-
Terbiyeye davet, yeter artık kimlerin torunları olduğumuzu
unutmayalım.
-
Videoclibi öyle değil böyle hazırlanır İzleyin
>>>
Clib1,
Clib2,
Clib3
Susturmak istiyorlar!
Maalesef seçimlerden sonra şu
izlenimi ediniyorum:
-
Atatürkçüler şaşkın,
-
Atatürkçüler çaresiz,
-
Atatürkçüler sinmiş,
Ne oluyoruz arkadaşlar? Neden
şaşırdınız?
Benim bildiğim bu ülkede bir kılık kıyafet kanunu vardı.
Senelerden beri yurtdışında olsam da, Türkiye yi ve gelişmeleri
yurtdışında yaşa yayan her vatandaş gibi yakından izliyorum.
Herifler gümbür, gümbür sarıklı, peçeli sokaklarda senelerce
dolaşacak. İstisnasız tüm partiler buna çanak tutup göz
yumacaklar, yasama, yürütme ve yargı susacak, Atatürkçüler
aralarında entel, entel konuşacak, insanlara tepeden inme
bakacak ve bu düzen böyle devam edecek. Öylemi?
Atatürkçülük bu değildir!!!
İdealler öncelikle fikir sonra
yürek işidir. Karşılıksız bir aşk misali. Menfaat yok. Köşe
dönmek yok. Bırak başkası yapsın demek yok. Çalışmak var,
bıkmadan usanmadan.
Atatürk bir askerdi, asker olarak
biliyordu: Bir savası kaybedebilirsin ama önemli olan sonuç!
***
Gelirler ve bir
gün, geldikleri
gibi giderler
- Bu
sayfayı açanlar belki kendilerine sorabilirler:
- Bu
ne Kapkara bir sayfa?!
-
Evet, kara bir sayfa, çünkü ben: Kemal’istim, Atatürkçüyüm.
Kara, matemdir, sıkıntıdır.
İnsanın ruhunu boğar. Ayıp örter. Bizim ayıbımız. Biz
Atatürkçülerin ayıbı. Atatürk kim, biz onu anlamak kim? Atam
mirasına sahip çıkamadık, affet bizi.
Sırası gelmişken size bir bilmece
sormak istiyorum: Homeros'un "Odise" destanını duymuşsunuzdur.
Sfenks, Odysseus’a bir bilmece sorar:
"İki
kız kardeştirler, biri ötekini doğurur"
Siz bilin bakalım ne?
Odysseus’un cevabı: “gece ve gündüz”
İşte biz, şu anda aksamın
ufuklarından gecenin karanlıklarına doğru geçiyoruz. Ama her
gecenin bir sabahı vardır!!!
Gelelim biz yine asıl konumuza. Girişte belki garipsemişsinizdir
niye sözüm ona Atatürkçülere ver yansın ediyorum diye. Allah
gani, gani rahmet eylesin. Vatana çok büyük hizmetleri
dokunmuştur, İsmet İnönü’ nün. Ama ondan başlayarak günümüze
kadar Atatürk’ü gerçekten yasadık mı, yaşatabildik mi?
Atatürk’te bir insandı. Atatürk’üde bir ana doğurdu. Geçenlerde
Ali Bektan’ın “Atatürk ve Parapsikoloji“ diye bir
kitabını okudum. Bana sorarsanız zorla Atatürk’e doğaüstü güçler
yakıştıran bir yazar. Bilimsel verilerden uzak. Ama onunda
düşüncelerine saygı duymak durumundayız. Neyse konumuz o degil.
Bana göre Atatürk olağanüstü zeki bir düşünür. Bir mantık
insanı. Eylem ve söylemleriyle bunu göstermiyor muydu zaten.
İnsan mantığının sınırları belirsizdir.
Yeter’ki beynimizi kullanabilelim. Bir düşünün bundan iki bin
sene önce yunanlı düşünürler, maddelerin bölünmeyen küçük
parçalardan oluştuğunu öne sürmüşlerdir. Demek istediğim Atatürk
zekâsıyla bize yol göstermeye çalışmıştır. Çalışmıştır ama, biz
onun yolunu kısıtlamalarla, yasaklarla, ezbercilikle vs. devam
ettirmeye çalıştık. Bugüne kadar. Ve bedeli beklide ağır
olacaktır. Bedeli Türk milletinin Hürriyet ise, ne dâhili ne
harici bu bedel ödenemez. Ne demek istediğimi daha ilerde
açıklayacağım. Tenkit etmek, eleştirmek, suçu başkasının üstüne
yüklemek kolaydır. Çözüm üretmek, yol göstermek, bu yola inanıp
bu yolda ilerlemek zordur. Ne diyordu Atatürk: “Mesele ölmek
değil; ölmeden idealimizi yaratmak, yapmak ve yerleştirmek…
“
Özeleştiride bulunmanın, biz
Atatürkçüler için artik harekete geçmenin zamanı gelmedi mi?
Mesleğim gereği karşıtımı iyi
analiz etmek, gerekirse ondan öğrenmek ve karşı tedbirler
almakla sorumluyum. Karşıtım düşmanım değil, karşıtım bu vatanın
evladı. Farklı düşünüyor olabiliriz ama ayni toprağın
meyvesiyiz.
Analize Atatürk’ten başlayalım:
- 1.
Atatürk “millete rağmen …” hiç bir şeyin gerçekleşmeyeceğini
bilen bir insandı. Davasını milli bir dava haline getirmenin
yolunu aradı ve buldu.
- 2.
Atatürk Kadınların önemini idrak edip gereğini yerine
getirdi. Örneğin bir takim özgürlükler verip kadınlarımızın
birey olduğunu hatırlattı.
- 3.
Atatürk milletin refah düzeyi yükselmedikçe, insanları
istediği doğrultuda yönlendiremeyeceğinin bilincindeydi. İş,
aş ve eğitim bunların en önemlileriydi.
Karşıtımın Analizi:
- 1.
Bir hocaları vardı hani, bilirsiniz. Konuştu mu salya, sümük
akıtan. Gözleri yuvalarından fırlayan bir garip insan. Bir
hareket meydana getirdi Milli görüş diye. Kılıf
değişiklikleri oldu ama milli söylem devam etti.
-
2. Ayni önemi onlarda kadınlarımıza verdi. Kadınlara verilen
özgürlükler kısıtlandı. Ama bu kısıtlama öyle güzel paketlen
diki örneğin bir modern “siyasal simge” TÜRBAN
meydana çıktı.
- 3.
Refah düzeyini yükseltemediler ama bir HIZMET söylemidir
gidiyor. Ama Allah için “adamlar” ama iyi ama kötü gerçekten
vatandaşa bir takım hizmet götürüyorlar.
Ve buna benzer birçok paralel
çizebiliriz. Şimdi gelelim her analizin en önemli kısmına,
sonuç’a.
Siyasal Islaman ’ın önü nasıl
kesilir?
Analizin verdiği cevap çok basit:
Hizmetle, yani insanların refah düzeyini ama öyle ama böyle
iyileştirmekle. İnsanlara nefes almalarını sağlamakla. Aranızda
belki saçma diyenler çıkabilir ama tarihten ve günümüzden birer
örnekle bunu kanıtlayacağım:
- 1.
Roma İmparatorluğunda Roma halkının hoşnutsuzluğunu gidermek
için basit bir çözüm bulunmuştu. Oyun ve aş. İnsanların
karnı doyup, eğlence de olunca neden İmparatora karsı
gelsinler ki?
- 2.
Ankara’daki susuzluk hepinizin malumu. Senelerden beri Melih
Gökçek’i seçenler, susuz kalınca birden Gökçek istifa diye
bağırmaya başlamadılar mı?
Biz Atatürkçüler eğer gerçekten
atamıza, yoldaşlarına ve mirasına laik olduğumuzu göstermek
istiyorsak önce insanlarımıza, insan gibi davranmayı, onların
sorunlarını ciddiye alıp çözüm üretmeyi öğrenmeliyiz. Analizin
gösterdiği gibi "bizi
bizim silahlarımızla vurdular. O halde biz Atatürkçüler onları
onların silahıyla vurmamız
adil olmaz mı?"
Sakın yanlış anlamayın ama aramızda bazı entel geçinen ve eğitim
düzeyi düşük insanları hor görenler var. Ve maalesef onların
yaratığı imaj hepimize mal ediliyor.
Sözümü Siyasal Islama:
Arkadaşlar, öncelikle
Demokrasinin bir tanımını yapmamız gerek. Demokrasi öncelikle
batı icat’ı bir kamu yönetim düzenidir. Mantığı son derece
basittir. Azınlık, çoğunluk sistemi üzerine kurulmuştur.
Çoğunluğun seçtiği temsilciler (temsili demokrasi gerçek anlamda
demokrasi değildir) çoğunluğun görüşleri istikametinde devlet
işleriyle ilgilenirler. Batı icat’ı demekle kastım şudur:
Demokrasi bir kültür anlayışıdır.
Ancak doğu kültürüne bire bir tatbiki zordur. Çünkü bizim
kültürümüze ve anlayışımıza oldukça uzaktır. Dikkatinizi çekerim
doğu diyorum, Türkiye değil! Batı kendine göre doğru olan bu
anlayışı “zorla” doğuya kabul ettirmeye çalışmaktadır. Bu da bir
gerçektir. Neyse bu konuyla sayfalar doldurabiliriz.
Sanırım kimsenin başı örtüsüne
bir diyeceği yoktur. Bizim örf ve adetlerimiz içerisinde
yerleşmiştir. Bunu bir garip bağlama şekliyle sıkma baş, yani
siyasal simge Türban’a sizler getirdiniz. Unutmayın M. Kavakçı
TBMM ‘sine girmesiyle çıkması bir oldu. Çağdaş bir toplumda dini
simgelerin yeri yoktur. Kamuda yeri yoktur. Avrupa da yoktur,
Türkiye de yoktur. Bunu kabullenin. Kaldı’ ki Allah’la kul
arasına girmek kimin hadi ne? İnsanlar özellerinde
istediklerini yapmakta serbestiler. Ancak …
Şimdi sözüm anlayana:
Kamuya mal olmuş kişilerin özeli
yoktur. Yani bireysel tercih lüksü yoktur. Bu hem kendisi için
hem ailesi için geçerlidir. Yani siz ailemin kişisel tercihidir
deyip işin içinden çıkama’siniz. Kaldı ki devleti, milleti
batıya şikâyet ettikten sonra o yüce makama oturmak istemek
bence abes kaçıyor. Ama …
Ne sahsınıza, ne de genel
başkanınıza karşı kişisel bir ön yargım yoktur. Ama temsil
ettiğiniz düşünceye, hayat anlayışına karsıyım. Ve bu
düşüncelerden, hayat anlayışından arınmadığınıza inanıyorum. Bu
yüzden siz ve genel başkanınız hiç bir zaman beni ve benim gibi
düşünenleri temsil edemezsiniz.
Sözüm Askere:
Cumhuriyet mitinglerinde
dikkatimi çeken bir slogan vardı:
„Ne
Takunya, Ne Postal …“
Bazı köse yazarları sorumsuzlukla
niteledikleri insanları ağır bir şekilde eleştiriyorlar. Bende
sorumsuzum öyleyse… !
Bu durumda ve Allah korusun
siyasal İslam azıtırsa tercihim her zaman postaldan yanadır! Ama
unutmayınız ki:
Atatürk askerin siyasetten elini
çekmesini Cumhuriyetin temelini atarken istemiş ve gerekeni
yapmıştır. Gerekirse görevinizi, yani Cumhuriyetimizi dâhili ve
harici düşmanlara karşı koruyacağınıza güvenimiz tamdır.
Sözüm liderlere:
Öncelikle liderlik kıstaslarına
bakmalıyız. Lider kimdir, önder kimdir, ne gibi vasıfları
vardır. Liderliği genel anlamda ikiye ayırabiliriz:
- 1.
Ticari
- 2.
Siyasi
İkisini de birleştiren temel
öğeler: vizyon ve misyondur.
Liderler, vizyonu ve misyonu
geliştirirler ve onların gerçekleştirilmesini kolaylaştırırlar.
Kalıcı başarı için gerekli olan kurumsal değerleri ve sistemleri
geliştirirler ve bunları faaliyetleri ve davranışları ile yaşama
geçirirler. Liderliğe soyunan kişi özgüvene sahip insandır.
Lider vasıflarına sahip olan insan önce vizyon, misyon, biz ve
en sonunda ben diyebilendir. Demek istediğim koltuğundan korkan,
gerektiğinde yanlış yaptım diyemeyen, önünü, pardon burnunun
ucunu göremeyen lider olamaz! Gerçek anlamda lider, liderlik
koltuğunu geçici olarak kaptırsa dahi, onun liderlik özelikleri
yine onu koltuğu ile buluşturacaktır. Bilmem anlatabiliyor
muyum?!
Sorum Başbuğunun
mirasçılarına:
Açık sözlülükle belirtmek
isterim’ki hiç bir zaman sağcı olmadım. Aksine kendimi daima
sola daha yakın his ettim. Uzun senelerdir kendimi Atatürk
milliyetçisi olarak görüyorum.
Anlayamadığım bir konu var.
Milliyetçilik ve ümmetçilik birbirine zıt iki kutuptur.
- - O
halde bunu nasıl bir araya getirebiliyorsunuz?
- -
Ümmetçi bir zihniyete gereken Anayasal zemini hazırlamaya
nasıl yardımcı oluyorsunuz?
- -
Bunun vebalini tarih önünde nasıl vereceksiniz?
Kendi adayınızı destekleseniz
bile gereken zemini hazırlayıp imzanızı atmış oluyorsunuz. Bunun
bilincin demisiniz?
Bernhard Shaw’ın deyimiyle:
“…
yirmisinde komünist olmayan kalpsiz, kırkında komünist olan
beyinsizdir…”
Sözüm geçliğe:
Herifin biri dünyanın bir
köşesinde ülken için hedef koyacak ve sen Atatürkçü, milliyetçi
geçineceksin. İster sağcı, ister solcu ol. Esas olan
Anayasamızın 66 Maddesi. Ilımlı İslam! Ne demek bu ya?
Damarlarımızda ne akıyor? Tavşankanımı? Atalarımız, onlardan
sonrada Mustafa Kemal Atatürk ve onun silah arkadaşları bu
vatanı siz gençlere emanet etmedi mi? Hedef koyan birisi varsa o
da sizlersiniz! Başkası değil.
Biliyor musunuz hayır, yeter
artık demesini bilmeyen ister insanlar, ister milletler olsun
kullanılmaya, sömürülmeye mahkûmdur. Kanuni Sultan Süleyman’la
batıya karşı bir lütuf olarak baş'liyan
kapitülasyonlar Cumhuriyetin ilanıyla bitmiş. Seneler sonra
vasıfsız,
basiretsiz
yönetimlerle peyderpey yine verilmeye başlanmıştır. Yazının
başında İsmet İnönü’den söz etmiştik. Kurtuluş savaşının önemli
kazanımlarından biride şüphesiz Lozan’da elde edilmiştir. İnönü
hayır demesini bilmiştir.
Bati medyası Cumhuriyet
mitinglerinde bizleri nasıl gösteriyordu farkında mısınız?
Aşırı milliyetçi, utanmasalar
faşist diyecekler!!! Atatürkçüleri bağnaz ve Avrupa karşıtı
göstermediler mi. Evet, milli gururumuz, haysiyetimiz söz konusu
olunca Avrupa yada, dünya yada karşı oluruz …
- “…
Nereye gidiyoruz? … Bizi kim ve nereye sevk ediyor? …
Meçhulâta! Koskoca bir millet, belirsiz, karanlık hedeflere
serseriyane sürüklenir mi?”
-
Mustafa Kemal
Ve sonunda sözüm milletime:
Dünyamızda, dünya tarihine
damgasını vuran çok az millet vardır. Bunlardan biride
Türklerdir. Atatürk’ün, Türk milletine inancı sonsuzdu. En
Ümitsiz anlarında dahi bize, milletine güveni tamdı. Sözlerime
devam etmeden yine bir analizin gereğine inanıyorum. Günümüzde
ekonomik açıdan ilginç altı ülke vardır.
- 1.
ABD
- 2.
Almanya
- 3.
Çin
- 4.
Hindistan
- 5.
Japonya
- 6.
Tayvan
Bunların üçünü kısaca ele almak
istiyorum:
- 1.
ABD:
-
Rüyalar ülkesi, imkânsız sözünün lügatlerden silindiği ülke.
Çalışıp çabalarsan, gücünün son raddesine kadar çalışırsan,
başarısızlıklardan yılmadan çalışırsan muvaffak olacağın
ülke.
- 2.
Almanya:
-
Kural, kalite,
standart ve Disiplinin büyük
harflerle yazıldığı ülke.
- 3.
Japonya
- Ben
diye bir şeyin olmadığı, biz kelimesinin bambaşka bir anlam
kazandığı ülke.
Neden size bu üç ülkeden söz ediyorum. Çünkü bu ülkelerden
kendimize pay çıkarabiliriz. Türkiye’nin jeopolitik konumu
ve özellikle güneydoğu Anadolu’daki su kaynakları, su
rezervlerimiz yani barajlarımız, Türkî Cumhuriyetleriyle olan
bağımız ve Kıbrıs ile batinin kolay, kolay vazgeçemeyeceği bir
konumdayız. Bunun bilincine varmalı, ona göre güçlü
politikalar üretmeliyiz. Avrupalılar bugünü, yârini, bir sene
sonrasını değil! 70–80 sene sonra olabilecekleri hesaplayıp
adımlarını ona göre atarlar. Bir daha sefere elinize Euro
geçerse bir dikkat edin: Avrupa haritası üzerinde Türkiye yer
almıyor!
Paranın devridaimini göz önünde
bulundurursak (yani yeniden basılıp tedavülden çekilmesini)
önümüzdeki onlarca sene Avrupa sevdasından vazgeçmemiz
gerektiğini anlamamız zor olmasa gerek. Peki, ne yapmamız
gerekiyor? Yurtdışından görebildiğim kadar birkaç örnek
sıralayabilirim:
- 1.
Yukarıda belirtmiş olduğum özellikleri ve bundan fazlasını
özümseyip en kısa zamanda Türkiye ekonomisini sağlam
temeller üzerine oturtmalıyız. Buda ancak insanların düşünme
modelleri değişirse gerçekleşebilir. Köşe dönme ve bencillik
zihniyetiyle mümkün değildir.
- 2.
Türkiye’nin kaynaklarını daha dikkatli kullanmalıyız.
- 3.
Türkiye’nin doğal güzelliklerini ve tarihi eserlerine şu an
vermiş olduğumuzdan daha fazla değer vermeliyiz.
- 4.
Türkiye’nin tarım ve hayvancılık sektörünü, en azından
Türkiye’nin ihtiyaçlarını yine karşılayacak düzeye
getirmemiz şart.
- 5.
Atom enerjisi başta olmak üzere diğer alternatif enerji
kaynaklarını da göz önünde buldurmak şartı ile Enerji
politikamızı yeniden gözden geçirmeliyiz. Örneğin orta
Anadolu Güneş enerjisi, sahil kısımları rüzgâr enerjisi
kazanımı için, en azından benim görebildiğim kadarı ile
uygun görünüyor.
- 6.
Eğitimde özellikle Üniversite ve Meslek Yüksek okullarında
daha kaliteli bir eğitime geçilmeli. Uluslar arası rekabet
için daha az ama daha iyi hazırlanmış insan gücüne
ihtiyacımız var. Üniversitelerin bilimsel araştırma
bütçeleri yükseltilmelidir.
- 7.
Her türlü iletişim ve ulaşım kaynakları yeniden gözden geçip
öz sermaye ve kendi imkânlarımızla güncelleştirilmelidir.
Ulaşım temel, İletişim esastır.
- 8.
Yatırımlar uzun vadeli olmalı. Kısır ve kısa vadeli yatırım
modelleri milli ekonomimize muazzam zarar vermektedir.
- 9.
Yine mesleğim gereği bildiğim bir konuya değinmek istiyorum.
Bati ekonomilerinin temelinde yatar, istihbarat! MIT
uluslararası standartlara göre yeniden yapılandırmalı, diş
ve ekonomik istihbarata daha
çok
ağırlık vermeliyiz.
- 10.
Savunma sanayisini geliştirmeliyiz. TSK’nin silah
İhtiyacını, muhtemelen mevcut olanından daha fazla, lisans
bazında da olsa kendi ülkemizde üretmeli ve bu yönde kendi
sanayimizi geliştirmeliyiz.
- 11.
Türkiye Cumhuriyetinin şu ana kadar imzalamış olduğu uluslar
arası anlaşmaları yeniden gözden geçirmeli. Örneğin Boğazlar
konusunda mutlaka sivil toplum kuruluşlarını, özellikle
çevrecileri arkamıza almalıyız. Uluslar arası kampanyalarla
Boğazlardaki tehlikeleri dünya kamuoyunun gündemine
getirmeliyiz.
Bu örnekler tabiî ki sıradan
örneklerdir. Ama işin özü:
Armut piş, ağzıma düş!
değil:
Çalışmak, çalışmak, çalışmak…
Ve bu konuda sözümü bir Arap
atasözü ile noktalamak istiyorum:
"Allaha güven ama
deveni sağlam kazığa bağla."
***
-
"Hiç
bir şey kendiliğinden yok olmaz, böyle olsaydı, var
olmazdı."
-
Farabi
***
-
-
-
Hürriyet 19.08.2007
***
Hürriyet Gazetesini Protestoya davet.
-
Hanımlar,
-
Beyler,
Düzenli olarak Hürriyet ve
diğer Gazetesini alırım. Senelerden beri her zaman görüşlerine
katıl’masamda köşe yazarlarını okurum. Hürriyet Gazetesinde
özellikle şu üçünü:
-
Sayın Emin Çölaşan
-
Sayın Bekir Coşkun
-
Sayın Ertuğrul Özkök
Emin Çölaşan ayrıldı …
Acaba siyasal bir mesele mi?
Altında yatan gerçek ne olursa
olsun. Emin Çölaşan’a olan sevgim ve saygım gereği bugünden
itibaren Hürriyet Gazetesini protesto ediyorum.
Sayın Bekir Coşkun’un 16.08.2007
tarihli sorusuna buradan cevap vermek istiyorum:
-
Küreklere asil kardeşim. Var gücünle, ölesiye…
-
Bizler sustuk, bizler yanlış yaptık. Biz Atatürk’ün
evlatları artık susmayacağız.
***
Sen
üzülme, doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış. Doğru
bildiğinde devam et. Arkandayız, yanındayız!
Cumhuriyet Avrupa baskısı Nr.33 /2007 17.08.2007
***
İnanmıyorum ya, inanmıyorum işte. Zorlamı?
-
İstediğiniz takdirde siz Vatandaşlıktan çıkın, yetmedi çekip
gidin. Biz uygar bir Türkiye de yaşamak isteyen insanlar bu
Vatanı canımız pahasında olsa terk etmeyiz.
Makamlara saygımız
sonsuz ama ne size ne sizin Cumhurbaşkanınıza saygı
göstermek zorunluluğumuz vardır. Eğer gerçekten tüm
Türkiye’nin Başbakanı ve Cumhurbaşkanı olduğunuzu
sanıyorsanız geri kalan % 53 ikna edin. Sözünüzün, özünüzün
bir olduğunu kanıtlayın bizde size gereken saygıyı
gösterelim,
sizi destekli yelim.
Ben kimiyim?
Sadece
bir Vatandaş.
***
Türkiye Cumhuriyetinin yılmaz
bekçileri olan Türk Silahlı Kuvvetlerine, Anayasa Mahkemesi ve
ona bağlı olan kurumlarına en derin,
en içten sevgi ve saygılarımı sunarım.
***
Sayın Cumhurbaşkanım Ahmet
Necdet Sezer,
Son ana kadar laiklik, uygarlık
ve hukuktan yana tavrınızı koyduğunuz için teşekkür ederiz.
Sizi
unutmayacağız.
***
-
Sayın Orgeneral Cömert’in sözlerine tümüyle katılıyorum.
Ancak bunu gerçekleştirebilmek için iki tarafında buna hazır
olması gerekir.
Ama en azından bir taraf bu olgunluğa sahip değil!
***
Cumhuriyet mitinglerinde ve seçimlerden hem sonra haberlerde yer
alan bir takım görüntüler gözümün önünden gitmiyor.
Örneğin genç bir delikanlı ne demişti: “Atatürk’ün partisine
oy verdim, liderine değil …” çok anlamlı bir cümle.
Nedir bu? Saltanat ‘mı? Kimdir bu
insan? Ölene kadar CHP ‘nın başında mı kalacak? Öyle bir kaide
varda ben mi bilmiyorum?
Halk muhalefet görevi mi verdi, o
halde ciddi bir muhalefet göster. Gösteremiyorsan çekil kenara,
başkasına yol ver! Koltuğuna yapıştın mı? Nedir bu
ciddiyetsizlik, bu sorumsuzluk?
***
25.08.2007
Sayın Recep Tayyip Erdoğan
günlerden beri dikkatimi çekiyor. Neden gocunuyorsunuz? Neden
cevap vermek ihtiyacı duyuyorsunuz?
Anlayın, anlayın artık.
Demek ki insanlar rahatsız. İnsanlar korkuyor. İnsanlar
endişeli. İnanın ilk defa bugün size hak verdim. Ne demiştiniz:
“…Çankaya kimin? … 70 Milyonun …” Evet, bizim Türk
milletinin. Eğer
samimiyseniz, eğer Türk milletinin başbakanıysanız o halde
gerekeni yapın. İnsanları rahatlatın. Yazıma devam etmeden size
çok kısa bir hatırlatmada bulunmak istiyorum.
Damokles’in Kılıcı…
Efsaneye göre:
Demokles Kral Dionysos'un yakınında bulunan ve onun tahtında
gözü olan bir kişi. Kral bunun bilincinde ve Demokles bir ders
vermeye karar verir. Bir gün kendisini bir ziyafete davet eder.
Ziyafet öncesi tahtının tam üstünde tek bir at kılına bağlı
keskin bir kılıç monte ettirir. Demokles gelir ve kral kendisine
tahtında oturmasını teklif eder. Demokles de sevinçle tahta
oturur. Ancak kafasının üstünde sallanan Kılıcı görünce şaşırır
ve kılıcın nedenini sorar. Kralda açıklar:
"Krallar
daima mevkilerinden dolayı tehlike içersinde yaşarlar. Kudret ve
güç güvenliğin teminatı değildir.”
Yok, ben beli bir kesimi temsil
ediyorum diyorsanız. Damokles’in Kılıcı sallanıyor!Zaten
Demokrasinin anlamı da bu değil mi dir?
Perikles (M.Ö. 429-500) zamanında
Demokrasiyi nasıl tanımlamıştı:
“Anayasamızın…
tanımı
Demokrasidir çünkü devlet azınlığa göre değil çoğunluğa göre
düzenlenmiştir.”
Tamam, parlamenter çoğunluk sizde olabilir ama % 47 ile Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlarının çoğunluğunu temsil etmiyorsunuz.
Dolayısıyla bu size Cumhuriyetimizin temellerini sarsma hakkını
vermiyor. Sivil anayasayı mana edip ilkelerinizi yerleştirmeye
çalışıyorsunuz gibime geliyor. Umarım yanılıyorumdur.
***
03.09.2007
Kılıç ve kalem
Söz Kılıçtan açılmışken,
İnternete bir Profesörün ve bir çobanın oyu bir tutulur muy muş
diye sorularla karşılaşıyorum. Öncelikle şu tespite bulunmakta
fayda görüyorum. Kanun önünde insanlar kim olursa olsun, hangi
sıfatı taşırsa taşırsın eşit olmalı.
-
Kılıç anında kan dökebilir, can alır. Bir, iki, üç bilemedin
beş, on. Sonucu katîdir, değiştirilemez. Ama kalem, kalem
öylemi? Kalem bir volkan misali için için, yavaş yavaş
kaynar ama bir patladı mı Allah yaratı demez. Binleri, on
binleri beklide milyonları etkiler.
-
-
Şimdi Demokrasinin temel sorunlarından birine inelim.
-
-
Yunan filozofları Aristoteles (Aristo M.Ö. 384-322) ve Plato
(Eflatun M.Ö. 427-347) dahi bu sorunları görmüş ve ciddi
şekilde eleştirmişlerdir.
En başta Demokrasiyi
-
bir “taşra hâkimiyeti” yani eğitimsiz ve fakir
insanlar hâkimiyeti olarak tanımlamışlardır. Aristoteles'in
şu tespiti ilginçtir: "Şimdi bazıları yalnız bir tür
Demokrasi
- var
diyebilirler [...], ama bu gerçeği
yansıtmamaktadır…”
-
-
İsterseniz
felsefi konulardan hayatın
gerçeklerine dönelim. Farz edin ki bir ev inşa ediyorsunuz.
Bu evi yaptırırken muhtemelen nelere dikkat edersiniz?
-
Sanırım binanın temeli dikkat edeceklerinizin başında gelir.
Neden? Çünkü temeli sağlam olmasa ev her an yıkılma
tehlikesiyle karşı karşıya kalır. İlerde bir, iki
- kat
daha çıkmak isteyebilirsiniz. İşte onun için temel atılırken
dikkatli olursunuz.
-
Sağlam bir temeli, tabanı olmayanın tavanı olmaz!
Eğitimde insanin temelidir. Bu temel ne kadar sağlam
ve kapsamlı olursa o
insanın hayat mücadelesi de o kadar sorunsuz olur.
***
"Erdemlerin en büyüğü bilimdir."
-
Farabi
***
Sen seni değil, bırak başkası
seni övsün
Dedikten sonra sanırım Atatürk’ün
neyi ifade ettiğine değil. Neyi ifade etmediğine bakmamız daha
anlamlı olur diye düşünüyorum.
Atatürkçülük:
- —
Bağnazlık
- —
Mantıksızlık
- —
Yasakçılık
- —
tutarsız
- —
Azimsizlik
- —
Yüreksizlik
- —
Tembellik
- —
Bencilik
değildir. Atatürkçülük her
şeyden evvel halkçılıktır. İnsan ve vatan sevgisiyle dolu olan
halkçılık. Biz Atatürkçüler halkla buluşmalıyız. Ev, ev, kapı,
kapı dolaşıp Atatürk ilkelerini, kendimizi anlatmalıyız.
Türkiye’mizin çok yönlü sorunlarına çözüm üretmeliyiz. Buda
ancak ve ancak el ele, omuz omuza vermekle olur.
Lütfen arkadaşlar, çok geç
olmadan bu adımları atalım. Bıktım, anlıyor musunuz bıktım
artık. Eloğlu Mars gezegenine göz dikmiş, bilimi, feni eline
almış götürüyor. Biz?
Biz âlemin başıyla, orası burasıyla uğraşıyoruz. Aferin bize.
-
***
- 30.08.2007
Allaha bir can borcum var...
Ben tarafım, ben kemal istim.
Siyasal Islamanın Cumhurbaşkanı
vatana, siyasal İslamcılara hayırlı olsun. Ama ben içime
sindiremiyorum o zihniyetin o makama oturmasını. Dikkatinizi
çekerim, siyasal İslam diyorum. Gerçek dindardan söz etmiyorum.
Allah ı tekellerine alanlardan, din bezirgânlarından, din
üzerinden siyaset yapanlardan bahis etmiyorum. Tekellerinde
çünkü biz onların gözünde dinsiz, imansızız.
Neyse ..., içimi dökeceğim.
Düşündüğümü yazacağım. Korkmayacağım! Vatanımın delikanlıları
her Allahın günü üç, beş şehit olurken. TSK içte ve dışta
yıpratılmaya çalışılırken, Şehit anaları ve babaları kuru bir
başınız sağ olsun ile geçiştirilirken,
“... Askerlik, yan gelip yatma yeri değildir ...”
başbakan, onun zihniyeti cumhurbaşkanı iken ben susamam!!!
Beni tanıyanlar diyebilir. Sen
Türk değilsin, vatandaşlıktan çıktın. Evet, doğru. Ama benim
gönlüm, özüm, sözüm, anam, babam ve ecdadım Türk.
Ve ben Atatürkçüyüm.
Asker tavır koydu. Bu onların en
doğal hakkı, çünkü onlar miraslarına sahip çıkıyorlar. Az ve öz
konuşmak, susmak, gerekirse hareket etmek onların tabiatında
vardır.
Ama CHP, CHP öylemi? Siz CHP
yönetim kadrolarında oturanlar kendi partinizin tarihini hiç
özümsemedinizdi? Bir hatırlayın Atatürk halk fırkasını kurduktan
sonra, muhalefetin gerekli olduğunu görüp en yakın çevresini
muhalif parti kurmaya teşvik etmedi mi? Muhalefet demek susmak,
muhalefet demek yıkıcı olmak demek değildir. Neden çünkü arada
vatan ve millet var. Düşman yok!
Atatürk ne demişti: “... Siyaseti ilgililer yapmalı
...”
Bu ilgililerin arasında CHP yok
mu?
ADD ve sivil toplum sitelerine
bakıyorum,
tık
yok! Neden acaba?
Bu kadar mı bizim
Atatürkçülüğümüz? Bu kadar mı bizim uygarlık anlayışımız?
Soru üstüne soru. Cevap yok.
İyi niyet. Hadi bir an olsun
Sayın Gül ve Erdoğan ikilisinin gerçekten Türkiye
Cumhuriyetinin, yani 70 Milyon insanin Cumhurbaşkanı ve
başbakanı olduklarını varsayalım. Öncelikle kaba sonrada
arkasında yatan ince, sinsi ve sistematik zihniyet bu duruma
nereye kadar seyirci kalacaktır. Cumhuriyet kurulduğundan beri
ilk defa buraya kadar geldiler. Kendi ilkelerini yerleştirmeden,
kurumsallaştırmadan ve belki de İran’da olduğu gibi bir devrim
yapmadan rahat dururlar mı? Ve yine iyi niyetten yola çıkarak
Gül ve Erdoğan ikilisi nereye kadar bu baskılara dayanabilirler?
Mümkün mü?
-
Şeyini şey etiği minin şeyi dememiş miydi “ …eşi
türbanlı bir Cumhurbaşkanı…"
-
Gerisini sizlerin takdirlerinize bırakıyorum.
-
-
Ben evladımı Atatürk ilke ve inkılâpları çerçevesi içersinde
yetiştirmeye çalışıyorum. Evladıma bırakabileceğim yegâne
şeyler, toprak ve kitaplardır. Biolijik anlamda baba olmasam
da Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde yaşayan ve
yetişen tüm çocukları evladım olarak görür onların
mesuliyetini his ederim. Ne bırakacağız bu çocuklara? Malum
zihniyetimi? Bir gün gelir oğlum bana sormaz mı: “Baba
neden o zamanlar bir şeyler yapmadın?”
Ne diyeceğim: “Oğlum çok işim
vardı. Oğlum korktum. Oğlum
…”
-
DTP‘nin arkasındakiler, Şeyh Sait ve diğerleri gibi dağa mı
çıkayım. Kime karşı? Neden? Topraklarıma düşman askerleri mi
ayakbastı?
Topraktan söz etmiştim. Misak-ı
Milli sınırlar içersinde etnik kökeni, dini, dünya görüşü ne
olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde yaşayan
insanlar benim muhatabımdır. Yeter ki seviyeli, saygılı, olgun
ve karşılıklı anlayış çerçevesi içersinde bir görüş alış
verişinde bulunabilelim. Çizmiş olduğum çerçeve dışında hareket
edenlere de tabiî ki anlayacakları dilde cevap vermek
gerektiğine inanıyorum ve yeri
gelmişken şunu da hatırlatmadan edemeyeceğim. Tüm bu
karışıklıklar arasında DTP‘yi gözden kaçırmamalıyız. Neyin
takipçisi olduklarını zaman gösterecek. Buna rağmen Sayın
Orgeneral Cömert’in sözleri yol göstericidir. Birlik ve
beraberlikle kaybetmez, aksine kazançlı çıkarız.
Benim çekincem Sayın Gül, Sayın
Erdoğan ve gözle görülen kişiler değil. Sinsice arkalarında
çalışanlar. Zaten öyle bir kesimin varlığı olmasaydı muhtemelen
Sayın Gül bugün o makamda oturmayacaktı. Uzlaşma ile yola
çıkıldı, dayatmayla bitti. Başka bir deyişle isterseniz size
söyle açıklamaya çalışayım. Bulunduğumuz coğrafya içersinde
“çıbanbaşı” gibi göze batan iki toplum var: İsrail ve Türkiye.
Bu iki Devlet bu coğrafyaya bir şekilde uymuyor. Hoş biz
Türkler 1071’den beri bu coğrafya içersinde etkin ve belirleyici
bir rol almışız. İsrail devleti ancak 1948de kurulmuş. Ama iki
toplumunda “diğerlerine” göre ne bu coğrafyada nede Avrupa’da
yeri var. İsrail siyasi ve askeri anlamda güçlü bir konumda.
Şüphesiz TSK’de etkin ve gülcü bir ordu teşkil ediyor ama âmâsı
var işte. Yine Atatürk’ün sözlerine yer verelim:
“…
Ben en iyi siyasetin her anlamda en kuvvetli olmak olduğuna
inanırım. En kuvvetli olmak tabirindeki kastim, yalnızca
silah olarak kuvvetli olmak diye anlaşılmamalı. Aksine, asker
olmama rağmen diyebilirim ki, silah kuvveti, kuvvetler
değerlendirmesini meydana getiren unsurların sonuncusudur. Benim
kastettiğim, manen, ilmen, fennen, ahlaken kuvvetli olmaktır.
Çünkü
bu saydığım hususlardan mahrum olan bir milletin bütün
fertlerinin en son silahlarla donatılmış olduğunu kabul etsek
bile, kuvvetli olduğunu kabul etmek doğru olmaz… Memleketi ve
milleti çok iyi tanıyan ve muhtaç olduğu ilerlemeye kavuşması
için huzur ve sükûn içinde, fakat hürriyet ve istiklali korunmuş
bir durumda çok çalışmak gerektiğine inanmış biri olarak, bu
düşüncelerimi karşılayacak, yani bize huzur ve sükûn verecek
ilişkilere ve dostluklara ciddi anlamda taraftarım… “
-
Yorumunu anlayana bırakıyorum.
Biz yine konumuza dönelim.
Türkiye’nin her anlamda güçlü olması kaçınılmaz. Maalesef bu bir
gerçek, nasıl deprem ülkesi olduğumuz bir gerçekse işte bu da o
kadar gerçek.
-
Duyuyorum, görüyorum, okuyorum: “...
türkün türken başka
dostu yok edebiyatı imiş...”
falan filan. Gel kardeşim benim gibi ömrünün 35 yılını
Avrupa‘nın göbeğinde geçir. İster inan ister inanma, alman
toplumunun her kesimiyle, sokaktaki adamdan, profesörüne,
Banka yönetim kurulu üyesinden milyonerine, eski Almanya
Yahudi toplumu başkanı Ignaz Bubis, merhum eski alman
dışişleri bakanı Klaus Kinkel’den, eski Türkiye Cumhuriyeti
Bonn büyükelçisi Sayın Dr. Onur Öymen’e kadar insanlar ile
ilişkilerim olmuştur. Yine düzenli olarak her gün en az 5-6
saat haber dinler, yerli ve yabancı gazeteleri ihmal etmem.
İnan: TÜRK’ÜN GERÇEKTEN PEK DOSTU YOK! Yada biz dost
edinmesini bilmiyoruz (bazı istisnalar dışında tabii: Isamil
Cem ve Yorgo Papandreu, Atatürk’ün zamanında kurmuş olduğu
dostluklar gibi).
-
Sözün özü biz birbirimizi yemekten zevk alan bir milletiz.
Olağanüstü bir haz duyuyoruz bundan. Eloğlu bunun
bilincinde. Güçlü bir iç ve diş siyasetimiz olmadığı için
Kapı kulu durumuna düşüyoruz. Fransız almanla birlikte
bayrakları açmış dayatıyordu olmaz AB kapılarını açmayız
diye. Seçimlerden hemen sonra Fransa’dan ılımlı sesler
gelmeye başladı. Birden bire ne oldu da ılımlı sesler
gelmeye başladı? Sayın Gül’ü ilk tebrik edenlerden bir
okyanusun ötesindeki değil miydi?
(kimi
kast ettiğimi anlamışsınızdır, malum kelimeyi yazamam çünkü
anında izlenmeye alınıyorum. Merak edenler yukarıda Deutsch
‘a tıklasınlar orada bulunan tabloda sitem hangi ülkelerden
kullanılıyor bir kısmını görürsünüz. İşaretlediğim yere
dikkat edin.)
Ilımlı İslam!!!
Seçimlerin ardından Televizyonda bir söyleşi vardı Almanya
Ortadoğu araştırmalar Merkezinden bir Profesör “…
Ilımlı İslam deneyimiz…” Allah, Allah lafa bak “deneyimiz”
benim ülkem, benim milletim denek mi? İyi kobay olarak
kullanılıyoruz haberimiz yok. Sen Türk git bakayım almanın,
fransızın, ingilizin, okyanus ötesindekinin içişlerine karış,
müdahale et göreyim seni. Ama seni ülken yolgeçen hanı gibi,
güneydoğu Anadolu’dan Trakya’ya kadar. Affınıza sığınarak: “hoşt
köpek sen kim oluyorsun” diyemediğimiz için bu durumlara
düşüyoruz. AB,
hükümete ev ödevi veriyor onlar kayıtsız şartsız hay, hay
efendim diyorlar. Gerçekten seni AB’ye alacaklarını mı
sanıyorsun? Hiç merak etme sen ödevlerini yap, zamanı geldiği
zaman yine bir şeyler uydurur engellemesini bilirler. Sen taviz
verdiğinle kalırsın.
İsterseniz birde öbür tarafa
bakalım. Hani din kardeşiymişiz diyorlar ya, işte o tarafa. Din
kardeşi, güldürmeyin beni. Onun için İngiliz ile birlik olup
zamanında arkamızdan hançerlediler bizi. Osmanlı gitti, gitti
ama İngiliz yerine geçti. Osmanlıdan kalan tarihi değeri büyük
kaleyi yıkıp otel yaptılar vs, vs. Geldik mi yine başladığımız
yere. Güçlü olmamız gerektiğine, arkadaki sinsi güçlere. Güç
dedikte aklıma geldi, hani bir Fethullah Gülen vardı. Yarım
sayfa ilan ile Sayın Gülü tebrik etti. Neden amerikaya kaçtı?
Neden orda yaşıyor acaba?
-
***
-
Sayın Erdoğan ne demişti:
-
“ …Hizmette bir
bayrak yarışı …”
Bugünden itibaren bu bayrağı
elimize almalıyız. Etkin ve güçlü bir muhalefet ile.
***
Yeter artık terbiyesizler,
yalan
söylerken Allah korkusu da mı yok içinizde.
Bu acılan avuçlar kimin,
kimlere ait?
Mustafa Kemal Atatürk Erzurum
kongresini şu dua ile bitirmiştir:
“… En son olarak niyazım şudur
ki, Cenabı vâhib-ül amâl hazretleri (dileklerimizin sağlayıcısı
Yüce Tanrı) habi-i erkemi (sevgili Peygamber) hürmetine, bu
mübarek vatanın sahip ve savunucusu ve diyânet-i celile-i
ahmediyenin (kutsal Müslüman dinin) kiyamet gününe kadar ve
büyük saltanat ve hilafet makamını korusun ve mukaddesatımızı
düşünmekle görevli olan heyetimizi muvaffak buyursun… Âmin…”
Mustafa Kemal Paşanın Şiran
Müftüsü Hasan Fahri Efendi hazretlerine yazdığı teşekkür
mektubu. Dikkatinizi çekerim Âmin ile bitiriyor.
-
“…Bütün millet meclisi namına cepheleri ziyaret ederek,
meclisin muhabbeti teşekkürlerini muhterem mücahitlerimize
tebliğe memur olan heyetimiz, mücahit orduların öncüsü,
bütün İslam âleminin iftihar vesilesi ve gözünün nuru olan
Adana vilayeti hakli ili temasa gelmiş olmaktan pek büyük
haz duymaktadır.”
-
- ...
-
-
“…Adananın muhterem Müslümanları, peygamberin esaret
tanımayan bir dindar ümmetinin cihad ordularına öncü olmak
serfiyle bahtiyar olan siz aziz Adanalı dindaşlarımız. Adana
İslamları, bütün Anadolu için vatanseverlik timsali oldu…
Hakiki kuvvetimizi Allahın yardımından alan, istiklal ve
şerefini korumak uğrundaki azami fedakarlık… Allahın
yardımının yüksek tecellilerine mazhar olmamızı dua ve niyaz
ederek cümlenize gerek Büyük Millet Meclisine, gerek bütün
İslam alemi namına teşekkürlerimizi arz ederiz…”
-
Mustafa Kemal Pozantı
-
Y.
Ayhan in Pozantı kongresi hatıraları 2.Ocak.1963 Adalet
gazetesi
Dinsiz olan, Allah ve Peygamber
tanımayan insan böyle konuşur mu?
***
05.09.2007
Türk köpeği
Eğer Türk köpeği Atatürkçülük,
uygarlık, vatan ve millet sevgisi ise Türk köpeği olmaktan şeref
duyarım. Arap ı taklit etmeyi dahi beceremeyen zibidiler.
***
-
“Yaptığımız işlere ve aldığımız neticelere göre bu gibi
irticalara her vakit intizar olunabilir (gericilikler her
vakit beklenebilir). Kan ile yapılan inkılaplar daha sağlam
olur. Kansız inkılap ebedileştirilemez. Fakat biz bu
inkılaba için lüzumu kadar kan döktük. Bu kanlarımız yalnız
muharebe meydanlarında değil, dâhilde de döküldü…”
-
Mustafa
Kemal Atatürk
***
07.09.2007
Kardeşim içiniz çıfıt
çarşısından beter, pislik ve iğrençlik dolu
Benim bildiğim Müslüman içi Allah
ve insan sevgisiyle dolu, dişi da içi gibi pırıl pırıl olandır.
Eğer pislik, iğrençlik ve kötülükten başka bir şey
düşünemiyorsan sen Müslüman olamasın. Hiç mi Mevla’ndan, Hacı
Bektaş-ı Veli ve diğer büyük İslam âlimlerinden bir şey
öğrenmedin? Doğru sen okumasını sevmesin, kulaktan dolmayla
yetinirsin, araştırmasın çünkü hazırcısın. Senin bildiğin midemi
nasıl doldururum, kimi nasıl çekiştiririm ve belden aşası. Başka
bir şey düşünmez, görmesin. Ama unutma yukarıda Allah var, Allah
sana akıl vermiş. Vermiş ama sen maalesef nasibini alamamışsın.
Bak senin beğenmediğin, sövüp
saydığın insan ne demiş:
“Herkes
cumhurbaşkanı olabilir, başbakan olabilir ama sanatçı olamaz.”
“Münevver
ve dindar olan milletimiz, ilerlemenin sebeplerinden biri olan
heykeltıraşlığı azami derecede ilerletecektir. Memleketimizin
her köşesi
ecdadımızın ve bundan sonra yetişecek evlatlarımızın
hatıralarını, güzel heykellerle dünyaya ilan edecektir
…”
Kalkmış bir heykelde müstehcen
şeyler görüyorsun.
Onlar olmasaydı babanı dahi
tanımayacağını, 65.000in üzerinde Camii den ezan sesini
duyamayacağını hiç mi düşünemiyorsun.
***
08.09.2007
Laiklik biz Atatürkçüler
sayesinde can çekişiyor. Laiklik ölüm döşeğinde...
Atılan adımlar, bundan sonra
atılacak adımların ancak başlangıcıdır. Bekle gör, sakın hareket
etme. Gün gelir pişman olursun, iş işten geçtikten sonra. Ne
fayda!
Yaşasın Skolastik felsefe
Bu felsefenin temeli teolojidir,
ona dayanır ve onu desteklemeye çalışır. Doktrin, bir fikri
esaslar, kaideler ve sistem manzumesidir. Entelektüel bir
terkiptir. Bilhassa sistematiktir. Doktrinlerin ilk vasfı, soyut
ve tartışma kabul etmez inançlara değil, şuur ve idrake, yani
akla dayanan anlayışa değer vermesidir. Doktrinin hem fikri, hem
sosyal unsurlara dayanır. Fikri unsur olmadan doktrin olmaz.
Dogmaların esasi fikir değil, temel inançtır. Doktrin yoruma ve
karsılaştırılmaya müsaittir. Skolâstik ve dogmatizmden bu
unsurları ile ayrılır.
***
Adım
dedikte aklıma geldi, Oktay Ekşi’nin 06.09.2007 tarihli yazısı
***
İbret-i alem için sizin her
tarafınız Turizm ve Kültür Müdürü olsa ne yazar, hükümeti
göreve davet.
-
-
Hürriyet 08.09.2007
Sayın Erdoğan bu mu sizin
medeniyet anlayışınız. Lütfen gereğini yapın. Hadi havalimanında
deveyi turistlerin gözü
önünde kestik ama
bu kadarı artık fazla! Güllerim ağlanacak halimize.
***
12.09.2007
Persona
non grata
Diplomatik
dilde istenmeyen adam anlamında kullanılır. Bir düşünün Gazi
Mustafa Kemal Atatürk Türkiye Cumhuriyetinde istenmeyen adam
ilan ediliyor, edil inmek isteniyor. Ve biz laik, uygar Atatürk
ilke ve inkılâplarına bağlı insanlar olarak sokaklarda
dolaşıyoruz. En başta kadınlarımız bu duruma isyan etmeli.
Bana ne, bir kaç
hanım
daha alır
çekilirim kenara diyemiyorum işte! Diyemediğim için de
yazıyorum.
Düşünen
adam sevilmez, tehlikelidir. En azından bazıları tarafından o
şekilde algılanır. Onun için fikir ve hareket prensipleri belli,
sınırlı bir fikir sistemine bağlı olan inanç ideal bir
uyuşturucu vazifesi görür. Ve bu bilakis her bir din ya da inanç
sitemi için söylenebilir. Önemli olan neye inandığın değil,
inanmanın kendisidir. Başkalarının bunu tuhaf ya da aşırı
bulmasının hiçbir önemi yoktur.
Sivil
anayasaymış, şuna mertçe doğrudan “AB
yaltakçısı”
anayasası deseniz daha doğru olmaz mı? AB dayatır, haklı
gerekçeleri de olabilir. Sırtını da sıvazlayabilirler. Ama senin
ilk vazifen bu benim halkıma, benim kültürüme ve benim
geleneklerime, benim şartlarıma uyar mı diye sormak değil mi?
Senin kaç yüz yıllık bir devlet geleneğin var? Bir çırpıda
bunlar feda edilir mi? Bak İngiliz’e. Paşa, Paşa Avrupa
Birliğinde yerini aldı. Sterlin hala Sterlin, politika bağımsız.
Teslimiyetçi bir politikayla kime hizmet ettiğini sanıyorsun?
Şartlara ve akla dayanan dinamik müdahaleler ile saygınlığını
artırsan daha uygun olmaz mı?
***
13.09.2007
Bumu
Müslümanlık?
-
-
Hürriyet 13.09.2007
Mekke’de dilen Medine’de dağıt
mı acaba?
Kekşe
öyle olsa hiç olmasa fakirin fukaranın kursağına girerdi.
-
***
Satranç
Bir hamle
bir hamle daha, zekâ ve strateji oyunudur. Siyasal İslam zekice
tertiplenmiş bir strateji izliyor. Etki ve tepki prensiplerine
uyarak adım adım ilerliyor. Bir lastik topu hangi kuvvetle yere
atarsanız, atılan top o kuvvetin büyüklüğü ile orantılı olarak
yükselir. Top yere bir etki kuvveti, yer de topa bir tepki
kuvveti uygular. Buna göre her etkiye karşılık eşit büyüklükte
zıt yönde bir tepki kuvveti vardır. Bu fizik kanunudur.
-
İkinci cumhuriyet bu söyleme karşıyım. Kolay mı? Ama dikkat
etmemiz gereken bir şey var, son derece dikkatli olmamız
gereken.
-
Küçük adımlara, ufacık göze pek batmayan küçücük adımlara.
Yol almaya küçük adımlarla başlarsınız. Adımlar gittikçe
büyür ve bir bakmışınız ki bayağı bir yol geride kalmış!
İşte iktidar bu küçücük adımlar ile ilerledi, yasama ve
yürütme elerinde. Yargı’nın arkasına koca bir soru işareti
koymak gerekir mi gerçekten bilemiyorum, inanın ciddi
tereddütlerim var. Ama kesin olan bir şey varsa o da BÜYÜK
ADIMLARA geçmiş olmaları.
Anayasa taslağı imiş. AKP’nin taslağı değilmişmiş. Sivil
anayasa imiş. Özgürlükçüymüş. Bak sen, çok enteresan. Ben
hukukçu değilim. Türkiye Cumhuriyeti anayasası beni doğrudan
etkilemiyor. Yurtdışındayım. Ama benim, senin onun evladını
etkileyecek. Mevcut anayasanın suyumu çıktı? Öğürlükçü olmadığı
için mi iktidardasınız? Öğürlükçü olmadığı için mi bölücü
zihniyet TBMM’sinde? Yılmaz Özdil’in deyimi ile “iyi de güzel
kardeşim… Daha nasıl özgürlükçü olabilir ki bir anayasa”
Siz
özgürlükçü olduğunuz için şeffaflıktan uzak, gizli saklı taslak
hazırlıyorsunuz. Sizin politik bakış açınız mümkün mertebe
işleri oldubittiye getirmek değil mi? Geçmişte bunun birçok
örneklerini sergilediniz. Demokrasiyi araç olarak amaçlarınız
için kullanıyorsunuz. Ve siz bunun aksini ispatlayana kadar da
bu kanımı korumak zorundayım.
Yok
kardeşim, düşünüyorum taşınıyorum işin içinden çıkamıyorum. Bu
işin arkasında bir şeyler olmalı. Ya Avrupa dalkavukluğu ya da,
inanın kendi kendime güleceğim geliyor ama
Ayetullah Seyyid Ruhullah Musavi Humeyni
gibi “bir gece
ansızın
gelebilirim” misali birisine
yol hazırlıyorsunuz gibime geliyor. Hani okyanus ötesindeki
adamı boşu boşuna beslemez ya.
Hadi
gerçekten demokratlığınızı ispatlayın. Anayasa tüm Türkiye yi
ilgilendiren bir konu. Taslak dahi geniş katılımlı ve şeffaf
olmalı. Demokrasilerde
sorgulamak en doğal haklardan biridir.
Kuşkulanıyorum, her şey
göründüğü gibi olmayabilir. Açıkçası bilemiyorum! Milliyetçilik,
ümmetçilikle nasıl çatışıyorsa, Demokraside o kadar ümmetçilikle
çatışıyor.
Demokrasi
sorumluluk gerektiren bir yönetim bicimidir. Geniş katılımlar
gerektirir. Sizin en büyük şansınız karşınızda güçlü bir
muhalefetin olmaması. Pardon hiç bir muhalefet ile karşı karşıya
kalmamanız. Ama bu sorun değil. Madem muhalefet aymazlık
içersinde, muhalefetin görevlerini sivil toplum örgütleri
üstlenebilir.
Buda ancak bir ekip çalışması ile
gerçekleşebilir. Özveri ile
işler Arap saçına dönmeden.
Arkadaşlar, bir ellin nesi, iki ellin sesi var… O halde, güçlü
olmaktan başka çaremiz var mı? Nasıl güçlü olacağız? El ele,
omuz omuza vermekle. Önce içimizde, sonrada komşularımızla. Kar
topu misali. Kartopunu bayır aşağı saldınız mı gittikçe büyür.
Ve biz Kemalistler bunu atamıza ve arkadaşlarına borçluyuz.
***
16.09.2007
Yazıklar
olsun bize
Bu bir
savaş. İdeolojik bir savaş. Ve biz Atatürk’ün evlatları bu
savaşı kafamızda bitirmiş görünüyoruz. Etrafıma bakıyorum derin
bir ses iz’lik. Bunun sorumsuzluğa yakın bir tutum olduğunu
söylemek zorundayım.
Olağanüstü
durumlar olağanüstü tedbirler gerektirebilir.
- "Kumandan
muharebeyi, harp meydanında değil, kafasında kaybederse, bu
yenilgi, tam yenilgi olur. Savaş, kumandanın kafasında
kaybolmadıkça, yenilgi tamamlanmış ve savaş sona ermiş
değildir."
-
İsmet
İnönü
Sussak ta
kalbimizin sesi başka bir şey diyor, bundan eminim.
***
19.09.2007
Yol bir,
istikamet farklı
Herkes
gider Mersine,
bizimki gider tersine. Yok, canım öyle değil! Tabii canım
öyle! Yok, yok…
Atatürkçüler susarak konuşmayı tercih ediyorlar, olacak şey
değil.
Hani Atatürk’ün ilkelerini savunan, sahip çıkan bir parti vardı.
Neydi ya, adını hatırlayamıyorum. Hah, CHP. Hele CHP’yi hiç
sormayın, tık yok. Yok, oğlu yok. Sahi öyle bir parti var mıydı,
yoksa bana mı öyle geliyor?
23.Nisan.1923
Bir Cuma,
Cuma namazından sonra…
Vay be,
zaman nasıl geçiyor. Nerelerden nereler geldik. Nerde yürek,
nerde vatan. Nerde benim Ayşe’m, Fatma’m, Mehmet’im? Ah Ayşe’m,
Fatma’m senin hakkında neler düşünüyorlar ve senin sesin
çıkmıyor. Revamı bu sana?
-
“Kadına her ne kadar gizlenme, örtünme emir edersen onda
kendini gösterme isteği artar. Eğer kadının tabiatında
kötülüğe yönelik bir eğilim yoksa yasak etsen de etmesen de
o kişiliği doğrultusunda hareket edecektir.”
-
Mevlana
Mehmet’im
sen, sen ne durumdasın?
-
Mal sahibi mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi
Mal da yalan mülk de yalan
Al birazda sen oyalan
-
Ömer
Hayyam
***
20.09.2007
Kardeşim,
benim başka işim yok!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!
Ben senin
ne yapmaya çalıştığını izlerim. Gerekirse müdahale için hazırım.
Benim vatandaşlık vazifeme sen müdahale edemesin. Unutma sen
gelip geçicisin. Ama ben bu topraklarda daimiyim. Allah bana
ömür verdiğince özgürlüğümü dâhili ve harici “düşmanlara” karşı
müdafaa ederim.
***
21.09.2007
Öldünüz mü
be,
nerdesiniz?
Bu hayra
alamet değil. Kılıf tamam. Yurtdışı gezilerine bir bahane hazır.
Nereye gidiyoruz? Okyanus ötesine, hani “Ilımlı İslam” tezinin
öyle yada böyle hayata geçirilmek istendiği yere. Tabii biraz
destek, biraz sırt sıvazlama. Aferin sana oğlum. Aynen devam
etki bende emellerime ulaşayım.
Irak,
Iran, Suriye ve en nihayet Türkiye!
Bekle gör.
İnsanları aptal yerine koymayan. YETER ARTIK!!!
Onlarda
Petrol var. Ama Petrolden de önemli su. Ve suyun kaynakları
Güneydoğu Anadolu’da, bu gerçek sizde bir şey çağrıştırıyor mu?
Bu su bizim daha çok başımızı ağrıtacak, çok.
***
22.09.2007
İran’a
doğru gidiyoruz, biz Türk’üz Iranı dahi geçeriz.
-
“…Hükümeti darıltmayalım. İngilizleri kızdırmayalım diye
saman altından su yürütmeyelim, sükûnetle çalışalım,
kimseye meydan okumayalım!...
-
Böyle demek istiyorlar!... Hâlbuki ben, canım kadar sevdiğim
askerlikten niçin çıkarak, milletin arasına girdim…
-
Saman altıymış, suymuş filan bilmem! Gizli çalışmayı
anlamam, milletimle beraber serbestçe çalışırım. Şu
daralacak, bu kısalacak, dersek davamız hallolunmaz.”
Mustafa
Kemal
Aynen
atam. Seninle aynı fikirdeyim.
İnan bir yığın zırva ile uğraşıyoruz. Yok türbanmış, yok kılık
kıyafet serbestisiymiş, Üniversiteymiş. Ya aklım almıyor inan,
beynim durdu sanki. Atam çok merak ediyorum bu konularda sen ne
düşünürdün acaba?
1. Eğitim,
genelde Meslek Lisesi özelde İmam Hatip Lisesi
Öncelikle Lise ve Meslek Lisesi arasındaki temel farklara
değinmek gerektiğine inanıyorum. Meslek Lisesi adı üzerinde bir
Meslek ve onunla ilgili konularda eğitim verir. Tüm eğitim bir
gün edinilecek Meslek üzerinedir. Lise öncelikle dil başta olmak
üzere daha genel ama daha derin, kapsamlı bilgilere yer vermekle
birlikte dersleri farklıdır. Bir yerde genel kültür
ağırlıklıdır. Dolayısıyla Meslek Lisesinden mevzun olan bir
insan ancak bir Fakültede eğitimine devam edebilir. Çünkü almış
olduğu eğitim Üniversite kapsamında kesinlikle yetersiz
kalacaktır. Bunu anlamak bu kadar mı zor? Ha, biz Türk’üz. Biz
yapabiliriz demeyin. Çünkü ne çekiyorsak bir işi doğru dürüst
yapmamamızdan, kural, kaide tanımamamızdan çekiyoruz.
2.
Fakülte, Üniversite ve Kamuda dini simgeler
İnsanoğlu
oldum olası bir şeye inanma ihtiyacı duymuştur çünkü inanç,
güven getirir. Güven ise insanlar arasındaki ilişkilerin
temelidir. İş, eş, aile, toplumsal yaşam her şey güven olgusu
etrafında şekillenir. Böyledir, böylede sürecektir.
Dinde insana güven verir. Ama Din öyle bir şeydir ki insan ve
Allah arasında çok özel bir ilişkidir. Tabiri caiz ise
eşler arasındaki genel ve özel ilişkiye benzer. İnsan nasıl eşi
ile arasındaki ilişkiyi dışa vurmaz ise işte Allah ile o insan
arasındaki ilişkiyi de öyle dışa vurmamalı. Yakışık almaz.
İbadet özelde ve gizli yapılır. İşin kuralı budur. Her dinde
olduğu gibi bazı özel durumlarda topluca ibadet edilir, dışa
vurum olur. Ama istisnalar kaideyi bozmaz. Aile ve çevre görgüsü
insanı yoğurur, biçimlendirir. Ama her şeyin bir usulü, kuralı
vardır. Musikiden, ibadete, doğa kanunlarından, trafiğe,
politikaya. Bu kurallara uymadığınız takdirde en iyi ihtimalle
yalnızca tepki görürsünüz. Kısacası bazı şeylerin birey
çapında dışa vurumu olmaz, olmamalı.
Küçük bir
örnek vermek istiyorum. Bavyera, Almanya’nın eyaletlerindendir.
Muhafazakâr ve gerçekten koyu dindar insanlardır. Ara sıra şu
polemik gündeme oturur. Okullara dolayısıyla sınıflara haç
asılmalımı asılmamalımı diye. Devleti oluşturan en küçük öğe
insandır. Her insan istisnasız sadece Hıristiyan, Müslüman
mıdır? Yahudi midir?
Değildir!
Ateist olabilir, başka bir dine mensup olabilir. Devletin
görevi, devleti oluşturan her insana aynı mesafede uzak,
uzak olduğu kadar da yakın olmaktır. Devlet soyut bir kavram
değildir! Devlet nefes alan, ilerleyen, gerileyen, düşen,
kalkan, kısacası yaşayan bir varlıktır. Devlet özellikle inanç
kavramına uzak durmak zorundadır. Bu zorunluluk yukarda
belirtmiş olduğum görevinden kaynaklanır. Onun için kamuda dini
simgelere yer verilmesine müsaade edemez.
3.
Dokunulmazlık
-
Benim bildiğim milletvekili dokunulmazlığı milletvekilinin
görevinden dolayı, yani milleti temsil ederken sarf ettiği
sözlerden, düşüncelerinden, ya da eylemlerinden ötürü kanuni
bir işleme tabii tutulmaması için hayata geçirilmiştir. Bu
geleneğin batı demokrasilerinde yaklaşık 150 – 200 senelik
bir mazisi vardır. Aslında parlamentonun işlevini eksiksiz
yerine getirebilmesi için düşünülmüştür. Türkiye’de
Milletvekili dokunulmazlığı ne durumdadır, bu tartışma
konusu olmalımıdır bilemiyorum.
-
Haberlere konu olan Milletvekili dokunulmazlığı /
dokunulmazlıkları genelde düşünce fiilinden çok başka
yönlere doğru yol alır. Ve bu durum çok rahatsız edicidir.
Milletvekili adı üzerinde Milleti temsil eder, onun için
çalışır çabalar. Kendisi için değil! Şayet kendisi için
çalışan Milletvekili varsa, bu insanlar yukarıda belirtmiş
olduğum temsil görevleri dışında suç işledikleri takdirde
dokunulmazlık zırhına bürünememelidirler. Milletvekili
dokunulmazlığının yani sıra Başbakan ve diplomatik
dokunulmazlıklar vardır ama bu konuya başka bir zaman
değineceğim.
Keşke
hayata olsaydın da sana düşündüklerini sorabilseydim. Ama sen
hayata olsaydın bu konular, konu dahi olmazdı.
-
“Bir millet, bir memleket için kurtuluş ve selamet
istiyorsak, bunu yalnız bir şahıstan hiçbir zaman
istememelidir. Bir milletin muvaffakiyeti, milletin bütün
kuvvetlerinin, bir istikamette birleşmesi, teşekkül
etmesiyle mümkündür.”
-
Mustafa Kemal
***
23.09.2007
Türkiye’de mahallede çok, baskıda...
***
24.09.2007
Kelime oyunları
Hukuk bilimi ilginç bir bilim
dalıdır. Kelimelerin, nokta ve virgüllerin önemli, önemli olduğu
kadarda belirleyici olduğu bir bilim dalı. Onun için hukuk
üzerine konuşmak pek doğru olmaz. Ama Anayasada Kelime
oyunlarına dikkat edilmesi gerekiyor.
Yanlış anlamayın darbe çığırtkanlığı yapmıyorum. Kesinlikle!!!
Ama bir gerçek var ki onu da
göz ardı
edemeyiz.
Türkiye iki büyük cepheye bölünmüştür. Cephenin bir yönü laik,
uygar ve Atatürk ilke ve inkılâplarına gönülden bağlı iken,
diğer tarafı şeriat ağırlıklı cepheyi oluşturmaktadır. Ana
muhalefet partisi kendi iç çekişmeleriyle, koltuk kaygıları ile
meşgul dür. Diğer sağ ve sol partiler önlerini göremediklerinden
oyları bölmekten başka hiç bir şey yapmıyorlar. Türkiye’nin
şartları
şu
an için çok partili bir yaşama müsait değil. Bunu anlamalı ve
partililerini CHP'´ye yönlendirmeliler / yönlendirmeliydiler. İşleri
düzelt yoluna koy, sonra diğer partiyi mi seçeceksin, seç
kardeşim. Bu hürriyete sahipsin. İstediğini yap. Ama önce ortamı
düzelt. Çünkü bu GERÇEKTEN
BIR HAYAT MEMAT meselesi (idi).
Eloğlu avucunu ovuşturur.
Ne olursa bize, bizim çocuklarımıza kısaca Türkiye'ye olur. Bunu
anlamamak için insanin aptal olması gerekmiyor.
Türkiye’de sivil toplum örgütleri batıda olduğu gibi kamuoyunda
kök salmamıştır. Dallanıp budaklanamadıkları içinde belirleyici
bir rol üstlenemiyorlar. Kalıyor tek bir güç. Ve muhtemelen bu
güç yoğun iç ve diş baskı altında. Lütfen, mirasımıza
sahip çıkalım. Eğer bir takım endişeleriniz varsa ki, olduğuna
eminim. Bu tereddütler olabileceklerden daha kötü netice
veremez. Uzun vadeli düşündüğümüzde ülkemiz için hareketsizlik,
hareket etmekten daha zararlı olacaktır. Bu zihniyetin
kesinlikle durdurulması gerekiyor. Zararın neredesinden
dönersen kardır. Ne okyanusun ötesindeki nede kapımızın
dibindeki ekmeğimizi, suyumuzu bize veriyor. Menfaatleri
olmadığı takdirde kıllarını dahi kıpırdatmazlar.
***
25.09.2007
-
-
Hürriyet 25.09.2007
Güzel kardeşim
Yazıyor, çiziyorlar. Bazısı
güldürüyor, bazısı düşündürüyor. Kimisi eleştirir, kimisi yere
göğe sığdıramaz. Kimisi sağduyuya davet eder, kimisi kışkırtır.
Kim bunlar? Köşe
yazarları.
Siz Köşe
yazarlarına, akademisyenlere, entellere sesleniyorum. Siz hiç
kanser hastalığı ile uğraştınız mı? Hastalık kötüdür. Kanser ise
beterin beteri. Düşmanım için dahi düşünmediğim / istemediğim
bir hastalık.
-
Size aile içi bir öyküyü anlatmak istiyorum. Rahmetli babam
vefat edeli 3 yil oldu. Kanserden öldü. Vücudunda 5 çeşit
kanser vardı. Tombik, sözü dinlenen, sohbeti hoş
bir insandı. Yıllar önce kilosundan ve küçük yaşta
geçirmiş olduğu bir trafik kazası yüzünden yine hastanede
yatıyordu. Topuğunu araba ezip parçalamıştı. Bu topuk onun
60 küsur sene sonra sonu olacaktı.
- O
zamanlar hastanede ilk teşhisi koydular, cilt kanseri.
Topuğunda çıkmış. Hepimiz için büyük bir
şok.
Hiç unutmam bir yunanlı doktor babamın tedavisini
üstenmişti. Doktor hanımla hastanenin avlusunda öyle bir
ağız dalaşına girdik ki evlere, köylere
şenlik.
İnanın aile görgüm bu duruma düşmeye müsait değil. Nasıl
oldu bende bilmiyorum. Doktor hanım "...bacağını kesmemiz
lazım..." ben "... kestirmem..". Doktor hanım "Kanseri
tedavi etmenin en iyi yolu kesip atmak..." ben "kestirmem!!!".
Tıbbi sorumluluğu üzerime alıp
kestirmedim. Nereye kesiyorsun. Rahmetli çok kilolu Annem sakat,
ben sakat kaldı
ki
kendisi kesinlikle istemiyordu. Netice babam vefat etti.
Size neden bunu anlattım biliyor
musunuz?
Yunanlı doktor hanımın söylemiş
olduğu söz yüzünden. Bazı şeyler vardır kurtulmak için kesip
atmanız gerekir. Yoksa sizi için, için yer bitirir.
-
Muhalefet var mı? Yok.
-
Sivil toplum örgütleri etkin mi? Değil.
-
Peki ya güzel kardeşim nasıl durduracağız bu gidiş hatı?
Bilmem!!!
İyi. Devam edelim, kesip
atmayalım o zaman.
***
26.09.2007
Bana ne
Malezya’dan
Okurlarıma
bir soru sormak istiyorum:
Siz
evinizin içişlerine komşularınızın, eşin dostun, işyerindeki
insanların, sokaktaki adamın karışmasına, müdahale etmesine izin
veriyor musunuz?
Ben olsam “sen ne diyorsun ...” diye adamın gırtlağına
sarılırım. Eğer milletimi tanıyorsam sizinde cevabınızın aynı
olacağından eminim.
Kıyamete kadar sürmeyecek ya bu
karanlık, elbet bir gün güneş doğacak.
***
27.09.2007
Sizin ampul kaç Watt' lık
?
Pauli dışlama prensibi, bir
atomda iki elektronun aynı anda aynı enerji seviyesinde
bulunamayacaklarını ifade eden prensiptir. Atom fiziğinden daha
doğrusu parçacık fiziğinden bir kavram, fazla bilimsel olmadan
fizikte kuvvet dengelerini anlatır.
-
Denge, aslında ne kadar güzel bir
kavram hayatın
bir parçası. Doğada denge, insanlarda denge. Hayatın
neresine bakarsanız bakın
hayat sürekli bir denge / dengeleme arayışı içersindedir.
Kuvvet ve dengeden söz açılmışken bir özdeyiş vardır "bir
ipte iki cambaz oynamaz" diye, bilir misiniz?
-
Türkiye, batı
ve doğu arasında dengesini bir türlü bulamaya
Ülke.
Garip bir Ülke. Ne zaman ne olacağı bilinmeyen Ülke. Birden
fazla "cambazın" bir ip üzerinde oynadığı Ülke. Burası
Türkiye burada oynar demeyin, doğru olmaz!
Sözü fizikten açtık, fizikten
devam edelim. Galileo Galilei görelilik prensibine bakış açısına
bağlı zaman ve mekân kavramlarını katmıştır. Görelilik kuramı
ise Albert Einstein tarafından geliştirilerek 1904'te ortaya
atılan bir fizik kuramıdır. Galilei, görelilik prensibini
şu
soru ile açıklamaya çalışmıştır:
“Seyir halinde bulunan bir
gemide bir cisim hareket halinde midir değil midir?”
Sorusunun cevabını
da kedisi vermiştir:
“Gemide, cisim ile ayni yerde
bulunan bir şahıs cismi hareketsiz algılayacaktır. Karadaki
insan ise cismi gemiyle birlikte hareket halinde görecektir.
Yani hareket kavramı yalnızca cimse özgü bir şey değildir, bakış
açısına ve zamana bağlıdır.”
Şimdi
şöyle
bir cümle ortaya atarsak bakış
açısına ve zamana bağlı bir kavram olmaz mı?
Siyasi İslam penceresinden
bakıldığında ortalık gülük gülistanlık, bizim gözlükler bulanık!
Bak şimdi
olmadı, adamların amblemi ampul. Ampul neyi ifade eder?
Aydınlığı, ışığı. Haa, dur bakalım bir düşüneyim. Yani aydın
olduklarını, karanlık ile özdeşleştirilmek istenmediklerini mi
ifade ediyorlar. Eh herhalde… İyide Ampul yanıyor (bozuluyor)
yine karanlıkta kalıyorsun.
Sahi birde ampul’ün gücü vardı
hani Watt diyorlar. Watt sayısına göre aydınlık vermiyor muydu?
Öylede bilim, fen, mantık güneş ise, güneşin yanında ampulün
saçtığı ışık ne ki?
...
Ben
ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar.
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
'Medeniyyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?
…
Siz içerde ve dışlardakiler
karışmayın
özgürlüklerimize, ulus devletimize, atamıza,
imanımıza,
eşlerimize,
analarımıza, bacılarımıza.
Attırmayın Türk’ün tepesini.
***
Öğretemedim, bir işi
yaptın mı ya doğru yap ya da hiç yapma. Hazır eliniz değmişken,
birde AKP İstiklal Marşına ne dersiniz, yapmışken tam olsun
değil mi?
Böylesine
İngiliz usulü kara mizah derler.
***
28.09.2007
Iş
başka dostluk başka, gözünü açmadın mı kazıklanırsın.
Ticaret işin
yolunda olursa güzel bir uğraş. Alırsın, üstüne koyacağını
koyarsın. Alıcı bulursan satarsın.
Ticaretin hoş olmayan ama olmazsa
olmazlarından bir hile, uğrasan bilir. Pazarlık payı bırakmak
için fiyatı suni yükseltirsin. Müşteri gel'dimi!
âlici mi? Ya Allah ya bismillah der girişirsin pazarlığa. Üç
aşağı beş yukarı, alan memnun satan memnun. Demek ki bir bedel
ödemek gerekiyor.
-
Türban, medreseler, yobazlar, göbeğini kaşıyan adamlar
alıcıya çıktı.
-
Şimdi bunların ambalajını allayıp pullamak gerek. Piyasaya
süreceğiz. Alici isteksiz. Sen satmak zorundasın.
Ne yapacağız?
Buluruz bir yolunu sen merak
etme. Genelde Türk'ün, özelde Siyasal Islaman kıvrak ve pratik
zekâsı bulur
çareyi.
Örneğin
ödün.
Gel kardeşim sen türbana he de,
ben de Kemaliz imi çıkarmayım. Sen teke - medrese eğitimine he
de, bende...
Hadi ticaret'te bir yerde
anlayışla karşılarımda, siyasete ne kadar ucuz, baygı şeyler
öyle değil mi?
Her zaman söylediğim sözdür.
Politikacı istemediğin kadar çok, sürüsüne bereket ama devlet
adamı o kadar az ki.
***
29.09.2007
Allah aşkına
-
Bir liberalsizim söylemidir gidiyor,
tutabilene aşk
olsun.
-
Söyle bir liberalsizim nedir diye internette araştırdınız mı
bin bir çeşit tanım ile karşılaşırsınız.
Hâlbuki liberalsizimin ana fikri
bireyselliktir. Birey Devleti oluşturur. Liberalsizime göre
devletinde en önemli hedeflerinden biri bireyin, bireysel
haklarını korumak, politikayı ve ekonomiyi bireysel girişimcilik
üzerine oturtmaktır. Yine bireyden yola çıkarak liberalsizim
felsefesini oluşturan dört ana kolu şu şekilde açıklayabiliriz:
- —
Bireyin akıl ve anlayış bazında kendi geleceğini saptama
hakkı.
- —
Politikanın birey üzerinde baskı oluşturabilmesinin
sınırlandırılması.
- —
Bireyin devlete karşı özgürlüğü.
- —
Devletin müdahalesi olmadan ekonominin kendi kendini
ayarlama enstrümanlarına sahip olması.
Bu açıklamaları yaptıktan sonra
insanın aklına bir soru gelebilir. Bütün bunlar demokratik bir
toplumdan beklenebilen beli bir toplumsal eğitim ve kültür
düzeyini gerektirmiyor mu?
Kesinlikle gerektiriyor!!!
Türkiye’nin gerçeklerine uyuyor
mu?
Pek uymuyor!!!
Allah aşkına bu nasıl bir mantık?
Arkadaşlar Türkiye’nin gerçeklerine dönün. Eğer kendimizi uygar
ve eğitimli insanlar olarak görüyorsak, uygarlığın ve eğitimin
gerektirdiği sorumluluklara sahip çıkalım. Uygar olmak hoşgörü
ile başlar, eğitim ve eğitmekle devam eder.
Şöyle
bir bakın etrafınıza dört tarafımızı yobazlar, magandalar,
eğitimsiz kulaktan dolma kendince doğru bildiklerini halka
Kuran-ı Kerim'de yazıyor
diye satan hocalar sarmış.
Madem Türbanı şeriatın üniforması olarak görüyoruz,
sorumluluğumuz gereği medeni Müslüman neden
yetiştirmiyoruz? Neden eloğlunun bizi yönetmesine izin
veriyoruz? Neden kısır çekişmelerle zaman kaybediyoruz?
Mesleğim gereği kendim ve işim
arası mesafe koymak mecburiyetindeyim. Yoksa sağlıklı bir analiz
yapma şansım yok. Problemin bir parçası iseniz asil sorunu
görmemekle kalmaz, size güvenen insanları yanlış
yönlendirirsiniz. Somut önerilerde bulunmak için mutlaka
probleme mesafeli yaklaşmanız gerekiyor.
Sayın Erdoğan ne demişti: "...ilimli İslam olmaz. İslam olur..."
Çok doğru. Ama şunu kendime
sormadan edemiyorum:
Neden bunu daha önceden savunmadınız? Ayni Okyanus ötesinde
vermiş olduğunuz yanıt gibi: “… Ben laik bir
ülkenin başbakanıyım…”
***
30.09.2007
Bugün Hz. Mevlana’ ın 800 doğum
günü
Bilinçli ve medeni Müslüman
inançlara saygı gösterir. Çünkü İslâm dini medeni bir dindir ve
Müslüman olmayı içine sindirebilmiş her insan da “medeni
insandır”, inancının gereği medeni olmak zorundadır.
“Ben
insanların ayıplarını gören gözlerimi kör ettim. Sen de onlara
benim gibi iyi gözle bak.”
-
“Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol
-
şefkat ve merhamette güneş gibi ol..
-
Başkalarının kusurlarını örtmede gece gibi ol..
-
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol…
-
tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol….
-
Hoşgörüde deniz gibi ol…
- Ya
olduğun gibi görün yâda göründüğün gibi ol…”
"Gene
gel! Gene gel! her ne isen gene gel! Kâfirsen, ateşe tapıyorsan,
puta tapıyorsan da, gene gel, Bu bizim dergâhımız umutsuzluk
dergâhı değil, Yüz kere tövbeni bozmuşsan da gene gel!"
Mevlana
Ne kadar güzel sözler değil mi?
Eline, diline, beline sahip
olamayan yobazlar, herkesi kendileri gibi sanıp hurafelerle,
baskıyla neyi haledebileceklerini sanıyorlar?
Allah’ın canlı, cansız hiçbir
aracıya, tefeciye ihtiyacı yoktur!
***
5.10.2007
İzlenim
Hasret bitti, bir kaç gündür
cennet vatanım Türkiye’deyim. Uçak ile Frankfurt’tan –
İstanbul’a yaklaşık 2 Saat 20 dakika’da ulaşıyorsunuz. Akşam
saat dört bucuk, beş Atatürk Havalimanından evimin bulunduğu
Beşiktaş‘a araba ile üç saat’te geldim. Yoruma gerek yok değil
mi?
Her
zaman ki gibi ilk olarak eşim, oğlumun ve babamın mezarlarını
ziyaret ederim. Sonradan örgendim, aile mezarlığımızın hemen
yanına trafik kazasında feci bir şekilde can veren bir delikanlı
için kabir hazırlanıyormuş. Uzaktan çalışmaları görmüştüm. Canim
sıkıldı. Yine bir ölüm, yine gözyaşları. Gittikçe sevdiklerime
yaklaşıyorum, heyecanlıyım. Mezarlıkta çalışanlar kendilerini
harıl, harıl işlerine vermişler. Kendilerini o kadar dağıtmışlar
ki bizim aile kabristanımızın üzerinde kazma, kürek, ceket,
sigara paketleri darmadağın yayılmış şekilde... Tir, tir
titremeye başladım. Bu ne saygısızlık!!! Orada benim canlarım
yatıyor. Bağrış çağrış, karşımdakiler alttan almasa gerçekten
büyük olay çıkacak. Yaşayana saygımız yok ki ölüye olsun.
Neyse…
Bir boğaz turu yaptıktan sonra
sokaklarda avare, avare dolaşıyorum. Ne kadar özlemişim güzel
İstanbul’u. Cennet’te burası cehennemde.
İstanbul’un başka bir semtinde bulunun
evimden ki sokaklarını gittikçe peçeliler, sarıklılar sarmış
Fatih bizim semte yaklaşmıştı, bir kaç sene önce Beşiktaş’a
taşındım. Dün Beşiktaş da geziniyorum, sokaktaki insanların
konuşmalarına istemeyerek kulak misafiri oluyorum. Konu RTE ve
türban! Sokaklarda dolaştıkça gözüme tek tük türbanlılar
takılıyor. Allah, Allah eskidende var mıydı? Galiba yoktu ama
öyle olsa da şu
an için tek tük olan bu görüntü birkaç sene’ye kalmaz artar.
Dikkatinizi çekerim, türban diyorum başörtüsü değil. Siyasal
simge türban. Sonra Şişli’ye çıktık. Aynı manzara Şişli’de de.
Bölücülük
yalnız etnik köken temellerine dayandırılmayabilir, İnanan ve
inanmayanlar olarak ta bölücülük yapılabilir ve en azından halk
kısmın de olsa bunu yapmaktadır. Mesele bu bölücü zihniyetin
devlet kurumlarında kök salmamasıdır. AKP hükümeti, Milli görüş
Cumhurbaşkanı ilk bakışta tüm Türkiye’yi kucaklamak istiyor
olabilirler, ama…
-
Modern tarih profesörü Roberto de Mattei, Erdoğan’ın
stratejisinin AB’yi kullanarak ordunun gücünü kırmak
olduğunu söyledi. Türkiye’nin İslam devleti olmadığını
belirten de Mattei, “bu güç ortadan kalkarsa
köktendinciliğin önündeki engel kalkacak” dedi.
-
Cumhuriyet 5.10.2007 Sayı 29948
Sizde farkına varmışsınızdır,
küçük bir çocuğu uzun zaman görmediğiniz ve bir gün
karşılaştığınızda anında ne kadar değiştiğini fark edersiniz.
Hâlbuki velileri bu büyük değişikliklerin farkına çok sonra
varırlar, neden? Çünkü çocuk sürekli gözlerinin önündedir.
Türkiye’ye arada bir gelip etrafınıza baktığınızda bir takım
şeyler anında gözünüze çarpar. Gören göz kılavuz istemez derler,
çok şükür gören gözler ülkemizde de var ama henüz herkesin
gözleri açılmadı.
- "Mevzubahis
(Söz konusu) vatan ise, gerisi teferruattır."
-
Mustafa Kemal Atatürk
Bazen
kendime sormadan edemiyorum; acaba çocuk mu kandırıyor,
laf
cambazlığı ile insanlar nereye kadar oyalanabilir?
Orta direk terimini hatırlıyor
musunuz? Eskiden orta direk diye bir şey vardı. Etrafıma
bakıyorum fakirlik almış yürümüş. Bu seneki kadar fakirlik hiç
dikkatimi çekmemişti. Zengin, fakir arasındaki uçurum daha da
büyümüş. İnsanlar neyi nereye yetiştirecek diye kara, kara
düşünüyorlar. Siyasetçiler boş vaatlerle Türkiye gündeminde. Ak
olmuş kara.
***
Böyle ülkeye, böyle anayasa
AldıÖzbudunkaçtı
İnşallah yakalarız...
Sayın Özbudun zamanında kendi
savunduklarıyla çelişen bir insan. Çelişki, çelişkiyi getirir.
Acaba hazırladığı taslakta çelişkilerle dolu olabilir mi?
***
07.10.2007
Sayın Gül, Sayın Erdoğan ve
diğerlerinin dikkatlerine
-
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye
Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar
memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet
tarikatıdır.
-
Mustafa
Kemal Atatürk
***
Allah
sizden razı olsun (mu!?)
Sayenizde
bu özeliğimizi de kaybetmek üzereyiz.
-
Cihan Savaşı’nın sonunda İngiltere’nin gerçek niyetinin
anlaşılması ile ortaya çıkan Türk millî harekâtının
başlangıçtaki karakteri Hindistan Müslümanlarını Türk
istiklâl mücadelesinde hem madden, hem de manen tam bir
taraf haline getirmekte gecikmeyecektir. Bu hususa işaret
eden Sir Theodore Morrison, Hindistan Müslümanlarının bütün
Müslüman milletlere ilgi duyduklarını belirttikten sonra
“fakat bu duygu Türklere karşı özel bir boyut kazanmaktadır.
Çünkü Türkiye en büyük İslâm ülkesidir. Yegâne müstakil
İslâm devletidir. Tarih boyunca İslâm âleminin başı ve
kılıcı olmuştur.” Demektedir…
-
Kaynakça
***
Ben
Türkiyeliyim
Hiç dikkatinizi çekti mi, kişinin ağzından bir kez duymadım. Ya
söyledi ben işitmedim ya da gerçekten o cümleyi ağzına almadı.
Ben Türküm, ufacık ama aynı zamanda çok büyük bir cümle.
Siz bunu diyebiliyor musunuz Sayın RTE? Kusura bakmayın ben hiç
ağzınızdan duymadım.
Nerde görülmüş bir ülkenin
başbakanı ben buyum diyemesin? Nerde görülmüş bir Ülkenin
Başbakanı milletini, kurumlarını gersin, sınıflandırsın,
Referandum süreci gibi
ÇOK
ciddi bir süreci çocuk oyuncağına
çevirsin,
muhaliflerini menfaatçilikle suçlayıp kendi menfaat çevrelerini
korusun?
Ne mutlu Türküm diyene! İnsan
kökü ile iftar
edebilmeli
ama bu
şu demek
değildir:
İzah
edebilmem için sizden ufacık bir şey isteyeceğim. Bir an için
avucunuza bakın.
Ne görüyorsunuz? Elinizi dolayısıyla parmaklarınızı.
Parmaklarınız birbirinden farklı, yinede sizin eliniz.
Parmaklarınızdan yanlıca birinin olmadığını farz edin, eliniz
eskisi gibi işlevini yerine getirebilecek midir? Sanmıyorum.
Farklılıklar olur, farklılıklar zenginlik olarak görülebilir ama
farklılıklar asla baskı unsuru olarak kullanılmamalı.
Hadi bunları bırakalım MHP’ye ne
demeli, aklım almıyor. Sayın Bahçeli ne yapmaya çalışıyor,
anlayamıyorum. Anlamam mümkün değil. Partilerin ilkeleri,
hedefleri vardır. Bunları savunur bunların arkasında dururlar.
Madem milliyetçi bir söyleminiz var arkasında durun.
***
08.10.2007
Her gün
ölünmez
İktidarın
siyasi iradesi üzerine yazmak boşuna zaman kaybı olur diye
düşünüyorum. Ama bu konuda yalnızca iktidarı suçlamanın da doğru
olmayacağına inanıyorum. TBMM’ inde temsil edilsin, edilmesin
tüm partilerin, biri hariç, ortak paydalarda birleşip ortak bir
tavır sergilemeleri gerekiyor. TSK’ya gereken siyasi destek,
dünya kamuoyuna gereken mesaj verilmeli. Türkiye Cumhuriyetine
vatandaşlık bağı ile bağlı bulunan her kez, hangi siyasi görüşü
benimserse benimsesin bu konuda birleşmeli. Her gün şehit
verilmez, her gün anaların yüreği kor alevlerde
közlenemez. Her Allahın günü babalara ateşten gömlek
giydirilemez.
***
10.10.2007
Terör
İster sağ, ister sol, isterse bölücü olsun terör suçuna idam
cezası getirilmeli. Kana kan, dişe diş.
***
13.10.2007
Şehit
Dün bayramın birinci günü idi.
Niyet etmiştim bu sefer mutlaka şehitliğe gideceğim diye.
Edirnekapı - Güneydoğu şehitliğine gittim. İçim kalktı.
Türkiye’nin dört tarafından, Orgeneralden - ere. Allah tüm
şehitlerimizi rahmet eylesin. Beklediğimin in aksine, çünkü
haberlerde hep ağlayan dövünen insanılar görüyorum, bambaşka bir
manzara ile karşılaştım. İnanın tarif etmem, doğru sözleri
bulmam imkânsız. Askeri nizam gereği yiğitler sıra, sıra yatmış.
Başlarında aileleri, özellikle insanların yüz ifadelerine dikkat
etmeye çalıştım. Diyorum ya tarifi etmek için kelimeler az
gelir. Hüzün değil, gurur değil, teslimiyetçi bir ruh hali hiç
değil. Allah yardımcıları olsun.
Daha taze bir mezar başında
onlarca insan, şehidin kabri bile
daha yapılmamış. Vicdan
azabı duyuyor, kendimi resmen suçlu his ediyorum.
Ne
demişler “hükümetin yediği haram, konuştuğu yalan.”
Bitti, bitiyor. Can çekişiyorlar,
ıvır zıvır…
Onun için her Allahın günü şehit
veriyoruz. Gerçi bu yalan
yalnız AKP’ye özgü değil ama…
Sayın
RTE’nin Pendik – Bayram konuşmasını dinlediniz mi? RTE resmen
muhalefetle dalga geçiyor! Haklıda. Ne yalan söyleyeyim Deniz
Baykal denen şahıs ismi; Deniz gibi engin ve bereketli değil ki
çölden beter mübarek. Kurutu partiyi ve böyle giderse CHP diye
bir parti kalmayacak. RTE neden dalga geçmesin ki.
Bilmem hatırlıyor musunuz, Tansu Çiler zamanında “düşük
yoğunluklu savaş” stratejisi ile gerçekten başarılar elde
edilmişti. Teröristin vur kaç yöntemine düzenli ordu nizamı ile
karşılık veremezsiniz. Verilebilseydi Vietnam, Afganistan,
İrlanda, İspanya vs. verilirdi. Mücadele teröristi teröristin
silahı ile vurmak, mali ve lojistik imkânlarını kesmek ile olur.
PKK’nın siyasi, ekonomik, etnik ve emperyalist destek boyutları
var. Bunlara karşıda ciddi ve uzun vadeli önlemler almak
kaçınılmazdır.
***
14.10.2007
Zulüm
Bu kelimeye karşı alerjim var, duyduğum an
da kaşıntı tutuyor. Laikler dindarlara zulüm ediyorlarmış. Bak
sen, laikler Allahsız çünkü!? Ya bu resmen terbiyesizlik,
ciddisizlik,
rezilik
…