmak…

Konuşmak…

Konuşmak…

Ve mutlaka uzlaşmak!

Birbirimizin kafasını gözünü yararak…

Birbirimizi inciterek…

Kırarak, darıltarak bir yere varamayız!

Hâlbuki birlik içersinde hareket edersek, Allahın yardımı ile altından kalkamayacağımız, karşımızda durabilecek hiç bir şey kalmaz.  

                                                                         *

Aşkın şarabından içmeyen bilemez

 

Adam oğlu Adam yaptıklarıyla, meydana çıkardıklarıyla ve eserleri ile adamdır. Türkiye bu adamlarla övünür, laf bezirgânlarıyla değil!

 

Şarap dinimizce yasaklanan…

Ama istisnasız hepimizin hayatında en azından bir defa tadına baktığı…

Sarhoş olduğu…

Kör kütük sarhoş olduğu

Ne yaptığını, ne söylediğini bilmediği…

Bir gerçek…

Aşk!

 

Kimisi…

Kırar - döker hatta öldürür…

Bazısı melankoli içersinde boğulur gider…

Neşeyle – hüzün…

Tadında, sevgi ve mutluluk!

 

Aşk ve şarap birbirinden farklı…

Ama etkileri aynı!

Tıpa tıp aynı!

Birine yasak…

Diğerine teşvik!

Tezat!?

Hayır, hayatın ta kendisi.

 

Çıkar koca kafalı namussuz…

Der YASAK…

İslam, içkiyi neden yasaklamıştır…

Aşırıya kaçmak ve tadında bırakmak…

Fark - Nedendir bilmez!

 

Topraktan geldik…

Toprağa gideceğiz…

Buna inanırız…

Müslüman zor anında…

Söz konusu hayat memat olduğunda…

Hayata kalabilecek kadar domuz eti yiyebilir…

Bunu biliriz…

Birine yasak…

Diğerine teşvik!

Tezat!?

Hayır, hayatın ta kendisi.

 

Çakma dünya lideri…

Eser, gürler…

Arızaya bağlar!

 

Çünkü bilmez…

Vatana duyulan aşk…

Topraktır…

Toprağa duyulan özlem, değen kan ve ter…

Emektir, emek sevgidir – tutkudur aşktır…

Aşkların en şiddetlilerinden biridir!

 

Ben yürürem yane yane, Aşk boyadı beni kane,
Ne akilem ne Divane, Gel gör beni aşk neyledi?

Gâh eserem yeller gibi, Gâh tozaram yollar gibi,
Gâh akaram seller gibi, gel gör beni aşk n'eyledi?

Akan sulayın çağlaram, Dertli cigerem dağlaram,
Şeyhim anuban ağlaram, gel gör beni aşk n'eyledi?

Ya elim al kaldır beni, ya vaslına erdir beni,
Çok ağladım güldür beni, gel gör beni aşk n'eyledi?

Ben yürürüm ilden ile, Şeyh sorarım dilden dile,
Gurbette hâlim kim bile? Gel gör beni aşk n'eyledi?

Mecnun oluban yürürem, ol yâri düşte görürem,
Uyanıp melûl oluram, gel gör beni aşk n'eyledi?

Miskin Yunus biçareyem, baştan ayağa yareyem,
Dost ilinden avareyem, gel gör beni aşk n'eyledi?

                                                                        ***

17.04.2011

 

Strateji ve din kardeşliği

 

Strateji belli…

Basit ama etkili!

Karşı karşıya getirme!

 

İkisi tartışırken, sen yol alır - hedefine koşarsın. Kendi kapısının önünde yenme. Muharebe alanını “düşman” topraklarına taşıma ve “düşmanı”  kendi evinde yenme. Rakip takımı kendi sahasında yenme, hezimete uğratmak gibi bir şey…

 

Büyük bir yaygara, ah vah ve nasıl olur, nasıl?

Çare, biçare! Eski ama çok eski bir savaş taktiği.

Ama tarih bununda yolunu, böyle bir hamleye karşı, karşı hamleyi öğretmektedir. Yeter ki oku ve öğren. Sır bu satırların içersinde saklı!

Türk milleti aptal değil ama hazırcı, kolaycıdır. Son bir hamle, son bir gayret ve varoşların kalesi düşer! Kaleyi içten zapt ettin mi, garip gurabanın gözünü bir açtın mı, ah bir açtın mı gerisi kolay. Unutma milletimiz bugün karnım doysun…

Bugün, bugün ne olacaksa olsun…

Yarın Allah kerim der, yarını düşünmez!?

 

Yok, sen gayret göstermez - ben yine tatile çıkarım…

Keyfimi bozmam dersen…

Gitti giden, gelir mi bilmem çünkü…      

 

Din kardeşiyiz…

Eyvallah!

Din kardeşi olduğumuz, kardeş olduğumuz için İngiliz ile birlik olup Osmanlıyı sırtından bıçaklar…

Osmanlıdan kalma kaleyi yıkıp, yerine rezidans yapar.

Yapar kardeştir, yapar!

 

Çılgın proje…

Hem de ne çılgın!

1000 m³

World Health Organization’a göre (WHO) yıllık kişi başına düşünen tatlı su miktarı 1000 m³’ün altına düştüğünde su sıkıntısından bahis edilir. Önümüzdeki otuz yıl içersinde…

İklim değişikliği bu hızla sürerse, Akdeniz de deniz seviyesinin 1m yükselmesi bekleniyor. Akdeniz, Marmara ve Karadeniz…

Ya sahillerimiz?

 

8000 KM sahil…

Tabiat…

İnsan…

Sanayi…

 

Mısırdan örnek göstereyim…

Sen pay çıkar!

Nil nehrinin beslediği Akdeniz sahil kısmında ki bereketli topraklar, Mısır halkının tahıl deposu…

Mısır sanayisinin yerleştiği kısım…

Neredeyse Kahire’ye kadar deniz suyu ile kaplanacakmış. Hesaplamalar ve senaryo bu!

Hadi bakalım sen şimdi Türkiye için pay çıkar!

Hadi bundan geçtim…

İnsandır, hesaptır, yanlıştır falan…

Doğru hatırlıyorsam beş yüz yılda bir İstanbul “yerle bir” oluyor…

Vakit tamam!

 

Hazırlık?

 

Allah büyük!

Allah büyük olmasına büyük! Hem de çok büyük ama…      

Peygamber efendimiz değil midir: “Deveni sağlam kazığa bağla, sonra Allaha emanet et” diyen?

                                                                        ***

19.04.2011

 

Rock'n Roll

Ve siyasetin Hürrem’i

 

Yok, ne Elvis Presley’den nede bu kanı zehirleyen Hürrem Sultan gibilerinden söz etmek niyetindeyim. Dün gece Almanya’da yayın yapan Phoenix isimli televizyon kanalını izlerken, kafamın içersinde birden bire şimşekler çakmaya başladı…

Çakan bu şimşekler ve düştükleri yerler doğru mu, yoksa yanlış mı sizlerin takdirine bırakıyorum.

  

Recep Tayyip, tartışma kabul etmez bir ambivales¹ vakasıdır…

Müzik evrensel bir dil…

Bir ezgi hoşunuza gider…

Gitmez!

Ama hoşuna gidenleri yörüngesine bir çekti mi, bir daha kolay kolay bırakmaz.

Rock’n Roll’da öyle!

Hele Rock’n Roll sanatçıları örneğin Elvis, örneğin Mick Jagger birer efsane. Birçok Rock’n Roll sanatçılarının ortak bir özelliği var; herkes tarafından sevilmek isteyen, bu uğurda çılgın gibi çalışan - tepkiyle karılaştığında kontrolden çıkan, beniçinci² (egosantrik) bir özellik.

Karı gibi ağlayarak kendine acındırmayı ilke edinmiş…

Kaynana gibi ayar vermeye bayılan…

Sanata ve sanatçıya, özgür düşünceye, insana ve insandan olana saygısı olmayan insanları bir tarafa bırakırsak, ne kalır?

 

Narsisizm³ (özseverlik)!

 

Bak güzel kardeşim,

Bencil olandan kaç, kaçabildiğin kadar. Bencil insandan, insanlara fayda gelmez!

Sırtına binen, orana burana kene gibi yapışarak kanını emen zübüklerden kurtul

 

¹ birbiriyle bağdaşmayan duygu, düşünce, istek ve amaçların bireyde aynı zamanda varlığı.

² bencil, benmerkezci birey

³ kişinin kendisine tapması, kabaca tabirle kişinin kendisine âşık olması olarak tanımlanan bir terimdir

                                                                         *

Fantezi yapma len, hodri meydan!

Profesyonel özürlü...

Bunlardan ancak ucan ve kaçan kurtulur!

                                                                        ***

20.04.2011

 

Kuva

 

Kanıtlayamadım…

Kanıtlayamadığım için sesimi yükseltmedim.

Geçen seçimlerde…

Artık iş işten geçti tabii…

Ancak…

 

Bilen bilmeyene anlatsın diye, bu seçimlerde daha dikkatli olalım…

Siyasetin Hürrem’i, Yüksek Seçim Kuruluna esip gürledi diye…

Yurtdışında yaşayan Türkler ve kullandıkları oy oranı…

Avrupa’da 5 milyon Türk…

Yaklaşık yarısından azı seçmen yaşında!

 

Avrupa’da yaşayan bizler…

Vazifeşinas bir millet olduğumuz…

Hepimiz işimizi gücümüzü bir tarafa bırakarak…

“hepimizin” cebinde tomarla para…

Gümrüklerdeki oy sandıklarına koştuğumuz için…

 

Türkiye’de sizler…

Ölüleri dirilten…

Yaşayanları yok sayan…

İşine geldiği gibi kaykay oynayanlara dikkat!

 

Matematikte…

Doğru sonuca giden yol birden fazla olabilir…

Ama…

2x2

Beş etmez!

                                                                        ***

21.04.2011

 

İsyan

 

Uzanan el geri çevrilirse…

Tanınan hak ve hukuk uzlaşmazlık ve nankörlükle ödüllendirilirse…

İstedikçe, istenirse…

Verilecek bir şey kalmasa…

Bıçak kemiğe dayanınca…

Akan kan, benim kanım olsa bile…

İsyan kan ile bastırılır!

 

İnsan yarısını kaybedince sakat kalır…

Sakat kalsa da, diğer yarısı yaşasın diye…

Yekvücut olarak…

İsyan kan ile bastırılır!

 

Yarım elma, elma mıdır?

Yoksa bütün elmaya, elma mı deriz!?

                                                                        ***

22.04.2011

 

Ming ve Moğollar

Jön Türkler, Talat Paşa - Enver Paşa ve…

 

Ming hanedanlığı 276 yıl boyunca Çin’e hükmetmiştir. Bu süre zarfında zenginleştikçe zenginleşen Çin, kimisinin iştahını kabartmıştır…

Çin büyük bir devlet olmasına rağmen askeri gücü bakımından zayıftı. 367 yıl sonra dünyaya baktığımızda durum faklılıklar göstermektedir! Bugün Çin, ekonomik ve askeri açıdan farklı bir konumdadır. Ekonomik gücü, askeri güç ile pekişmektedir.

Ming hanedanlığı kendini ve servetini korumak uğruna, insanoğlunun bugüne kadar yarattığı en büyük savunma amaçlı duvarını inşa etmiştir. Çin Seddi’ni!

Neden?

Neden Çin Seddi’nin inşa etme ihtiyacı duymuştur?

Günümüzde çift kutuplu dünyadan, tek kutuplu bir hegemonyaya geçiş süreci yaşamaktayız. Bunun sancılarını her birimiz farklı his ediyoruz. Sovyetler Birliği veya Amerika Birleşik Devletleri bu kutuplara neden egemen(di)?

Amerika Birleşik Devletlerinin filoları, uzayda uyduları ve teknolojisi sayesinde bu kutuplardan birine hala egemen olması, acaba bununla ilintili olabilir mi?

 

Zengin olan neden kendini, daha doğrusu servetini koruma ihtiyacı his eder?

Ve zenginliğinin bu servetin korumasını kimler üstlenir?

Zengin genişledikçe genişler…

Zenginliğinin sınırlarını koruma ihtiyacı his eder…

Peki, zenginlik yalnız maddi midir?

Zenginleştikçe genişleyen sınırları koruyan kimdir?

 

Gelin sizlerle kendi tarihimize bir bakalım;   

Alparslan…

Osman Gazi…

Fatih Sultan Mehmet…

Kanuni Sultan Süleyman…

Bizans’ın ve diğer devletlerin kapılarını çalmış…

Tak, tak, tak…

Tok, tok, tok…

İki ileri, bir geri…

Biz geldik…”

Artık buraları bizim!!!”           

Onlarda: “Hay - hay efendim buyurun, alın hepsi sizin olsun” diye yanıt mı vermiştir?

 

Devletlerarası münasebetlerde ancak ekonomik güç, askeri güç ile birleştiğinde güç demektir!

Günümüzde buna bilim ve teknolojiyi de eklememiz gerekir.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin zayıf bir konuma düşürülmesinin, hem de kendi seçtiğimiz “yöneticiler” sayesinde, faturasını gün gelecek elbet hep birlikte ödeyeceğiz. Bir anlık, sadece bir anlık farz edelim ki, Recep Tayyip insanlarımıza gerçekten doğruları söylüyor ve Türkiye “zenginleşiyor”?!

İyi güzelde bu “zenginliği” kim koruyacak?

Yok yani, koruyacak adam kalmayınca elin Avrupalısına, Amerikalısına mı emanet edeceğiz zenginliğimizi, kadınlarımızı ve topraklarımızı?  

At…

Avrat…

Ve silah, kimseye emanet edilmez!

 

Yukarıda yazmış olduğum ve şimdi yazacaklarımın nedenlerini açıklamayacağım ama inanın geçerli sebeplerim var.    

 

Ayasofya…

Ayasofya gibi bir ibadethaneyi müzeye çevirmek kimilerine göre doğru, kimilerine göre yanlıştır. Bakın bilinçli olarak ibadethane kelimesini kullandım çünkü bir dönem kilise, sonra camii olan bu “yapı” hem Hıristiyanlar hem de Müslümanlar için aynı derecede önemli. Tabiri caiz ise, burada:  Biri yer - biri bakar. Kıyamet ondan kopar” özdeyişini kullanmak istiyorum. Bence hakkaniyet ve adalet adına bu doğru bir karardır. Ayasofya “meselesini” dile getirmemin sebebi aslında başka, bence çok önemli bir konuya değinmek istediğim için açtım.  

 

Açık bir mektup şeklinde Sayın Mustafa Sarıgül’e seslenmek istiyorum.

 

Sayın Başkan,

 

Yıllardır beğeni ve takdir ile Şişli ilçemiz için yaptıklarınızı izliyorum. Yurtdışında olsam da, İstanbul; doğduğum ve atalarımın nesillerdir yaşadığı şehirdir. Şişli – Beşiktaş “bir adım”, dolayısıyla görüyorum!

 

Bu yazacaklarımla kimilerini incitebileceğimin, darıltacağımın farkındayım. Ama…

 

Yıllardır süren ve belki daha yıllarca sürecek bir mevzuda bir adım atmak “sizlerin” elinde.

 

Küçücük bir adım, belki büyük bir kapıyı açabilir!?

 

Tarih, tarihçilere - bilirkişilere bırakılmalıdır kanısındayım. Ama yaşıyoruz ve anılarda insan hayatının bir parçası. Yurtdışında ve yurdumuzda yaşayan Ermeni vatandaşlarımızın anılarında Enver ve Talat Paşalar acı ile hatırlanır.

 

Tesadüfen Alman televizyonunda bu konuyla ilgili bir yayını izlerken, Şişli ilçemizde; Şişli Talat Paşa İlköğretim Okulu isimli bir okul olduğunu örgendim. Bu konuda…

Ermeni vatandaşlarımızın anılarına saygı ve hürmet adına…

 

Oldu – olmadı…

Sebepleri gibi konulara hiç girmeden, değinmeden…

Bu okulun adını değiştirmeyi düşünür müsünüz?

Milli bir mutabakata ve birliğe hiç olmadığı kadar ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde…

Zarif bir jest olmaz mı sizce?

 

Saygılarımla

 

Önder Gürbüz

Almanya

                                                                        ***

23.04.2011

 

İşler ters gidiyor

 

Libya direniyor…

Suriye kana bulandı…

Amerika ve İngiltere hazırlanıyor…

Türkiye’de devlet malı – devletin güvenlik güçlerine karşı saldırı amaçlı kullanılıyorken…

Tam bir kargaşa yaşanıyor, devlet ve otorite boşluğu vahim derecede kendini gösterirken…

Seçimler Türkiye Cumhuriyeti ve vatandaşları için hayat memat meselesine dönüşüyor!

Ey millet artık bu iktidarsızlığa bir son verin ve bu adamlardan hesap sorun. Evlatlarınızın istikbali ile oynayan bu zihniyete karşı tek vücut olun. Bugün günlerden ne? Takvime bak ve hatırla…

Ulu Önderin dediklerini hatırla!

                                                                        ***

24.04.2011

 

Roma’yı öpmek, ihanet demek

 

Hıristiyan âlemi paskalya tatilinde. Hz. İsa’nın dirilişi kutlanıyor…

Roma İmparatorluğu o zamanlar dünyaya hükmeden güç. Yehuda Işkariyot (Judas) Hz. İsa’yı öperek ki, öpmek bir işaretti ve rivayete göre bunu para karşılığı yapmıştır, Romalılara teslim etmiş onlarda bilindiği üzere Hz. İsa’yı çarmıha germiştir. Hıristiyanlığın yükselişi ve günümüzde milyarlarca insanın inançlarındaki temellin bu ihanete dayandığını bilmek, esas itibarıyla insanın aynada kendisini görmesiyle eşdeğerdir. Hz. İsa kendini insanlık adına feda etmiştir…    

Yehuda Işkariyot ihanet fiiliyle özdeşleşirken; Öpmek, sevgi ve şefkatin görsel yanıdır!

 

Görsel yanı mı?

Hayır!

 

Sevgi ve şefkatin busesi insanoğlu için yaşamsal öneme haizdir. Allah Celle Celaluhu’nun tüm elçileri sevgi ve şefkatte önem vermiş, öğretmeye çalışmıştır. Tabii anlayana!

İnsan inandığına neden inanır?

İnanmak elzemse, ihanet ikizimidir?

Öperken ihanet etmek, insanın özü müdür?

Biri diğerini doğururken, insan nerededir?

                                                                        ***

25.04.2011

 

Diyarbakır ve zihin ucubeleri

 

Diyarbakır cezaevinde yaşananlar hakkında okuduğum kitaplar sayesinde belli bir fikrim var. Ama okumak başka, yaşamak başka bir şeydir! Ve Diyarbakır cezaevinde yaşananlar, maalesef insanın insana yaptıklarının ne ilki nede sonuncusu olacaktır. Sorumlular cezalandırılmalı mıdır? Evet!

Diyarbakır cezaevi ibrete âlem için bir müzeye çevrilmeli midir? Evet!

Tıpkı Sinop cezaevi gibi…

Ya yaralar? Açılan yaralar ne olacak? Ben size söyleyeyim…

İnsanoğlu bu yaralarla yaşamayı öğrenecek! Öğrenmek zorunda çünkü yaşam devam ediyor. Ben nasıl öğrendiysem, herkes öğrenecek. Ama unutmayacak…

Unutulmamasının gerekenleri yapılacak, yapılmalıdır. Tekrar yaşanmaması için.

 

Zihin ucubelerine karşı alınması gereken tedbirler nedir diye sorarsanız, işin rengi değişir. Kafatasının içersinde hapis olanlara…

Kafatasının içersinde hapis olanlara yardım ve yataklık edenlere

Karanlık içersinde önünü görmeyip, bir ışık arayanlara…

Yardım eli uzatmak hepimizin vazifesidir. Işığı göstermek, ufkunu açmak…

Bozulan bir ampul ile olmaz. Sanata ve sanatçıya saygısı olmayan…

Başka bir insana saygı göstermesi mümkün mü?

Rahmetli Atatürk’ün bu konuda söylemiş olduğu sözlerini hep birlikte anımsayalım:

 

“Efendiler; hepiniz Milletvekili, Bakan ve hatta Cumhurbaşkanı bile olabilirsiniz! Ama sanatçı olamazsınız!..”  

  

Bir sanat eseri kimisinin hoşuna gidebilir, kimisinin hoşuna gitmez. Ama hoşuna gitmese bile karşısındakinin duygularına, görüşlerine ve hissiyatına saygı göstermek zorundadır. Bu bir edep ve görgü meselesidir. Başkasına saygı göstermeyen, saygı bekleyebilir mi?

Atatürk hepimizin Atatürk’ü!

Peygamber efendimiz, Müslüman olan insanın peygamberi!

Bu vatan, bu topraklar – Türkiye Cumhuriyeti hepimizin vatanı!

Doğup büyüdüğümüz, ekmeğimizi taştan çıkarmaya çalıştığımız Türkiye Cumhuriyeti!

 

Yorum farkı…

Görüş farkı…

 

Ben beğendim!

Siz beğenmeyebilirsiniz…

Ama benim beğenip, beğenmeme özgürlüğümü kısıtlayamazsınız!

Koyulan toplumsal kurallara ve hukuka saygı göstermek, uymak mecburiyetindesiniz!

Kanunlarla bağdaşmak zorundasınız! İnsanlık evrensel kanun ve kurallarla uğraşırken, uygulamaya koyarken; biz daha kendi nizamımıza uyamıyor – demokrasinin aslında ne demek olduğunu algılama sorunu yaşıyoruz.

 

Not: Zihin ucubeleri, demokrasi adına ve demokrasinin zaaflarından faydalanarak salt irticai faaliyette bulunmuyor tabii, zihinsel ucubeliğin farklı bir tarzı da günlerdir sokaklarda yakıp yıkıyor!

Kürt kökenli vatandaşlarım, sizlerle yıllardır gurbet elinde birlikte yaşıyoruz. Ben sizi, siz bizi bilirsiniz. Ben sizleri mert ve dürüst insanlar olarak tanıdım. Ve biliyorum birçoğunuz benimle aynı görüşleri paylaşıyorsunuz. Yakalanınca kancık karı gibi benim annem de Türk diyen bir korkak katilin peşinden koşanlara karşı sessiz kalmayın. Sesinizi yükseltin - kanmayın,

Yeter Artık deme cesaretini gösterin.    

SenfonikMevlid.rar

                                                                         *

Beyaz tavuklar ve çikolata

 

“…Lütfen beyaz tavukları gördüğünüz zaman çikolatayı atar mısınız…  Tavuklar korkup kaçsa bile…“

Küçük bir kız çocuğunun Amerikalı pilota yazdığı satırlardan kendisi gibi ufacık bir alıntı!

Bu cümleyi kuran, ikinci dünya savaşı sonrası Ruslar tarafından ablukaya alınan Berlin’de yaşayan on binlerce küçük çocuklardan biri…

 

Eski düşman, insanlık namına ben bu insanlar için ne yapabilirim diye düşünmüş…

Ve şahsi bir karar ile O pilot, Berlinlilere paraşüt ile atılan gıda yardımlarına çocuklar için çikolata eklemeyi düşünmüş. Bu düşüncesini başkaları ile paylaşmış…

Amerikalılar bu fikri çok beğenmiş…

Amerikalı halktan gelen çikolata bağışlarını küçük paraşütlere bağlayarak Berlin üzerinden atmaya başlamış! Zamanla bu uygulamaya diğer pilotlarda katılmış!

 

Bilmem anlatabiliyor muyum?

    

Not: Gerçekten yaşanmıştır. Pilotun hatıralarından, bu satırlara çok gülmüş. Berlin’e uçarken tarif edilen çiftliği ve beyaz tavukları aramış, çiftlik üzerinden paraşüt ile çikolata atmıştır.  

                                                                        ***

26.04.2011

 

Çok anlamlı

 

İnsanlık…

Önce temeli kurcalar sonra kafayı delmekle işe başlarlar!

                                                                        ***

27.04.2011

 

International Press

 

Seçim yasakları başlamadan…

Haftalardır…

Günlerdir uluslararası basını takip ediyor ve orada yazılan yorum ve tahminlerden yola çıkarak bir Excel Sheet hazırlıyorum. Buna göre ± %3’lük bir hata payı ile önümüzdeki seçimler için söyle bir tablo çıkıyor ortaya:

AKP

33

39

 

CHP

23

27

 

MHP

11

16

 

Bu oranlara yaklaşık %10’luk kararsız seçmenin yansımadığını…

Ve yine yaklaşık AKP oy oranının %16 civarının, Kürt kökenli vatandaşlarımızdan geldiğini bilmekte fayda var. Her halükarda bu seçimin başa baş bir seçim olacağı ortada. Ve yine büyük bir ihtimalle bir koalisyon hükümeti olma ihtimalide oldukça yüksek. Önemli olan siz sayın seçmenlerin artık gözlerinin açılmış olmasıdır. Eğer AKP kaybederse RTE yüce divana, diğer sorumlularda mutlaka adalet önünde hesap vermek zorunda. Diğer bir güvenilir kaynağa göre AKP 2007 seçimlerine göre, az bir oy kaybıyla (yüzde kırk beş), CHP ise yüzde otuz civarında tahmin edilmektedir. Bu durumda MHP’nin başarısı Türkiye Cumhuriyetinin istikbali için çok önemlidir! Kararsızlara ve Cumhuriyet Halk Partisine oy vermek istemeyenlere duyurulur. Yine kararsızsanız ama ne CHP’ye nede MHP’ye oy vermek istemiyorsanız…

Lütfen, çok rica ediyorum kendi ve cümle evlatlarımızın istikbalini düşünerek Cumhuriyet için Güçbirliği adaylarına oyunuzu verin. Verin ki bu millet Atatürkçülüğü Katletme Partisi “yöneticilerinden” ve onların yalakalarından hesap sorsun!

                                                                        ***

28.04.2011

 

Tatmin olmanın ötesi

 

Tatmin olan olana…

Fırıldak gibi dönerken…

Adamlar birde tatmin olmuyorlar mı…

Delireceğim!

Erkenden boşalıyorlar…

Hâlbuki işin sırrı…

Musluğu sıkı tutabilmekte!

Lakin…

Kul hakkı falan derken…

Öksüz, yetim, fakir, fukara, çoluk – çocuk, ihtiyar, genç ayırmaksızın…

Kul kayırma bunlarda!

 

Okka ve kalem düşmanı…

Çıkar kerhane bekçisi kılıklı herifler…

Ağızlarına geleni…

Kulakları mı duymuyor?

Yoksa kafaları mı basmıyor?

Bilmiyorum!

 

Hak edene hakkını teslim ederiz…

Ne var ki kendi ağzıyla acemilik yani çıraklık ve kalfalık dönemlerini itiraf eden…  

Kalkmış şimdi ustalık döneminden söz etme cüretini gösteriyor.

Ama insanoğlu bilir…

En aptalımız bile…

O makam acemilik kaldırmaz!

 

Bu milleti Arap çöllerinde ki develer yerine koyanlar…

Bilmelidir ki…

Böyle develer Arap coğrafyasında bile kalmadı!

                                                                        ***

29.04.2011

 

Otanazi hakkı

 

Yine başardı…

Seçimlere 45 gün kala…

 

Bu sefer bir farkla…

Bu sefer Çankaya Noteri de gündem değiştirme çabasında…

İstanbul depremi bekliyor…

Bugün, yarın, beş sene - belki on sene içersinde…   

Ama bir gün mutlaka!

 

164 milyar Dolar!

Japonya’daki depremin maddi bilançosu…

Ölen insanlar…

Yıkılan umutlar…

Meçhul bir istikbal…

Çabası!

 

Ve mumyalanmış zihniyet…

İstanbul’un yerle bir olmasını bekliyor…

Çılgıncasına!

Çılgın projelerle, çılgınları oyalama peşinde…

Adalet terazisi şaşanlar…

Cebi bildik adamlar…

Töhmet altında bir kuvvet…

Kışlalarında beklerken…

Topyekûn ayaklanma provaları sokakları…

Zihniyet ise insanları, hür düşünceyi korkutup sindirme peşinde!  

 

Mantık süzgecinin delikleri tıkandı…

Umumi durum vahim mertebede…

Bu millet çok şey olabilir…

Birçok şeyi hak da edebilir…

Ama bu milletin asla iyi niyetini ve güvenini sarsmayacaksın…

Kötüye kullanmayacaksın…

Çünkü bu millet asla ve katta…

Otanazi hakkını kullanacak kadar çıldırmış olamaz!

                                                                        ***

30.04.2011

 

Boşbakan

 

Geçti Borun pazarı sür eşeğini Niğde’ye…

Ense tıraşını görelim!

İstanbul ve deprem gerçeği daha yeni mi aklına geldi?

Yıllarca belediye başkanı…

Yıllarca boşbakan…

Dostlar alışverişte görsün…

Desinler, konuşsunlar…

Maksat makam…

İşgal etmek!

Sevsinler senin gibi dünya liderini!

                                                                        ***

02.05.2011

 

Allahsızların papası

 

Dün 1 Mayıs emeğin kutlandığı gün.

Emek kutsaldır. Çünkü haktır!

Emek haktır ve insan emeğinin karşılığını almalıdır. Ancak dünden bugüne genelde hak verilmez alınır. Almanın da usulleri vardır tabii…

İşçilerin yanı sıra kortejlere katılan öğrencilerimizin hakkı, kendi ifadelerine göre Hakka sahip çıkanlar tarafından hak etmeyenlere verilir…

Sokakta müzik çalarak harçlıklarına ve eğitimlerine kendi emekleriyle katkıda bulamaya çalışanlar kendilerini devleti sevk ve idare edenlerin “şefkatli” kollarında bulurken…

Yine devleti sevk ve idare edenlerin adaleti ve şefkati sayesinde onun - bunun çocukları, Taksimde Atatürk heykelinin üstüne çıkarak Gazi Mustafa Kemal Atatürk heykeli üzerinde…

Dilim söylemeye – elim yazmaya varmıyor…

Hak ve adaletten söz…

Devleti sevk ve idare ettiklerini iddia edenler…

Hesap sorma gereği görmüyor!

Birine gaz, tekme – tokat girişen zihniyet…

Diğeri karşısında, iki gözünü ve kulaklarını sımsıkı kapayabiliyor. Dünyanın öbür ucunda birileri sadece bir teröristi öldürdük derken, biz teröristi ellerimizle besliyoruz. Yetmedi, herif hapishaneden örgütünü sevk ve idare ediyor! Ama biz…

 

Sadece bir teröristi yargıladık ve astık diyemiyoruz!

 

Amerika Birleşik Devletlerinde Fort Knox’u duymuşsunuzdur. Amerika Birleşik Devletlerinin 100 Milyar Dolarlık altın rezervlerinin muhafaza edildiği yer…

Muhtemelen bilmediğiniz veya duymadığınız bir Fort Knox gerçeği daha var. Fort Knox bir askeri üs dür. Ve…

Önümüzdeki yüzyıllın araç ve gereçleri, silah ve stratejileri sanal ortamda burada öğretilir ki bu sanal ortam gerçeğini aratmaz! Yani Amerikalı askerler – Amerika’nın “yüksek” menfaatleri için gelecek göz önünde bulundurularak eğitilir. Gelin Amerikalı askerlerden söz açılmışken sizinle bir gerçeği daha paylaşayım… İnanmayanlar kendileri araştırsın ve okusun.

Marilyn Monroe…

Yok, ölçülerinden falan bahis edecek değilim. Marilyn Monroe, Hollywood ve Asker. Bu üçlü arasındaki içten ilişki…

Ve tutarlı siyasetin gereği Amerika Birleşik Devletlerini yönetenler tarafından sahneye konmuştur. Öyle ki halk – sinema – asker birbirinden ayrılmaz, kaynaşmış bir bütün olarak günümüze kadar gelebilmiştir. Evet, bu tutarlı ve uzun vadeli bir düşüncenin siyasetidir. Marilyn Monroe salt cephede savaşan askerlere moral vermemiştir. Marilyn Monroe’yu görerek morali yükselen askerler çekilip sınamalarda gösterilmiş – cephe arkasındaki Amerikan halkının da bunu görmesi dolayısıyla moral ve motivasyonun (isteklendirme) yükselmesi sağlanmıştır. Hollywood günümüzde de halen Amerikalı askerleri yücelterek halka sevdirme, halkın askeri desteklemesini sağlamaktadır.

 

Bizde ise…

Zihniyet, Mehmetçiğimi sanki yabancı ve düşman bir devletin askeriymiş gibi gösterme…

Türk ulusunu kendi evlatlarından soğutma çabasında!

       

Üstat olan…

Ama benim üstadım olmayana yönelik kabul etmemiz gereken bir gerçek var! Adam Hitlerin eline su dökebilecek derecede bir belagat ustası. Böyle bir insana nasıl karşılık verilir?

Kaldı ki geniş halk kitlelerini denetimi ve yönetimi altına sokabilecek stratejik bir konumu eline almış onun üzerinden siyaset yapıyor.  

 

Din!

 

Evet din insan için çok önemli. Önemli olduğu içinde asırlardır dini kullanarak önemli mevkilerde yer alanlar ve insanoğluna bilim ve aklın ışığını göstermek isteyenler arasında bir güç kavgası vardır. Kapitalizm savunucularda bu yüzden komünizmi adeta bir şeytan görmüşçesine lanetlemiş ve bu düşünceyi savunanları amansız bir şekilde yok etme eylemine geçmiştir. Hâlbuki tüm Hak dinleri bir nevi sosyalizmi savunur. Hak dinlerinde paylaşmak ve eşitlik esastır ama…

Neyse!      

Papa XIV Benedikt zamanında, Voltair için Allahsızların papası ifadesini kullanıldığı söylenir. Hz. İsa’yı çarmıha geren Roma, Papalığı dolayısıyla Vatikan’ı - Hz. İsa’nın havarilerinden Paulus’un kemikleri demeyelim de mezarı üzerine kurmuştur!

 

Voltair kimdir ve neyi temsil eder?

Din, korku unsurunu neden kullanır?

 

Voltair’in kim olduğunu ve neyi temsil ettiğini yazmaya gerek görmüyorum ama “dinin” korku unsurunu neden kullandığını size anlatmaya çalışacağım. Dinin kendisi aslında korku unsurunu kullanmaz! Bu tüm Hak dinleri için geçerlidir. Uyarır, ikaz eder, hatta zaman zaman ceza-i yaptırımları olabileceğine dair imalarda bulunur ama asla insanı korkutmak gibi bir amacı yoktur. Aksine insana özgür iradesi ile yaratanın koyduğu kurallara uymaya davet eder. Sevgi ve şefkati öğretir!

 

O halde bu korku neden, kim bizi korkutuyor?

 

Mecazi anlamda anlatmaya çalışayım…

Elinde silahı olan bir insan düşünün…

Elindeki bir piştov olsun!

Yani tek kurşun atabilir…

Karşısında iki kişi…

Hatta birçok kişi…

Elindeki silahı birine doğrultarak ateşlese…

Öteki saldıracak…

Berikine doğrultarak ateşlese…

Diğeri saldıracak…

Ama…

Salt elinde silahı tutmakla…

Birçok kişiyi denetleyebilir!

 

Neden? 

Korku! Ya beni vurursa korkusu.

 

İşte dinin öğretisinden çıkararak, kendi veya temsil ettiği zümreye gereken gücü sağlamak için birçok kişi korkuyu kullanır. Gücü elinde bulunduran, yanı sıra başka bir güç istemez…

Tüm kavga, çekişme bunun içindir. Güç demek servet demek…  

Güç demek geniş kitlelere hakim olmak demek…

Demek de demek…

 

Antik çağda Yunandan sonra Avrupa’da sanata değer veren Roma...

Demokrasiyi sürdüren ve bu yönetim felsefesini yaygınlaştıran yine Roma…

Peki, Romalıların ilginç bir uygulamasını biliyor musunuz?

Demokrasi, senato ve halkın iradesi!?

Zor zamanlarda, yani Romalılar kendilerini tehdit altında his ettiklerinde ne yapıyorlardı biliyor musunuz?

Romalılar zor zamanlarında geçici bir süre için demokrasiyi bir tarafa bırakarak yönetimi bir kişinin eline verirlermiş. Tehlike geçiştirildikten sonra yönetimi eline alan kişi, güççünü yine senatoya iade edermiş. Taa ki Jül Sezar’a kadar…

Yönetimi, yani güççü eline alan Jül Sezar (Julius Caesar) elde ettiği güççü ancak Brutus’un yardımıyla bırakabilmiştir (...) J

 

Evet, Tanrının varlığı bilim tarafından ispatlanamaz, iman edene de zaten ispat gerekmez!

İman edene ispat gerekmediği gibi, aracıya da ihtiyaç duymaz.

Devam edelim, Vatikan Kopernikus teorisini şiddetle ret etmiştir…

Ancak Galileo tarafından ispatlanan Kopernikus teorisine daha fazla direnemeyen Vatikan ve onun adına, temsilen acımazsızca yargıda bulunan baş engizisyon sorumlusu Bellarmin, Galileo’ya Kopernikusun teorisini öğretme yasağı getirirken Galileo’ya araştırmalarına devam etme izni veriyor!

 

Dinin “üstatları” düşünenden hep korkar!!!

Çünkü mucizeler tabiat kanunlarına aykırı olamaz. Batı bugün bu güç kavgasında bir denge yaratmayı başarmıştır. Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla.

                                                                         *

03.05.2011

 

Paraya tapanlar

 

Eğer ben bu zihniyeti doğru anladıysam…

Eğer ben bu zihniyeti biraz olsun tanıdıysam…

Bu iş Kürt açılımına benzeyecek ve perde arkasında muazzam bir rant olacak…

Hemen değil, sizler yani vatandaşların önüne bir kemik atıldıktan sonra…

Vatandaş bu kemiği yalamaya başlayacak…

Onlarda boşalan yerleri yıkarak muhteşem yapılar dikecek.

Gelsin milyon, hatta milyar dolarlar. Yeşil, yeşil adamların sevdiği renkten…

Kürt açılımı…

At bir fikri ortaya…

Fazla laf etme, fikrin içini doldurma, sakın açık verme…

Bırak tartışsınlar, konuşsunlar…

Sen, pür dikkat dinle – değerlendir ve en “halk yardakçısı fikri” kendi fikrinmiş gibi zikret!

Kanal İstanbul…

İki kent…

Silivri – Kartal.

At bir fikri ortaya…

Fazla laf etme, fikrin içini doldurma, sakın açık verme…

Peyderpey açıklama yap…

Bırak tartışsınlar, konuşsunlar…

Sen tepkilere bak.

Kemikler size, lop etler onlara…

İstanbul boşalacak…

Birden bire deprem gerçeği ile ilgilenme ondan…

Heriflerin işi gücü yok senin canınla, malınla ilgilenecek…

Tası toprağı altın olan İstanbul!

Arap tanrıçalarının gözdesi…

                                                                        ***

05.05.2011

 

Anlamıyorum

 

Şehitlerimiz için Allahtan rahmet, yakınlarına sabır dilerim…

Ama gerçekten anlamıyorum. Bu nasıl bir sahne!?

Amaçlanan ne?

 

Hadi yüksek rütbeli Askerler…

Beceriksiz!

Delil bırakacak kadar salak!?

Darbe yapa(maya)cak kadar gözü dönmüş…

İyide…

Teröriste Boşbakan konvoyuna saldırırken…

Bu kadar mı basiretsiz?

Acaba bu yeni bir mağduriyet yaratma oyunu mu?

                                                                         *

Kahpelik parayla pulla değildir

 

Ya insanın içinde vardır…

Yada yoktur!

 

Doksan küsur milyar Dolar varmış kasada!?

Doğruysa güzel, Türkiye gibi bir ülke için yetmez ama gene de güzel…

Eğer bu para üretilerek kazanılsaydı…

Eğer bu para ulusun alın teri…

Gençlerimizin zihin güççü…

Ve girişimcilik ruhunun bir eseri olsaydı…

O zaman övünmekte yerden göğe kadar haklı olurdu!

Ama…

Değil! Üç tarafı denizle çevrili bir ülkenin limanlarını…

Çağımızda telekomünikasyonun (iletişim) önemi hayati derecedeyken…

Satılmadık kurum ve kuruluş kalmadı gibi…

Ta okullara kadar!?

Hoyratça…

Miras yedi…

Ve zampara gibi satıp savmadan sonra…

E bir zahmet o kadar çık para oluversin değil mi?

Yok yani…

Cumhuriyet Halk Partisi…

Halkın Partisi…

Halkın menfaat ve geleceğini gözeterek…

Satıp savmadan siyaset yaparken…

Birileri satıp savarak…

Kendi ve gözü doymaz yandaşlarını memleketin…

Hepimizin…

Servetiyle doyururken, birde utanmadan…

Arlanmadan sokaklarda boy gösterir!

                                                                        ***

06.05.2011

 

Mukadderat mı?

 

Hayır!

Sen kalkacaksın…

Toparlayacaksın…

Ve bu bacayı tüttüreceksin!

Sen kalkacaksın…

Ve üstüne düşeni yapacaksın…

çını kaldır artık…

At izi, it izine daha fazla karışmadan…

Kalk!

Kalk!

                                                                        ***

 

09.05.2011

 

Başbakan

 

Çırak başbakan olunmaz…

Kalfa başbakan olunmaz…

Olsa, olsa insan boşbakan olur ki…

O da kancık karı gibi…

Ağlayıp duran birisi olamaz!

Bu makam…

Bu mevki…

Bunu Kaldırmaz!

 

Mağduriyet yalanlarıyla gelen…

Mağdur eden…

Sığınacak mağduriyet limanı kalmayınca…

Mağduriyet yaratan…

Pazarlayan…

Gerektiğinde PKK ile bile işbirliği yapan…

Ama kendi yaratığı mağdurları görmeyen…

Ayakları yere değmeyen!

 

Bu Cumhuriyeti sen kurdun…

Minarelerde ezan, senin sayende okunuyor bu memlekete…

Al Menderesi vur Erdoğan‘a…

Senden önce…

Senden sonra…

Bu memleketi yönetecek adam çıkmadı!?

Çıkmaz!

 

Yürüdüğümüz yolları…

Yağmur yağdığında boğulduğumuz dereleri…

Hızlı treni…

Trafik canavarını sayesinde ölenleri…

Kuru ekmeğe…

Ve de soğana muhtaç eden…  

 

Gayri yol göründü…

Hazırlan…

Ayaklar baş olunca…

Devletin mührü…

AB(D) kapıkullarının elindedir!

 

                                                                        ***

10.05.2011

 

Hürrem Recep

 

Konuştu yine…

Okyanus ötesi destek ile entrikanın alası kamuoyunun beğenisine sunuldu.

Belden aşağı vur vurabildiğin kadar!

Gettoların padişahı…

Kenar mahalle siyasetçisi…

Buz gibi, insanların gözünün içine baka baka doğruları söylemekten kaçınıyor.

 

 

GETTO NEDİR?

Bir kentin herhangi bir azınlıkça yerleşilen bölümüne genel olarak “ Getto
ya da geto” denir. İbranice kökenli bu sözcük özelde Almanya ve Doğu Avrupa
şehirlerinde eskiden Yahudilere ayrılan sonra da Yahudi semtlerine verilen
bir addır. Genelde kötü koşulların hakim olduğu bölgeler için kullanılır.

 

                                                                        ***

 

11.05.2010

 

 

Eteksiz dişilik - kadın olmanın zorluğu

 

Elbiseli, etekli, pantolonlu ya da çarşaflı kadın olmak!

 

Kadın olmak nasıl bir şey?

Etek giy(ebil)mek cesaret işimidir?

Etek giy(ebil)mek ve dişilik arasında ne tür bir bağ var?

Etek giy(ebil)mek ve laiklik arasındaki bağlantı nedir?

Etek giy(ebil)mek ahlaksızlık mıdır?

Etek giy(ebil)mek veya tam zıttı olarak çarşaf giy(ebil)mek bireysel tercih ve özgürlük müdür?

Feminizm ve pantolon…

Etek ve feminizm nasıl bir tezattır?

 

Bir erkeğin gözünden bu soruları yanıtlamak hem çok zor, hem de abes olsa gerek!? Eminim benden önce ve benden sonra birçok erkek bu sorulara bir cevap aramıştır - arayacaktır. Bu sorulara verilecek yanıtlar şüphesiz ki öncelikle hangi coğrafyada, bu coğrafyada içersinde hangi ülkede, bu ülkenin hangi tarihi geçmişe baktığına, toplumsal yapısına ve bu toplumun ahlaki değer yargılarına, kişilerin sosyal ve ekonomik konumuna ve en nihayetinde kişinin dini görüşe bağlıdır.  

 

Dişi ve dişinin teni…

Bir kadının teninin ne kadarının görülebilmesine toplum tahammül ediyor, edebiliyor?

Toplumsal baskı, bugünün değimi ile mahalle baskısı ve birey üzerindeki etkisi hiç kuşkum yok ki, bireyin özgüvenine, eğitimine ve baskılara dayanma güççüne bağlıdır. Doğru bildiğini savunmak, bu doğrular uğruna tüm baskılara rağmen direnmek, direnebilmek kişilik işidir. Kişilik geliştikçe – dayanma güççü ve buna bağlı kişinin direnç kabiliyeti artar. Aynı zamanda vakur bir haysiyet kabil olur. Bu birey içinde geçerlidir, toplum içinde. Ancak yaradılış itibariyle bunun herkes için geçerli olmadığı, herkesin harcı olmadığı kesin…

Birçoğumuz bu baskılara ya boyun eğerek ya da başka bir semte taşınmakla suretiyle çare ararız.   

 

Türkiye’de bir şeyler oluyor…

Türkiye değişiyor!?

Yoksa Türkiye değişiyor gösterilmeye mi çalışılıyor?

Türkiye değişiyorsa…

Dünyada durum nedir?

Yoksa dünya değişiyor da, Türkiye mi yerinde sayıyor?

   

Almanya…

Almanya’nın bazı kentlerindeki, bazı semtler…

Semt kelimesi yersiz ve yanlış, bazı gettolarda…

Genç kızlar artık kolsuz gezemiyor!

Bundan yaklaşık on sene öncesinde böyle bir sorun yoktu!

 

Fransa…

Bundan yaklaşık yirmi – yirmi beş yıl önce…

Genç kızların etek boyu, birçok Fransız ailesinde nesil çatışmasına yol açıyordu! 

 

Etek ya da çarşaf giyen kadın bunu kendi istediği için mi yapıyor? Yapıyorsa özgür iradesi için çevresine direnmesi gerekiyor mu? Çevrenin baskısına rağmen giymek istediğini giy(ebil)iyor mu?

Mini, midi ve yerlere kadar; genel anlamda etek kadınsıdır. Bazı istisnalar dışında, mesela İskoç erkeklerinin geleneksel bir giysisidir veya tören giysisi olarak Yunan askerinin etek giydiği gibi. Ancak “açık seçik” giyinen ve “serbest” bir şekilde hareket eden kadın, bazı yaşam tarzlarına ve hayat anlayışlarına göre; insani hareketlerinden dolayı dahi aile meclisi tarafından ölüme mahkûm edilebiliyor. Bu olgu yalnız Türkiye için geçerli değil tabii…

En son bu tür bir -namus cinayeti- Almanya’nın Neu Köln kentinde işlenmiştir. Almanya’da büyük tepkilere yol açan böylesi yargılama ve infazlar artık yasal çerçeveler içersinde değerlendirilmeye başlanmıştır. Örneğin görücü usulü evlilik, eğer kızın rızası yoksa artık bir suçtur.

İnsan sosyal bir varlıktır. Bu durumda kadın ne dereceye kadar ailesine hayır diyebilir, deme şansı vardır?

 

Ailenin, toplumun bir ferdi olarak ve büyük oranda kendi isteği ve katkısıyla ailenin, toplumun bir bireyi olmaya caba gösteren insan; çaresiz baskılara boyun eğme eğilimindedir. Ailenin, toplumun üniformasını giyerek “onlardan” biri olduğunu gösterir. İç dünyası isyan ve sesiz çığlıklarla dirense bile…

     

Çuval misali…

Yerlere kadar uzanan bir etek hiç bir toplumda “ahlak polislerince” tepkiyle karşılanmaz!

Ama…

Bir kadın…

Vücut hatlarını vurgulayan bir etek giydiğinde…

Kadın, kendine ve çevresine “ben bir kadınım mesajı” verdiğinde…

Hele bir de Allah vergisi güzellikte varsa…

Vay efendim!

İyide bu zibidi “ahlak polislerine” yetkiyi veren kim?

Bu yüzden batı toplumlarında bile, kadın benlik ve bilincine kavuşanlar ancak yıllar sonra etek giyme cesareti gösterebiliyorlar.  

 

Devam edecek

 

                                                                         *

 

Seçim 2011 anketine katılır mısınız?

Üç hafta sonra…

Yani seçimlere birkaç gün kala…

Sonuçları yayınlayacağım. Bakalım nasıl bir sonuç çıkacak!

 

Gelen tepkilerden her görüşte okurum olduğunu tahmin ediyorum.

Bunun içinde hepinizde teşekkür etmek istiyorum. Çünkü biliyorum ki bizi birleştiren:

Vatan…

Millet ve Atatürk sevgisidir. Bizde öteki, ötekileştirme yoktur…

Biz varız. Biz!

 

Ankete katıl

 

Önümüzdeki günlerde değişik konularda fikrinizi sormak istiyorum.

                                                                        ***

10.06.2011

 

01010011 01100101 11100111 01101001 01101101 01101100 01100101 01110010 01100101 00100000 01101001 01101011 01101001 00100000 01100111 11111100 01101110 00100000 01101011 01100001 01101100 01100001 00101100 00100000 01000011 01110101 01101101 01101000 01110101 01110010 01101001 01111001 01100101 01110100 00100000 01001000 01100001 01101100 01101011 00100000 01110110 01100101 00100000 01001101 01101001 01101100 01101100 01101001 01111001 01100101 01110100 11100111 01101001 00100000 01001000 01100001 01110010 01100101 01101011 01100101 01110100 00100000 01010000 01100001 01110010 01110100 01101001 01110011 01101001 01101110 01100101 00100000 01101101 01110101 01110110 01100001 01100110 01100110 01100001 01101011 01101001 01111001 01100101 01110100 00100000 01100100 01101001 01101100 01100101 01110010 01101001 01101101 00101110 00100000 00001010 01000001 01101100 01101100 01100001 01101000 00100000 01101101 01100001 01101000 01100011 01110101 01110000 00100000 01100101 01110100 01101101 01100101 01110011 01101001 01101110 00101100 00100000 01110110 01100001 01110100 01100001 01101110 01100001 00101100 00100000 01101101 01101001 01101100 01101100 01100101 01110100 01101001 01101101 01100101 00100000 01111010 01100101 01110110 01100001 01101100 00100000 01100111 01100101 01110100 01101001 01110010 01101101 01100101 01110011 01101001 01101110 00101110 00100000 01000001 01101100 01101100 01100001 01101000 00100000 01100010 01110101 00100000 11111100 01101100 01101011 01100101 01111001 01101001 00100000 01110000 01100001 01111010 01100001 01110010 01101100 01100001 01111001 01100001 01101110 01101100 01100001 01110010 01100001 00100000 01100100 01100001 01101000 01100001 00100000 01100110 01100001 01111010 01101100 01100001 00100000 01100110 00110001 01110010 01110011 01100001 01110100 00100000 01110110 01100101 01110010 01101101 01100101 01110011 01101001 01101110 00100000 01101011 01101001 00100000 01100010 01100001 01101100 01100001 01101100 01100001 01110010 00100000 01101100 01100001 01101001 01101011 00101100 00100000 01100100 01100101 01101101 01101111 01101011 01110010 01100001 01110100 01101001 01101011 00100000 01100010 01101001 01110010 00100000 01101000 01110101 01101011 01110101 01101011 00100000 01100100 01100101 01110110 01101100 01100101 01110100 01101001 01101110 01100100 01100101 00100000 01100010 11111100 01111001 11111100 01111001 01100101 01100010 01101001 01101100 01110011 01101001 01101110 00101110 00100000 01000001 01110100 01100001 01110100 11111100 01110010 01101011 00100000 01100100 01100101 01110110 01110010 01101001 00100000 01101001 01101100 01100101 01101100 01100101 01100010 01100101 01110100 00100000 01110011 11111100 01110010 01110011 11111100 01101110 00101110 00001010

                                                                        ***

28.08.2011

Uzun bir süreden beri yazamıyordum. Korktuğumdan, sindiğimden değil!

Moral bozukluğundan. Birçoğunuz gibi bende “yeni düzenin” kaybedenlerindenim. İster Türkiye, ister Avrupa olsun ekonomik kriz her yerde “meyvelerini” veriyor. Çalıştığım şirketler, yani müşterilerim bir bir kapılarına kilit vuruyor.  Mutlu azınlıklar ellerindeki serveti oralarına buralarına süre dursun, sizin gibi - benim gibiler ceremesini çekiyorlar! Allaha milyonlarca şükür ki, aç ve açıkta değiliz. Tıpkı kör ve sağır olmadığımız gibi. İyi kötü okuma yazmamızda var…

Ve düşünme yetimizi henüz yitirmedik!         

Yıl 1945

Amerika’da yeni bir siyasi çizgi Michael C. tarafından Evrensel petrol tedarik stratejisi olarak nitelendirilecektir. Bu stratejinin omurgasını oluşturan üç unsuru şu şekilde sıralayabiliriz:

1.    1945 yılında Franklin D. Roosevelt ve Suudi Arabistan Krallığının kurucusu Abdülaziz El  

         Suud arasında varılan – özel – antlaşma.

2.    Venezuela

3.    Iran

Bu ülkelerden tedarik edilecek erişimi ve kontrolü “kolay”, kaliteli ve ucuz petrol Amerika Birleşik Devletinin ekonomik kalkınması için vazgeçilemez öğeler olarak görülmektedir.

Jeames R. Schlesinger, Madrid’de vuku bulan bir toplantıda şu sözleri sarf edebilmiştir:

Amerikan kamuoyu, Körfez savaşından ve Kuveyt’in fethinden ve kurtarılmasından çıkarmış olduğu ders; Ortadoğu’daki insanların kıçına tekme atmanın hem daha kolay ve eğlenceli; ayrıca da yüksek fiyattan petrol almaktan daha avantajlı olduğudur.

            

Evet, Amerika Birleşik Devletleri petrol bağımlısıdır!

İster CIA, ister siyaset, ister çevre sorunları,  isterse de ulusal güvenlik olsun…

Konu Petrol olunca tüm sorunlar bertaraf edilmek zorundadır!

Asıl olan kâr ve kâr oranlarıdır.

 

2001 yılında Dick Cheney, ulusal enerji güvenlik kurulunu oluşturmuştur. İlginç olan Amerikan kamuoyuna bile yansımayan bu kurulun çalışmalarıdır. Aldıkları hiç bir karar hakkında yazılı bir metne rastlanamamaktadır. Ne CIA’de nede başka bir yerde. Peki, neden?

 

Nedeni, koca bir yalan!

Dünya petrol rezervleri sanıldığından azdır

 

Gelin sizinle birlikte bu yalanı irdeleyelim. Bazı konularda önce bir geriye bakmamız lazım ki, bugünü anlayarak ileriye yönelik gereken dersleri çıkarabilelim.  

 

1859 Pensilvanya

Hani Türkiye’de etkin bir Cemaatin liderinin yaşadığı yer…

Hani var ya, ameliyat için istihareye yatıp da rabbin Pensilvanya dediği yer, işte orada her şey 1859 yılında başlamıştı. İdare lambalarında kullanılan ve maliyeti gittikçe yükselen Balina yağı yerine, Pensilvanya’da yeni bulunan - o dönemlerde zaman zaman gerçek anlamda “sudan ucuz olan” petrol – binlerce insana ekmek kapısı açmıştı. Çıkaranın değil, aracıların ve pazarlamacıların zengin olduğu bir dönem!

Ohio’da yaşayan bir muhasebeci dâhiyane bir fikirle öne çıkarak, ondan alınacak petrolün daima aynı kalitede olacağını iddia ederek zenginler kervanına büyük bir adım atmıştı. Yani petrole standart getiren ve günümüzde halen kullanılan ifadeyle Standard Oil. İlerde yine karşımıza çıkacak olan bu muhasebeci John D. Rockefeller’den başkası değildir. ABD hükümetleri konsoloslukları vasıtasıyla gazyağının ve idare lambalarının uluslararası pazarlanmasına yardımcı olurken esas pazarlamacılık dehası yine Rockefeller’den gelir. Başta Çin olmak üzere dünyanın her tarafına el atan bu deha, idare lambalarını zaman zaman ücretsiz olarak insanların kullanımına sunmakla birlikte evlerine kadar gelerek lambaları nasıl kullanılacağını gösterir ve aynı zamanda kendi üretimi olan Standard Oil’un reklamını da yapar. Gittikçe üreticiden pazarlamacıya dönüşen Rockefeller artık petrolü çıkaran “çiftçilerden”  ham petrolü almaya, bunu yaparken de alacağı fiyatı kendisi belirlemeye başlar. Bu adımla 20. Yüzyıl kapitalizmin öncüsü olmuştur. Neden mi?

Çünkü önceleri ulusal bir şirket olan Standard Oil bu pazarlama stratejisiyle uluslararası alana açılan şirket olmuştur da ondan. Hani başımızda kendi deyimi ile çıraklık, kalfalık ve ustalık dönemlerini yaşayan birisi var ya…

İşte o ustalar, ustası dönemini yaşadığını sansa bile Rockefeller’in değil eline, ayaklarına dahi su dökemez! Boş verin, biz devam edelim…

Kaldı ki Rockefeller daha o zamanlar tıpkı 80’lerin Donald Rumsfeld’i gibi acımasız bir iş adamıydı. Ortadoğu ve petrol için kurulan ittifaklar o denli acımasız ve kâr amcalıydı ki o dönemlerde bile Rockefeller bu işin üstadı sayılırdı. 1900’ün başlarında Standard Oil, ABD’de üretilen petrolün %90’ını denetiminde bulunduruyordu. Bu “başarının” altında gizlenen şantaj, hırsızlık ve kaba kuvveti bir tarafa bırakırsak elektrik ve ampulün buluşu Standard Oil’ü sıkıntıya sokmaya başlamıştı ki imdadına Henry Ford imparatorluğu yetişti. Standard Oil benzin üretimine başladı.     

O dönemde ABD’de var olan ve çiftçiler için üretilen iş makineleri 40-50 kadar beygir tarafından çekiliyordu. Evet, yanlış okumadınız daha o zamanlar ABD’de çiftçiler için kullanılan devasal makineleri hareket ettirmek için 40-50 tane at gerekiyordu. Şimdi o dönemin Türk çiftçisini bir düşünün. O da varsa, bir - iki tane öküz, manda, at veya eşek ile çalışan Türk çiftçisini. Neyse…

Henry Ford’un ürettiği ve tarımda kullanılan makineler sayesinde Standard Oil aydınlatmada –elektriğe - kaybettiği pazar payını otomobil ve tarım araç ve gereçleri için kullanılan benzin ile telafi ediyordu. Bundan sonra insanlığın yaşadığı sanayileşme evrimlerinde, kapitalizmin yeni parolası her devre yeni bir ürünü olacaktır, tıpkı bugün Internet “evrimini” yaşadığımız gibi. İsterseniz bu bağlamda İnternetin getiri ve götürülerini bir düşünün. O dönem otomobil, Petrol sektörüne umulmadık büyüme imkânları sunmuştur. O kadar ki ABD bu duruma el koymak zorunda bırakılmıştır. 1911’de Standard Oil tekeline karşı kanun çıkarılmıştır. Ancak Rockefeller’in zekâsı bu duruma da bir çözüm bulmuş, Standard Oil’ü görünürde küçük, birbirinden bağımsız şirketçikler olarak düzenlemiştir. Ama ya perde arkası?!  Dünyayı “bin bir” tane koluyla saran ahtapot artık gerçekten yok mudur?

Ahtapot “gül cemalini” can havliyle güney Amerika’ya çevirir. Ne tüzel, ne özel ve hatta hükümet tanımayan bir tavırla Meksiko başta olmak üzere, Venezuela ve diğer ülkelerdeki petrol kaynaklarını – her türlü yöntemi mubah sayan bir anlayışla -ele geçirmeye başlar.

20. Yüzyılın vahşi kapitalizmi evrensel boyutlara erişirken, alışıla geldik dünya düzeni değişiyordu. Gerçi para, eskiden bu yana “her derde devaydı” ama artık para evrensel boyutta hükümetler kuruyor, hükümetler deviriyordu. Yeter ki elde edilecek kâr oranı bu “zahmete” değsin!

Bu durum maceraperestlerin iştahını kabartıyor, pazardan pay almak isteyenleri devreye sokmaya başlıyordu. Öylede oldu zaten. Marcus Samuel ve Henri Wilhelm August Deterding gibi iş adamları

Hollanda kökenli Shell grubunu kurarken, İngiltere’de boş durmuyordu tabii. Shell, Standard Oil’ün en amansız rakibi olurken, İngiltere namına William Knox D’Arcy, İran şahı ile 60 senelik bir anlaşma yaparak petrol zengini kervanına katılır. Bu arada uluslararası siyasette boş durmuyordu. Winston Churchill, İngiltere’nin denizler üzerindeki hâkimiyetini ABD ve Almanya’ya kaptırma tehdidine karşılık 1911’de bir karar alır. Bu karar ulusal bağımsızlık namına yanlış bir adım olsa da, İngiltere’nin rekabet gücünü arttıran bir adım olarak görülmelidir. Churchill donamayı, kömürden - mazot ile çalışır duruma getirir. Böylelikle bağımsızlar kervanından (İngiltere de kömür madenleri vardır), petrol bağımlısı kervanına katılır. Bir kez daha stratejik dürtüler, milli doğal kaynakların önüne geçmiştir. İngiliz donanması, Alman donanmasına (hala kömür ile işleyen) nazaran artık çok daha hızlı ve manevra kabiliyeti yüksek durumdadır. Böylelikle İngiltere hayati nedenlerden dolayı

British Petroleum’un en büyük hissedarı olurken öte yandan Osmanlı toprağı olan Irak’a gözünü diker. Bütün bunlar yaşanırken İngiltere zamanın en büyük petrol rafinerisini Basra körfezinde Abadan’a kurar. Ancak İngiltere’nin işi Irakta kolay olmayacaktır. Bir yandan iştahı kabaran ABD, öte yandan kendi doğal kaynakları olmayan Almanya’da Irak petrollerine göz dikmiştir. Yeri gelmişken bir parantez açmak istiyorum:

 

Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere ne İngiltere, ne Fransa, İtalya, nede sözüm ona tarihi dostumuz olan Almanya Türk milletinin karagözü, karakaşı ve kaytan bıyıkları uğruna parmağını dahi kıpırdatmaz. Bu dünde öyleydi - bugünde böyle!

Menfaatleri olmadıktan sonra kılını kıpırdatmayanlar, işleri düşünce gerektiğinde demiryolları bile döşerler. Öylede oldu zaten…

 

Aynı yıllarda Almanya, Berlin’den Bağdat’a demiryolu döşeme hakkını elde etmiştir. Ancak birçoğumuzun bilmediği bir koşulla; demiryollu üzerindeki tüm petrol kaynaklarını sömürme şartı ile!

 

30.08.2011

 

İngiltere ne yapıp yapıp ABD’yi Irak’a sokmaması gerekiyordu. Yardımına Ermeni asılı Kalust Sarkis Gülbenkyan yetişir. İngiltere, Gülbenkyan aracılığı ile ABD’yi dışarıda tutmayı başarır. 1912’de Turkish Petroleum Company kurulur. İlginç olan adında Türk kelimesini taşımasına rağmen şirketin hissedarları: % 50 İngiltere, diğer %50’de Shell ve Almanya namına Deutsche Bank’a pay edilir. Gülbenkyan bu “zahmetlerine” karşılık, kârın %5 ne ortak olup dünyanın en zenginleri arasında yerini alır!

Osmanlının I. Dünya savaşına katılmasıyla Ortadoğu’da petrol çıkarma faaliyetleri askıya alınır.

Ancak petrol I. Dünya savaşında çok önemli bir rol oynayacaktır ve bu önemini günümüze kadar korumayı başaracaktır. 08.1914’de Almanlar, Paris kapılarına dayanmış Fransızlar müşkül durumdadır. Fransız bir general askerleri cepheye taşıyabilmek için Paris taksilerine el koyar ve 48 saat içinde 7000 askeri cepheye ulaştırır. Almanların taarruzu durdurulur. Böylelikle otomobil ve dolaylı olarak petrol savaşın kaderini değiştirmiştir. Keza 1916’da yaşanan Verdun muharebesinde de öyle olmuştur. Savaşlar artık çehresini değiştirmiştir. Hani derler ya aşk ve savaşta her türlü yöntem mubahtır diye... Ticarette de öyle! Rockefeller yine sahneye çıkıyor.      

Rockefeller iki tarafa da petrol satar. ABD petrolü sayesinde, Fransa ve Almanya’da savunma sanayisi tüm hızıyla çalışmaktadır. Bir tarafta tonla para kazanılırken, diğer tarafta insanlar ölüyor ve umutlar sönüyordu. Kanlı bir para!

Alman denizaltısının sivil bir gemiyi batırması ABD’nin savaşa müdahil olmasını hızlandırmıştır.  Ve şimdi sıkı durun!

Amerika Birleşik Devletleri hükümeti, petrol sanayisine baş vurarak durumu sorar. Standard Oil ki,

O güne kadar savaşan iki tarafa da petrol tedarik eden şirket, ABD hükümetine 1911’de çıkarılan kanunu hatırlatarak öncelikle bu kanun hakkında konuşmaları gerektiğini söyler. Bilin bakalım bu aşamadan sonra ne olmuştur?

Durum II dünya Savaşında da farklı değildir. 1916’da gizli Sykes – Picot anlaşması ile Fransa ve İngiltere, Alman dolayısıyla Osmanlı devletinin yenilmesi durumunda, Osmanlı hakimiyeti altındaki petrol kaynaklarını aralarında paylaşmayı öngörürler. Rockefeller’in bu anlaşmadan haberdar olmasıyla birlikte Fransa ve İngiltere’ye petrol satmayacağını bildirir. Bundan sonra olacakları tahmin edebilirsiniz sanırım…

Fransız başbakanı Clemenso, ABD başbakanı Wilson’a başvurarak: “Kan kadar, petrole ihtiyaç duyduklarını” bildirir. ABD’nin askerleri Fransa’ya doğru yola çıktıklarında tarihin ilk ve tümüyle motorize orduları savaşa hazırdır. Ve Rockefeller hala iki tarafa da petrol satmaya devam eder!

1917’de oluşan “ufak tefek” pürüzler dışında bu durum savaş sonuna kadar devam etmiştir.

 

Yine bir parantez açıp sormak istiyorum:

 

Kendi evladına acımayan, elin evladına acır mı?

 

Lord Curzon’un deyimi ile “Müttefiklerin galibiyeti dalga, dalga petrolün sırtından gerçekleşmiştir         

1918’de Sykes – Picot anlaşması gereği İngiltere amaçlarına ulaşmış, Irak’ın tümüne ve Suriye’nin bir kısmına yerleşmiştir. Yeri gelmişken bir sorgulama yapalım: Hani okulda hep derlerdi; bir İngiliz general Türkiye’nin doğu sınırını gelişi güzel çizmiştir diye. Tüm bunları okuduktan sonra hala aynı fikirde misiniz? Bu kirli “oyunda” Türkmen ve Azeri kardeşlerimizin kaderine daha sonra değineceğim.   

 

31.08.2011

 

Yukarda belirttiğim nedenlerden dolayı, artık petrol savaşan taraflar için stratejik bir öneme sahip olmuştur. Fransa, Türkiye’nin güneydoğusuna yerleşirken, kaderin ya da diplomasinin bir cilvesi olarak Musul’u da denetimi altına alır. Musul – Kerkük ve orada tahmin edilen muazzam petrol rezervleri İngilizler tarafından Sykes – Picot anlaşmasında düşünülmemiş olduğundan buna acil bir çözüm gerekiyordu.

İngilizler çözümü bir değiş tokuş da buldu. Turkish Petroleum Company’de, Almanların hissesini Fransızlara verdiler ve karşılığında Fransızların o bölgedeki “egemenlik” haklarından feragat etmelerini istediler. Ancak evdeki hesap, çarsıya uymadı. Pazarlıklar iki sene sürdü. Önce Versailles’de sonraları San Remo’da. İşin ilginç yanı bu anlaşma ve konferanslarda petrol kelimesinin hiç bir zaman kullanılmamış olmasıdır!

Bu çekişmenin başka ilginç bir yönü ise San Remo’da bir villada toprakların paylaşım pazarlığı sürerken, komşu bir villada petrol anlaşmasının tüm hızıyla sürmesiydi. Buna göre Fransa, Turkish Petroleum Company’de % 23,75 hisse sahibi oluyordu. 1920’lere gelindiğinde ve şimdi sıkı durun;

Irak, İngiltere mandalığı (himaye) altına girerken, bir yıl sonra Irak krallığı anayasasının kabulünü bir şarta bağlar: Turkish Petroleum Company, 2000 yılına kadar petrolle ilgili her türlü işlemi yapabilecektir.

 

Burada dikkat edilmesi gereken iki unsur göze çarpıyor.

1. Adı Turkish Petroleum Company. Konuya hakim olmayan, perde arkasını bilmeyen birisi için “sömüren – kullanan” Türk!

2. Daha önceki yazılarımdan da bildiğiniz gibi hep iddia etmişimdir, batı toplumları biziler gibi bugünü, yarını bilemedin ertesi yılı – hadi cömert olalım gelecek on yılı değil. En azından önlerindeki 50 – 100 yılı görmeye çalışan, düşünen ve ona göre hareket eden bir yapıya sahip.

Bu yüzdendir ki biz hep kaybediyoruz, onlar hep kazanıyor!

 

1925 yılında İngiltere - Irak anlaşmayı imzalar. Winston Churchill, Irak için şu ifadeyi kullanmıştır:

Irak, üç petrol kuyusundan ve üç halktan oluşmuştur

   

Kuveyt gibi ülkelerin “yaratılması”  petrol sömürmek için yasal bir zemin hazırlamaktan başka bir şey değildi. Sözüm ona bağımsız bir ülke yaratılıyor, bağımız bir ülke ile anlaşma yapılıyor ve her şey bildik şekilde yürüyordu. Peki, tüm bu zahmete ne gerek vardı?

Bilmiyorum ama tahmin edebiliyorum. Kamuoyu! Sömürülen değil, sömüren kamuoyuna yönelik bir çalışma ve ilerde doğabilecek yasal sorumluluklardan kaçınabilme gerekçesi olsa gerek…

1927’de Kerkük’ten petrol fışkırmaya başladı. Irak’ın denize sahili olmadığı için Fransa ve İngiltere Suriye ve Filistin üzerinden yeni bir boru hattı döşemesi gerekti. Rockefeller, ABD hükümeti üzerinden pastadan pay isteyince devreye yine Gülbenkyan sokuldu. ABD’ni Irak dışında tutan kişi bu kez ABD için çalışıyordu. Gülbenkyan yine başaralı oluyor ve ABD şirketleri Iraq Petroleum Company şirketine %23,75 hisseyle ortak oluyor, Gülbenkyan yine %5 ile avuçlarını ovuşturuyorken, kısa bir süre sonra hisselerini Fransa’ya satıp kenara çekiliyor. Ve Fransa petrol zengini emperyal bir güç oluyor. İngiltere, ilerde BP olarak anılacak şirkete ve Shell’in en büyük hissedarı olurken, ABD nihayet Ortadoğu’ya giriş yapıyor. Giriyor ve bir daha çıkmamak üzere kalıyor. Bir düşünün emperyalizm petrol dolu 100.000 Kilometre kareye böyle ayak oyunlarıyla sahip çıkarken, Osmanlı ne yapıyor?

Liboşların ve ikinci Cumhuriyetçilerin iddia ettiği gibi vatan ve millet “seven” Vahdettin bunları düşünemiyor muydu? Diyeceksiniz ki Damat Ferid ne güne duruyor…

 

Merak etmeyin bu ülkenin damatları da, padişahları da tükenmez!

 

Aradan 100 yıl bile geçmeden yeni damatlar türedi ve ülkeyi, doğal zenginliklerini bir güzel pazarlıyorlar. Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan AB(D)’nin aleti olmaktan başka bir niteliği bulunmayan kişilerdir.

Anlaşılacağı üzere o zamanlar da, bugünde söz konusu menfaat olunca – yasal ve yasa dışılık arasındaki incecik alanda ibre genelde yasa dışılığa doğru gösteriyor(du).

1928’e gelindiğinde Gülbenkyan tarafları Belçika’ya davet ederek anlaşmaya son noktayı koyar. Anlaşma eski Osmanlı toprakları üzerinde bulunacak her yeni petrol kuyusunun, adil bir şekilde taraflar arasında pay edilmesiydi!!!        

Avrupa, petrol sayesinde diğer devletlerin ve insanların gıpta ile baktığı bir refaha erişirken; ABD’de bir “motorize kültürü” oluşmaktaydı. Öyle ki, süreç içersinde insanlar adeta bir anayasal hakmış gibi arabalarıyla - çok ucuz petrol - ile hareket etmeye başladılar. Ve bu algı günümüzde de hala sürmektedir. 1920 sonlarında üretim çokluğundan dünya bir krize girer. Sovyetler Birliğinin döviz ihtiyacını karşılamak için piyasaya çok ucuza süreceği petrol krize yol açmış, hisse senetleri tepe taklak olmuştur. Artık, iki dünya savaşı arasında üretim ve dağıtım üç büyüye geçmiştir.

 

▪ Shell

▪ British Petrol

▪ Standard Oil

   

Genel olarak ticaretin bir kuralı vardır. Ya kıyasıya, ölesiye bir rekabet ya da anlaşarak, uzlaşarak Pazar payını aralarında bölüşerek birlikte hareket etmek!

Achnacarry anlaşması veya As – Is prensibi bu üç şirketin ikinci yolu seçtiklerini gösteriyor. Başka bir değişle, ABD dışında dünya pazarının pay edilmesi. Standard Oil ve yan kuruluşları örneğin Texaco veya Mobile zamanında alınan yasal tedbirler (Sherman Act – tekele karşı yasal bir önlem) sayesinde kendilerinden başkasını ABD’ye girişini neredeyse imkânsız kılıyordu. İlginç olan “birbirine rakip” olan bu şirketlerin ham petrol sonrası, ham maddelerini ortak rafinerilerde işlemesiydi! Bu durum 1960 ortalarına kadar böyle devam etti. Bu yasadışı oluşturulan tekel dünya üzerinde kaynaktan, benzincideki pompaya kadar sabit bir ihtiyaç ve tüketim oluşmasını sağlamıştır. Bu “kapalı devre” sayesinde şirketler sermayelerini güvence altına almıştır.     

 

01.09.2011

 

Bu durum dün böyleydi de bugün farklı mı sanıyorsunuz. Bunun böyle olmadığının en “güzel” kanıtı Türkiye Cumhuriyetini “ele geçirdiğini sanan” siyasal İslamcılardır. Evet, evet Türkiye’de faaliyet gösteren siyasal İslamcılar başta olmak üzere, tüm siyasal İslamcıların baş düşmanı ABD, ne oldu da bu zihniyetin, bugün can ciğer kuzu sarması yoldaşı oldu?

Hadi “Allahsız” komünistler düşmandı, bir “gerekçe” vardı…

Ki komünist felsefe esas itibarıyla Allahsız değil, insanların “din hegemonyasından (hükümdarlığından)” ve kilisenin “ağır” vergilerinden soyutlayan, sermaye ve kilisenin işbirliğinde sömürülen kitleler için bir başkaldırı aracı, bir anlayıştı ve bir yerde insanları özgür ve eşit, topluluk içersinde eriyen birer birey ve yine topluluk tarafından bireye sağlanan bir güvence olarak görüyordu…

Ne oldu da Amerika tarafından “Allahsızların” etrafını ören bu yeşil kuşak ve can düşmanı bir ittifaka girdi? Öyle ki, Afganistan’da “Allahsızlara” karşı savaşan ve açıkça Amerika Birleşik Devletlerinin ulusal güvenliğine tehdit oluşturan bu zihniyet ABD’de himaye bulabiliyor(du)?

Görünürde asil amaçlarla faaliyet gösteren, kapalı kapılar ardında gerçek yüzünü gösteren Fethullah Gülen ve hareketinin Pensilvanya’da ne işi var?

 

Gerçek şu ki Fethullah Gülen, Recep Tayyip Erdoğan-ı evvel (Recep Tayyip Erdoğan’ın öncüsü)

      

Ve - hatta ciddi bir şekilde sorgulanması gereken Çankaya noteri!

Hayatı incelendiğinde, en azından bende, ciddi kuşkular uyandıran bir tip!

Her neyse biz yine konumuza dönelim, bugünlerde yaşanan ve maliyeti 500 milyar Dolar olarak tahmin edilen bir petrol anlaşmasına değinmeden geçmeyelim.     

Amerikan Exxon Mobil ve Sovyet Rosneft ki, atom savaşını bile göze alan iki farklı dünya görüşünün temsilcileri…

Konu petrol olunca işbirliği yapmaya karar veriyorlar. Ne demişti Napolyon Bonapart?

 

Para, Para, Para

 

Başka bir değişle: This is the American way of life

 

Yetmez ama evet’çiler…

Arap ve Amerikan hayranları, başta Suudi Arabistan’ın gerçek yüzünü görebiliyor musunuz?

Arap baharının, Libya’da, Suriye’de olanların perde arkasını sezinleyebiliyor musunuz?  

Sanmıyorum!

 

Egemenlik hakkı parçalanmayı kabul etmez. Bağımsızlık bir bütündür, ya vardır - ya yoktur!

 

Daha önceki satırlarda da okuduğunuz gibi, batı siyaseti ve sermayesi uzun vadeli menfaatleri söz konusu olunca hükümetler devirir, hükümetler kurar ve hatta gerektiğinde devletler oluşturur.

II Dünya Savaşından sonra İsrail’de olduğu gibi. Yanlış anlaşılmasın, kesinlikle Yahudi düşmanı değilim. Ama bugünden yarına, zaten özürlü – sorunlu bir coğrafyaya lap diye bir devlet kurmak hangi mantığa sığıyor anlayabilmiş değilim. Elbet batı mantığının, daha doğrusu sermayesi ve hırsının bir açıklaması vardır J

Tıpkı bugün fiilen kurulan ama devlet olarak tam anlamıyla hayata geçirilemeyen “Kürdistan” gibi. Acaba bu “devletin” kurulmasında Musul – Kerkük petrolünün bir rollü var mı?

Azerbaycan doğalgaz ve petrol bakımından doğal zenginliklere sahip bir ülke. Uğradığı zulüm ve sömürü bu doğal zenginliklerin bir sonucu olabilir mi?

 

Türkmen kardeşlerim!

Azeri kardeşlerim!

   

Napolyon’un deyimi ile "Coğrafya ülkelerin kaderini belirler"

Türkiye Cumhurbaşkanlığı Forsu üzerinde bulunan 16 yıldız ve ortasındaki güneş…

Turancı olacak kadar hayalperest bir insan değilim ama Türk’ün kan kardeşliğini ve dilimizin ortak öğelerini esas alırım. Tıpkı yüzyıllardır ortak bir kaderi, kültürü paylaştığımız Kürt, Ermeni ve diğer kökenli kardeşlerimiz gibi.   

 

02.09.2011

 

Biz gene konumuza dönelim, sermaye demek para – para demek ise otomatikman bankalar sistemi demek! Bu sömürü sisteminde, tekel oluşmasında bankacılık sisteminin ve bankerlerinde önemi çok büyüktür. Yani kapitalizm konuya bütünüyle hakkim!!!

Serbest piyasa koşullarında rekabet, arz ve talep fiyatları belirlerken…

Söz konusu sermaye piyasasında aralarında kurdukları bir dayanışma birliği ile sömürü ve azami bir kâr oranı güvence altına alınıyordu. Durum 1929 dünya ekonomik krizinde de değişmemişti.

1933’de Standard Oil’un yan kuruluşu, devletine düşman bir İngiliz diplomatın yardımı ile Suudi Arabistan’la anlaşma imzalayarak İngilizleri devre dışı bırakıyordu - madik madik atana, anlayacağınız hainler yalnız bizden çıkmıyor J

 

1938’de Almanya 4.167.000 ton petrolü deniz aşırı, 886.000 tonu ise Romanya’dan ithal ediyordu.

I Dünya Savaşında tüm petrol hisselerini kaybeden Almanya, Sovyetler Birliği ile yapılan gizli bir anlaşmaya rağmen delice bir arayış ve petrol tedarik etme telaşındaydı!

Hitlerin talimatı ile I.G. Farben, sentetik olarak üretebildiği petrol için muazzam kömür rezervlerine ihtiyacı vardı. Hitler, Almanya dışında ilhak yoluyla bu ihtiyaçları karşıladı. Her şeye rağmen Almanya’nın silahlanabilmesi ve ağır sanayisini kurabilmesini yukarıda saymış olduğum petrol şirketlerine borçludur. Bu bir tarihi gerçektir ve inanmayanlara araştırmalarını tavsiye ederim. Çünkü bu şirketler gizli Nazi sempatizanıydı. Özellikle Shell yönetim kurulu başkanı, Hitlere kredi ile petrol satmak isteyince yönetim kurulu tarafından istifaya zorlanmıştır.

 

Yeri gelmişken buradan aklımı kurcalayan bir soruyu size yöneltmek istiyorum:

 

Yıllardır iktidarda bulunan bir zihniyet, nasıl üretmeden – yeni iş sahaları açmadan, ihraç edebileceği herhangi bir ürünü geliştirip bu ürüne imza atmadan gayri safi milli hâsılayı yükselte biliyor? İç tüketime dayandırılan inşaat sektöründen elde edilen gelirle mi veya salt kağıt üzerinde mi yoksa milyar dolar tutarında devlet güvencesinde olan devlet ihaleleriyle mi? Hayır, başta borç, dışarıdan gelen sıcak para – bkz. Arap baharı ve …

 

Aslında yukarıdaki Shell örneğinde görüldüğü gibi bu durum hepimize bir ders, tabii anlayana!

Yıllardır öldürülen tarım sektörü ve hayvancılık, eğitim sistemindeki yanlışlıklar, gençlere yönelik umut ve istikbal vaat etmeyen gelişmeler ve buna bağlı beyin gücü yoksunluğu, var olan beyin gücünün ihracı, güçlü bir parlamenter çoğunluğa rağmen bir türlü hayata geçirilemeyen ağır sanayi hamleleri vs. bu – iktidarsızlığın - belirleyici özelliklerindendir. Hadi ağır sanayi hamlelerinden geçtim, çağdaş beyin gücü hamlelerini bile geliştiremiyorlar (mühendislik, tıp, mimarlık, yazılım vs.). Bu tür milli serveti ve milli dayanışmayı güçlendirecek adımlar yerine genelde – yabancı sermayeye – peşkeş çekilen milli servetler ve yabancı sermayenin – lütfüyle – oluşan iş sahalarında çağdaş bir kölelik anlayışıyla çalışan Ahmetler, Mehmetler ve Ayşeler!

Borç, üretim yerine - tüketim üzerine kurulan bir “saadet” elbette ebediyen süremez…

Gün gelecek ve ödeme zamanı geldiğine gözler fal taşı gibi açılacak!   

         

İşte böyle, Amerikan* ticaret anlayışına göre vatan ve vatandaş savaştayken…

Ticaret mi desem menfaat mi desem bilemiyorum, “düşmanla” işbirliği yapabiliyor(du). Savaş zamanında Amerikan – Alman ticari ilişkileri salt petrol ile sınırlı değildi tabii. Petrol yan sanayisinin de keyfi yerindeydi.     

 

03.09.2011

 

Öyle ki hiç çekinmeden Almanlara sentetik petrol üretimi için gerekli hammaddeleri satıyorlardı. Hatta Standard Oil o kadar pervasız ve düşüncesiz şekilde hareket edebiliyordu ki Almanların, Polonya’ya - saldırmadan bir önceki gün - çok büyük (500.000.000 ton) bir satış ve teslimat gerçekleştirebiliyordu. Petrol sanayisi ticaretini hiç çekinmeden gerçekleştiriyordu da sanayinin diğer kolları boş mu duruyordu?

Ne münasebet, General Motors ki Opel onun bir yan kuruluşudur… Almanya’da, Naziler için çılgınca üretiyordu! Dupont gibi Amerikan şirketleri Naziler sayesinde kazançlarını katlarken…

1939’a gelindiğinde Alman sentetik petrol üretim sanayisi tam gaz çalışıyordu (14 fabrika, 6 tanede yapım aşamasında). Dupont gibi şirketler olmasaydı Alman hava kuvvetlerinin vurucu gücü ve hatta mevcudiyeti bu kadar yoğun olamazdı. Sentetik petrol için gerekli hammaddeyi Almanlara Dupont tedarik ediyordu. II Dünya Savasının ilginç olan, ironik ve hatta sadizmin sınırlarını zorlayan bir gerçeği de şudur ki, Alman hava kuvvetleri Amerikalıların sayesinde İngiltere’yi bombalarken, İngiltere ki dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip ülkesi, petrolüne Amerikalılar olmasa erişemiyordu! Alman deniz altıları, İngiliz konvoylarını başarıyla engelleyebiliyorlardı.

Kaderin bir cilvesi olsa gerek, İngiliz diplomasisi masa başında bin bir türlü hile ve kurnazlıkla elde ettiği doğal kaynaklara ve sömürgelerine en gerekli zamanda erişemiyordu. J

II Dünya Savasının göz ardı edilen başka bir gerçeği de Stalin – Hitler anlaşmasının bozulmasında ve Hitlerin Sovyetler Birliğine saldırmasının atlında yatan nedenlerden birinin, Almanları tamamen bağımsız hale getirecek Sovyet petrolü olmasıydı!

Ancak Almanlar süreç içersinde Sovyet petrolünün “kalitesizliğinin” bilincine varacaklardır. Sovyet mühendisleri motorize araçlarını petrolün kalitesine göre ayarlarken, teknolojik bakımdan “yüksek kaliteli petrol için tasarlanmış” Alman motorları, Sovyet petrolü ile sorun yaşıyordu. 07.12.1941 Japonların, Amerikalılara saldırmasının altında yatan gerçek nedenlerinden birinin petrol olması bizleri şaşırtmaması gerek. Amerikan ambargosundan bunalan Japonların saldırma nedenleri:

 

- Amerikan Deniz Kuvvetlerini imha etmek

- Endonezya’daki petrol kuyuları

 

İngilizler, Endonezya’daki petrol haklarından “ödün” verirken Amerikalılar – Japonya’ya savaş ilan eder! Bütün bunlar yaşanırken 1942’de Kafkaslara ulaşan Almanlar hüsrana uğrar. Sovyetler, Kafkas petrol altyapısını imha etmiştir. Bu durum, yani petrolsüzlük Almanların yenilgisini hızlandıracaktır. Öyle ki, bu hal tüm çıplaklığıyla 1943 Stalingrad muharebesinde kendini gösterecek, durum Almanlar için Libya’da da farklı olmayacaktır.

 

04.09.2011

 

Sovyetler ve İngilizler, savaş sonrası İran’ı terk edeceklerine dair söz vererek İran’a girer ve petrole el koyarlar. Bu arada yoğun bombardımana rağmen, Almanlar hala ihtiyaçlarının %57 sentetik petrol ile karşılayabiliyordu. 1943’de Tahran’da kararlaştırılan ve Fransa sahillerinde 1944’te hayata geçirilen müttefik saldırı için yapılan hazırlıklardan biride P.L.U.T.O. idi.

 

Pipeline Under The Ocean    

 

Bu petrol boru hattı ile müttefikler ihtiyaçlarını karşılayacaktı. Bugün biliyoruz ki 1943’de bile Almanya’dan General Motors’a para aktarılmıştır. Ve ilginç olan Naziler için üretim yapan bu şirketten hesap sorulmamasıydı. 1945, yani savaş sonrası Harry S. Truman bu şirketleri  

– VATAN HAINLIGI – ile suçlasa da, ticari menfaatler ahlaki değerlerin önüne geçmiştir. Burada yine bir parantez açarak; günümüz Türkiye’sini sorgulayalım!

Eminim sizde benim gibi bazı paralellikler görmüşsünüzdür. Biz yine konumuzla devam edelim.   

Amerikalıların II Dünya Savaşından çıkardıkları sonuçlardan biriside kendi petrol rezervlerinin sınırlı, Suudi Arabistan’ın ise neredeyse sınırsız olduğudur! Bu yüzden o zamandan bu zaman Amerikan – Suudi işbirliği can ciğer kuzu sarmasıdır. Başka bir değişle Suudi krallığı, yazılı bir metne, güvenceye dayanmamasına rağmen, petrol var oldukça Amerikan güvencesi altındadır.

 

Bkz. - Arap Baharı - ve hiç bir şekilde Suudi Arabistan’da hareketlenme olmaması!

Savaş sonrası İran’dan çekileceğine söz veren Sovyetler, çekilmek yerine petrol payını kaybetmemek için Azerbaycan’ı kurar. Amerikalıların sayesinde, ülkesinde denetimi tekrar ele geçiren Şah Muhammed Rıza Pehlevi’yi bir anlık unutalım çünkü İran bundan sonraki yıllarda  sürekli bir Sovyet – Amerikan çekişmesine sahne olacaktır.    

06.09.2011

 

Daha 1928’lerde 7 şirket (Amerikan ve İngiliz) arasında pay edilen dünya, 1946’da Sovyetler tarafından kısmen Iran toprakları üzerine kurulan ve dünyaya ilan edilen Azerbaycan ile yeni bir döneme girmiştir. Soğuk Savaş dönemi!

 

İran’ın, Birleşmiş Milletler nezdinde Azerbaycan’ın topraklarının bir kısmında kurulmasına karşı itirazları Sovyet ve Amerikalıları karşı karşıya getirir. Dünya ilk defa büyük çaplı atom savaşı tehdidi altındadır! 20. Yüzyılın en önemli stratejik, ekonomik ve siyasi aracı – amacı olan petrol, artık batı devletlerinin gelişmesi ve refahında vazgeçilmez bir unsur olmuştur. Sömürgeci 7 şirket, kazançlarının %70 kendileri için ayırırken, sömürülene kalan %30’dur. Bu adaletsizlik 1948’de Venezüella’da bir son bulacaktır. Amansız grevlerden sonra dağılım yarı yarıya gerçekleşecektir. 1950’lere gelindiğinde maymunun gözü artık açılmıştır. Venezüella’dan sonra, Arap devletleri de batılı şirketler ile müzakereleri tekrar başlatacaktır. Bunun sonucunda petrol tarihinin ilk, eko- siyasi krizi İran tarafından tetiklenirken, 1951’de Iran tüm petrol kuyularını kamulaştıracaktır.

Bu durum batıda tedirginlik yaratır. Suni bir şekilde yaratılan – kurulan Kuveyt ve tabii Suudi Arabistan’da, Iran örneğinde görüldüğü gibi adımlar atabilir miydi?

 

Ve batılı devletlerin en büyük silahı devreye giriyor!     

İngiltere bir taraftan Irana karşı ambargo başlatırken, diğer taraftan elemanlarını – dolayısıyla bilgi birikimini İran’dan çekmeye hazırlanıyor ve…

 

Ve tabi askeri müdahale ile tehdit ediyor.           

 

Konumuzla devam etmeden yine bir parantez açalım.

Atatürk’ün kurduğu laik Türkiye Cumhuriyetinin düşmanı yobazlar ve onların başları hepimizin malumu… AB(D)’nin isteği doğrultusunda orduyu güçsüzleştirme girişimleri uygulayan Damat Recep, Gülen Cemaatinin yetiştirdiği ve yıllarını verdiği elemanlarını ulusal düşünce ve Atatürk ilke ve inkılâplarına gönülden bağlı subaylarla değiştirdiğini sanıyorum. Böylelikle hem ordu güçsüzleşiyor hem de Vahdettin zamanında Kuvay-ı milliye ye karşı oluşturulan Halifelik Ordusu gibi bir tip ordu yaratılmaya çalışılıyor. Buna karşılık görevi padişahı korumak ve muhalifleri tutuklamak olan İstanbul Muhafızlığı ve 25. Kolordu Komutanlığı gibi “kurumların” yerini Türk Polis teşkilatının aldığını, tüm elemanlarını işin içine katmasam da, bu yönde bir gayretin göze çarptığını vurgulamak isterim. Sanırım bu zihniyete göre ordunun görevi “oruç tutmaktan ve namaz kılmaktan ibaret olup, gayri padişah efendimize dua etmekten”  başka bir şey düşünmemesi gerektiğidir. Ali Kemal’in değimi ile “Artık harp ve darp ile yapılacak bir şey yoktur

 

Dedikten sonra askerin “önemsizliğini” vurgulayarak devam edelim.

Yukarıdaki örneklerde görüldüğü ve daha görüleceği gibi batılı devletlerin menfaati söz konusu olunca, ülke içindeki işbirlikçileri vasıtasıyla, işe orduyu etkisizleştirmekle başlıyorlar! Çünkü batılı felsefesinde önce para sonra can gelir. Bazı durumlarda can paranın önüne geçebilir ama bu istisnai bir durumdur.

Amerikalılar için, Iran daha doğrusu Iran petrolünün önemi Kore savaşında daha da belirginleşir. Tüm bu gelişmelerde Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin milliyetçi yanı öne çıksa da, özellikle İranlıların Sovyetlere yakınlaşacağız tehdidi, Amerikan – İngiliz ortaklığında gerçekleşen bir operasyonla (operation foursquare) bertaraf edilmeye çalışılır. İngiliz kontrolündeki Iran petrolü,     İranlılara yönelik bir göz boyama ile sanki onların menfaati doğrultusunda hareket ediliyormuş gibi, yeniden pay edilir. Anlaşma gereği %40 Amerikalılar, %40 İngilizler - edep gereği - %20 Fransızlar Iran petrolünü paylaşırlar. Geriye kalan tek engel İran hükümetidir ve bunun için de bir çözüm bulunmuştur. Hükümet başkanı komünist olmakla suçlanır. Ve bu darbe girişimi Amerikan – İngiliz ortaklığında ki şirketler tarafından gerçekleştirilir ve dünyaya farklı bir şekilde pazarlanır. Bu durum, günümüzde Amerika önderliğindeki Terörizme karşı mücadele işbirliği gibi bir şey.

Neyse, Amerika Şah Muhammed Rıza Pehlevi ile gizli bir anlaşma yaparak hükümeti devirmek ister ama işler ters gider ve Şah kendi ülkesini terk etmek zorunda kalır. Ne uğruna?

 

Elin İngiliz’i, Amerikalısı gelip doğal kaynaklarımı sömürsün, servetine servet katsın diye!!!

    

Batının menfaati söz konusu olunca, ahlaki çekincelerde dâhil hiçbir şeyden geri kalmaz ve…

Sokaklar harekete geçer, tıpkı günümüzde satın alınmış, aldatılmış halk kitlerinin Türkiye’de harekete geçirildiği gibi! İran’da da sokaklar harekete geçer ve hükümet devrilerek Şah yeniden koltuğuna oturur. Oturur oturmaz da, yukarıda belirtildiği oranda petrol paylaşımı gerçekleşir. Amerikalılar tam anlamıyla bir zafer kazanmıştır. Hem Iran petrolünden, hem de Şah’a sattıkları silahlar ile paraya para demezler.

 

08.09.2011

 

Öyle ya madem asker önemsizdir, silah ve silahlanma çağdışıdır; neden Amerika başta olmak üzere batılı devletler, örneğin bir tek B52 bombardıman uçağına 2 milyar $ harcıyorlar?

Hadi ondan da geçtim, AKP’nin başka bir aldatmacasına bakalım:

 

Filistin ve Gazze Şeridi,

 

Orada bir insanlık dramı yaşandığına şüphe yok! Ya bu dramdan kazanılan paralar!? AKP ondan neden hiç söz etmiyor? Onlar etmiyorsa ben edeyim ve hemen ardından bir soru sorayım. Orada faaliyet gösteren örgütler, başta AKP’nin yakınlık duyduğu örgütün ayda tünel kaçakçılığından, 200 milyon $ kazandığını biliyor muydunuz? Bu paranın kaçta kaçı, halka ve halkın ihtiyaçlarına harcanıyor?

 

Güncel bir konu olduğu için yazmadan geçmek istemiyorum. Hani zatı şahaneleri, Devlet-i Aliye-i Tayyip’iye, İsrail’e kafa tutuyor, Kasımpaşa var-i kabadayılık yapıyor ya…

Hah, iste o İsrail’in eli o kadar kuvvetli ki, adama öyle kolay kolay pabuç bırakmaz! İsrail teknolojik ve askeri bakımdan gerçekten güçlü bir ülke ama daha da önemlisi Amerika’nın çok önemli bir müttefiki; öyle ki, Türkiye’den bile önemli!

Amerikan – İsrail ilişkilerini hiç merak ettiniz mi? Hani hep iddia ederler İsrail lobisi Amerika da çok kuvvetli falan diye; şüphesiz doğrudur ama…

Aması da var, asıl konumuza dönmeden gelin o amasını ben size anlatayım.

 

Amerika, Vietnam savaşında ardı ardına uçaklarını kaybediyordu. Amerikan F tipi filosu, Sovyet yapımı MIG uçaklarına karşı hiç bir şekilde üstünlük sağlayamadığı için, Amerika’da hükümet zor durumda kaldı. Amerikan istihbarat örgütü, MIG uçakları hakkında yeterli bilgi sağlayamıyordu. Amerikalı pilotların MIG hakkındaki teorik bilgisi yetersiz kalıyor, büyük çapta kayıplara neden oluyordu. Kaderin bir cilvesi mi, yoksa şans mı bilmiyorum, İsrail – Arap savaşlarında İsrailliler tarafından savaş ganimeti olarak ele geçirilen, Sovyet yapımı radar tesisleri ve MIG savaş uçakları Amerikalılar için paha biçilmez bir değer kazandı! Uzatmayalım uzun müzakereler neticesinde İsrail, Amerikalılara savaş ganimetlerini teslim eder. Ve…

Bu durum zaten var olan siyasi, ekonomik işbirliğini askeri alana da taşır. Bu “vefa” örneği günümüze kadar sürmektedir. Unutmadan belirtmek isterim ki, ele geçirilen ekipman sayesinde günümüzde hayalet uçak olarak bilinen uçaklar geliştirilebilmiştir.   

 

09.09.2011

 

Verdiğim örneklerden anlaşılacağı gibi gerektiğinde hükümetler devrilir, hükümetler kurulur. Yeter ki zahmete değsin! Jetonu köşeli olanlar bunu anlamamakta ısrar ettikleri sürece, saflarımızı sıkı tutmaktan başka yapabileceğimiz fazla bir şey yok. Türkiye Cumhuriyet ve kurumları, daha doğrusu arda bırakılan kırıntılar ile laik düzeni yeniden inşa etmek zor olacak ama bizler var oldukça imkânsız diye bir kelime lügatımız da yer almayacak. Başarabiliriz, başarmak zorundayız!

 

Atatürk’ün deyimi ile “Hak, hakikat ve millet rehberimizdir

 

Evet, belki inanmayacaksınız ama batı demokrasisi cephanelik üzerine kuruludur ve gerektiğinde bu cephanelikler kullanılır. Mazeret hep aynıdır; İnsan hakları, özgürlük ve demokrasi! Arap baharını tekrar hatırlatmama gerek yok değil mi?

Bu anlayışın en sapkın tezahürü, CIA ve diğer istihbarat teşkilatlarının - petrol şirketleri ile münasebettir. İnanmıyor musunuz? 1950’leri örnek verebilirim. Iran, Irak ve Venezüella’da milliyetçi hükümetler kurulunca**  Seven Sisters diye anılan petrol şirketlerine “savaş” ilan etmiş ve bu şirketlerin en hassas oldukları konu, petrol fiyatlarını belirleyebilmekle vurmuştur. 1960 yılında OPEC kurulur.

     

11.09.2011

 

OPEC 1960’li yıllarda etkili olmazken, 1970’lerde özellikle Irak’ta kamulaştırma girişimlerinden sonra etkisini kat be kat arttırmıştır. OPEC, milliyetçi bir anlayışın tezahürüdür. Bir düşünün OPEC kurulmadan önce petrolün varili 1 dolardı, 1$!

1971’de Amerika Birleşik Devletlerinde petrol sıkıntısı baş göstermeye başlamıştır. O kadar ki, kışın okullar kapatılmış, istasyonlar önünde uzun kuyruklar oluşmuş, fabrikalar kapatılmak zorunda kalmıştı. Bunun üzerine hükümet tarafından yaptırılan bir araştırmada, ABD petrol rezervlerinin sanıldığından az olduğu sonucu çıkmıştır. 1973, Arap – İsrail savaşının (Yom Kippur Savaşı) da etkisiyle, Araplar batılı devletlere petrol ambargosu uygular.

 

Bundan sonrasının dikkatli okuyun lütfen.

 

Batı kamuoyunda, Araplara tepki çok büyüktür. ABD hükümeti tarafından yaptırılan araştırma sonucundan çıkan netice itibarıyla, ABD bunu fırsat bilir ve suni bir petrol fiyatı artışına gidilir.

Amaç:   kullanımı azaltmak!

Sonuç:  Kamuoyu aldatılarak, fiyat artışını Araplara mal etmek, bu ne ilk nede son aldatmaca olacaktır.

 

Yaşadığımız coğrafyada her zaman olduğu gibi, batı ile işbirliği yapacak bir - alçak - bulunabilir. Öylede olmuştur zaten. Vietnam ile savaş da olan ABD, Arap ambargosuna rağmen – Suudi Arabistan petrolü sayesinde rahat bir nefes alır.

Bu arada Iran, Arap liginde gittikçe yükselir. Petrol satışları ve aşırı silahlanmayla birlikte Şah Muhammed Rıza Pehlevi kendini dev aynasında görmeye başlar. 1979’a gelindiğinde, petrol zengini Arap şeyhlerinin, şımarıklığının da bir neticesi olarak Humeyni Ortadoğu siyasetinde belirir. Nerdeyse eşzamanlı olarak Sovyetler – Afganistan’ı işgal ederler.

 

 

18.09.2011

 

1981 yıllında Ronald Reagan’ın başkan olmasıyla, II Dünya Savaşından bu yana yaşanan soğuk savaş zirve yapacak ve yine petrol ve doğalgaz ön plana çıkacaktır. Sovyet planına göre kendi ülkesinden Avrupa’ya döşenecek bir boru hattı, Avrupa ile ticareti hareketlendirecekti. Hatta Avrupalıların maddi desteğini bile sağlamışlardı ama…

Reagan müdahale etmeye çalışır fakat başarılı olamaz. Helmut Schmidt ve Mitterand’dan yüz bulamaz. Bağımlılık kartı açılır. Buna göre Avrupa genelinde, Sovyet gazına %65’lik bir bağımlılık oluşması olasıydı. Hatta Almanya ve Avusturya’da bu oran %100’ü buluyordu. Buda siyasi ve askeri dengeleri tehdit edebilirdi. Yine aynı yılda Polonya’da sıkıyönetimin ilan edilmesi soğuk savaşsın hiddetini arttırır. Ancak ABD, Avrupalılardan yüz bulamaz. Avrupa’nın, Sovyet gazına ihtiyacı vardır.

Amerika, Polonya’da sıkıyönetimin ilan edilmesinde rolü olduğu gerekçesiyle Sovyetler Birliğine ambargo uygulamaya kalkar ama yine Avrupalıların muhalefetiyle karşılaşır. Sonuç itibarıyla ambargo girişimi kısıtlana kısıtlana kuşa döner.

 

Bundan sonrasını yine dikkatle okumanızı tavsiye ediyorum. 

           

ABD, Roger Robinson diye bir bankeri Beyaz Sayara davet eder. Ona verilecek görev Sovyetlerin çökertilmesini hızlandıracak bir strateji geliştirmesiydi! Burada dikkat edilmesi gereken konu, Sovyetlerin o zamanlar yaklaşık 32 milyar $ civarında bir döviz girdisi olduğudur (bu gelirin büyük bölümü satılan petrolden elde edilir). Yani bir Amerikan şirketi olan General Motors’un, yıllık gelirinin üçte biri!

Uzatmayalım, strateji geliştirilir ve uygulamaya konur. Sonucu hepimizin malumu!

Sovyetlerde, 1982’de Léonid Brejnev’in ölümüyle devletin zirvesinde seri ölümler art arda gelir.    

1985’e gelindiğinde gene Suudi Arabistan yardımıyla piyasaya daha fazla petrol sürülür. Arz ve talep gereği Sovyetlerin geliri düşer, ucuzlayan petrol sayesinde Amerikan sanayisi zirve yapar. Gelirindeki düşüşü dengelemek için Sovyetler tüm rezervlerini kullanmak zorunda kalır. Öyle ki hiç bir şey kalmamacasına!

Bu durum karşısında, 1986’da OPEC kapasitesini olduğundan %65 fazla gösterir. Kuveyt 1984 yılında kapasitesini 65 milyon Barrel olarak gösterirken; 1985’e gelindiğinde %50 fazlasını gösterir.

Kaynaklar aynıyken rakamlar farklı, bu durum size Türkiye’de bir şey hatırlattı mı?

OPEC’de bir ülke kaynakları ne kadar fazlaysa o kadar petrol çıkarabiliyor – dolayısıyla o kadar fazla para kazanıyor. Kuveyt’in bu yalanı ileriki yıllarda başına iş açacaktır…

Kuveyt’in bu yalana diğer OPEC üyeleri de ortak olacaktır. Herkes kaynaklarını olduğundan fazla göstermeye başlar*** ve…

Sonuç olarak 300 milyar ton, sanal petrol olduğu varsayılır. 1988’e gelindiğinde Saddam Hüseyin iflasın esiğindedir, 1990’da Kuveyt’e girer. Dikkat, buraya dikkat edin - AB(D), Saddam Hüseyin’in Suudi Arabistan’a girme olasılığını, daha fazla güç kazanması durumunda petrol fiyatlarını belirleyebileceği gibi bir takım tehditleri ciddi olarak düşünmeye başlar. Saddam Hüseyin, AB(D)’yi ciddi bir tehdit ile karşı karşıya bırakmıştır.       

 

24.09.2011

 

Bill Clinton hata yapmıştır. Hatası İsrail menfaatlerini değil, Arap menfaatlerini gözetmesiydi. Bunu ben söylemiyorum, bizzat George W. Bush 28.01.2000’de söylemiştir. Bu söylemi, petrol fiyatlarının Arap şeyhlerinin ve AB(D) menfaatleri doğrultusunda yeniden düzenlenmesi gerektiğini savunması, kendisine Beyaz Sarayın kapılarını açmıştır. Başkan olduktan sonra üstlendiği “sorumluluğunun” tüm gereklerini yerine getirecektir. Gündemde olduğu için belirtmeden geçmek istemiyorum, George W. Bush, Filistin sorununda – İsrail siyasetine istedikleri gibi hareket etme özgürlüğünü veren kişidir. Colin Powell’in “…bunu yaptığınız taktirde İsrail, Filistin’i yok eder…” itirazına rağmen, George W. Bush “…yaparlarsa yapsınlar, ticari ambargoların faydası yok. Askeri çözüm…” diyebilmiştir. Bugün AB(D), Ortadoğu’da Iran dışında tüm petrol rezervlerini denetimi altına almış bulunmaktadır. Burada jeopolitik konum ve pazar, pazar ve siyaset arasındaki denklemi dikkate almak gerekir. Amerika Birleşik Devletlerinin anlayışı doğrultusunda, kendisini dünyanın jandarması ve tüketicilerin savunucusu ve koruyucusu olarak görmesi, bizlerin işini kolaylaştırmamaktadır. Aksine Almanya, Fransa, İngiltere ve İtalya gibi ülkelere güven verirken, Ortadoğu halklarını baskı altında tutmaktadır. Burada Çin – AB(D) ilişkilerine ve petrolün siyasi önemine değinmek istemiyorum ama ilgili olanlara araştırmalarını tavsiye etmeden de geçmek istemiyorum. Ancak şu cümleyi kullanmak zorundayım.

 

Bu konuda Çinin yolu, Türkiye’nin yolu olmalıdır****.

 

Diyeceksiniz ki, tipik bir paranoyak!

Ayağı takılsa batı devletlerinden bilecek, hayır hiçte öyle değil. Her şeyde batı devletlerini tabii ki suçlayamayız, birçok konuda işin içinde kirli parmakları olsa da bazı istisnalar var ki, doğrudan işin içinde olmasalar da dolaylı olarak etki yapıyorlar. Nasıl mı?

Dünyaya bazen zorla telkin ettikleri hayat anlayışlarıyla! Bu telkin, özellikle genç nesilleri etkileyerek amacına ulaşmaktadır. Ve bir gerçek daha var, en azından entelektüel tabanda batılılar    – hükümetlerinin ve bir takım şirketlerinin ne işler çevirdiklerinin farkına varması!

Batılı entelektüellerin bu bilinççi, eğer bizler tarafından dikkate alınır ve doğru bir şekilde kullanılabilirse daha adil bir dünyaya doğru büyük bir adım atmış oluruz.

      

Elhamdülillah Müslüman bir ailenin, Müslüman bir evladıyım ama dünyanın bir yerinde bir Müslüman başka bir Müslüman’a yanlış yaparsa, kötü muamele ederse - bir Müslüman bir Hıristiyan’a veya Yahudi’ye yanlış yaparsa, kötü muamele ederse her zaman ezilenden yana olurum. Çünkü benim kitabımda önce Allah, hemen ardından insan gelir. Başta Peygamber efendimiz olmak üzere tüm Peygamberlerde, Allahın elçileri olsalar bile, öncelikle insan olduğuna göre bu anlayışın yanlış olduğunu düşünmüyorum. Ben size ancak yol gösterebilirim, elimden geldiği - dilimin döndüğü kadar araştırarak ve sorgulayarak yazıyorum. Başkaları gibi birlikte yürümem, yürüyemem...

Çünkü benim yolum birdir. Mustafa Kemalin yolu!

Onlar gibi hedefime ulaşmak için sağa, sola yalpalamam. Yol düzdür, engebelidir…

Yokuş yukarıdır ama Kemalin torunlarının yoludur. Benim yolumdur!

Önce Allah…

Sonra insan…

Ve vatan bildiğim topraklar!

 

Batı menfaatleri tehdit edildiğine…

Bu tehdit kimin tarafından gelirse gelsin, neye mahal olacaksa olsun bertaraf edilmelidir.

Tabiat, siyaset, insan hayatı, milli menfaat…

Fark etmez. Sanayinin çarkları dönmelidir ve dönecektir. Çünkü bu kapitalizmin felsefesidir.

Doğrudur çark dönmelidir ama bedelinin belirli sınırlar içersinde kalması şartı ile. Doğruyu önce aklınız, sonra vicdanınızla bulacağınızdan eminim.   

 

Dip not; bilmeyenler için:

 

·1 su bardağı petrol üç yetişkin erkeğin iş gücüne eşittir.

· Petrol arama ve çıkarma faaliyetleri başladığında 35x1 yani 35 kazı yapıp bir petrol kuyusu buluyordunuz. 20. Yüzyılda bu oran 7x1, günümüzde 3x1’dir.

· I Dünya savaşı öncesi 100.000 Barrel (varil) olan üretim, savaş esnasında 300.000 Barrel’e çıkarken, petrol şirketlerinin kazançları dörde katlanmıştır.

· Almanya’nın II Dünya Savaşında yılda 15.000.000 ton petrole ihtiyacı vardı. 3.000.000 tonunu sentetik olarak üretebilen Almanya’nın açığı fazlacaydı. 

* Sanırım bu durum salt Amerikalılara özgü değil. Para ve hırs yeri geldiğinde her şeyin önüne geçebiliyor. 

** Milliyetçi dedikte çatmadan geçmek istemiyorum, adında Milliyetçi Hareketi taşıyan partinin bir kaç istisna dışında, nereleriyle milliyetçi olduklarını gerçekten merak ediyorum

*** Saddam Hüseyin 47 yerine 100 milyar Barrel’i göstermesi gibi

**** Batı, tüketimin aynı seviyede kalması şartı ile önümüzdeki 25 yıl içersinde en azından dört tane Suudi Arabistan rezervi bulmalı ki her şey aynı kalsın. Bugün kullanılan 6 Barrel yerine ancak 1 tane yeni Barrel bulunabilmektedir. Batı umudunu Afrika ve kutuplara bağlamış durumdadır.    

 

Kaynakça: Belgesel, tarafımdan Almancadan – Türkçeye çevrilmiştir.

http://www.youtube.com/watch?v=XwFj4wHT3jw

Oil Turkish Petroleum PDF olarak indir

                                                                         * 

Türk Lirası ve PI (3,14159…)

Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası “TL Simge Yarışmasına” davet etti. Türk vatandaşı olmadığım için katılamıyorum. Oldum olası Türk Lirasını Pi sayısına benzetirim. El çabukluğu ile beş önerimi buradan yayınlamak istiyorum. Bence öne sürülen koşullardan en önemli iki şartı yerine getiriyor.

PI sayısını birçoğumuz okuldan hatırlayacaktır. Simgesini de π
Ve tabii kolayca çizilebilmesi. Bir deneyin sanırım oldukça kolay gelecektir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                                        ***

14.09.2011

 

Adamı hasta etmeyin

 

Sitemde düşüncelerimi sizlerle paylaşmaya başladığımdan beri kendimi saklamadım, başka bir isim altında yazmadım. Bazıları gibi kancıklık yapmadım!

 

Neysem oyum, Önder Gürbüz!

Açık iletişim sorun değil. Armut piş, ağzıma düş değil ama…

Gören göz kılavuz istemezmiş. WhoIs’lerle bilgileri teyit ettirmeye gerek yok.

Mertçe, erkek gibi çık karşıma ne diyeceksen de…

Fikirleri çatıştıralım, bilgileri paylaşalım!

Eskilerin dedikleri gibi; hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa.

                                                                        ***

17.09.2011

 

Yetiştiremiyorum arkadaş!

A be herif…

 

Herif yıllarca Atatürk’e, laikliğe ve Cumhuriyet Devrimlerinin tüm nimetlerine küfür eder…

Herif Atatürk ve arkadaşlarının getirdiği düzenin tüm nimetlerinden faydalanır…

Herif bu sayede palazlanır…

Herif şah olur, şahbaz olur…

Herif padişah olur…

Herif peygamber gibi adam olur…

Herif halife olur…

Ve herif hiç utanmadan, sıkılmadan Araplara laikliğin nimetlerini anlatır!

Bu nasıl bir herif?

 

Herifin sayesinde, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri görmediği kadar kaset ve ses kayıtlarıyla karşı karşıya kaldı. Teknoloji meraklısı milletimizde Internet ve YouTube sayesinde servis edilenlere şahit olurken, bazı “ileri zekâlılar” ses kayıtlarını…

Neyse fazla uğraşmadım “orijinalinin” parazitlerini mümkün olduğu kadar filtreledim ve ses düzeyini yükseltim.

 

       MIT ve PKK arasındaki pazarlığın ses kaydı              Işık Koşaner Ses Kaydı

                                                                        ***

26.09.2011

 

Şakayla karışık kaka

 

Yazmayayım, karışmayayım diyorum ama olmuyor!

Uzun süredir günlük siyasi gelişmeler karşısında düşüncelerimi sizlerle paylaşmıyorum çünkü…

Hatırlayacağınız gibi bileşimciyim, bu meslek öyle nankör bir iş sahası ki, üç aydan fazla takipsizlik kaldırmıyor.

 

Gençlerin deyimi ile anında OUT oluyorsunuz!

 

Yani son zamanlarda mesleğime yoğun bir şekilde yönelmem gerekti. Şu an için rahat bir nefes alabildiğimden dolayı içimi döküyorum.

 

Enteresan bir tecellidir ki hakikatler manzumesi kendini asla aleni olarak göstermez. Örtülü,

gizli – gizemli, şifrelidir. Herkesin kolayca ulaşıp anlayabileceği bir berraklıkta değildir. Mutlak bir gayret ve araştırma gerektirir. Öyle ki, hakikatlerin - kendisine yönelene gizemini açan - bir karakteristik özelliği söz konusudur.

 

İnsanın şeref ve haysiyet sahibi olması için illa asker olması gerekmez. Asker hele yüksek rütbeliyse eğer, zaten aldığı eğitim, talim ve terbiye gereği vakurdur ve genelde bu niteliklere sahip bir kişiliktir. Şeref ve haysiyet bir insanda ya vardır, ya da yoktur!

 

AKP, cazibe katsayısı çok yüksek bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Peki, neden?

Neden, AKP girdiği her seçime oylarını arttırarak çıkmaktadır?

Bence nedenlerden biri, bugüne kadar haklı – haksız bir şekilde kendini mevcut sistemin mağduru olarak görenlerin aşağılık ve öç alma duygusunun, mevcut iç ve diş etkenler ile birleşmesinden meydana gelmesidir. Şüphesiz beli başlı farklı etkenlerde bu başarının altında yatan nedenler olarak sıralanabilir ama benim bu yargıya varmamın nedenlerini ileriki satırlarda anlayacağınızı sanıyorum.    

      

Büyük bir oyunun sahne, sahne perdesi açılmakta ve hepimiz nefes kesen bu gösteriyi bazen tebessümle, bazen şaşkınlıkla, bazense algılama sorunlarıyla izlemekteyiz. Kafa karışıklığı hat safhaya çıkmışken bir bakıyoruz ki, kısır bir döngü içersinde hareket etmekteyiz. Perde arkasındaki mantığı anlamıyoruz, anlayamıyoruz…

 

Hâlbuki deha, karmaşık gibi görünen olguların basitte indirgenebilmesindedir.

 

Evet, demokrasi gömleği coğrafyamıza, kültürümüze bir kaç numara birden büyük gelmektedir. Bizim gibi demokrasi olgunluğuna erişmemiş tüm toplumların ortak özelliği olan bocalama sürecini yaşıyoruz. Gerçi 1839 Tanzimat Fermanından beri bir demokratikleşme sürecindeyiz ama…

Olmuyor, olmuyor işte!

Beceremiyoruz, çünkü benciliz!

 

Devlet-i Tayyip eşi benzeri az rastlanan bir üsluba sahip olmasına rağmen, aslı itibarıyla bir ambivalenz vakası ve demagogdur. Sokağın dilini konuşan, sokak siyaseti yapan ve asla çap ve mahiyet sahibi birisi değildir. Eğitim seviyesi kısıtlı kesimlere yönelik konuşma ve hitabet sanatının doruğunda olmasına rağmen izlediği yöntem artık kabak tadı vermektedir.

Demokratik olgunluğa erişmiş bir toplumda, demokratik geleneğe uygun seviyeli bir fikir alış verişi genelde uzlaşmayla neticelenirken bizde…

Daha doğrusu, AKP zihniyetine göre bir zemin hazırlama çalışmasıdır. Evet, yıllardır izliyoruz!   

Bırak konuşsunlar, tartışsınlar biz bildiğimizden şaşmayız mantığı ile hareket eden AKP iktidarsızlığı altında çoluk çocuk hepimiz “hak ettiğimizi” çekiyoruz!

 

Demem o ki, önümüze atıyorlar bir yem…

Sazan misali dalıyoruz yeme ve kendimizi ızgaranın üzerinde buluyoruz.    

Suç balıkçıda mı, balıkta mı?

Şaka gibi değil mi? 

 

Tansu Çiller zamanında – düşük yoğunluklu savaş – stratejisi sayesinde yok olma sürecine giren PKK, geçmişte birkaç kişinin aynı anda canını alırken; bu heriflerin devrinde bir eylemde beş, on, on beş kişiyi birden öldürüyor! Vatanı, milleti için görev başında bulunan güvenlik güçlerimizin, her biri birbirinden değeri mensuplarını şehit ediyorlar. Dikkatinizi çekerim, bu ölen güvenlik görevlileri arasında Kürt asılı vatandaşlarımızda, görevleri ve inançları uğruna canlarını veriyorlar.

Bakın tam buradan tekrarlamak istiyorum, benim gözümde Kürt asılı vatandaşım başka bir şey, PKK bambaşka bir şeydir. Tayyip ve tayfasının, aslı astarı olmayan uydurnamelerinin aksine bu insanlar gerçek birer teröristdir.

Dağa çıkanların haklı, haksız gerekçeleri olabilir…

Aldatılmış, kandırılmış olabilirler ama şu bir gerçek ki, çoğu elleri kanlı birer katildir. Evet, onların tabiri ile asla gerilla olamazlar, anarşist evet belki, terörist kesinlikle ama benim gözümde yalnızca eli kanlı KATILDIRLER. Asla ve kata ulvi bir amaca hizmet ettiklerine inanmıyorum. Aksine bilmem kimin maşası olan bu eli silahlı, onun bunun çocukları, Iran örneğindeki gibi yakalandıkları yerde asılmalılar. Heceleyerek tekrarlıyorum:

 

A-sıl-ma-lı-dır-lar

      

Sözüm ona Ergenekon Terör örgütü ile PKK arasındaki en belirgin fark işte budur. Taslak ve eyleme geçirme arasındaki belirgin fark gibi.

 

Konuyla devam etmeden önce birkaç tespitte bulunmak istiyorum:

 

1. BDP ve diğer “bağımsız” sivil örgütlerin dille getirdikleri özerklik istekleri.

Hususu tüm ayrıntıları ve sonuna kadar düşünmeyenler için masum bir istek gibi görünen bir aldatmacadan ibarettir. Uluslararası hukuka göre bir devletin bağımsızlığının tanıması için yerine getirilmesi gereken üç önkoşul vardır.

 

- Nüfus

- Nüfusun toplu halde yaşadığı coğrafi bölge

- bu nüfusu istikrarlı bir şekilde yönetebilecek etkin bir otorite, yani hükümet

 

Özerklik üzerinden bağımsız bir devlet olarak tanınmanın aşamaları ise, kendi kendini yönetebileceğini kanıtlayan toplumlar, aradan belirli bir süre geçtikten sonra, uluslararası hukuka uygun olarak bağımsız bir devlet statüsünü alabilirler. Bu statünün uluslararası ilişkilerde hukuki geçerliliği vardır. Burada yine uluslararası siyasetinde önemli bir faktör olduğunu unutmayalım, başka bir değişle diğer devletler tarafından tanınma, vesaire gibi. Bkz. Kıbrıs örneğine.

 

2. Bu siteyi takip edenler hatırlayacaktır; insan olan herkes ile konuşurum. Tartışırım,                    ikna ederim - ikna olurum. Yeter ki karşımda seviyeli bir şekilde konuşabileceğim bir muhatabım olsun. Yaşadığım yerde, PKK’nın “önde gelenleri” ile konuştuğum, fikir teatisinde bulunduğum olmuştur. Her şeyden evvel insanız, insanlar konuşa konuşa uzlaşmanın yolunu bulurlar.

Gelin sizinle başka bir istek üzerinde bazı fikirler yürütelim; anadilde eğitim:

Ömrünü yaban ellerde geçirmiş bir insan olarak, anadilin ne demek olduğunu size anlatabilmem için Türkçemizde yeteri kadar kelime bulunmamaktadır!?

Geçenlerde Kürt kökenli bir misafirimle konuşuyoruz, mesele döndü dolaştı anadilde eğitim, Emine Ayna, Ahmet Türk ve Abdullah Öcalan’da takıldı.

 

Kürt siyasetinin bence en önemli isimlerinin başında gelen Ahmet Türk hakkındaki düşüncelerimi daha önceleri de yazmıştım, tekrarlamak istemiyorum. Siyasi yasaklı olması bence yanlış, bu “hareket” içersinde seviyeli bir şekilde konuşup, tartışabileceğiniz nadir isimlerden birisidir kendisi.

Emine Ayna, genel anlamda “Kürt hareketinin” içersinde söylemlerinden dolayı taban kaybederken, şahinler grubunun hala gözdesi olduğu izlenimini edindim. Hakkındaki düşüncelerim; bacaklarını ağzına kadar ayıracaksın, NOKTA!

Abdullah Öcalan hakkında söyleyeceğim tek şey vardır:

 

A-sıl-ma-lı-dır

 

Elli silahlı, kasten masum insanların kanı bulaşan herkes gibi asılmalıdır.

Gelelim anadilde eğitime. Birkaç sene önce, yine bu siteden halakızının güneydoğu seyahatini dile getirmiştim (bana nasip olmadı ama bir gün mutlaka gideceğim). Orda gördüğü “yalınayak başı kabak” çocuklar bizim evlatlarımız! Edirne, Diyarbakır, Trabzon, Antalya veya Sivas hiç fark etmez.

Evlat, evlattır ve ihtiyaçları varsa elimizden geldiğinin en iyisini yapmak biz velilerin sorumluluğundadır. Velilerin ve devletin!

Anadilde eğitim yine masum gibi görünen ama iki tarafı jilet gibi keskin bir hançer misali göğsümüze saplanmak istenmektedir.

 

27.09.2011

 

Misafirim anadilde eğitimi dile getirince, dayanamadım!

Olur mu falan demeye kalmadı, misafirim konuya açıklık getirdi. Bakın en azından ben, okuduklarımı, haber bültenlerinde anlatılanları yanlış anlamış olabilirim. İnsanım, olabilir. Ama bir ihtimal Türk kamuoyuna da, benim anladığım şekil yansımış olmalı ki, insanlar bu şekilde tepki veriliyor. O zaman suç kimde? Bileşimci kimliğimin yanı sıra, iletişimci kimliğimde var. İletişimin temel kuralı: Verici, alıcıya gönderilen sinyalden sorumludur

Yani sen “Anadilde eğitim” diye yaygarayı basarsan, alacağın tepki ona gör olur. Hâlbuki misafirimin açıklamaları konuyu bambaşka bir ışık altında göstermektedir. Arz edeyim:

 

O da benim gibi yıllardır yurtdışında. Çoluk çocuk sahibiyiz, haliyle çocuklar okula gidiyor. Aramızdaki tek fark ben kısa bir dönem dışında, ortaokulu Türkiye’de bitirdim, okul hayatımın tümünü Almanya’da tamamlamış oluyorum. Yani bizzat kendi tecrübelerimden ve çoluk çocuktan edindiğim tecrübelere dayanarak yazabilirim.

 

Oldum olası, yani ben kendimi bildiğimden beri haftanın belirli gün ve saatlerinde yabancılara yönelik radyo yayınları yapılırdı. Bu yetişkinlere yönelik, insanca bir yaklaşımdı. Okullarda, isteğe bağlı olarak belirli gün ve saatlerde anadilde eğitim verilir(di). Bu benim gibi buralarda büyüyenler için, azda olsa ilerde faydasını gördüğümüz bir “yardım / destek” olarak algılanmalıdır. Biliyorsunuz, Türkiye’de yaşayanlar, bizleri şu şekilde tanımlıyor:

 

Alamancı

   

Niye?

Nerden biliyorsunuz Almanya’dan, ya da yurtdışından geldiğimizi?

Çünkü anadilimizi sizler gibi güzel ve doğru kullanamadığımız, kelime dağarcığımızın kısıtlı olduğu için. Şu bir gerçek ki herkes benim, kız kardeşim gibi şanslı değil. Velilerimizin bize verdiği eğitim ve köklü aile görgüsü, terbiyesinin yanı sıra, evimizde mümkün olan en “temiz ve zengin” Türkçe ile büyüdük.  Türkiye Cumhuriyetinin nüfusu homojen bir yapıya sahip değil. O halde bizde elin Almanı gibi Türkiye’de yaşayan insanlara, insanca yaklaşamaz mıyız? Madem bir talep var bu talepleri, olağan derslerin yanı sıra isteğe ve yeterli katılımcı sayısına bağlı olarak karşılayamayız mı?

Misafirim Türkiye’de, Cumhuriyet tarihi boyunca 17 dilin kayıp olduğunu söyledi. Ne kadar yazık!

Mahkemelerde, “bilinmeyen bir dil” ifadesi ne kadar ayıp! Bu aslını inkâr etmek değil de nedir?

Bir ülkede birçok dil konuşulabilir, lehçeler olabilir ama herkesin konuştuğu ve daha da önemlisi anladığı bir ortak dil etrafında da insanlar toplanabilir. Ama Belçika ve Türkiye örneğinde olduğu gibi dil, siyasete alet edilirse…

Veya din, siyasete alet edilirse durum çok farklı olur!

 

                                                                        ***

 

29.09.2011

 

Çözümsüzlüğün çözümü

 

İki şişe çarpışacak…

İki şişeden biri kırılacak…

Ve birileri şerefe diyecek!

 

Daha önceleri ima yoluyla da yazmıştım…

Herhalde anlaşılamadı!

 

Çankaya noterinin değimi ile: “Barış için savaşa hazır olacaksın

Ulan, millete savaşmaya mecal mi bıraktınız?

Yüksek rütbeli subay kaldı mı ki, Mehmet’ime önder olsun?

Mehmetçiğin morali yedi kat yerin dibinde. Vatanperverlerin de öyle…

Bir diğerinin de ciğeri yanıyormuş!?

Eskilerin değimiyle; ölürken edilen şahadet imanı kurtarmazmış. Vicdan muhasebesi, tabii vicdan varsa! Vicdanını satmayacaksın, baştan sattın mı toparlaması zor olur!

 

Güdümlü orduya karşı gerilla taktiği!

 

Bu işin üç çözüm yolu var:

1. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, Kürt kökenli insanlarımızın açıkça PKK’ya hayır demesi ki, tek tük sesler yükselmeye başladı. Ve tabii bu insanların talep ve ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılanması.  

2. Yaşayarak görüyoruz ki koskoca devletler bile ekonomik sıkıntılar karşısında çöküyor. O halde bu heriflerin ekonomik ümüğünü sıkacaksın.

3. Askere gereken siyasi desteği vereceksin. AKP öncesinde de yeterli destek verilmezken, AKP zamanında bu azda olsa destek, açıkça köstek olmuştur.

                                                                        ***

02.10.2011

 

Venedik’in cüceleri, cam kama ve ölüm

 

Bu ne biçim başlık diye şaşırmayın. Okuyun, okuduktan sonra anlarsınız. Hiç Venedik’e gittiniz mi?

Gitmediyseniz tavsiye ederim ama Venedik ile ilgili özdeyişi de unutmadan gitmeyin!

 

Venedik’i gör, sonra öl

 

Ben gördüm ve canımdan can gitti, tesadüf mü?

Bilmiyorum!?

  

Tarihten öğrenebileceğimiz çok şey var. Milletlerin salt kendi tarihinden değil, diğer milletlerin tarihinden de öğrenebileceği çok şey vardır. Geriye bakmak yeter, geride gördüklerin ilerini aydınlatacak niteliktedir!

Doğuştan ağlayarak - sızlayarak dünyaya gelip, sonradan çenesinin bağı yalama olanların yönettiği bir ülkede yaşıyoruz. Sesiz sınama oynayarak, dublajda laf yetiştirmeye çalışanları, eylemlerinin tutarsızlığı ile dikkat çekenleri bir tarafa bırakırsak… Atatürk milliyetçileri, genel anlamda tarih bilgisini geniş tutmak, kendi hatalarını görmek ve ileriye bakmak zorunda. Bu bağlamda kısa ve umumî anlamda bir hatırlatma yaparak devam edelim çünkü bu tablo daha sonra lazım olacak;

 

 

Kürt

Ermeni

Tarihte

Günümüzde

Siyasi gündeme göre

ABD

x

x

x

x

 

Almanya

x

 

 

x

Ermeni

Fransız

 

x

x

 x 

Kürt

İngiliz

x

 

x

x

 

 

Okul zamanımızdan hatırlıyoruz ki, Venedik Cumhuriyeti bir dönem dünyaya damgasını vuran toplumlardan biriydi. Cam imalat ve ticareti sayesinde akıl almaz bir zenginliğe kavuşan Venedik’in bu zenginliğini, aslında Venedikli cücelere borçlu olduğunu biliyor muydunuz?

O zamanlar için genelde cam, özelde mavi cam çok değerliydi. Cam imalatı ve özellikle mavi cam imalatı devlet sırı kapsamında tutuluyordu. Bu ürünlerin imalatı için gerekli hammaddeleri (Kobalt), hammadde bakımından yoksun olan Venedik’e, komşu ülkelerden temin eden Venedikli cücelerdi. O zamanlar madenlerde çalışma şartları bugüne nazaran kat be kat daha zordu. Kaldı ki cam imalatının sırrını kaptırmak istemedikleri için Venedikliler ayrıca dikkat etmeleri gerekiyordu. Uzatmayalım, Venedikli cüceler* Alpleri aşarak mümkün olan en gizli şekilde gerekeni yapmış,

emeklerinin karşılığını da cömertçe almışlardır. Venedikliler, cam imalatını korumak amacıyla yangın tehlikesini bahane ederek, imalatı Venedik önlerindeki Murano adasına taşımışlardır. Cüceler ve cam ustaları emeklerinin karşılığını alırken, ihanetin (cam imalatının sırrını satanlar) bedelini çok korkunç acılar altında ölerek ödüyorlardı. Nasıl mı?

 

Benim gibi işkembeden sallayanları ellinden gelse eşek cennetine yollamak isteyenlere, ufak bir suikast dersi;

Şaka bir yana…

Laik, demokratik ve iyi/kötü bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetini, Amerika girmiş Bağdat’tan beter edenler, böyle bir ölümü hak ediyorlar ama…

Aması var işte, neyse…

Devam edelim, camdan yapılan bir kama ihanet edene saplanıyor ve kama saplandıktan sonra aşağıya veya yukarıya bükülerek sapın, delici ucundan kırılması sağlanıyordu. Vücuda giren cam bu esnada daha çok kırılıyor ve vücut içersinde yayılarak korkunç acılar altında ölüme götürüyordu. Günümüzde bu yöntemi daha garantili kılmak için tüp seklindeki delici ucun içersine zehir konulabilir mesela! Kaldı ki metal detektörleri genelde bu tür silahları algılayamıyorlar!?

 

J

       

Bu kadar geyik yeter, buradan Kürt kökenli vatandaşlarıma seslenmek istiyorum. Hayal ve ümit insan yaşadıkça, insanı ayakta tutan etkenlerdendir ama…

Hayatın birde gerçekleri vardır. PKK ayrı, Kürt kökenli vatandaşlarım ayrı…

Ben ve benim gibiler yaşadıkça…

Bu vatan ve bu millet için ölümü göze alanlar oldukça…

 

Bu topraklar bölünmeyecektir!

 

Boşuna hayal kurmayın, elaleme alet olmayın!

Bu topraklarda beraber yaşadık ve beraber öleceğiz. Ayrı gayrı yok!

Ya hep birlikte bu topraklarda yaşayacağız ya da hep birlikte yok olup gideceğiz.

 

*Nano İtalyancada cüce demek, Venedik’e gittiğinizde nano kelimesine dikkat edin. Büyük saray ve kanallarda göreceksiniz.   

                                                                        ***

19.10.2011

 

AKP’nin ampulü

 

Aydınlatıyor memleketi…

Ortalık güllülük gülistanlık…

İnsanlar AKP’nin saçtığı ışık altında mutlu…

AKP’nin betti bereketi gözleri kamaştırmış, kulakları sağır - yürekleri buz etmiş…

En azından yarısının!?

 

Bolluk ve refah almış başını gidiyor…

Artık mutluluktan…

Bolluktan başladık malı, mülkü…

Parayı, pulu oramıza buramıza sürüp; saçmaya!

 

Mübarek ampulün gücü…

Atom enerjisiyle mi çalışıyor ne…

O kadar aydınlatıyor ki etrafı…

Saçtığı ışık aydınlatıyor memleketi…

Yetmedi kara toprağı bile…    

Kılavuz gerekmiyor…

El feneri, mum, idare lambası…

Kaldı geride kötü günler…

O kadar ki, denizin fenerleri bile bu ışığın altında yok olup gitti!

 

Ama 26…

Ama 5…

Ama 10…

Ne fark eder…

Elin evladı ele ucuz…

Türkiyeliler yönetiyor Türk’ü!

 

Osmanlıdan kalma alışkanlıkla…

Türk’ü hor görür…

Türk’ün dili, Türk’ün malı, Türk’ün canı

Sudan ucuz…

Vur kafasına, al lokmasını…

Gerekirse çıkarır kıçındaki donu verir muhtaca…

Ama Türk’ün toprağına dokunma…

Dokunma, çünkü…     

Yatıyor orada şehittim...

Bu vatan, bu bayrak, bu millet için canı feda eden gözbebeğim!

                                                                        ***

14.11.2011

 

Soytarı

 

Hafta sonu istifa etti…

Arkasından soytarı diye bağırdılar…

Can ciğer kuzu sarması, kankaydılar…

Darısı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyetinin makamlarını işgal edenlerin başına!

Biri gitti…

Diğeri eninde sonunda yolcu…

Bu gidiş ne kadar erken olursa Türkiye Cumhuriyeti için o kadar hayırlı olur!

Gelen, gideni aratır derler…

Giden, küçük dağları ben yarattım demeseydi…

O dağ başına yıkılmazdı!

Kalan…

Bilmem kimin ceplerini “doldururken”…

Kafaları boşaltıyor ama…

Rahmetlinin dediği gibi:

 

“…Efendiler, hepiniz Milletvekili, Bakan ve hatta Cumhurbaşkanı bile olabilirsiniz! Ama sanatçı olamazsınız!...”

 

Evet, gerçektende öyle…

Gücün zirvesine…

Doruğuna erişebilir, saltanat koltuğunun en tepesine yerleşebilirsin…

Astığın astık…

Kestiğin, kestik olur…

Ama…

O koltuğa yerleşirken…

Oturacağın yer kıçının üstü olacak!

Yalnızca bir insan olduğunu unutma…

Konfüçyüs derki…

 

“Rüzgar güce benzer, rüzgar esince çimmenler eğilir”

 

Çimmenler eğilebilir…

Dalkavuklar eğilebilir…

Menfaatperestler eğilebilir…

Korkanlar, sinenlerde eğilebilir…

Ama…

Kemalin evlatları, ASLA!

                                                                        ***

17.11.2011

 

Kınalı koçlar

 

Ne Türkü…

Ne Kürdü…

Ne Ermeni’si…

Ne Yahudi’si…

Ne Laz’ı…

Ne Çerkez’i…

Mehmet’in…

Kadını, erkeği olmaz…

Fitne zuhur etmemeli peygamber ocağında!

 

Hava kararınca…

Kapılar kapanır…

Perdeler çekilir…

Karanlıkta boğulur…

Anaların sesiz çığlığı…

Gözyaşları sel olur, akar!

 

Babalardır…

Karanlıktan gelen sesiz çığlığı yüreğinde duyan!

 

Kardeş, yavuklu…

Kan ağlayan…

Dillerinden dökülen ise…

Vatan, millet sağ olsun!

 

Geçmişin görkeminden gözleri kamaşan…

Özlem duyan…

Kör olmuş…

Sağır olmuş…

Dillerinden düşmez…

Analar ağlamasın, Allah ve Peygamber efendimiz…

Ellerinde O Mukaddes kitap…

Yüreklerini ise almış para hırsı…

Vatan, millet Allaha emanet…

Çılgın projelerle…

Hayallerle…

Göz boyarken…

Götürüyorlar memleketi bilmem nereye!

 

Aydınlık ve karanlığın…

Ezeli mücadelesi…

Atatürk’tür hedefi!

 

Atatürk bir insan…

Ama…

Atatürk aynı zamanda bir fikir…

Ulusal birliktir…

Türkiye Cumhuriyetidir…

Eserleri!

 

Edemezsin pişman…

Düşüncelerimi…

Duygularımı…

Alamazsın elimden kalemi…

Sazı, kemanı!

 

Vicdan, cüzdan…

Önder bakar…

Şaşar…

İnanmaz gördüklerine, duyduklarına…

Yaş ermiş kemale…

Anlamaz biçare…

Sığınır Allaha…

Boyun eğmez Ondan başkasına…

Görmez, duymaz, anlamaz…

Ey gidi budala!

 

Vur boynumu…

Görmesin bu zulüm’ü…

Mayın…

Kahpe kurşun…

Paran, pulun…

Vatana kurban olsun…

Mehmet’in…

Allah, kabrini nur içinde etsin…

Şehidin!

 

Sabır taşı çatladı…

Cepler doldu taştı…

Kafalar boşaltıldı...

Dediler, etti benim…

Kemiği senin…

Kanaatkâr milletim!

 

Kulla kulluk edilmez…

Tanrının işine akıl, sır ermez…

Baktı gözüne…

Açtı ağzını…

Demokrasi trenine bindi…

İneceği yerde, indi…

Peki, trenin ardından bakan kimdi?

 

Boş ver be arkadaş…

Gününü gün etmeye bak…

Sana mı kaldı şehit olmak!

 

Senin yerine kınalı koçlar…

Kurban olurlar...

Ateş düştüğü yeri dağlar!

 

Sabır ettik, kavruldu yandı bu yürek…

Alıp, al bayrağı kaldırmak gerek…

Aslanı çakala boğdurmuş felek...

Türk’e hep mi kelek?

 

İyilik,

Yüzlerinizi kâh garba, kâh şarka döndürmek değildir…

Esas olan iyilik odur ki…

Allaha, ahret gününe, peygamberlere, kitaplara, meleklere iman edesiniz…

Ve yetime, yoksula, yolda kalmışa…

Yüz kızartıp isteyene…

Ve kölenin hürriyetine tesettür edesiniz…

Namazını doğru kılan, zekâtını veren, ahdine vefa eden...

Birde!

Zor hastalıkta ve harbin şiddetlendiği zamanlarda sabır edenler…

Kurtulmuştur.        

Allahtan sakınanlar…

Bunlardır.

 

AKP’nin, Silivri zindanlarında yatanlara atfedilmiştir.

                                                                        ***

18.11.2011

 

Sıkıldım

 

Adım Önder…

Soyadım Gürbüz…

Zurnanın son deliği…

Belki de bir öncesi…

Önder Gürbüz

Sadece Önder olarak…

1965 İstanbul doğumlu…

Bir Allahın kulu olarak…

Sıkıldım!

Milli servetlerimiz satılırken…

Sıkıldım!

Halkım bir çuval kömür…

Bir poşet yiyecek için…

İstikbalini satarken…

Sıkıldım!

Ve burada…

Kendi vatanımda…

Sözüm ona Atatürk ilke ve inkılâplarına…

Sadık olanların(!?) düştükleri durumu gördükçe…

Çok sıkıldım!

                                                                         *

 

 

Erdogan’s way is didn't my way

 

1923’de Atatürk ve arkadaşları Türkiye Cumhuriyetini ilan ederken Almanya iflas etmişti. Dünyanın en güçlü ekonomilerinden birinde iflas! Olacak şey değil.  Hiç kendinize sordunuz mu, bedeli Askerlik neden şimdi yasalaştı diye?

 

Basite indirgersek, devlet bütçesini aile bütçesiyle karşılaştırabiliriz. Ev ahalisinin istekleri, gereksinimleri çoğaldıkça verilen sözlerde artar. Gün gelir verilen sözlerin hayata geçirilmesi zorunluluk haline gelir. Gelir gider dengesini gözeten bu zorunlulukları ertelemeye çalışır, evin huzuru bozulmaya başlar…

Gözetmeyen ise borçlanır, asayiş berkemal!

Borç, faiz derken bütçedeki açık gittikçe katlanır, borç büyüdükçe büyür…

 

İflas borç alınabilecek kimse bulunamayınca gerçekleşir!    

 

İflassı önlemek için eldeki avuçtaki satılır, geçici bir süre için rahat bir nefes alınabilirken…

Faizler işlemeye devam eder!    

 

Kişilere borç verenler arasında; aile, eş dost ve bankaları sıralayabiliriz. Söz konusu devlet olunca öncelikle iç ve dış piyasaya yönelik bankalar, sigortalar ve devlet tahvili gelir. Bundan sonrasını dikkatle okuyun lütfen. Devlet hoyratça harcamalarda bulunabilir (!?) önemli olan vatandaşların birikimidir! Vatandaşların birikimi ve milli servet borç veren için esastır!

 

Rakamlarla örnek vermek gerekirse:

 

ATO verilerine göre 270 milyar $ borcu olan Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşları yastık altında yaklaşık 300 milyar $ birikimi var. Buna göre;

 

270 milyar – 300 milyar= +30 milyar  

   

Yani Türkiye Cumhuriyetinin, borç veren açısından “aslında” borcu yok sayılabilir!?  

Çünkü milli servet + vatandaşın birikimi borç verenin güvencesidir. Bu denge korunduğu sürece hükümetin başındakiler rahatça vatandaşın parasını harcayabilir. Bu üretmeden - tüketen, hoyrat, zampara, miras yedi tavrı hükümet açısından sürdürebilmek için ISTIKRAR şarttır!

 

ISTIKRAR???

 

Bu kelime dikkatinizi çekti mi? Size bir şey hatırlatıyor mu? Gelin birlikte bu sihirli kelimeye, biraz açıklık getirelim. Yükselen borç, yükselen taksit demek…

Daha yüksek borç, daha da yüksek taksit anlamına gelir. İstikrarlı bir devlet yapısında ekonomik büyüme olasılığı artar, ekonomik büyüme devlet açısından yükselen vergi geliri demektir. Gelir artıkça refah düzeyi yükselir. Buraya kadar güzel, hem de çok güzel!

 

Ama…

 

Ya ekonomik büyüme durduğunda ne olacak? Ekonomik büyüme demek istihdam demek, istihdam demek çalışmak demek, çalışmak demek yorgunluk, zahmet demek…

Demek neymiş, istikrar – istihdam doğururmuş. İstihdam vergi getirirmiş, vergi ise gelir demekmiş!

Yiğidin kamçısı olan borç, ancak gelir ile ödenirmiş. Ya istikrar beklenen istihdamı getirmezse?

İşte o zaman paçalar tutuşur, kalemler kırılır, üstü çizilmeler başlar! Harcamaları kısıtlamak yerine, yeni gelir kaynakları aranmaya başlanır, yükte hafif pahada ağır ne varsa elden çıkarılır. Satılacak bir şey kalmayınca vergiler icat edilir, vergi denetimi sıklaşır…

 

Kısacası sıkıntı artar!

 

Anlayacağınız kimse kimseye kara gözü, karakaşı için zırnık koklatmaz. Hesapsız, kitapsız para harcayanı herkes sever. Nasıl sevmesin ki? Dediğim gibi ye kürküm, ye dünyası

Önceleri his edilmese de bu duruma düşenlerde gözlemleyebileceğimiz bir durum gelişir, ister devletler olsun ister şahıslar hayat gittikçe sıkıntılı bir hal alır (burada Yunanistan örneğini verebiliriz, gittikçe artan şiddet göz ardı edilemez durumda). Neyse biz yine konumuza dönelim,

Hatırlayacağınız gibi son zamanlarda dünyada nefes kesen gelişmeler oldu!

Art arda patlak veren ekonomik krizler, Arap baharı, devrilen hükümetler, tarihin tozlu sayfalarına karışan diktatörler, vesaire – vesaire…

Ama aynı zamanda Türkiye’de de bir şeyler oluyor…

Oluyor, iyi mi kötü mü bunu zaman gösterecek ama birçoğunuzun dikkatinden kaçmış olacağını sandığım bir gerçeği dile getirmek istiyorum. AB(D) olsun, badem bıyıklıların pek sevdiği Araplar olsun Türkiye’ye büyük çapta yatırım yaptılar!

Yaptılar ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Küresel dengeler ve gelişmeler hesapları alt üst etti.  

Recep’im, Tayyip’im üzerine oynayanlar umduklarını bulamadı. Suni yolla şişirilen bir imajla dünya lideri konumuna getirilmeye çalışılsa da, neo Osmanlı kaftanı biçilse de…

Bu imge kişiye onlarca numara birden büyük geldi! Ama yanlıştan dönmek, yanıldığını itiraf etmek yürek ister. Bunu için son zamanlarda dünya çapında ciddiye alınacak dergi ve gazetelerinde art arda Erdoğan hakkında makaleler yazılmaya başlandı. Neden mi?

 

Yapılan yatırımı batırmamak için!

 

Devlet bütçesi eridiğinde…

Alacaklılar kapıyı zorladıkça, devlet ne yapar?

İçerden, dışarıdan yardım ister. Veren olmayınca ne yapar?

Elini vatandaşın cebine uzatır.

Ve kimse kendini kandırmasın…

Devlet bir yolunu bulur ve elini vatandaşın cebine atar! 

Gören göz kılavuz istemezmiş. Siz kimi kandırıyorsunuz?

Sizlerde anlayacaksınız…

En geç hükümetin eli cebinizi delip geçtiğinde!

 

                                                                        ***

22.11.2011

 

Düşmez, kalkmaz bir Allah

 

Halk gelişmeler karşısında Fransız…

Çankaya, İngiliz…

Başbakan, Amerikalı…

Atatürk’ün evlatları her biri bir köşede…

Çaresiz!

                                                                        ***

23.11.2011

 

Yorumsuz

Ne mutlu Türkiyeliyim diyene…

                                                                        ***

27.11.2011

 

Evrenin sonsuzluğunda zaman

 

Bugün sözlerime Johann Wolfgang von Goethe ve Martin Luther’den alıntı yaparak başlamak istiyorum.

   

“…ve dünya şeytanlarla dolu olsa bile…”

“…Buradayım! Daha farklı davranamam. Tanrı yardımcım olsun, âmin…”


Yaklaşık 4,5 milyar yıldır yerküre evrenin sonsuzluğunda dönüp durmakta…

Yaklaşık 200.000 yıldır “insanoğlu” yerkürede yaşam mücadelesi vermekte…

Bugün tanıdığımız şekliyle “çağdaş insan” Cro-Mangon, yaklaşık 40.000* yıldır evreni istila etmekte…    

Tanrının insanoğluna, kaybolmadan günümüze kadar gelebilen, en eski sesleniş şekli; Tevrat yaklaşık 3000 yıl…

 

Bilim…

Din…

Ve insan!

 

Evren ve derinlikleri…

Bugün biliyoruz(!?) ki, galaksiler bile yok olabilmekte…

Süresini dolduran galaksiler patlayarak yok olmakta ve galaksiden arda kalan toz ve duman…

Devr dayım!

 

Tabiat kanunları…

Kütle çekim kuvveti başta olmak üzere değişik etkenlerle yeniden doğan galaksiler.

Doğuş…

Yeniden doğuş…

Bir başlangıç!

 

Devrim!!!

 

Türk Dil Kurumuna göre:  

 

-Belli bir alanda hızlı, köklü ve nitelikli değişiklik.

-İhtilal: Fransız devrimi

-esk. İnkılâp

-esk. Çevrilme, katlanma, bükme

 

Her devrimin bir evrim (değişim) süreci vardır. Devrimler, etki ve tepki kanunlarına tabidir. Biliyorum, Charles Darwin adı başta dinciler olmak üzere bazı kesimlerde büyük tepki uyandırıyor…

Ama evrim teorisine inanmak ille dinsiz olmak anlamına gelmez, gelmemelide zaten.

 

Tabiat ve evrim…

Evire çevire, tekerrür ve Devr dayım!

 

Cenab-ı Hak insanoğluna akıl vermiştir…

Akıllını kullansın ve doğruyu bulsun diye…

Peygamberleri vasıtasıyla, kitaplarında; yani biz insanlara seslenişinin özünde ahlâk’a özel bir önem vermiştir! Tüm semavi dinlerinin ortak özelliklerindendir, güzel ahlâk!

Uzatmayalım, gelin sizinle Nepal’a doğru birlikte bir gidelim…

Himalaya dağları (8800 küsur metre)…

Bu dağların eteklerinde yaşayan insanlar ve alyuvarları!

Deniz seviyesinin oldukça üstünde…

Dünyanın çatısında yaşayan insanlar ve deniz seviyesinden yükseldikçe azalan oksijen miktarı…

Binlerce senedir bu şartlar altında yaşayan insan!

 

Su ve oksijen yaşamın gereği!

 

Daha geçenlerde iki turist bu yükseklikte meydana gelen “oksijensizlikten” dolayı hayatını kaybetti.  

Bilim sordu, aradı araştırdı…

Nasıl olur bizler ölüyoruz, bu insanlara binlerce senedir bir şey olmuyor?

Daha geçenlerde, tesadüfen…

Sorunun yanıtını buldu bilim.

   

Bu coğrafyada yaşayan insanlar, diğer tüm insanlığa rağmen kendine özel, yaşam şartlarına uygun bir evrim geçirmişti. Bu coğrafyada yaşayan insanların kılcal damar yapısı farklı!

Bizler, yani “normal” şartlar altında yaşayanlar, alyuvarlarında sayesinde oksijeni vücudumuzda gereken tüm yerlere taşırız. Ama…

Kanda artan sayıda alyuvar demek aynı zamanda kanın akışının değişmesi demek. Öyle ki, artan alyuvar kan pıhtılaşmasına bile yol açabiliyor, buda en kötü ihtimalle ölüm demek!

 

Demek neymiş?

İnsanoğlu günümüzde bile anatomik olarak evrime uğrayabiliyormuş.

         

Bu fizikî değişim…

Ya ruhani yanı?

Madden ve manen insan!

İnsan, madden evrime uğruyor da maneviyatında hiç mi değişiklik olmuyor?

Sosyal bir varlık olan insan…

Yozlaşan din anlayışı…

Yozlaşan ahlâki değerler…

Hurafeler, yalanlar ve yanlışlar…

Birey değiştikçe, değişen toplum!

 

Genom analizleri bir yana, görsel olarak cilt renkleri…

Beyaz, kırmızı ve sarı…

Ama…

Özünde önce insan!

 

Ne demiş atalarımız:

 

Kardeş, kardeşi bıçaklamış - dönmüş kucaklamış   

 

Evirilen Türkiye…

İşportacı siyasetçiler…

Dillerinde besmele…

Gönüllerinde bin bir yalan ve dolan!

 

Fuzuli yorgunluktur…

Atılan adımlar!

 

Münevver olan siyasi fahişelik değildir…

Çünkü eylemler ulvi bir amaca yönelik değilse değersizdir…

Ben bunu bilir, bunu yazarım!

  

*en son bilimsel verilere göre            

 

                                                                        ***

28.11.2011

 

Evrenin sonsuzluğunda zaman II

 

Devrim!

Yukarıya çıkmak istiyorsan aşağıdan başlamak zorundasın…

Başlangıçta atılan adımlar küçüktür…

Bu adımlar gittikçe büyümeye başlar ve sonunda koşmaya başlarsın…

Koşarsın, koşarsın…

Yorulursun…

Adımların gittikçe küçülür…

Ve oturur dinlenirsin!

 

Her devrim bir önceki sistemi yermek mecburiyetinde, işin kuralı bu!

Yereceksin, kötüleyeceksin ki yandaş bulasın…

Yereceksin, kötüleyeceksin – ardından köprüleri atacak, gemileri yakacaksın ki…

Bu gidişin dönüşü olmasın!

           

Ne demiştik…

 

Evirilen Türkiye…

İşportacı siyasetçiler…

Dillerinde besmele…

Gönüllerinde bin bir yalan ve dolan!

Münevver olan siyasi fahişelik değildir…

Çünkü eylemler ulvi bir amaca yönelik değilse değersizdir…

Ulvi amaç pazarlamaksa…

Ulvi amaç aldatmaksa…

Ulvi amaç düzeni değiştirmekse…

Pekâlâ!

 

Evrenin sonsuzluğunda…

Geçen zamanda…

Tarihte sayısız örnek var!

 

Fransız devriminin şeytanı…

Maximilien de Robespierre…

Ve o meşhur giyotin!

Çar Nikolay Alexandroviç Romanov…

Karısı, çocukları ve kendisi…

70 kurşun…

Ardından, yakınları…

Beli olmaz…

Gel biz çar ailesinin hizmetçilerini de öldürelim…

Arkadaş, öldüklerinden emin değilim…

Biz işimizi sağlama alalım…

Son olarak…

Çar ailesinin kafalarına sıkılan birer kurşun!

Atılan köprü ve yakılan gemiler.

 

Siyaset ve sürgün…

Siyaset ve ceza…

Bayrampaşa…

Ulucanlar…

Diyarbakır zindanı…

Fransız devriminin ünlü Bastille baskını…

Ve günümüzde…

Türkiye’de…

Silivri!

   

Geçmişle yüzleşme adı altında…

Dilenen özürler…

Bu uğurda değiştirilen tarihi gerçekler…

Atatürk ilke ve inkılâplarıyla…

Cumhuriyet devrimleriyle…

Hesaplaşma!

Bugün…

Zaman israfıdır…

Gereksiz yorgunluktur…

Bu seviyede sürdürülen tartışmalar

İstiklal mahkemeleri ile…

Tunceli olayları ile…

Boşuna harcıyoruz gücümüzü!

 

Etme eyleme…

Dedim sana…

Tarihi değerlendirirken…

O günün koşullarını…

Şartlarını…

Göz önünde bulundurmasan aldanırsın…

Bugünün kafasıyla…

Dar bir bakış açısıyla…

Geçmişi değerlendiremezsin!

                                                                        ***

01.12.2011

 

Masadaki defter

 

Vatandaş geçmiş olsun dileklerini deftere yazmak için kuyruk olmuş…

Hayırlı olsun…

Nur topu gibi yeni bir kuyruk dünyaya geldi!

 

Ben Türkiye’de olsam…

Hem vallahi…

Hem billahi…

O kuyruğa girer iki satır karalardım…

 

Ameliyat masasında kalmadığınız için çok üzgünüm…

Türkiye için yapabileceğiniz en iyi hizmet fırsatını kaçırmış bulunuyorsunuz.

Geçmiş olsun

                                                                        ***

 

02.12.2011

 

Ve durgun akardı Don…

Adaletin bu mu dünya?

 

Türk olarak dünyaya gelmemiş olsaydım…

Seçme imkânım olsaydı…

Rusya’nın o vahşi tabiat güzelliğinde…

Kanında Türk kanı da taşıyan…

Bir Kazak olmak isterdim!

 

Don nehrinin kıyısında…

At sırtında…

Özgür…

Vahşi…

Ve bağımsız…

Bir er!

 

Mihail Şolohov’un emsalsiz romanı…

Okudunuz mu?

Okumadıysanız içtenlikle tavsiye ederim. Nereden çıktı şimdi bu sevda diye kendinize sormayın. Sormayın çünkü…

Dün hakkımda yazılmış bir yorumu okurken, Mihail Şolohov’un bir sözü aklıma geldi…  

 

“Bilerek yalan yayanlara, cevap vermeye tenezzül bile etmem”

 

Evet, cevap vermem ama kendimi anlatırım. Kararı siz değerli okuyucularım versin diye…

 

Ne Atatürk’ün arkasına sığınırım…

Nede kin ve nefret yayarım…

Doğru bildiğimden aksi ispatlanana kadar şaşmam!

                                                                        ***

05.12.2011

 

 

Gelin birlikte gülelim

 

Siyaset, miyaset bir yana…

Erdoğan İstanbul’daymış, Ankara’daymış…

Şeffaf kürsü, karanlık işler o yana…

Temenniler bir tarafa…

Erdoğan ne yazık ki hala ölmemiş falan bu yana…

Hepsini bir tarafa bırakın!

 

Gelin ben size bir mücadelenin öyküsünü anlatayım.  

 

Annem…

Allah cümlemizin annesine ve tabii benimkine de uzun ömürler versin…

Sağ olsunlar…

Var olsunlar…

Her daim başımızda olsunlar!

 

Ama…

 

Bir yaştan sonra kafacığı almıyor garibimin…

Bu tabii salt benim anneme özgü bir durum değil…

Hepimizin iyi kötü bu gibi durumları yaşamışlığı var…

Bundan eminim!

 

Annem kısmetse Türkiye yolcusu…

Türkiye’de bir takım işlerin peşinden koşturması gerek…

Anlayacağınız hem ziyaret, hem ticaret…

Ardından da takviye kuvvet olarak ben geleceğim!

 

Lazım olur diye anneme E-mail adressimi öğretmeye çalıştım…

Kardeşim ne yaptıysam…

Ne ettiysem öğretemedim…

Yok, kadın bir türlü ezberleyemiyor!

 

Anne…

Elli senelik oğlunun adını biliyorsun değil mi?

Ters, ters yüzüme baktı.

Bak anneciğim…

onder at gurbuz nokta de

Yok, anne İngilizcede ö, ü yok!

onder at gurbuz nokta de

Ne atı oğlum?

Yok, anne at bir işaret…

Bak böyle bir şey…

Simgesini bir kâğıt üzerine çizdim.

onder at gurbuz nokta de

Yok…

Olmuyor olmuyor…

Bak anne…

onder dıgı dık, dıgı dık atın üzerine binmiş gurbuz nokta de  

Güzel…

J

Ağzım kulaklarıma vardı

Oğlum niye dıgı dık, dıgı dık atın üzerine biniyorsun?

L

Yok, anne sakın ha! Millete; onder dıgı dık, dıgı dık atın üzerine binmiş gurbuz nokta de  demeyeceksin.

Anneciğim sen dıgı dık, dıgı dıkı boş ver…

onder at gurbuz nokta de

Ve sonunda…

dıgı dık, dıgı dık sayesinde…

Güzel annem benim E-mail ezberlemiş oldu!

                                                                        ***

08.12.2011

 

Sen

 

Yerlerde sürünüyorsun…

Ayağa kalk!

 

Ucu bucağı görünmeyen bir kuyruğa girdin…

Sonuncusun…

Oturma…

Aval, aval bakma…

Düşün, taşın…

Çareler ara…

Aklına hiç bir şey gelmiyor mu?

En kötü ihtimalle, sırtını kuyruğa dön…

Birinci ol!

 

Sıyırdın…

Balataları yaktın…

Frenler boşaldı…

Tam gaz uçurum!

 

Ruhuna Fatiha

                                                                        ***

10.12.2011

 

Emanete ihanet edenler

 

Annesine acımayan…

Annesini sevmeyen…

Annesine saygısı olmayanın…

Başkasına…

Hadi başkasından geçtim…

Babasına sevgisi, merhameti, saygısı olur mu?

 

Ah be oğlum…

Paşam…

Tosun paşam…

Bu sözlerim sana…

Gün gelecek, ne demek istediğimi anlayacaksın!

 

Baba…

Hele ana…

Evladına küsmez…

Kötülüğünü istemez…

Kırılır, gücenir…

Ama evladını sever…

Eliyle, dudaklarıyla olmasa bile…

Yüreğinin her kıvrımı ile Sever

Gerçek sevgi, evlat sevgisidir…

Sevgilerin hassı…

Ve özünde yatan fedakârlıktır…

Mücadeledir!

 

Gel gör ki…

Kimi zaman çaresizlik…

Kimi zaman kaderin cilvesinden…

Bu mücadeleyi veremeyen…

Vermek istemeyen…

Milyonlarca sevgisiz…

Şefkatsiz büyüyen!

 

Mısır!

Binlerce senelik bir medeniyet…

Medeniyetlerin, medeniyeti…

Günümüzde bile insanları kendisine hayran kılan…

Biri bu medeniyetin temelini attı…

Diğeri geliştirdi…

Yan gelip yatanda oldu…

Ve sonunda biri çıktı…

Çıktı ve yıktı!

 

Derler ki…

İnsan…

Ve insanın gözyaşı, ter ve kan ile kurduğunu…

İki nesil sonra gelen…

Satıp savarmış…

Bugün mü desem…

Yarın mı desem…

Üç vakte kadar…

Mutlaka!    

 

Şeyh Edebali…

Ve Osman…

Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra arda kalan…

Yandı, yıkıldı - kül oldu…

Sahte müritler…

Kendilerinden de sahte şeyhlere kananlar…

Söylenen sözler ve yalanlar!

 

Aradan geçen yüzyıllar…

Su misali akıp gidenler…

İz bırakanları kıskanıp, çekemeyenler…

Ucubeler!

 

Ve sen…

Mustafa’m…

Kemalim…

Atam!

 

Bizleri hiç bir zaman aldatmayan…

Türk’e, Türk olduğunu hatırlatan…

İhanetten imtina eden…

Sen!

                                                                        ***